Ve biz çiviliyken hala taş plaklara
Bir gün erken yaşlanır
Aralık bırakmış pencerelerdeki çocuklar
Biliyorum değiştiremeyeceğim
Güneşin geceye yanlı çehresini
Ekin ektiğin topraklar
Şimdi sınırlar içinde bir ülke…
Tütsülenmiş ormanları
Dışlanmış bütün halkları
Gölgesi gün dönümüne düşen adamlar
Köpekleriyle taçlandırılmış şehrin orta yerinde
Biliyorum
Değiştiremeyeceğim ayın karanlık çehresini…
dedi ve umutsuzluğa kapıldı ansızın. Bir sigara yaktı, sonra bir daha yaktı, yaktı, yaktı…. Gece uzundu, sözcükler söylenemeyecek kadar kısaydı. Son zamanlar da yaşadığımız olaylar, çaresizliğimizi bir daha ortaya koyuyordu. Fikirlerin aniden parlaması ve ansızın kaybolması… Biz nasıl bir toprakta yaşıyoruz, nasıl bu kadar kinlendik, nasıl cahilleştirildik… nasıl nasıl nasıl?
Bedenlerini ipekten kıyafetlerle sarıp, düşüncelerini yok eden, ülkenin doğusunu bilmeden, anlamadan, bulunmadan, yaşamadan, tanımadan yargılayan, ölümler için sevinen ve daha çok kan isteyen toplum. Deli gibi alışveriş yapan, okumayan, cahilce konuşan, konuşulanı anlamayan gençlik…
Nerden başlayacağını bilemedi, tekrar yaktı bir sigara. Kime ne için kızmalıydı bilemedi ki. Toplumu bu hala getiren sisteme mi, yoksa sisteme karşı çıkmayan topluma mı, bütün bu yaşananları izleyen seyirciye mi, kendine mi? Hava soğuk içimiz üşüyor… Van da hava sıcak olmalı, halk da sıcacık yatağında uyuyor olmalı, hatta o kadar sıcak olmalı ki Van, insanlar sıcaktan evlerinde değil dışarda uyumayı tercih ediyor. Toplum olarak sanırım iklim körü olmayı başardık. İklim değişmedi, depremin etkileri azalmadı, en kötüsü de zihniyet değişmedi. Uzun bir sessizlik oldu, ayın karanlık çehresi değişmedi.
İnan ki!
Gün doğunca unuturum her şeyi
Senin hiçbir zaman
Hiçbir bulutu
Hiçbir şeye benzetemediğini…
Bu sözlerle geceye hüzün ve sessizlik kattı. Gece aynı geceydi, üzüntü, keder, yılgınlık, umutsuzluk, çaresizlik… Maskeler mi takmalıydı insan yaşananları görmezden gelmek için. Sağır, dilsiz mi olmalıydı insan; çığlıkları duymamak, olaylara seyirci kalmak için.
Bana geçmişini sat güzelim
Havai fişek çiçekler patlatayım çocukluğuna der gibi umursamaz mı olmak gerek. Sormaz mı o çocuklar yaşayamadıkları çocukluklarını, ölümün, en kötüsü bıçak gibi keskin sözlerin bıraktığı izleri. (Dil, din, ırk… farklılıkları çocuklar için önemsizdir. Çocukluk en saf ve temiz duyguları barındıran bir evredir.) Neden peki, onlara beslenilen bu kin, bu öfke neden? Dünyaya Türk olarak gelselerdi daha mı değerli olacaklardı? Nerede yaşamalı bu çocuklar, ülkesiz başkentler var mıdır?
Sen de sahnene dönersin
Muzaffer ordular destanı yazarsın
Parmak uçlarınla
İzini kaybetmiş parmaklarım
Sana ağlasın
Ben senden göç ederim.
dedi ve gece karanlığa gömüldü. “Yılanların Öcü” nü bir kez daha izledik.
SÖZ DE BEN BİR İNSAN OLMAYA GELDİM…
‘Siyah’