Archive for the ‘Yazar : ‘Mavinin Çığlığı’’ Category

‘aylaklıklarıyla eskiyerek doğanlar…’

( yazık ki her acıdan arda kalan eskimek değil yeniden yeniden doğmak! )
Biz arkası olmayan çıkmaz ruhların piçleri kim daha çok eskitti bizi.. Her gece altında sancıyan ruhlarımızı doyuran rakı mı, Hayyam’dan arda kalmış şarap mı, yerlerden topladığımız
şiirler mi.. ya da üstinsan olma istencimizdeki tasmalarımız mı, sokaklara bıraktığımız kirler mi, tavansız sokaklar mı.. kim, kim daha çok eskitti bizi ?                                                         
Diyorsun ki Kaptan: her acıdan arda kalan eskimek değil,
yeniden yeniden doğmak!

Ahh be Kaptan yeniden doğuşlar da eskiyor.

Hep aynı ananın rahminden aynı acının şavkıyla ıslanarak doğmak da eskiyor. Eskiyor ve eskidikçe yaşlanıyoruz, yaşlandıkça
azalıyoruz be Kaptan!                                                     
Aylaklıklarıyla eskiyerek doğanların acılarından öpüyorum maviyle..

‘Mavinin Çığlığı’

AŞKA AŞIK KADINLARLA SAYIKLAMALAR

(ve adam, her gün kadına duyduğu açlığın acısını çekip,
sadece onun varlığını bilerek hissedebilir mi ?

– bence mümkün..

ve kadın adamın yıkılmış halinin ötesini görüp,
ona ulaşabilir mi ?
 
– bence tüm çabası bu…

böyle dedi durmadan tırnaklarındaki yaşamı kesip yiyen kadın..
ve karşılıklı bir atışmadır başladı çığlıktaki kadınla geçmişe olan yolculuk…)        
 
M- O kadar canım yanıyor ki çocuk.. uzak yakın bir yolda yolsuz bir yosma kalmış avuçlarımdaki yüreğimle iz sürme sevdasındayım..
şizofrenist olmuş tüm harfleri bulup bulup yutma aşkındayım..

O kadar canım yanıyor ki çocuk uzak yakın ve gölgesini yutmuş kuklalarla aşk sevgisiyle ateş böceklerinin peşine düşmüş bir çocuk gözündeyim…
 
A- Aşk sevgilinin ruhuna çıkılmış bir yolculuktur. kendini ararken ateş böceklerinin aydınlığı doldurur yüreğini. onların geçip gittiği yolda sen kalırsın. demir atarsın, bir cennet diye baktığın bahçe anlamsız bir otoyola döner onu ararsın geçen her aracın içinde.. onun olmadığı her yer cehennemleşir, kuraklaşır ve sularsın…

ama ellerim ellerinde Kadın.. votka şişesinin kapağını açtım.. kitapları çıkaralım tozlanmış raflarından Kadın.. iki içer sonra laflarız boş şeylerden. içindeki boşluğu dolduramam Kadın ama seviyorum seni.. sana doğru çıkılmış bir yolun başındayım..

M- Nietzsche’nin Salomesi’ne takıldı gözlerim demin.. yollar ki, aktı gitti önümden de bir tek o durdu donuk gözleriyle karşımda..
Ahh Salome, içini taşkın zamansızlığıyla Nietzsche’yi alt eden kadın…
insan kendini alt edendir diye söylenir dururdu o zerdüşt.. oysa insan insanı alt edendir.
bak Zerdüşt, salome seni sevgisizliğiyle aletti.

sonra benim yüreği kendinden ağır, asiyle direnişim olan Kadınım.. gel bu gece aşka dair ne varsa bu yolun başında başlayalım saçmaya..
sen elindeki votka kadehiyle yürek sızımda voltalar at, ben beni bekleyişlerinin gecesine elimdeki bu şarap şişesiyle kızılcık masalları çizeyim kırılan bardaklarla..
dinle asim.. benin asiyle direnişim olan göğüm…

Aşka aşık kadınların kaderidir bu kadın, boşluğun yankılanan sesiyle kalmak.
sen yola sadece yol olmak için çıkarsın, uzuvlarından spermler taşıranlar sadece yolcu olmak için çıkar..
sen ilk kez kar yağışının ruhuna bıraktığı mucizeyi gizler ve fısıldayışını duyumsamak için eğilirsin arza.. kaygan delikler için anlık delilikler peşinde koşanlarsa arza kapkaç olurlar..

Varsın Salome elinde kırbaçla dolansın bu gece, biz gene de Nietzsche’nin gözlerinden damlayan yaş olalım aşka aşk için.. seni sevmenin iç çekişlerini üfürüyorum.. hisset Kadın.
hadi içelim.. acıya, hüzne, aşka varoluşa, varken yok oluşla kavrulanlara.. kan kaybından cehennemleşenlere ama en çok da aşka aşık kadınlara içelimmm..

M- Savunmasızdı aşk karşısında aşka aşık kadınlar …
Elinde kırbacı olmayana veryansın edip sırt dönerdi, çünkü aşka aşık kadınlar sırtında şaklatılan kırbacın acısına aşıktılar.. yola yol olan bu kadınlar acının rahmine dahra olup sevişiyorlardı kendilerinden doğurdukları o piç acıyla..
 
Salome umarsızlığın çarmıhında unutmuştu kendini Kadın.. Nietzsche İsa’nın ruhundaki o duyumsanan yanlarındaki peygamber edasına bürünüp Salome’nin kendisi için hazırladığı çarmıhta gerilmeye bıraktı kendini..
çünkü aşk başkaldırıdır, nidalarını ters yüz edip aşka boyun eğmektir dedi böylece o çarmıhta gerilirken.. gel Kadın.. aşık olduğum adama değil sahipsiz kalmış Nietzsche’nin gözyaşlarına içelim.. Kafka’ya ve onun sahipsiz kalmış mektuplarına içelim.. hadi kaldır kadehi de ruhuna bürüneyim gece gibi Kadın…

A- Ve ne yazık ki Nietzsche biliyordu kırbacı elinden bırakırsa gelip o kırbacın kendi sırtında şaklatılacağını.. yine de öyle bıraktı kendini Salome’nin karşısında. Ve Nietzsche savunmasızdı aşk karşısında.. ve şimdi o zerdüştün acılarını giyinelim bu gece.. ve aşka değil, aşık olduğum adama içelim , aşık olduğumuz adamlara içelim… sevginin hindi baası kelebekler yapıyor uçuşan tüylerden hissettim..

Kafka içini deşiyordu aşkın bıçağıyla ruhunu, Nietzsche Salome’den gelecek her türlü acıya boyun eğiyordu.. Zafer takip etti Nilgün’ü ve aşk hep kendinden bir şeyler katıp karıştı sevgilinin acısına . içelim be Mavim.. Cemal Süreya gibi içelim.. ne içsek şarap olsun 12’den sonra..

M- Nilgün’ün kuşlarına içelim Asi göğüm.. İçini amansız bir boşlukla beslerken nasıl ölüme kucak açmış ona içelim.. Plath’in ölüm haritasındaki keşiflere içelim.. onun kafasından sızan hezeyanların bunaltılarına sonra.. nasılsa gece bizim Kadın. içelim ve acının en diplerinde bize gülümseyen piç çocukları da unutmayalım kadın.. sonra…

Aşkın yol haritası hep böyle katran karası bir iç yarasıdır Kadın.. ve Aşka aşık kadınların memelerinden sızan irin rengindeyim bu gece.. içelim kadın, içelim.. enderinimden sızan son demimin dilek ağacına çaput bağlarken ki acısına içelim…

susadım kadın.. hadi birlikte susalım ve asmabahçelerinin yalın ayak koşan çocuklarıyla birlikte göğü izleyelim.. asiyle direnişin çığlıklarını duyumsayalım..
susssss !!!

‘Mavinin Çığlığı’

Yabancı…

‘yaşadığımın farkında olmadığım gibi dökülüyor yaşlar gözümden.. ben böyle hep amansız ve zamansız ağlıyorum ya bu acı mağaramdan geliyor. ağlıyorum gene farkında olmadan bir yıldıza çarpmış da yere düşmüş parçacıklar gibi dağılıyorum. bu kadar mı çok sevdalandın ay’a da bu tutulma gündönümleri bitmiyor.

bak gördün mü gene koca yürekli adam, yüreğinin ertesinde kaldım.. bitip bitip yeniden yaşama başlama sevdan bulaştı tırnaklarımın arasına. oysa her saat başı tırnaklarımın arasına saplanan yaşamı kökünden kesip duruyordum.. iç sızın iç mağaramı böyle ayyuka çıkardı.

ve ben sana artık ‘iç sızım’ adını verdim. çünkü ben ne zaman ki gökten yeryüzüne savurduğun parçacıkların üzerinde yürüsem, topuklarıma batıp yüreğimi acıtıyordu. yüreğimi acıttıkça mağaram acıyor ve iç sızım oluyordun. bitap düştüm yaşamın kucağında bu kadar yaşama ve ölüme sevdalıyken. yorgunluktan beni bile taşımaz oldu şiirler. niye bu kadar mutsuzum, niye bu kadar acıya batmışım da çıkamıyorum bu mağaradan..

bana hayyam’ın kızılcık şarabını yolla içeceğim bugün sensizliğe ve sessizliğin sesine. sonra bir soluksuz bir harfe üfleyeceğim ruhumu, hayyam ses olsun diye şarabıyla bana.

sen orda için sızlayarak şiirle oku bana hayyam’dan ben burada içimi oymakla iş olayım kendime. kendim dediğime de bakmayın ki, kendim kim onu da bilmem ben. kendi dışında herkesin yanında olan, kendi dışında herkesin acısına soyunan, kendi dışında herkesin sesine bürünen bir ‘şey’im. herkesine benzerken kendine benzemeyen ben, kendi sesi yok, kendi acısı yok.. söyleyin kendimi şiirlerle yakmayayım da ne yapayım ben..

sonra sen benim iç sızım bana nilgün’ün kuşlarını yolla. hani o ölüme uçarak atlayan kadının kuşlarını yolla. ne demişti nilgün: kuşlara iyi bakın.. kuşlarım yaralı oysa nil. sesi martı çığlığı kokan güvercinleri durmadan vuruyorlar nil. ve sabahlar artık daha da yorgun karşılıyor bizi. herkes herkese çok yabancıyken ben,sen ya da o niye bu kadar herkese benziyoruz ki.. diyordun ki nil; ey iki adımlık yer küre senin bütün arka bahçelerini gördüm ben. bütün arka bahçeler hep mi yabancıydı bize nil.

ah nil kirpiklerimle yakarak sana nil dolu mektuplar yazıyorum her gece belki arka bahçelerin birinde bulur da birlikte okuruz diye. nerde başlayıp niye buraya geldiğimi bilmiyorum. bildiğim yaşama sevdalıyken ölümü tırnaklarının arasında saklamaya çalışırken yalpalayan çocukları çok özlediğim.. şimdi senin şiirinle iç sızıma mavi bir selam verelim nil.’

‘Mavinin Çığlığı’

YABANCI.

en yakın yabancı sendin, daha sürülmemişken ışığın biberi yaramıza, yaslanırken boşlukta duran bir merdiveni henüz. güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız, ilk yaz derken -kışı gözden kaçıran yüzlerce eller yukarı, saygı duruşlarımız en güçsüz kollarla-

çözüldü aşkın zarif ilmeği bulandı aynalar duruluğu. çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık olduğunu..

yabancıların en yakınıydın sen!

NİLGÜN MARMARA

bölünüyor…

‘bölünüyor gece..

bölük pörçük durmadan bölünüyor gece.

milyon kere sen olma yolunda sesine bölünüyorum. ve biliyor musun sevgili birinin suretini hayal etme şansın vardır ama sesini ve soluğunu hayal etme şansın hep yitik bir sokağın karanlığı gibi kalıyor.

durmadan bölünüyorum..

düşlerinin ayazı vursa da aynama en çok oradan ısıtırım düşlerini bilirsin.

yanı başımda değil sevgili, ruhumun içindeki direnişin adısın sen.

bildiğim gece bana bölünüyor ben gecedeki kuş seslerini fısıldayan çocukların sesine bölünüyorum.

kendi dışımızda herkesi gördüğümüz bir iç ayna..

yarası kanamasın diye üzerine kendimizi siper etmeye çalıştığımız çocuklar..

çıkrık sesiyle umutları yarınlara ertelenmiş sokak yosmaları..

bölünüyorum durmadan onlara ve gözlerinin açıkta kalan yanlarına bölünüyorum..

ahh çok yorgunum çook. kitaplığımın arasına sıkışmış bir tahta kurdu var onun gibi zamansız bir çaresizliğe yorgunum..

şimdi fark ettim susmuş o da sevgili.

o da mı terk etti beni dersin yoksa o da mı kemirmekten yorgun düştü yüreğimi..’

‘Mavinin Çığlığı’

 

susma…

‘sen, sakın susmaaa..

bir tek sen sen konuşunca yaşamın ve bu şehrin gürültüsü son buluyor beynimde.

bir tek sen anlatınca ‘mem zin’e kavuşan bir gerçeklik oluyor zihnimde.

bir tek sen nefeslenince çocuk oluyor babamın yüreğindeki o lâl suretler.

ve sen ne zaman uzun uzadıya soluksuz bir şeyler anlatmaya başlasan ben sınır ihlaline çıkmış bir mülteci oluyorum. kendime koyduğum sınırları mayınla patlatma sevdasına tutuldum bu ara sana tutunurken.

sen sakın susma. mademki bu gece kalbin bir pavyon gibi boş, mademki her şey bu kadar laçka bir seyir almış, mademki ben burada basılmış boş bir kitaba meylettim, o halde sen bu gece sabaha kadar konuşmalısın benimle.

olmadı sen bana gülüşünü ver ben sana avuçlarımdaki mavi bilyeleri vereyim.

sen yeter ki susma!

olmadı ‘boş bir pavyon’ gibi olan yüreğini basılmış boş bir kitap olan yüreğimin satır aralarına iliştireyim ki sesin asılı kalsın gökte. çünkü ben gülüşümün adını sen koydum, o
nedenle sen orda hep gülümse ve sakın suskuda sus olmaa !’

‘Mavinin Çığlığı’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ağıtsız…

( ” insan günün rahmine kaç kez
ağıt yakabilir ki Mavi, dedi. )
 
insan kalmaya direnen kaç kez
kendi olan aynada vurur kendini;
 
ben binlerce kez paramparça ettim
o sırları dökülmüş aynayı.
 
yetmedi ağıtlar yaktım,
kendim olanın ardından..
hem de ağıtsız..
 
dili lal olmuş bir ağıttı
kulaklara fısıldadığım.
secdeye astım ruhumu da
şeytan apansız bir halaya durdu ruhuma.
halaysız da halaylar gördüm suretlerde.
 
mezarıma dadanan leşlerle
kaçık, terane zamanlara yolcuyum şimdilerde.
ve
şimdi kendim olanı ruhumdan
doğurma ayracında ağıtsız bir ağıdım. 

‘Mavinin Çığlığı’

‘Zeynep Köylü’ Şiiri…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘ben olmadığım yerlerden geliyorum her gece.. ve her sabah gene kendim olmayan yerlerde uyanıyorum. bir yığın karmaşanın içinde gene cebelleşiyorum sol tarafımla. sözcükler dönüyor arabaların tekerleklerinde bana dil çıkararak.. bense umursamıyorum kendim dahi herkesi..ya da tam zıddı işte.
 
şehirlerarası bir yolculuk sırasında çantama attığım bir kitap yetişiyor imdadıma. Zeynep Köylü’nün ilk ağacı öperek adlı şiir kitabı bu. fark etmeden  aylarca nereye gidersem gideyim
cebimde taşıdığım ölüler gibi onu da taşımışım.
 
Zeynep Köylü gerçekten çok iyi yazan birkaç kadın şairlerden biri. ve aylakların tam yanı başında olması gereken yazarlardan diyerek kendimce biraz olsun anlatmak istedim.
hani diyorum annesini acı diye sol tarafında taşıyan yalnızlık  kervanının yolcuları için.. babasına adamış aşklar yaşayanlar için.. bir güle bir kadraj dolu cam kırıkları sığdırmışlar için.. ve kendisiyle delilik oyunları oynayabilen yarım akıllılar için.. tam da durup okunması gerekir.’

 ‘Mavinin Çığlığı’

 

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ZAN

 

zamandan önce doğdum. bir avuç sesti ömrüm    

gölgenin izi kaldı karanlığın ağzında

aynada haritasız unutmuştum denizi 

annemin göğsünde eskiyen aşktım 

ben günah işledikçe incelmişti arz 

döndüm! kabileydiniz çok yüzlü bir çarmıhta 

beni de terk ederken bir Tanrıyla aldatın

 

hiçbir sesi sevmedi ağzımdaki uçurum 

serçelerin duasıyla büyümüştüm bir gece 

avlunuzun kızıydım. çok denedim ölmeyi 

her sokak sevişimde kanardı bileklerim 

rüzgârsa içimdeki en eski büyücüydü 

onarırdı çöllerde kırılan asasını 

gölgeme bağdaş kuran ay perisiyle 

 

masallar ki o eksik gölgemden kalmışlardı

yüzümün yittiğini söylediğinde babam

bendim gökyüzünün son götürdüğü uçurtma

adanmış bir kuyuydum odaların yasına

ırmaklar hiç dönmedi. oysa döndüm

k a b i l e y d i n i z

zaman şimdi zan altında

ZEYNEP KÖYLÜ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TUTTUM, SEVDİM 

karanlık sularımı çoktan terkettim

bağışlamayın beni

 

bir çocukla geçirdim

en son gecemi

yağmurun şarkısını öğretti bana

kayanın yalın ışıltısını

 

eprimiş yıldızlara tutundum

ilk kez not almadım hatalarımı

geceler aşkların kurtuluş günü

 

çağırmadım kimseyi

hem bayrağımda yoktu

örümcek ağlarına düş eklediğim

görülmesin diyedir bunca duvarlar

 

kimliğimi bir yolcuya bıraktım

sesimi ölülerin suskun ağızlarına

 

camgöbeği

hüzünlerim de oldu

haritasız acılarım da

 

göz notlarında kaldı

yüzümün son mevsimi

 

tuttum, sevdim. bağışlamayın beni

ZEYNEP KÖYLÜ

ZEYNEP KÖYLÜ Kitapları : Son Arzum Gül ve Kedi (Mayıs Yayınları , 1998) , İlk Ağacı Öperek (Everest Yayınları , 93 Sayfa , 2007…)

dirilişin kasıklarında sonsuz bir ölümlülüktür yaşam.

‘kelebekler ölüm giyinir de, ölüm gibi özgür uçar kaptan !

dirilişin kasıklarında sonsuz bir ölümlülüktür yaşam.

ve kelebekler bir gece ansızın bir tren vagonunda konar kirpiklerine.

gözlerinden sevda sözcükleri dökülür sarı kelebeklerin ve sarı elbise giyinmiş tüm ayrık zamanların başkaldırı adı olur ayrılıklar..

biteviye vermiş hüzünleri yüreğimin ceplerine kaldırıp tren istasyonuna kaçıştım avuçlarımdaki kelebeklerle.

nereye gideceğini bilememenin rahatlığına  sarınıp kendini elindeki biletlere gömen insancıklarla gömü oldum tarih sonrasına.

ben bir arkeolog edasıyla tren raylarının altında ezilen sarı kelebeklerin peşine düştüm amansız kaptan..

ve salaş bir yalnızlıkla kanatlarından vurulmuş sarı kelebeklerle ağlaştım gün boyu..

ve sarı kelebekler bir gece ansızın bir tren vagonunda konar kirpiklerine ve ağlarsın.. ağlarsın..

ağlarsın kaptan !’

‘Mavinin Çığlığı’

söz sus olsun usta !

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

söz sus olsun mu usta , diyor kadın.

dedim sırları dökülmüş bir ayna..

aynada görünen öteki..

ötekiyse sen sus olacaksın.

dilinin ucundaki kelimeler tımarhanelerin kapısında şizofrenist bir tarumar olsa da sen sus olacaksın.

gözlerinden göğe ‘aylakların’ yüreğine bir yıldız gövereceksin gene sus olacaksın. ve bileceksin ki usta , sus zamanlardan darbe yemiş yürekler birbirini duyar.. birbirini görür ve anlar.

ben kendi dışında herkesin yanında olan varlık ; ne kendimi buldum ne özüme öz olanı.

ben ki sus zamanlarda buldum bir şair ve tutup kendimi şah damarına hapsettim.

ben diyorum ki usta kendimi özledim kendim olmayan yerlerde. ve diyorum ki dilimin ucundaki küfürlere tecavüz edenlere tecavüz edip susuyorum sözcüklere..

‘Mavinin Çığlığı’

(fotoğraf : blackhawk..)

çocuk…

tesadüf nedir ki çocuk ,

hergün aynı yolun kırmızı kavşağında
aynı elbiseli ve aynı ölüm rengini giyinmiş
bir adamı ya da kadını görmek midir.
 
bugün gözlerin yüreğini ihbar etmiş çocuk ,
ondandır herkesin gözlerine takması.
ahh çok yorgunum çocukkk..  
 
içimdeki ölülerle nefes alamıyorum ,  
ruhumdan rahmime her gece ölü düşler
doğuran çocuklar bırakıyorum.
 
amansız bir hastalığın pençesine düşen
gözyaşlarımla intihar mavi sularla birikiyorum ölüme..
ve gözlerin düşüyor uzaklarıma

sonra seni düşlüyorum çocuk..
avuçlarından öpüyorum tıpkı istanbul gibi..
ah içimdeki ölümler artıyor ve ben bir ananın
en merhametsiz yanına gömü olmak istiyorum..
 
lal çocuklar da dile gelir mi dersin bu arafın içinde çocuk..? 

‘Mavinin Çığlığı’