Archive for the ‘Yazar : ‘Ters’’ Category

GÖSTERİ PEYGAMBERİ – CHUCK PALAHNIUK

GÖSTERİ PEYGAMBERİ – CHUCK PALAHNIUK

gösteri peygamberi ilk basımı 2002 de yapılmış bir ayrıntı yeraltı edebiyatı kitabıdır.

arka kapak yazısı :

‘yalnızlık, yabancılaşma, şiddet, pornografi, tüketim ve şöhret açlığı… televizyon kanallarından boca edilen sayısız yalanla kirlenmiş, hiçbir şeyin dolduramadığı bir boşluk… gösteri peygamberi, yeni bir binyılın başındaki modern dünyanın ürkütücü çılgınlığına ilişkin karanlık bir taşlama; medya, şöhret ve pop kültürüne yönelik sivri dilli bir aşağılama…
tender branson, creedish mezhebinin dünyadan yalıtılmış sahte cennetinde doğup büyümüş ve dış dünyaya gönderilmiş binlerce misyonerden biri. kilise doktrinine göre görevi, yaşadığı sürece çalışmak ve gerekli olduğunda ölmek. kaderi beklenmedik biçimde değişip onu şöhretin doruklarına taşırken aynı zamanda medya ve popüler kültürün içyüzüyle tanıştırıyor. yarı tanrıya dönüşme yolunda yaşadıkları yakında yüzleşeceğimiz kıyametin çarpıcı bir habercisine dönüşüyor… branson, mezhepte kendisine zaten hiç verilmemiş olan hayatı “dış dünya”nın çirkinliğine sonuna kadar gömülerek yok etmeyi deneyecektir. ne var ki, hayatına karışan gizemli fertility hollis’e göre, kendine bir kader çizmeye çalışması anlamsızdır. olacaklar zaten bellidir ve olmak zorundadır… ve “intihar etmekle şehit olmak arasındaki tek fark gazetede manşet olmaktır.” chuck palahniuk, önlenemez kaderine doğru nefes kesici bir hızla sürüklenen kahramanının gözünden tüketim toplumunun hastalıklı ve anlamsız yaşam biçimini bize bütün çıplaklığıyla gösteriyor. dövüş kulübü’nün yazarından, en az ilki kadar çarpıcı bir roman, benzersiz bir yeraltı edebiyatı örneği.’

……

bana göreyse yaşadığım dünyayı böylesine şahane yorumlayan tek kitap…

tender branson aslında bir evi temizleyen , yemek yapan bir hizmetçi ama geceleri kendi yarattığı dünyada tanrı… telefon kulübelerine bıraktığı notlardan dolayı insanlar onu arıyorlar ve o da kendi krallığını kuruyor…

her arayana öldür diyor kendini…

evet kabul ediyorum karanlık bir kitap ama hangimiz yaşadığımız bu dünyanın aydınlık olduğunu söyleyebilir ki…

kitaptan notlar :

– sahip olduğum altı yüz kırk balıktan sonra öğrendiğim tek şey, insanların sevdiği her şeyin bir gün öleceği oldu. o özel kişiyle karşılaştığın ilk anda onun bir gün toprağın altına gireceğine emin olabilirsin.

– bir arada olmaktan nefret ettikleri ama yalnız kalmaktan da korktukları için insanlar telefon denilen bir alet kullanıyorlar.

– vazgeçmesi en zor olan nimet ise sessizliktir. 

– o kadar çok şey öğrenmiştik ki, düşünecek vaktimiz kalmamıştı.

– bir şeyler yapıyor olmamızın hiçbir önemi yok. eğer yaptıklarımızı kimse fark etmiyorsa, hayatımız koca bir sıfırdan ibarettir. boştur. anlamsızdır.

ne doğru bir tespit kocanız güzelliğinizin farkında değilse bir anlamı yok, hocanız zekanızın farkında değilse bir anlamı yok….

ne çok anlamsızlığımız var…

bu kitabı ilk elime alıp bir parkta okumaya başladığımda bir amca yanıma gelip “tüh tüh utanmıyor musun peygamberimize gösterici demeye ” demişti…

yani olay şu hem anlamsız hem bencil hem de önyargılarla dolu bir dünya da yaşıyorsak anlamlı bulduğumuz her şeyi paylaşmalıyız bence…

eyvallah…’

‘TERS’

(Chuck Palahniuk)

‘ben ve daha bir çok şey…’

‘ben ve daha bir çok şey…’

‘merhaba

benim rengim mümkünse mavinin bir tonu olsun, ve adım ters olsun.

ya neden ters di mi…

hayatta hep neden sorusunu sordum durdum ve aldığım tüm cezaları hep bu nedenden dolayı aldım.

öğretmenlerim, arkadaşlarım ve tabi ailem sürekli “neden bu kadar muhalefet ediyorsun?” dediler okumayı öğrendiğimden beri…,

ama inanamıyordum insanların bu kadar hızlı ve sorgulamadan kabullenişlerini. mesela neden sadece 1. sınıfta tuvalete gidebilme izin hakları vardır öğrencilerin, 2. sınıfta artık tuvaleti gelmediğinden mi yoksa o kocamaan(!) sınıfın önünde rezil olmaktan duydukları korkunun mesanelerinin patlamasından korktuklarından daha çok olduğundan mı?

ya da neden bizim dediğimizi yap yaptığımızı yapma gibi saçma sapan bir atasözümüz var…

bunlar sadece bir başlangıçmış sonradan öğrendim.

mesela hala cevabını bulamadığım belki bulduğum ama kendime bile cevaplarını itiraf edemediğim sorularım var.

neden insanlar çalışıp kazanabilme yada emekleriyle elde edebilme yetileri varken çalmayı tercih ederler? kimi zaman paradır bu kimi zaman aşk kimi zaman hayat.

ya da neden atasözümüzde deveye atfedilen mantığı her gün yüzlerine baktığım insanlarda görüyorum? ( deve ye demişler senin mi kamburun olmasın yoksa bütün dünya mı kambur olsun bütün dünya kambur olsun demiş.)

ya da doğurduğu çocuğa bakamadığı ortadayken neden menopoza kadar illa yılda 1 kez doğum yapar bazı kadınlar?

insanların bazıları neden acıyla beslenir hatta acıyla nefes alır?

yada nasıl bir insan sevdiğine bir kelam etmeden yok olur gider? aslında vardır ama artık onun konuştuğu dil bir başkadır…

evet bu insanlar aramızda, belki yanımızda belki bakkalımız manavımız her gün selam. verdiğimiz komşumuz…( gerçi o eskilerde kalmıştı artık komşulara pek selam verilmiyordu di mi.)

peki biz ya da ben neredeyim tüm bunlar olurken

tepkisiz bir şekilde işten eve evden işe…

ben bu değildim peki nasıl bu hale geldim(k).

tabi ki susarak.

yada aptalca bir dizi için binlerce şikayet telefonu açarak , siyasi ve sosyal hakların için bir kez bile kıçını kaldırmayarak…

ah evet tercih meselesi.

uyuyoruz sevgili dostum.

işin özü bu.

aslında ihsan oktay anar’ın ‘suskunlar’ını anlatacaktım bu yazıda ama böylesine saçma sapan ve daldan dala konan bir yazı oldu.’

‘TERS’