Ben ki uzun soluklu bir varoluşta buldum seni,
ben ki uzun soluklu bir yok oluş sürecinde tutundum
yapraklarınızdaki toprağa gebe olan çiy damlalarına..
ben ki hep gözü yaşlı olanların ve aidyet yoksunu olan bir ülkenin çocuklarıyla kucakladım sizi..
yaşamsız bir saha olsa da yeryüzünü varlığıyla güzelleştiren bir yanı var siz gibi güzel yürekli aylakların.
ben de biraz hiçleştim yokluğunuza, biraz soldum.. biraz ağladım, biraz güldüm.. çokça öldüm ve çokça azaldım..
diyorum ki ben, yüreğimdeki ses olan sizlere, gökyüzü hep mi kirliydi de bu kadar, ben durmadan biteviye çığlık oluyordum..
yeryüzü hep mi bu kadar yandaş bir ölüm kokuyordu da bizler yoksunluğa doğuyorduk durmadan..
bazen ne de iddialı bir avuç çocuk oluyorum… oysa gözlerim bile çocuk olmaktan büyüdü..
bazen o kadar güçlüyüm ki kendimi PLath gibi yeryüzündeki tanrı hissediyorum, ve siz gibi yüreği aylak olanların sayesinde hala dünya dönmeye dem vuruyor bu boşlukta..
olmasaydınız (k)… çoktan uçarı bir yıldız gibi kayardı kendi boşluğuna..
iç çekişler bitmiyor, biteceğe de benzemiyor. her tarafımızdan kan akıyor, ölümler doğuyor durmadan yeni günlere.
işte şurada yanı başımızda bir halk ağlıyor yine ve yine olan çocuklara oluyor.. ve yine ne diyordu şair: unuttun mu bir halk gülüyorsa gülmektir.. böyle yankılanan bir dipnot düşüyor zihnimize..
ben bütün sıfırları tükettim. sanırım bu günlerde daha çok kurmaya başlıyorum intihar eylem planlarımı..
sonra yüzü dokunulmamış bir hüzün olan intihar kokulu kadın şairlere sarılıyorum.. soluyorum ellerindeki delircikleri.. diyorum hani belki hala bize de yaşamda kalmanın iyi bir yanı olduğunu fısıldarlar..
oysa ahh Nilgünn.. dirimimsin, her gün öldüğüm diyerek beni serkeşliğe bırakan..
ve sen Nedim.. öyle güzelsin ki, yaşam renginden utanır.. ben seninle sevdim sevdayı..
sen delice delirmeseydin yarandaki kadınına ben hala böyle umuda maviler yakarmazdım ve kendimin ellerinden tutup dilek ağacına yalnızlıklar bağlayan çocuklara fısıldamazdım sevdayı..
seni.. sizi unutmak mı.. bu imkansızların eşiğinde bir sızıdır benim için.
öyle seviyorum ki sizleri inadına bir ölmek değil, yaşamak gibi..
suskunuz aylardır, acılar çektik.. çekiyoruz hala, ama yine de çığlık çığlığa olan yanlarımızdan hala her gece aynı yıldızlara bakarak fısıldıyoruz birbirimizin ruhlarına..
ve yine de alnına kırlangıçlar konan adamlar tanıdım, sevdim, aldım yüreğime..
usulcacıktan bir ayın karanlığında gelip öptüm alnından sizlerin, senin.. ondan hala suskuda da olsak, duyumsuyor ve duyumsanıyorsunuz yalnızlığımda.. yalnızlığıma çoğullanan bir intihar kokulu kadın şairle uyuyorum bugünlerde karanlığa.. ve cesedine yas tutan bir mezar taşıyla şiirler mırıldanıyorum..
MAVİNİN ÇIĞLIĞI
işte ondan bir parça :
“ne güzel büyüdük
kimseler bilmeden bizi.
iki kare çıkış hakkı
ilk hakkıdır insanın çocukluğu.
yedi cami yaptırsak nafile
düşününce acıttığımız böcekleri.
tuhaf ve anlamlıydı büyüsü
tek karınca dahi yemedi zil çalan ağustosböceği.
rutubet kokardı biraz
yer yatağı hayalleri.
çok çocuklu bir odanın uykuluğunda
bulaşıcıdır kâbus halleri.
sevemedik salıncak çengellerine
kavun asan büyükleri.
secde eden selvi ağacına kurduk biz de
topu topu bir halat ile bir minder tutan saadeti.
sidik kokusu, ısırgan şişiği
el arabasında taşıdık birbirimizi.
dilimizde aslına en yakın siren sesi
bilirsiniz; Asyalı çocuğun imgesi
Yahudi mezarlığına gömmek ile tehdit ederdi annem bizi
taşırsak eve sokak küfürlerini.
öğrenmenin ayıp olduğu topraklarda
itinayla uyuştururmuş meğer harflerimizi.
yalnızca kollarımla mutlu edebildiğim tek kadındı
gözlerimdi o sarı saçlı kızın devriyesi.
aşkın sarma-sarışık olduğunu düşünürken geceyarıları
kesesiz kangurular sürdü sefalarımı.
ne de çok bekledim askere gidince sevdiği
pencereden çalabilmek için gözlerini.
benim bir ada kızım oldu hayata dair
bir de motoru bozuk kayığım
küreklere kalırdı sevdam biterken akşamsefaları.
umut sendeler, her çakıltaşına inci deyince
akrep sinsi sinsi gülerdi halimize
hatırlayınca hayatın kürekte mahkûmluğunu
siyaha sabretmekten sıkılır
“ölsek” derdik “hiç olmazsa deniz dinlenir”.
öfkesi zehirli çocuklar büyüttü
kanımıza rengini veren kızıl düş perisi.
hissedilse de dolunay artığı fırtınanın patlayacağı
acıkan zihin kurtuluş sanıyor ağına takılan her sloganı.
hiç aldırmadan çevresine ve
kibrit başlarından oyma ateşten çembere
bir yalan uydurdu; inanıp, boğuldu sevi
ilerlerken başucumuzdaki portakal lekesi.
sıkıyönetimin gözü önünde
ekmek böldük biz birbirimize.
ne kadar sallasalar da düşün’ün ağacını
dalımızda çürüyecektik elbette.
tahrip gücü yüksek bir çocuk
hayatı budama peşinde şimdi.
bir kozaya sığmayacak kadar büyüyünce
tek güne sığdıramayacağını anladı ideallerini.
en zor anında harcamak için
cebinde saklıyor gıcır gıcır bir çığlığı.
tekmelemeyi kesince içindeki afacan sızı
canı çekiyor olmalı sahipsiz acıları.
sokakta dizi en çok kanayan
uçurtması uçurtmaların korkulu rüyası.
acıları kesip, sağlam bir kuyruk yaptı kendine
salınabilmek için devrimin gözlerine.
evden jilet aşırıp, kesti yanaşan uçurtmanın kuyruğunu
hayalinde aldatılmış bir kadın vardı.
o’na anlatmaya çalışıyor hâlâ;
birbirine sarılan iki uçurtmanın
bir daha asla uçamayacağını…
ÖZGE DİRİK / 2002-2003 İstanbul