Archive for the ‘Yazar : ‘Papyrus’’ Category

Evet, her şey karıştı…

Evet, yeni bir ev arkadaşımız oldu. Adı Ber… sarışın üstelik İzmirli bir hatun. Kıskananların bacısı olur. Tüm medya ve paparazzi aleminin haberi olsun. Biz sabaha kadar kırmızı tuborgtan, dark’a yatay geçiş yapıp hayattan sınıfta kalmayı planlıyoruz. Ber… de malumunuz tiyatrocu ama sevmiyor… uzun tiratlar atınca ben kaçıyorum. Geçen gece katıldığımız pasaklı düzeyliler şiir tantanası II etkinliğinde tek sarışın oydu. Sabaha kadar da içtik sonra kelle paça yedik saat 5 falandı yada öyle bir şeyler. yattık uyuduk, Cuma’dan Pazar gününe geçtik, cumartesi kayıp onu bulanın elinden tutup bize getirmesini rica ediyorum.

Normalde iyi gelişmeler oluyor şu lanet dünyada farkında mısınız bilmiyorum? Örneğin, uzaylılar daha dünyamızı basıp bizi pataklamadı. Örneğin, magazinciler peşimize hala düşmedi.

Cumartesi günü yapmam gereken işlerin arasında o kadar çok şey vardı ki hiç birini yapmadım, af edersiniz domuz gibi yattım. Enis Akın’ın düzenlediği Türk şiiri ve Kariyerizm etkinliği uçtu gitti. Aynı gün içinde değişim için 1oo.ooo şairin arasında olamadığım için kendime ne kadar küfretsem az ve tabii Nur Saka ile buluşmamın suya düştüğü için kendimi asmam gerektiği fikriyle ne zaman yüzleşirim bilmiyorum.

Sonuç; hiçbir zaman bir akademisyen olamayacağım bunu biliyorum, ikincisi dünyanın ketum kişilik testlerinde kaydırma yaptığım sorulardan dolayı bana küçüklüğümden beri bundan bir bok olmaz serserinin teki diyen insanlara Abd’de 1oo.ooo basılıp dünyanın bilmem kaç diline çevrilen gürbüz bir antolojiden küfredeceğimi gururla bildiriyorum.

Belki de etimolojik bir hatayla ruhumuzda arkeolojik kazılar yapılacak ve sonrasında oralara gökdelen dikilecek kadar ruhumuz geniştir.

“Şimdilik kimse bilmiyor.”

‘Papyrus’

can sıkıntısı…

Uzun zamandan beri can sıkıntısını hastalığımla harmanlayıp yatıyorum. Biraz önce bir şair kardeşimle konuşurken hastalığımı sormasının ardından sorduğun için sağ ol dedim. Bizim kimimiz var be ağbi dedi soracağım tabii, aslına bakarsan ben de pekiyi değilim… Kendimi çok yalnız hissediyorum dedi.

Bir trilyon insanın uğraştığı yegane sorunla yüzleşmek değil mesele, mesele ne onu da bilmiyorum. Fakat insanlar hasta olup ölür, ölebilir. Cami avlusuna işeyen köpek Allah’ından bulur mutlaka. Romantik bir adam olduğum pek söylenemez, ama yüzmeyi ve masada ağzını şapırdatmamayı aynı yaşlarda öğrendim. Ağız masada şapırdatılmaz, doğru düzgün ye, eve kız atma, attın yatma sadece müzik dinle’lerle geçen ergenlik denilen ergenlere katlanma çağından sonra sonra… buralara kadar geldik. Burası neresi? 35 yaş sınırındayız.

Mutlaka hastalıktan falandır ama bundan sonrası için ışık göremiyorum. Sadece kendi adıma değil hepimiz için; ışıksız, renksiz, anlarla mutlu olabileceğimiz şu kadarcık bir yaşam serilecek önümüze. Neler olacak biliyoruz. Sonrasını görmek artık antik tozlanmış Nostradamus edasında olmayacak. En azından şaşırmıyoruz. Ben şaşırmıyorum. İki hafta önce sokağın başındaki tekelin üstünde oturan yaşlı bir teyze evinde can vermiş ve ölümünün üzerinden on gün geçmesine rağmen, evinin önünden on gün içinde binlerce insan geçmesine karşın duyan gören olmamış. Evden gelen pis koku üzerine komşular rahatsız olmuş. Rahatsızlıkların bonusu olarak yaşlı teyzeyi cenaze işleri toplayıp mahalleyi hem kokudan hem teyzeden kurtarmışlar. Kısaca insan nasıl öleceğini bilmediği gibi, insanları öldüren şey de otopsi sonucunda belli oluyor.

Dertten ölene verem ya da kanser tanısı koyan gelişmiş tıpla karşı karşıyayız. Her ölümün bir yolu yordamı var. Her ölünün bir geçmişi var. Bazıları iş bulamadığı için işportacılık yapıyor ve zabıta arabasına el koymaya çalışırken kendini yakıyor “Arap Baharına” sebep oluyor kimi de on gün boyunca kokuşuyor.

Hepimiz bir hiçiz!

Bunları yazarken Bandista çalıyor. Evet heyecanlı ama şarkılar, marşlar izlediğimiz filmler, okunan kitaplar hep ama hep bitiyor. Mutlu olacak şeylerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. Kuantuma inanmakta bir boka yaramıyor. Birkaç ufo görsek, şöyle kırmızı mavili yansa, dönse, günlerce anlatsak, o da geçecek biliyoruz.

‘Papyrus’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(fotoğraf : crockett..)

başkalarına

bir bildiğim vardı eskiden, şimdi unuttum
sular belki yalnızca kendine akıyordur, düşünmeye gerek yok
hep öyledir.

sandığımdan fazlasıymış hayat
acıdıkça öğrendiğim arka sokaklar, taş
üstünde köz kaybettiğim arkadaşlar
belki diyorum çektirdiğimiz fotoğraflarda hala gülüyorlar. 

‘Papyrus’

Afrika…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘Tanrının Afrika’ya girmesi yasaklanmalı. Zaten uzun zamandır görende yok.

Afrika’da gündüzleri kabileler birbirini kesip biçme işlemini tamamladıktan sonra akşamlarını kadınlarıyla geçiriyorlar. O “mutlu” gecelerden 9 ay sonra, küçük zenci bebekler henüz 6 yaşına girmeden sürünerek ölüyor.

Şu sıralar ülkede bağış kampanyaları düzenlenip kendini rahatlatan insanlar da var. Sağ olsunlar. Hükümette işe el attı ve kara kıtaya uçtular. Tv’ler ana konu olarak Afrika’yı kafeslemiş durumdalar. Bense hayretle izliyorum.

Dünyalılar olarak ne kadar boka battığımızın resmini çiziyoruz. Sefilleştirdiğimiz bir kıta var. Tanrı o kadar umursamaz halde ki oraya yağmur bile göndermiyor. Ve elbette biz onun kulları olarak Afrika’ya sms’le 5 lira yollayıp, tanrının emirlerini telekomünikasyon yoluyla aşıyoruz. Zeki şeyleriz.

Birileri de borsada kağıtlarının hızla düşmesi yüzünden intiharı deniyor. Bazıları da kazanıyor. Kime ne anlatıyor olmamda hiç önemli değil aslında.’

‘Papyrus’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘Giardini Hakkında Bilinenler’

Ruhumuzu daha biz yokken teslim ettik. Yalnızlığımız daha önceden başkalarının yaşadıkları.

Her gün kalkıp gittiğimiz iş, okul, tarla bindiğimiz otomobil, tren, otobüs, vapur bile bizim değil. Dilin sınırlarını oluşturan kelimeler bizim değil, sadece arıyorum.

Dünya artık insanlığa bir şey vermeyecek. İnsan iyimser düşünmeyi seviyor. Düşündüğüne inanıyor, inandığı şeyin gerçekleşmesini istiyor. Maymunun rüyasında muz görmesi gibi bir şey yaptığımız. İyi insanlar mutlaka var ama kötülerde öyle.

Toplum insanlığın en büyük hapishanesiyken özgürlük arayışı niye? Olmayacak. Hep böyle oldu bizden önce ve bizden sonra olacak olan.

Diye düşünüyordu Giardini.

Sonra yoluna devam etti. Sürekli gittiği orospunun bacak aralarına sığındı. Bir an olsun beynini rahatlattı. Sigarasını yakıp “annem” dedi, orospu saçlarını okşarken “özledim.”

“Öldü o, kötü öldü. Çöplükte bulmuşlar cesedini ya açlıktan ya da soğuktan ölmüş, bilmiyoruz. Hangisi daha iyidir?”

‘Papyrus’

Medeniyet Yavrum Medeniyet!

Modernizm Yavrum Modernizm.

Modernizm ya da çağımızın kağnısı.

“Onların” dışındaki insanların tamamını medeniyet mağduru haline getirdiler. Dünya çapında kıçı kırık demokrasi inşaatı devam ederken, “modernizm mi demokrasiden çıkar, demokrasimi modernizmden,” tartışmaları yapıldı kapandı veyahut yapılamadan unutuldu gitti.

Alternatif intihar yöntemleri bulan insan artık acı çekmeden ölebiliyor. Bu iyi!

Sylvia Plath sabah saatlerinde iki çocuğu için sütlerini hazırlamış, atıştıracak bir şeyler koymuş ve mutfağa gidip kapıyı ıslak havlularla kapatmış, sonrasında gaz ocağını açıp kafasını içine sokarak intiharını başarılı şekilde gerçekleştirmiştir. Anna Sexton’da bu ölümün ardından şiirinde “niye benden önce” diye “tıs”lamıştır. 1950’lerin ikinci yarısından sonra Amerika’nın önde gelen şairleri arasına giren bu iki kadın intihar ederek dünyanın boktan ve katlanılmaz bir yer haline geldiğini, “siz takılın bize eyvallah” diyerek, tanrının verdiği bedene teröristçe yaklaşıp, kendi yollarını çizmişlerdir.      

Bir alternatif yol olarak intihar etmenin, kapitalizmin çarkları arasında sucuk olmaktan daha iyi olduğunu düşünenlerdenim. Çulsuzlara, vahşi şefkatiyle yaklaşan dünya sistemi “zengin olmanın yollarını” gösteriyor. Ama pek fazla şans tanıdığını düşünmüyorum. İş yapalım diye yola çıkıp küçük bir dükkân açtıktan sonra iş yapamama ihtimali, sadece iş yapacak adamın beceriksizliğiyle alakalı değil. Ondan daha büyük ve şişman adamlar dünyada hem daha fazla yer kaplıyorlar, hem de holdingleri hem enine hem de fezaya daha fazla uzanıyor. İşte biz o şişmanlara oligarşi diyoruz. Onlar sanatın kraliyetler gölgesinde gelişip olgunlaştığını çok iyi bilirler, onlar kitapevleri açarak türlü çeşitli yazarlara para akıtırlar, onlara yakınlaşma çabası içinde olan insanların sayısı azımsanamayacak kadar çok. Ama sonuçta sanatında bir iş olduğunu düşünürsek, “medeni şekilde iş yapıyorlar doğru.”

Şairin İntiharı

Memesi olanın bir sıfır önde olduğu sektörlerden biri olarak şair kabilesi geliyor. Ahkâm kesmeyi seven ve her boku bilen insanların toplandığı esnek çalışma saatleriyle, histerik duruşlarıyla “hayatı bilmiyorsunuz lan” diye haykırıyorlar. Yine medeni şekilde!

Kendini öldürecekmiş gibi yazan ama makyajsız dışarı çıkmaya korkan, hayatında belki hiç ter kokmamış hatta terlemenin nasıl bir uygunsuzluk olduğunu düşünen kadın şairler tanıyorum. Hala yaşıyorlar ve benden sonra geberecekler. Bunları adım gibi biliyorum. Modernize tugaylar halinde sanatın yanında yer alan insanlar da var. Onlarında, başkasının acısını görmekten zevk alan bir sirus kabilesi olduğunu düşünüyorum. Hâlbuki gözlerini açıp mahallesinde geri dönüşüm işçilerine biraz baksalar ne iyi olur! Öyle güzel boyunları var ki çöpe kafayı sokup, eliyle pet şişeleri nasıl bir açıyla yakalıyorlar bilemezsiniz! Siliokolis işçilerinin akciğerleri inanın dehşet verici ama sizinkiler marka slim sigaralar yüzünden çok daha temiz ve check-up’nızın tarihi aksadığında bile kendinize düşman oluyorsunuz. “Ah aptal kafa!”

Barlardan kafasını kaldırıp dünyaya bakamaz halde içen, hatta geçen ay Kadıköy’de bıçaklanan yedi yurttaş için “kardeşlerimiz için içiyoruz” eylemiyle içmenin öküzce nerelere taşındığını gördük. Aralarında şair kafilesi de vardı. Bu insanlar ne yaptılar peki? Basın açıklamasını titrek bir sesle okuyup bitirdikten sonra, gördükleri ilk tekel büfesine saldırdılar. Ellerinde aslanlar gibi siyah poşetleriyle apartman önlerinde boğazlarını serinlettiler. Poliste Hell’s Angel’s’lardan –zebanilerden- korudu. Yapılanları küçümsemiyorum elbette. Eylemin siyasallaştırdığı doğrusunu atlamadan yazıyorum. Fakat oradaki bileşene baktığımda bazıları genç ve cesur olmanın yanında günde 10 litre bira tüketen ve kırmızı masaya gelir devrim olur edasında olmalarının yanında kelli felli devrimci ağabeyleri de gördük. Bunlara ne demeliyiz peki? Makul koşullar oluşturulup tartıştığımızda siyasal olarak bizi itin götüne sokup çıkarabilecek adamların orda ne işi vardı? Çok basit sadece sosyalleşiyorlardı. Peki, şu çabayı seçim döneminde Sebahat Tuncel’in seçim bürosunu açmak için kullansalardı ve Kadıköy’ümüzde bir bürosu olsaydı o kadının, kötü mü olurdu? Haberleri bile yok! Bırakın onu şiire siyaseti sokmanın onurunu yaşarken, gerçekte akıllarından bile geçmez. Kalem işler yazar övünür. Ne yazsalar tayfa hazır kıta alkışlamayı bekler. İlginç olmanın garip bir erdemi vardır! Bu adamlar harbiden ilginç!

Kadıköy’ün barlarında leş gibi içip sonrasında yan masalardaki kadınlara sarkan, edepsizliğin sınırlarını, İngiliz safkanlarına bile bırakmayacak adamların bu eylemde olması esasen beni çokta şaşırtmadı. İçmek için kendine alan yaratma çabalarını evde içerek kutluyorum.

Modern şiir tartışmalarının modern şair tartışmasına döneceğini hayasızlıkla bekliyorum.

‘Papyrus’

gözlem kulesi

İncelik ve günümüzün vahşi depremleri rock ve s…ş tarihi

İnsanlığın kanlı ellerinde, doğanın toprakaltında Chopin

eğilip dudağı dudağıma değdiğinde, güneş en güzel Rönesans’ta soyunmuş

üçüncü sayfa haberleri kendilerini kesen başkalarını kesen

ve bizi bize taşıyan tirenlerin önüne kendini atan on yedilik bir kız çocuğu kadar sıradan doğum-yaşam-ölüm üçgenindeki bermuda!  

 

bak olmuyor! savaşmanın sırası değil çıkın bu kuyruktan, beklemeyin

kredi kartları, gökdelenler, rüzgarın kafatasımıza değememe ihtimali de var

incelik ve günümüze çok uzak düellolar. Kılıçtaki kalp artığı ve

kazanmanın vahşisi de var. But, sırf et sonrasında masalarca şarap

eğilip öptüğümde dudaklarından açılan uçurum. toprağın kayması havanın olması

hepsini yaşadıkça bok gibi tadı var.

Edebiyat kaçkınları daha iyi kelimeler bulabilir aşkımıza, öğretilmiş bilinç, genlerimizde süren karmaşa, kelepçe, taşıyıcılıktan yargılanıyorum

babamı kanımda, s….i avuçlayıp bakıyorum. herkes bakıyor ben bunu biliyorum.

 

İncelik ve kapitalizmin şefkatli bombaları arasında tur rehberi; sağımızda Hiroşima

solumuzda Vietnam ve fotoğraf makinalarının deklanşörleri

Çin sermayesinin canı cehenneme.

Sevgilim biz ölmeliyiz. Amsterdam’da kutup kaçkını iki zenci gibi bileklerimize teğet geçen jilet alkol kirli bir yatak eşliğinde söylemeliyiz son şarkılarımızı

Dünyanın canı cehenneme, inceliğin de!    

Ta taaa taaaa.

‘Papyrus’

ismini sen koy…

‘sesle devrilir, eroinle devrilir, toplu iğneyle

-de

kimse bilmez niye? oturduğumuz yerde cesetlerin sessiz tabutlara

ses vermesini. tarihi gömün, rüzgarı fırlatın uzağa, gelenlere söyleyin dönmesinler

gelmesinler, kalsınlar… çarpışarak bitenleriz duy sesimizi Amerika

özgürlük anıtına basmışsın suyu

özgürlük isteyenlere güllü fantomlar

özgürlük için ağlayanlara dreamworks, antidepresan, güllü mermiler yollamışsın

kalp diyoruz love diyorsun ibne

gönül diyoruz love diyorsun ibne

yürek diyoruz love diyorsun aşkım

siktir git diyorum evol’ution diyorsun. ceset fetişisti   

 

sesle devrilir, eroinle devrilir, toplu iğneyle

-de

satılık her şeyin annen pazara düşmüş tüm ideologlarınla

oğul annesini satıyor, bunun adı serbest piyasa

vesika çıkartıyoruz artık bizde yapamadıklarımıza

kiraya veriyoruz beyinlerimizi

cerrahların elleri narkozla yıkanmış belli

gözlerimiz kapanıyor, kapansın da

 

II

bu akşam çok içlisin jack

zamanı kaydıran sen değilsin susuzluğum, içip tanımadığım kadınların yanından kalktım. dost yalnız bırakmaz, sen unutturdun!

Allah’ım tanrım ya da neysen işte

Dünyada en çok senin kitapların satışta farkında mısın?

İnsanoğlu seni ilkin taaa oralarda dolandırdı, cezalandırdın dünyayla

Sonra kitabını sattılar, üstelik telif hakkın bile yok!

Dört kitapla zirvedesin

En çok okunansın tek ödül alamadın insandan

şimdi ikimizde mutsuzuz

işte en büyük eserin!

 

III

jack şu işi sulandırma!’ 

‘Papyrus’

bir temmuz, üç temmuz, dört temmuz…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

sinan çetin hakkında yazmak için oturdum masaya D’ sürekli “bak bu adam hakkında yazarsan tazminat davalarından başımızı kaldıramayız” diyor Türkçesi ekmek paramızı bu Türkiyeli trump’a yedirmeyelim! Bu arada D’ hep haklı çıkmıştır. Ne dese olur. Ve ben sürekli tam tersini yaparım. Benden beklenen budur. Tersi çok abestir zaten. Konumuz ben ya da sinan çetin değil. O adamı ıskartaya ayırıp fetoyla ilişkilerini güzide medyamızdan ince ince takip ediyorum. Çok yazan çizen olmasa da –neden tırstıklarını hala anlamış değilim- kurt sessizliğinde yanlış hesaplar içinde olduğu gün gibi ortada ve sinmiş, çatallaşan dilimle, kalemi sivriltip matador edasıyla sıramı bekliyorum.

Gelecek konumuz ‘türkçe olimpiyatlarında bir manken sinan çetin’ olacak umarsızca bunu söylemekten en ufak hazin duymuyorum. Yaşayıp göreceğiz.

Ama bugün hepimizin bildiği gibi Temmuz sıcağının 2’si ve gariptir ki bu demokrasi beşiği canım ülkemde, “dünyanın tek 35 yıldızlı oteli madımak*ta!” Ortaçağ karanlığından geçtiğimizi sanırken, bize “yok öyle üç kuruşa beş köfte” diye acılı yediren şu, şuncacık zihinlerin günü!

Kendimize dönecek olursak herkes, her şeyi atlayabilir. İnsanların toplumsal bilinci sürekli tekil işler ve toplumsal bilinç denen şey saçmalığın tek’e indirildiği bir saçmalıktan ibarettir. Biz, ben değiliz! Onlar keza sen değilsin! Herkes her şeyi bu yüzden unutabilir. Peki ya unutmayanlar?

Yandık kül olduk demenin felsefede, sosyolojide hatta matematikte bile karşılığı vardır. Eksiksiz sıfır olmaktır. Diyalektik bunu farklı yorumlar,  Allah sıfırları cehennem de toplar! Hepsinin açıklaması ayrı ayrıdır. Ha keza sıfırların toplandığı ülkelerden biri de Afrika’nın tamamıdır! Orada hala insan yakarlar, neden? Ceza yöntemidir. Devrimci dergilerin ajitasyona meyil veren yazıları şu haftalarda çatır çatır basılıyor olabilir, olabilen başka şeylerden birisi de karnımızın yazı çiziye çok fazla tok olduğudur.

Unutmak ihanet değil, o ayrı kafadır, ayrı dozdur, ayrı bir köpeklik  ister!     

Son olarak; Madımak, Sivas’ın ve bu ülkenin silinemeyecek utancıdır..

‘Papyrus’

Anlamazsın tabii mal !

Çok önceden yani henüz her şey olmazdan önce “big bang” olmuş biliyoruz. Bilmediğimiz şey ise sanki büyük bir gürültüyle oluşan kainat ya da evren ya da uzay neyse işte o , ona , büyük işler devretmiş bilincimiz.  Big bang’in oluşum sürecinde hiç ses çıkmamış sessizce patlamış ! Patlama diyince hemen aklımıza gürültü çığlık ya da ambulans sesleri geliyor , gelir de. Olsun.

Tanrının oyun alanı haline gelen Afrika’dan başka bir park bilmiyorum ! Bilmediğim şeylerden birisi de hurilerin şarap dağıtıp dağıtmadıkları eğer öyle bir şey varsa

a)     birisi fena halde coşmuş

b)     ikisinden birini seçmelisin

c)      araftaki adama bu söylenir mi ?

d)     Hiçbiri. Aga huriler vardır. Öyle umuyoruz yani

İnsan biraz elini vicdanına koyar düşünür “biz neden olduk lan” diye. Annemize sarhoşken sulanan babamızın en salak spermlerinden de olabiliriz. Üstelik pornoların hepsinde su gibi içki içiliyor ! Üstelik biz de ata sporu olan bu “şerefe baba” ayinini Pavarotti’ye taş çıkaracak şekilde şakıyabiliyoruz.

Bazen her şey hiç istemediğimiz gibi olabilir. Bir ağaç bunu düşünmez balıkta ama “lan sana Allah beyin vermiş” bir düşün bakalım insan nasıl insan oldu ?

Sen mastürbasyona meyilli bir adam olabilirsin , o kız da senden artakalan zamanlarda başkasıyla birlikte oluyor olabilir , doğrudur da ! Ama insan işte bunlardan insan olmayı öğrenmedi mi , mastürbasyoncu lale ? Adam ol bırak elinden o hayvanlığı !

İlk yumruk anısına !

‘Papyrus’