Archive for the ‘Yeni Kitap’ Category

Yeni Kitap : ‘ULRIKE MEIHNOF.. – Jutta Ditfurth’

köle-anne evladına yalvarıyor..

ulrike , sen aranıyor afişinde göründüğünden farklısın , bir kölenin çocuğusun – kendinde kölesin.. bu durumda seni ezenlere nasıl ateş edebilirsin.. artık köle olmak istemeyenlerin aklını çelmesine izin verme.. onları koruyamazsın.. ben senin köle kalmanı istiyorum – aynı benim gibi.. sen ve ben , efendilerin , kölelerin başkaldırısını daha başlamadan nasıl bastırdıklarını gördük.. çok sayıda köle öldü , ama biz hayatta kalabildik.. bugün efendilere kızanlar , bir kez daha kurtulmuş olmanın nasıl bir duygu olduğunu bilmiyorlar.. bunun tadını çıkar – çünkü keyfini çıkaracak bundan başka bir şeye sahip değiliz.. devrim büyük bir iş , bizler devrim için çok küçüğüz.. kölelerin ruhları oradan oraya savrulan kumlar gibidir , üzerine zafer inşa edilemez.. uykudan uyanıp özgürlük , özgürlüğü veren olmadı.. buna neden başkaları gibi razı olmadın.. bana bak.. ben direndim , efendiler bana vurdukları zaman bağırdım.. ama sen egemenleri öyle kızdırıyorsun ki , yeniden vurmak istiyorlar..  peki ama bunun için bile kötü muameleye maruz kalırsak , bundan sonra kim bağırmak isteyebilir.. sen uslu bir çocuksun.. sen iktidarın çitinin üzerinden kesinlikle atlamadın , başkaları atladı.. fakat onlar köpeklerini senin üzerine de saldılar.. ah çocuğum sen başka şeylere layıktın.. aslında önün çok açıktı.. mutlaka gardiyan olmayı başarırdın.. iktidarın ne kadar güçlü olduğunu görmüyor musun.. bütün köleler iktidara itaat ediyorlar.. isyan edip zafere ulaşanlar bile , köle olmaya devam edebilmek için , zaferlerini iktidarın ayakları altına serecekler.. köleler özgür olmak isteyenlerden nefret ederler.. özgür olanlar , isyanının ne kadar anlamsız olduğunu kavraman için sana yardım etmeyecekler.. cesaretin acımasız , çünkü kendi korkaklığımızı cesaretimizden nasıl gizleyebiliriz ki.. ebediyen köle kalmak yerine ölmeyi tercih etsen de , bizi huzursuz etmeye hiç hakkın yok.. biliyorum : sen hepimizin özgür olmasını istiyorsun : ama o zaman kendimizi daha iyi mi hissedeceğiz.. asya’da , afrika’da ve güney amerika’daki plantasyonlarda gardiyanlarını öldüren eziyet altındaki o toprak kölelerini tanrı affetsin.. biz ev kölelerininse , ellerinde kamçılarıyla o gardiyanları gönderen efendileri cehennemin dibine yollama hakkımız yok.. efendilerin evini düzen içinde tutmak bizim görevimiz.. çocuğum günaha girme.. iktidarın verdiği ceza ne kadar korkunç olursa olsun , tövbe et.. tanrının isteği bu.. üzerinde egemenlik kurmuş iktidarın uyruğu ol.. ulrike vazgeç.. tanrı , kendisini darmadağın etmek için uğraşan köleleri lanetler..’

ulrike meinhof

‘ULRIKE MEIHNOF..’ – JUTTA DITFURTH , Çeviri : SALİHA NAZLI KAYA , AGORA KİTAPLIĞI , Kasım 2010 , 464 Sayfa..

(agora kitaplığı’na bu değerli eser için çok teşekkür ederiz , yıllardır çok sayıda nadide eseri bizlere kazandırdılar.. özellikle sinema kitaplığından çok yararlandım.. ancak küçük bir gözden kaçma olayı olmuş sanırım kitabın yazarı ‘jutta ditfurth’un adı kitabın ön ve arka kapağında ‘jutta dilfurth’ olarak basılmış.. diğer basımlarda düzeltilecek bu unutkanlığı agora kitaplığı yöneticilerine buradan iletelim.. tekrar teşekkürler..

Crockett..)   

AŞK ÜZERİNE KISA BİR FİLM.. (KROTKI FILM O MILOSCI) – KRYZSZTOF KIESLOWSKI

AŞK ÜZERİNE KISA BİR FİLM.. (KROTKI FILM O MILOSCI) – KRYZSZTOF KIESLOWSKI

‘bu filmi yaparken mesleğimizin saçmalığını kesin bir şekilde anladım.. esasında film , blok apartmanlardan birinin bir katında yaşayan gençle onun karşı bloğunda yaşayan bir kadın hakkındaydı.. seyircinin gözüyle bakarsak ya da senaryoyu okursak , filmi nasıl çekebilirdik.. iki daire –biri adam , diğeri kadın için- ve bir de bir kısım merdiven kiraladık.. bu da her şeyiyle masrafsız bir film demekti.. aslında bu filmi çekmek için on yedi farklı iç mekan kullandık.. bu on yedi iç mekan , iki dairenin karşılıklı olduğu etkisini yaratıyordu.. bir veya iki defa ‘tomek’ ya da ‘magda’ dışarı sokağa çıkar veya postaneye giderler.. dışarı çıktıkları başka sahne yoktu..

bu on yedi iç mekanın biri , yani ‘magda’nın dairesi , varşova’nın yirmi ya da otuz kilometre dışındaki iğrenç prefabrik evlerden biriydi.. tahmin edebileceklerinizin en korkuncu.. kaldırıp bir tarlanın ortasına konmuş kocaman bir taş yığını.. bulduğumuz villanın da bloktakilere benzer camları vardı.. ‘magda’nın dairesini buraya kurduk.. ‘magda’nın dairesi bloklarda değil , varşova’nın 30 kilometre dışında bir villada çekildi..

bu daireyi ‘tomek’in görüş açısından çekebilmek için –iki perspektiften bakıyorduk ; önce ‘tomek’in sonra ‘magda’nın perspektifinden- bir kule inşa ettik , çünkü ‘tomek’ kadından iki kat daha yukarda oturuyordu ve kuleyi ‘tomek’in katından görülen yüksekliği vermek için kullanıyorduk.. ‘tomek’ teleskopla baktığında , biz de ‘magda’nın dairesini görebilmek için aşağıya doğru bakıyorduk.. ayrıca bu iki katlı kule uzun lensle çekim yapıldığında – bazen 300 , bazen de 500 mm.’lik lens kullandık – teleskopla bakılıyormuş izlenimi vermesi için evden yeterince uzakta olmalıydı..

sete gece saat onda giderdik çünkü sessizlik gerekiyordu ve eninde sonunda bu bir gece çekimiydi.. kuleye çıkardık.. ekibin geri kalanı prodüksiyonun kiraladığı civardaki diğer evlere giderlerdi ve witek adamek ve ben , birer şapşal gibi altı yedi saat , gün ağarana kadar kulenin tepesinde çekim yaparken onlar da ya uyur ya da porno film seyrederlerdi.. çok soğuk olurdu , donma noktasının altında..

evle kule arası 60 ya da 70 metre olduğundan , szapolowska’yla mikrofonla haberleşirdik.. mikrofon bendeydi.. szapolowska’nın evde kurulu ses düzeni vardı..

böylece bir hafta boyunca her gece , soğukta ve yalnız – bir de kameramanın asistanıyla benim asistanlarımdan biri olurdu- bu saçma şartlar altında , karanlık bir banliyö bölgesinde çalıştık.. iki katlı bir kulenin tepesindeki iki ahmaktan biri mikrofona şunları tekrarlayıp duruyordu : ‘ o bacağını daha yukarı kaldır.. bacağını aşağı indir.. masaya yaklaş.. hadi , git o kartları al..’ direktifleri sadece prova sırasında verebiliyordum , çünkü çekimi sesli yapıyorduk..

setten yiyecek veya başka bir şey almak için ayrıldığımda , durumun saçmalığı ve anlamsızlığı üstüme geliyordu.. dev bir gökdelen niyetine kullanılan küçük villa ışıl ışıldı , çok açık diyaframlı uzun odaklı objektifler kullandığımızdan , çok ışığa ihtiyacımız vardı.. her şey karanlığa gömülüyken tek ışık saçan yer orasıydı ; etrafta kimsecikler yoktu.. gecenin içinde acayip iki katlı bir kule.. kendimi orada , ‘o bacağını kaldır,’ diye bağırırken görebiliyorum.. tabii mikrofon da doğru dürüst çalışmıyordu ve evdeki sistemden sesim duyulsun diye elimden geldiğince yüksek sesle bağırmak zorunda kalıyordum.. bütün o hafta boyunca mesleğimin aptallığı , saçmalığı ve anlamsızlığını bütün çıplaklığıyla yaşadım..’

‘KIESLOWSKI  KIESLOWSKI’Yİ ANLATIYOR..’ – DANUSIA STOK , Çeviri :  Aslı Kutay Yoviç ,  Agora Kitaplığı , Ekim 2010..

UÇUŞ.. – Pablo Neruda

UÇUŞ..

 

siper edip elimi

yükseklerdeki uçuşu izliyorum :

gökyüzünün onuru , kuş

kat ediyor

saydamlığı , günü kirletmeden..

 

yol alıyor batıya , yükselerek

yavaştan çıplak maviye doğru :

bütün gökyüzü kulesi onun

ve dünya onun devinimiyle temizleniyor..

 

yabanıl kuş

kan arıyorsa da boşluğun gülünde ,

bir oku andırıyor ,

bir çiçeği uçup giden ,

kanatları ışıkta

havayla kaynaşıyor , saflıkla..

 

ey tüyler , yönelmiş giden

ne ağaçlara , ne çimenliğe , ne dövüşe

ne gaddar toprağa

ne de terli işliklere ,

ama fethetmeye

saydam meyveyi..

 

selamlıyorum gök dansını

martıların , yağmurkuşlarının

kardan kostümlerini giymiş ,

sürekli davet almış gibi

katılıyorum

onların hızına , dinginliğine

karın durmasına ve telaşına..

 

uçan ne varsa içimde , apaçık görünüyor

şu kanatların gezgin eşitliğinde..

 

ey , eşlik eden rüzgar

siyah akbabanın sisteki demir uçuşuna..

ıslık çalan rüzgar , kahramanı

ve onun ölümcül palasını yerinden eden :

bir zırh gibi korurusun

haşin uçuşun dokunuşunu

yinelersin gökyüzünde gözdağını onun

her şey yeniden mavi oluncaya dek..

 

bir okun uçuşu

her kırlangıcın görevi ,

bülbülün sonatıyla uçuşu

papağanın ve gösterişli giysisinin..

 

aynada uçuşan sinekkuşları ,

karıştırıyor kırmızı zümrütleri

ve sarsıyor keklik

çiyler arasında uçarak

yeşil ruhunu nanenin..

 

ben ki öğrendim uçmayı her uçuşuyla

o saf öğretmenlerin

ormanda , denizde , sarp geçitlerde ,

kumdaki sırtımda ,

rüyalarda ,

kaldım burada , bağlanmış

köklere ,

manyetik anaya , toprağa ,

aldatıp kendimi ve uçarak

yalnızca içimden ,

tek başıma , karanlıkta..

 

ölür bitki , gömülür yeniden ,

toprağa döner insanın ayakları ,

yalnızca kanatlar kaçar ölümden..

 

kristal bir küredir dünya ,

uçmazsa insan yitirir yolunu :

saydamlığı kavrayamaz..

 

bu yüzden açıklıyorum kuşatılmamış berraklığı ,

ben ki kuşlardan öğrendim

tutkulu umudu

kesinliği ve gerçeğin uçuşunu.. 

PABLO NERUDA

Türkçesi : ALOVA

‘KUŞLAR SANATI’ , CAN Yayınları , Temmuz 2010..

‘ZAPATİSTALAR , Yerelden Küresele Ulaşan İsyan..’ – ALEX KHASNABISH

‘birincisi , baş kahramanlık meselesine karşı uyanık olmak zorundayız  – bir başka deyişle- , insanlar kendilerini çok fazla öne çıkarmamalılar.. kendimiz için korktuğumuzdan böyle yapmıyoruz , bu isimsiz kalmakla ilgili bir şey , çünkü böylelikle bizi yozlaştıramazlar.. önderliğimizin kolektif olduğunu ve onlara itaat etmemiz gerektiğini biliyoruz.. ben burada olduğum için beni dinliyor olabilirsiniz , ama başka yerlerde de aynı şekilde maske takan başkaları konuşuyor.. bu maskeli, kişiye bugün burada marcos adı veriliyor ve yarın ona margariatas’ta pedro , ocosingo’da jose veya altamirano’da alfredo ya da nasıl çağrılıyorsa öyle diyecekler.. son olarak da , sözcü kolektif bir yürektir , grup lideri değil.. bunu anlamanızı istiyorum , eski tarzda bir grup lideri , o şekilde bir imaj değil..sahip olacağınız tek imaj , bunu yapanların maskeli olduğudur.. ve bir gün gelecek , insanlar onurlu olma zamanının geldiğini anlayıp maskelerini geçirerek şöyle diyecektir : peki o zaman , bunu ben de yapabilirim..’ (2002..)

 

SUBCOMANDANTE MARCOS..

  

‘beyazlar onu siyah olmakla suçluyorlar.. suçlu..

siyahlar onu beyaz olmakla suçluyorlar.. suçlu..

muteber insanlar onu yerli olmakla suçluyorlar.. suçlu..

hain yerliler onu melez olmakla suçluyorlar.. suçlu..

maçolar onu feminen olmakla suçluyorlar. suçlu..

feministler onu maço olmakla suçluyorlar.. suçlu..

komünistler onu anarşist olmakla suçluyorlar.. suçlu..

anarşistler onu ortodoks olmakla suçluyorlar.. suçlu..

anglolar onu chicano olmakla suçluyorlar.. suçlu..

yahudi düşmanları onu yahudi dostu olmakla suçluyorlar.. suçlu..

yahudiler onu arap dostu olmakla suçluyorlar.. suçlu..

avrupalılar onu asyatik olmakla suçluyorlar.. suçlu..

devlet görevlileri onu oportünist olmakla suçluyorlar.. suçlu..

reformistler onu aşırı uçta , radikal olmakla suçluyorlar.. suçlu..

radikaller onu reformist olmakla suçluyorlar.. suçlu..

‘tarihsel öncüler’ onu proletaryaya değil sivil topluma seslenmekle suçluyorlar.. suçlu..

sivil toplum onu huzurunu bozmakla suçluyor.. suçlu..

borsacılar onu kahvaltılarının canına okumakla suçluyorlar.. suçlu..

hükümet onu devlet dairelerindeki mide ilaçlarının tüketimini arttırmakla suçluyor.. suçlu..

ciddi adamlar onu soytarılıkla suçluyorlar.. suçlu..

yetişkinler onu çocuk gibi davranmakla suçluyorlar.. suçlu..

çocuklar onu yetişkin olmakla suçluyorlar.. suçlu..

dogmatik solcular onu eşcinsellerle lezbiyenleri mahkum etmemekle suçluyorlar.. suçlu..

teorisyenler onu pratikçi olmakla suçluyorlar..

pratikçiler onu teorisyen olmakla suçluyorlar.. suçlu..

herkes olup biten bütün kötülüklerden dolayı onu suçluyor.. suçlu..’ 

SUBCOMANDANTE MARCOS..

‘ZAPATİSTALAR , Yerelden Küresele Ulaşan İsyan..’ – ALEX KHASNABISH , Çeviri : NİLGÜN GÜNGÖR , ABİS Yayınevi , 2010 Ağustos , 240 sayfa..