Archive for the ‘Yazar : ‘Herdem’’ Category

‘birdy’

sinema festivallerinin ardı ardına sıralandığı şu tarihlerde bir çeltik atıp sağlam bir tiyatro oyunu notlamak istiyorum ;

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

çatışmaların, kan ve vahşet sahnelerinin şiddetine gerek duymadan; savaşın tüm dehşetini iki gencin öyküsü üzerinde anlatan birdy sezonu kapatmak için gün saydığımız şu günlerde görülmeye değer bir devlet tiyatrosu oyunu.

savaştan önce ve savaştan sonra diye ikiye ayrılan, ama sadece savaşın etkileri üzerinden, müthiş bir savaş eleştirisi yapan birdy’in oyun uyarlaması da bir çok beklentiye cevap verecek nitelikte. savaş yıkımını ve öteki olmak konusunu işleyen oyunlar arasında çıtayı yüksek tuttuğunu düşündüğüm birdy, william wharton’un 1978 yılında kaleme aldığı aynı adlı kitabından bir uyarlama. bu romanın sinema versiyonu da alan parker’a 1985 yılında “cannes film festivali”nde “en iyi yönetmen” adaylığı ve “büyük jüri ödülünü” getirdi.

eleştirmenlerin “muazzam bir özgünlük ve hayalgücü” diye nitelendirdikleri çalışma dünyanın bir çok ülkesinde sahneleniyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

genç oyuncuların takdire şayan performanslarını tuttuğum hafızamda altını çizdiğim birkaç şeyi yazıma da aktarmak isterim;

“birdy: demek istediğim biz gerçekten deliyiz. çünkü yaşadıklarımızın nedensiz ve anlamsız olduğunu kabul edemiyoruz.”

”düşünebildiğimiz için uygarlık denen bu kafesi inşa ettik. şimdi bu kafesten kurtulmak için düşünmek zorundayız.”

 

 

 

 

 

 

 

oyunla ilgili sarfedecek çok söz var ama tavsiyem şudur; şu an üsküdar tekel sahnesinde görülebilecek oyunu izlemek için hala vaktinizin olduğu…

‘HERDEM’

HAVA DÖNDÜ İŞÇİDEN, İŞÇİDEN ESİYOR YEL

6. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali “1 Mayıs”ta İstanbul, Ankara ve İzmir’de başlayacak.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tüm filmlerde olduğu gibi, 2 Mayıs 2011 Pazartesi günü İTÜ Maçka’da gerçekleşecek açılışta  Bandista’nın şarkılarına eşlik ederek katılmakta ücretsiz.

Festivalle ilgili siteye girip kitapçığını indirebilmek ve işçiye dair filmleri festival öncesi tarayabilmek mümkün.

Türkiye Gazeteciler Sendikası, Kazım Koyuncu Kültür Merkezi, Fransız Kültür Merkezi, SES Ankara Şube’si festivali destekleyen bir çok kuruluştan yalnızca bir kaçı…

Gürül gürül akan bu hayatta bilinci açığa çıkarmak ve işçilerle buluşmak için yapılacak en güzel şey 1-8 mayıs tarihleri çerçevesinde bu festivale katılımdır.

İyi seyirler…

‘HERDEM’

HERKES BİR TEZER ÖZLÜ OKUMALI

Onun konukluğu bir kelebek gibiydi.

 

 

 

 

 

 

 

Gri benim rengimdir, onunla özdeşlesen değerli bir yazarım daha var ; tüm çocukluğum boyunca izini sürdüğüm Tezer Özlü.

Yaşamın Ucuna Yolculuk (ADA Yayınları, 1984) kitabından bir alıntı yapmanın sırasıdır. Yazının başlığına takılanların merakını gidermek için;

“Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnızca bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiç bir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. İstediğiniz düzeye erişmek o denli kolay ki… Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum, hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi değer verdiğiniz için. İçgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

yalnızlık evimizdir diyor sanki, biraz konaklayım satıraralarında;

“her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama dileği kadar büyük. belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı.ama sen. senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgilisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an. birisinin teniyle yanyana olmak mı kendi var oluşumu unutmak mı. ya da daha derin algılamak mı. kendi var oluşum. her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.

yaşamın, daha doğrusu yaşamın ortasında, tüm özlemlerimin doyumsuz kaldığını nasıl da algılıyorum. ama artık yorulmaksızın aramak yok. aranılan yaşantılar arandı. yaşandı. bir kısmı gömüldü. yeniden toprak oldu. canlılıklarını duyduğum, canlılıklarını birlikte bölüştüğüm birtakım insanlar gitti. onlar adına onları da özlemek, onlar için özlemek, onlar için de sevmek. insan yaşamının mutlak en önemli olgusu sevilen bir insanı özlemek, istemek. onun yanındayken de özlemek, istemek. oysa yaşan genellikle insanın bir başına kalması. uykuda. uykuyu ararken. derin uykuların ötesinde bile zaman zaman düşünde sezinlemiyor mu insan bir başınalığın çaresizliğini. yollarda. okurken. pencereden caddelere bakarken. giyinirken. soyunurken……aynı anda özlem ve yalnızlıkları düşünürken, gidenleri, gelenleri, bölünenleri, ölenleri, doğanları, büyüyenleri, yaşamak isteyenleri, yaşamak istemeyenleri özlerken, severken, sevilirken, sevişirken, hep yalnız değil miyiz.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazılarında ağırlıklı olarak intihar konuları üzerinde durduğundan, genellikle intihar ettiği düşünülür. Kanserden dolayı yaşamını yitirmiştir. Hayatının ayrıntılarını öğrenmek, onu  ve kendimizi anlayabilmek için bir kitabını aralamanız kafidir. Devamı gelecektir…

‘HERDEM’

İÇ(E) DÖKÜLME

arkasında yağmur var

yere uzanan perdenin ,

içerdeyse gözyaşları

içimdeki korkunç dillenmiş ,

yoksun bırakılırsa ağlar

gem vurulamaz ki

diline dil ister

perde kapanır.

‘HERDEM’

isli lamba (okudukça büyüdüğüm şiirler…)

(büyük harften uzak duran büyük şair için, yazıda büyük harfe mesafeli durulmuştur.)

 

 

 

 

 

 

has şairim Haydar Ergülen’in bir yazısında övgüyle bahsetmesi ile tanıştım onurcaymaz ile 2000’de. “tek başına hiçbir şeye yaramıyor yalnız olmak” sözünün sahibi olarak aynı isimle tekrar karşılaştığımda kitapevlerindeki raflarda ismini taramakta oldu gözlerim. kendisini tanıyalım diyeceğim ama doğum tarihi ile başlayıp sıkmayacağım sizi, sözü şairin kendisine veriyorum;

“benim yazarken ve yaşarken, sahicilik gibi bir derdim var. yazı bir onur işi benim için. böyle olunca hayata karşı olan tavrınız keskinleşir. sevinince çok sevinen kızınca da çok kızar. sanat biraz da her şeyiyle ‘çok’ olan insanların işidir. zamanla büyüyüp olgunlaşmak denilen o kütlük, bir yanlarınıza bulaşırsa yazı falan yazamazsınız. kalemin ucu hep sivri olmalıdır…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kitaplarını aralayalım şairi tanımak adına;
“yaz tarifesi” kitabını şöyle duyurmuştur;
“kitapçılarda şiir bölümü gün günden küçülüyor, farkındasınızdır. Yaz tarifesi o bölümlerin birinden inecek yarın. kadıköy’de kayalıkların oralarda görülecektir. bir kafede kahve kanyak içecek midir mesela? Yaz geldiğinde, ‘kaş’taki bir balkonda’, ellerinde şarap şişeleriyle birileri okuyacak, yıldızları izleyecekler, memleketin kimbilir hangi deniz fenerinde birileri öpüşecektir sayfalarımdan mırıldanırken; birisi, ötekine bakarken aşık olacaktır yavaştan… başkası, defterine yazacaktır üç beş dize, sayfalardan birinin fotokopisini çektirip cüzdanında saklayacak bir muhasebeci var mıdır acaba, sirkeci’de ufak bir büroda çalışan?

eskişehir’e giden bir trende, pencere kenarında yalnız bir kız, askerdeki nişanlı bir delikanlı, gurbette beni artık hiç hatırlamayan çok eski bir dostum… kimlerin hayatından geçek, kimler ezberleyecek (şiirin ezberlenmesi için kafiyeli olması gerektiğini düşününler, ah), kimler yalnız gecelerinde üst kattaki tıkırtılardan korkup içinden tekrarlayacak yazdıklarımı, kimlerin fotoğrafının arkasına yazılacak, hangi otel odasının bir köşesinde unutulacak, kimler üzerine çay damlatacak bisküvisini banıp ağzına götürürken, çalan olacak mı peki bir kitapçı sergisinden, sahafa
düşünce sevinecek mi sözcüklerim, bilirim korsan basılmayacaktır ama hiçbir sahtekarlığın altında durmayacaktır pembe mavi kapağı.

şüphesiz hiç tanımadığım birisi, emekli türkçe öğretmeni olan babasına hediye edecektir. Kim parmakları sayfalara dokunurken yorgunluktan öylece sızıverecek, kim otobüsün penceresine başını dayarken hüzünle uykuya dalacak, kimin rüyasından geçecek, kim huzurla dolacak, kim okurken ilk aşık olduğu kadını / adamı düşünecek…”

yazdığı için şükran duyduğum “kah ve rengi”de altı kurşun kalemle çizilen dizelerim;

“şiir içimde bir trenin geçtiği çizik yollar
kar üstünde vurulan at
sırtında bezle maça çıkan çocuk”

“nasıl ki söylenmez bazı şeyler bakılır sadece
nasıl ki bir kadın kumaştır bazen sarılır
hangi mevsimde neyi giysem üşüdüm ben”

onur caymaz sözlüğü
çay: kavrayıp incecik belinden düşüyoruz kışın soğuk yatağına
kedi: siyah beyaz sanıp tırmalıyor zamanı
söz tutulmaz ki verilirse

edinilmesi elzem olanlar;
gece güzelliği
yaz tarifesi
bak hala çok güzelsin
ezilmiş leylaklar kitabı
kah ve rengi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘HERDEM’

 

İÇİNDEN İSTANBUL GEÇEN FİLMLER 2 (Zamanda Sürgün)

Hırsız/ 1965
İzmir’de Tariş fabrikalarında muhasebecilik yapan Osman Türker’in (Sadri Alışık) İstanbul’a ilk geldiğinde Sultanahmet silüeti önünde sigara içtiği sahne dikkate değerdir.

 

 

 

 

 

 

 

Sevmek Zamanı / 1965
Büyükada, Belgrat ormanı ve Maslak’ın 65 yılındaki görüntüsüyle karşılaşmanın bizi şaşırtacağını söylemeliyim.

Bir insan bir resme aşık olabilir mi?
Aşk bazen, hayalini kurduğumuz ama gerçeğine dokunamadığız bir resimdir belki de.
Uzun vakitler sinemalarda gösterilme şansına erişememiş, başlı başına bir yazı konusu olabilecek Metin Erksan yönetmenliğindeki filmden bir alıntı yapmak isterim;

“Sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun? Resminle aramda ne kadar uzun zamanlar geçti. İlk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. Elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı. İnanamadım… O insanca bakışı bir daha göremem diye bir daha resme bakmaktan korkuyordum. İkinci kere zorlukla baktım resmine. Gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde.” – Boyacı Halil

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ah Güzel İstanbul / 1966
 1970’lerin gecekondulu, dolmuşlu, işportalı şehrine geçişi yaşayan İstanbul’u izliyoruz perdede.
Garip bir tadı vardır bu filmi izlemenin, eskimeyen bi tad. Bogaziçi vardır fonda.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Balatlı Arif / 1967
Balat’taki çekimlerinde semt sakinlerinin de yer aldığı filmin diğer mekanı Arif’in (Yılmaz Güney) at arabası ile turladığı Karaköy’dür.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Vesikalı Yarim / 1968
Kahramanlarımız gibi İstanbul’da sessizdir filmde. Yönetmen Ömer Lütfi Akad’ın “Filmi izleyin, dokunuyorsa size, kalbinize o kadarla yetinin” dediği film Yeşilçam’ın en duygulu yapımları arasındadır. En İyi Kadın Oyuncu dalında Altın Portakal alan yapımda Beyoğlu’nun arka sokaklarıyla yüzleşiriz.

 

 

 

 

 

 

 

 

Katip (Üsküdar’a Giderken) / 1968
Konusu, mekanları, kostümleri ile tam bir İstanbul filmidir. Filmde çokca kullanılan diğer bir mekanda Beylerbeyi Sarayı’dır. Üsküdar’da ise eski Osmanlıca levhalar dikkatimizi çeker.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ah Müjgan Ah / 1970
Mutlu sonla bitmeyen en gerçekçi, samimi türk filmlerinden biridir.Başrolde İstanbul’un yanısıra sınıf atlama özlemi gibi alt metinlerde işlenmiştir. Müjgan ve Hüsnü’nün hikayesi, Sadri Alışık’ın bir başyapıtıdır. Ah Güzel İstanbul bu filmin başka bir versiyonu gibidir. Sevmeyen yok gibidir bu filmi. Anımsatmak niyetine;
“param olsaydı aşkım kalırdı
seve seve yanımda benimle yaşardı.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘HERDEM’

İÇİNDEN İSTANBUL GEÇEN FİLMLER 1 (Zamanda Sürgün)

Tüm sanat dallarını içinde barındıran bir tutku(m) olan sinemayla en son yüzleşmem içinden Kadıköy geçen filmi (Kaybedenler Kulübü) Ümraniye de izlemek oldu. Sonra içinden şehr-i harabe İstanbul geçen filmleri düşündüm. Uzaklarda olupta özleyenlere, içinde olupta  uzağında duranlara hatırla(t)makta fayda var;

Bir Millet Uyanıyor/ 1932
Filmin bazı sahneleri Erenköy Ethem Efendi caddesindeki bir Mehmet Ali Bengü’nün köşkünde çekilmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

İstanbul / 1957
Film, Sultanahmet ve Haliç’in havadan çekilmiş görüntüleriyle start alır. Galata Köprüsü’nün görüntüsü olağanüstüdür.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Üç Arkadaş / 1958
Sevgi, arkadaşlık ve birlikte yaşama kültürünün en has örneklerinden biri olan yapım, 1950’li yılların İstanbul’una ve özellikle Ortaköy’e dair bir çok detayı yakalayabilmek mümkün.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şoför Nebahat / 1960
Filmin ilk sahnesinde günümüzle kıyaslandığında sadeliğiyle dikkat çeken Taksim Meydanı’nı görürüz. Sonrasında ise Eminönü günümüzün tanıdık kalabalığı ile karşılar bizi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Acı Hayat / 1962
Metin Erksan’ın gözüyle izlediğimiz filmde Okmeydanındaki İETT blokları henüz inşaat halindedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Turist Ömer / 1964
Beşiktaş Taksim arasındaki trafiğin bir kaç belediye otobüsünden ibaret olduğunu düşünebiliyor musun? Henüz ciddi bir yapılaşma içinde olmayan İstanbul’u görmek için en sağlam alternatiftir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Karanlıkta Uyananlar / 1964
Okumaktan asla usanmayacağım çok değerli yazarım Vedat Türkali’nin senaryosunu yazdığı 1964 tarihli film fabrika ve gecekondu mahalleleri ile karşılaşırız sıklıkla. Maçka, Demokrasi Parkı ve Boğaz kıyıları dış mekan çekimlerinin mekanlarıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Levent Yüksel’in yorumladığı İstanbul şarkısı fon olarak kullanılmıştır. *

Saçlarını dağıtır rüzgar
Yeditepe üzerinden
Hatıralar tarihin küllerini savurur
Kadın gibi, kısrak gibi
sarılayım gel ince beline
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından
Tüketilmiş yaşanmamış
Hediyelik hayatlar, ah bu evler,
Pencereler bu kapılar, sokaklar
Hüzün gibi, sevinç gibi,
Eskitilmiş zamanlar
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından
Minareler uzanmış gökyüzüne bağırır
Kara sevdan nerelerden
Yüreğimi çağırır?
Dua gibi, büyü gibi ezberledim hasretini
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından…

‘HERDEM’

KIRK ŞAİR OLSAM YAZAMAM BİR HAYDAR’I*

Sevgi Tezahürü’dür yazılan.

* (Şairin Kırk Şiir ve Bir / Orhon Murat Arıburnu şiir ödüllü)  ‘Kırk şair birden olsam yazamam bir hevesi.’ dizesinden esin…

Bazı kitapları okuruz, bazı da insanları. Değerli şairim Haydar Ergülen’i okuyarak tanıma vaktidir kendi nisan havası eylül mevsiminde, buyurun;

Şair adımlı yolcudur kendisi. Varolan sözlüğü dünyaya bakışını da barındırır bir anlamda. Ona göre;

“Deniz: Şiir yazarken sırtın dönüldüğü yerdir. Ev: İçimizdeki sokak. Eylül: Günaydın hüzün. Haziran: Aylardan Haziran’sa, vakitlerden de şiir demektir. Kar: Eski mektup. Hüznü bile mutluluğa benzer. Sakal: Çok istediği ‘doçent ceketi’ni, uğruna feda edebilecek kadar sakalına tutkundur. Sırat: Her yerde. Şiir: Şiiri; mülk, elbise, para, ev, arkadaş olarak görmez. Yani, şiirle ‘dünya malı’ bir ilişki kurmaz. Şiiri, bir ‘hatıralar dükkânı’, bir ‘mazi şehri’ olarak görür. Turna: Gökyüzü treni. Vazgeçilmezleri: Kızı Nar, eşi İdil, kedileri, kardeşleri, arkadaşları… Bunların hepsi şiirden de önce gelir. Yağmur: Sokağın kalbi. Yalnızlık: Dünyanın en uzun kelimesi.”

olarak nitelendirilir.

KIRK ŞİİR VE BİR’E SESLENİŞ
“Bütün bahçeler sen de toplanmış, gül müsün nesin? / Hafız”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

40 yaşının bizdeki karşılığı olgunluktur. Farsçadaki karşılığı ise çile’dir. Dervişlerin çile doldurmak için ıssız bir yerde yaptıkları 40 günlük ibadetten gelir bu anlam. Şairde şiir yolunda 40 yıllık bir çilenin, olgunlaşmanın gereğidir diye düşünür ve kaleme alır şiirlerini.

Çocukluğumda edindiğim beyaz bir kapak üzerine kurulmuş balkonda mikrofonla şiir okuyan çocuktur  haydar ergülen benim için. En çok elden geçmiş ve elden düşmeyen başlık yaptığım kitabını okuyalım birlikte; (yağmura nazire )

AVLU
sevgilim, güzel yazım, ince randevu
verirsen bana: adam evdir, kadın avlu
yaz! ben sana açılayım sense sokağa
yaz beni de bir ince vakte ayarla,
bir adam adası varsa oraya bırak,
ister ıssız bırak, uğurla, dilersen uğra,
su gibi yaz: kadın deniz, adam ada,
hem bütün adalar kadınla ıssız hem
adam kadının ortasında tenha, bir kuğu
bile bir kez olsun kendi etrafında
kirlenmeden dönemiyorsa bu dünyada
neyi yazacaksın sevgilim, yaz! ucu
kırılmaya doğru açılmaktaysa kalemin,
yükselmekteyse de şiirin adasındaki sular da!
işte ıssız adalar bir bir kadınlarda boğuldu,
en iyisi denizin yuttuğu bir adam oldu…
dünya avlumuz olsaydı da evler gibi
yüzyüze bakabilseydik orada, yaz ve açıl
sevgilim, güneş bir avlu daha kazansın senden,
deniz de benden bir adam daha…

güzel avlumsun benden sokağa açılsan da!

NAR’IN BABASI

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Nar imgesinin Haydar Ergülen şiirindeki yeri malumunuzdur. Bu kelime, adeta onunla anılır olmuştur. Nar’ı hem kitabına hem de çocuğuna isim olarak veren bir şair, elbette merakı hak ediyor demektir.
kış büyük geliyor nara gidelim.
soğudu günlerin yüzü nara gidelim
narın bir diyeceği olur da bize
açılır yazdan binbir sıcak söz
dilimiz kurudu burdan nara gidelim
narın bir evi var pek kalabalık
keşke biz de otursaydık orada
ev büyük geliyor şimdi her oda
bir ayrılık, çocuklar kapalı kutu,
bahçeler dağınık: bir salkım üzümü
paylaşırken nasıl da bağ bahçe arkadaştık,
meğer yapraklarından soymaya başlamış
bahçeyi hırsız, bağ çıplak kalmış!
Narın bahçesine bir hoyrat girse
tenden önce dile yoksulluk düşer
dil üşümeden daha üzülmeden ten
açılıp saçılsın bize nara gidelim;
ev ki nar gibi içiçe bahçe
kadın aşka bahçe, deli sarmaşık
tutunup aşkına hemen nara gidelim.

Nârın elinden kopardık şu aşkı diyelim!

Dergilerde kalan şiirlerini topladığı KARTON VALİZ kitabı da bu yazıdaki yerini alsın;
Rüzgar aynı cümlede iki kez eser
ve kağıttan şiiri kovardı ikincisinde

karton valizi gemiye alma, kiraza açıl
uzak çocuk! Şehre git ve hepimizi söyle!

KEDER GİBİ ÖDÜNÇ’te bize ne has şeyler mırıldanır;
“Hiçbir şeye sonuna kadar vakıf olamayacağımızı düşünüyorum. Bir duyguya bir bilgiye insan sonuna kadar vakıf olamaz. Bu gözyaşı olsun, kahkaha olsun ve tabii şairlere en çok yakıştırılan keder olsun. Artık kederli olmak şairliğin şanındandır. Bilge olmak da tasavvufun şanındandır ya… Ben de bize verilen her şeyin ödünç olduğunu; kendimizin ödünç olduğunu, kelimelerin ödünç olduğunu, şiirin ödünç olduğunu ve işte o anda da şairin de en can alıcı noktası da olan kederin ödünç olduğunu düşünüyorum. Keder dağıtıcısı, keder tüccarıdır şair.”

Galiba insanın yakışıklı bir kalbi olmalı önce 
sık sık tozu alınmalı, parlatılmalı aynalı sözlerle 
benimse kalp hususunda cilalı bir cümlem bile yok 
mırıldandığım sözlerin çoğu ondan gelse de…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kendi seçtiklerini öne çıkardığı YAĞMUR CEMİ kitabına çevirelim yönümüzü;

Gözyaşı da yağmura dahildir der şair. Cenk Gündoğdu’nun önerisi olan kitab adını çok sevmiş Ergülen. Yağmuru severim, cem olmak da geleneğimde var diyerek bu tercihinde haklı olduğunu da dillendiriyor şair.

şimdi anımsanması gereken bir şeyler vardır
bir çığlık kadar sessizlik de anımsanır
hoyrat sevinçlerle sularında yüzülen
olağan duygularla yüreği örten
bir aşktan geriye suskunluk kalır

“Hiç bir şiiri bitmiş olarak düşünmem” diyor şair ve ekliyor; “ Hayatta ne var ki tamamlanmış o yüzden şiirde yarımdır. Hepimiz her şeyin yarım kalacağını biliyoruz.”
İşte bu yazıda o kadar yarım kalmıştır zihnimde, kalemimde.

Trenler de Ahşaptır kitabının başlangıçında dediği gibi cümleten iyi yolculuklar dilerim Haydar Ergülen’in kitapları arasındaki vagonlarda size.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GİRİZGAHI SONDA BULUNAN YAZIDIR BU!
Turgut Uyar, Şairin hayatı şiire dâhildir” der. Aşağıdaki notlama da bunu dikkate almak adına yapılmıştır;

İlk şiiri 1972’de Eskişehir’de Deneme dergisinde Umur Erkan adıyla yayınlanır. 1979’dan itibaren Somut, Felsefe Dergisi, Türk Dili, Yusufçuk, Yarın, Gösteri ve Varlık dergilerinde şiirleri yayımlanır çoğunlukla. Uzun vakitler Radikal gazetesinde Açık Mektup başlığı altında yazıları yayımlanır. Şiirleri dışında Deneme çalışmaları da mevcuttur. 80 kuşağının kıymetli şairlerinden Haydar Ergülen 1956 Eskişehir doğumludur.

‘HERDEM’

 

HUZUR

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HUZUR

Bülent Ortaçgil nasıl bir çağrışım yapabilir zihnimizde? Ben de yapıyor ; bunu dillendirmek gerekirse isim de verebilirim: Birsen Tezer.

Huzur bulmak ve müziğe kendini kaptırabilmek için onun büyüleyen sesine kulak vermek kafidir. Bir reçete olarak algılayın bunu, mümkün olduğunca mübalağasız anlatmaktan yanayımdır ama Birsen Tezer’i anlatmak için mütevazi kelimelerden uzak duracağım bir nebze.

Caz’ın sevilen ismi Birsen Tezer yorumlu Ortaçgil şarkıları ile tanışıyoruz kendisiyle. İstanbul’da yaşayanların ve müzikle ilgili olanların muhtemel bildiği mekanlardan biri olan İndigo’da çıkıyor bildiğim.

Bir tanışma girizgahı yapalım evvelinden;

Ortaokul yıllarında müzikle tanışıp lisans eğitimi de müzikten yana kullanarak yoluna devam eder. En büyük hayallerinden biri olan müzik aleti çalmak’ta tercihini Kanun’dan yana kullanan sanatçı, Bodrum’dan sonra İstanbul’un çeşitli mekanlarında bir çok performans sergiler. Bülent Ortaçgil’in Light adlı albümünde bir araya gelirler ilkin. Sonraları bir çok çalışmada yan yana görmek mümkündür.

Bana kalırsa Çığlık Çığlığa şarkısını Bülent Ortaçgil’den daha güzel icra edebilen muhteşem sestir kendisi. Kendi bestelerinin yanı sıra Bülent Ortaçgil, Erkan Oğur ve İlhan Şeşen eserlerini de yorumlayan Tezer’in 2009 yılında dinleyicilerle buluşan albümü CİHAN ile ilgili detayları şuraya iliştireyim;

Birsen Tezer – Ask Bu Degil
Söz: Rüstü Sardag     Müzik: Avni Anil
Birsen Tezer – Balikesir
Söz & Müzik: Zafer Cinbil
Birsen Tezer – Bilsen
Söz: Birsen Tezer    Müzik: Erkan Ogur
Birsen Tezer – Çal Kapimi
Söz & Müzik: Birsel Tezer
Birsen Tezer – Çiglik Çigliga
Söz & Müzik: Bülent Ortaçgil
Birsen Tezer – Degirmenler
Söz & Müzik: Bülent Ortaçgil
Birsen Tezer – Di Gel Yanima
Söz & Müzik: Ilhan Sesen
Birsen Tezer – Istanbul
Söz & Müzik: Birsel Tezer
Birsen Tezer – Seher Vakti
Söz: Birsen Tezer     Müzik. Erkan Oguz
Birsen Tezer – Sus Pus
Söz & Müzik: Birsel Tezer

Sanatci: Birsen Tezer
Albüm Adi: Cihan
Albüm Tarzi: Folk
Albüm Dili: Türkçe
Yapim Sirketi: Kalan Müzik

Kalite: 320 KBits
Yayinlanma: 01/07/2009

Onun varlığı ile tanışmanın bir şans olduğunu düşünüyorum, ben de duymak isterim diyenler için bu akşam 20:00 civarında Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi’nde olmanız kafi. Kaçıranlar için güzellik niyetine 9 Nisan’da Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde dinlenebilir,

Huzur için tavsiye olunur ,

Sevgiler.

‘HERDEM’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

EN GÜZEL ÇOCUK…

 

 

 

 

 

(Fotoğraf: “Babam İş Gezisinde” filminden.)

 

 

 

EN GÜZEL ÇOCUK…

 Saat: 01:13 / Film Sonrası…

çingenelerin beyaz perde faslı diyince aklıma ilk ve tek gelen isim Emir Kusturica’dır. 7/24 sinema yada kitapla geçen günlerimde iki gündür emir kusturica filmleriyle haşır neşirim. Dün “Ak Kedi Kara Kedi” filmini ne kadar kahkahalarla karşılamışsam , Babam İş Gezisinde bir o kadar hüzünlendirdi beni. Çocuk gözüyle anlatılan filmlerde ilk sıraya bu filmi koyuyorum. gözlerim hala yanıyor…

Kız arkadaşının hastalığından kaynaklı vedalaşmak durumunda kaldıkları gecede arabanın önündeki diyalogları , babası ile annesi tartışırken koşarak annesine sarıldığı an , uyur gezerlik maceralarında bakalım nereye gidiyoruz diye beni merakta koyan uyku seremonileri…

Çok sevdim ben Malik’i. Onunla beraber camekandan satın almayı planladığımız topa bakmayı hayal ettim ya da şiir okuyamamasından sonraki omzuna yaslandığı kişi olmayı… Ve kocası için bir çok şeyi göze alan anneyi de. sanırım uzun süre hafızamda yer edecek bu film. gözlerinizi kapatıp müziklerine de verebilirsiniz kendinizi…

Şöyle bir karıştırırken gördüm ki Cannes’te Altın Palmiye ödülüne layık görülmesine de hiç şaşırmadım. Bu arada yapmam gereken açıkçası yoluna koymalıyım dediğim bir şeyi hatırlattı bana…

Ak Kedi Kara Kedi ise eğlenceli, hayatı hafife alan ve bir romanda adı gecen kahramanlarmış gibi duran çingenelerin öyküsü. Aklımda deniz ortasında sahilden ısmarlanan dondurmayı getiren gencin çabası , düğünleri şenliğe dönen insanlar , kaçan gelin , sevinen damat , ölüp dirilen dedeler , boka düşen çirkin adam ve mutlu son… (Kedilerle hiç aram yoktur, sevmem ama bu filmde hiç de sevimsiz gelmedi siyah-beyaz çiftimiz bana.)

Kusturica ne kadar mizaha vursa da işi, çocuk gözüyle bakıp yumuşatmaya çabasına girse de bende derin izler bırakan bir adam. Üniversite yıllarımda izlediğim Çingeneler Zamanı’nın bazı kareleri hala aklımdadır örneğin.

İyi ki varsın sinema ve Kusturica.. Çoğalttı beni.

 

‘HERDEM’