Archive for the ‘Yazar : ‘Hasibe’’ Category

Herkesin İki Meleği Vardır…

Silinsin diye midir tüm kelamlarım…

Deniz kumsalını silmek için mi dalgalanır…

Ya rüzgâr ne varsa silip süpürmek için mi ıslık çalarak geçer şehrimden…

Sözlerde öyle değil midir uçup gitmez mi dimağın dilinden…

Nasıl da iz bırakır sözden anlayanın zihninde…

Söz ağızdan çıkmaya görsün kalem kağıda dokunmaya kıyamazken…

Sen dilini döndürürken ağzında en acı cümle yerini almıştır bile…

Aç gözlü bir kurdun masum kırmızı başlıklı kızı tuzağa düşürmesi gibi acıdır söz söylemek…

 

Kelimelerinde mayınlar saklı…

Adım atsam patlayacak göğsümde…

Dipsiz bir yara açılacak tinde…

Yar yar diye bağırasım gelir de…

Sesim düşmez kâğıdın üzerine…

Uç biter kalem kırılır…

Evvel zamanın diline düşer zaman…

Samanlık seyran olur da seyrine dalamazsın saçlarımın…

Günahın kucağındayken -günah çiledir elzem elzem yazılır alnına- herkesin iki meleği vardır…

İyiler ve kötüler gibi…

 

Hasibe…

Mayısta Ellerin…

Ellerin, ellerinde saklı evren…

Yakılan tüm ağıtlar, yazılan destanlar, söylenen türküler

Dudaklarından süzülen nağmeler

Aslında avuçlarında tuttuğun bir evren…

 

Ellerin, ellerinde saklı ömür…

Bir şiire başlarsın…

“Ölmek daha kolaydır, sevmekten.”

ve yakalayamazsın şiirlerin ezgisini…

Derindir gözlerindeki mana…

Kaybolmaktan değil bulamamaktan korkarsın…

Ve yaşamaya koyulursun hiç ölmeyecekmiş gibi…

 

Ellerin, ellerinde saklı mevsimler…

Eylülde başlar ayrılığı birleşen ellerin…

Kasımda buz tutar eller ve

Şubatın soğuğu yerleşir kalbine

Taş çatlasa Mart ayının çıkışına dayanamaz taş kalbin…

Ya Mayısta ellerin…

 

Ellerin, denizleri karıştırır da yüreğimi harelendiremez derinden…

 

Hasibe…

Yağmur Bulutları…

Tüm kâğıtlar yanıyor…

Ormanlar nasıl küle dönüyorsa, 

Diniyorsa yağmurlar ağladığında suçlayamazken gökyüzünü…

Belki bir umuttur yağmur bulutları…

 

Mevsimlerden yangın ayı olmalı…

Günlerden de ateş parçası…

Küle düşen kâğıt parçası, buluta bulaşan yağmura sığınıyordur belki de…

 

Bir ağaç dikersin toprağa umutların ormanların olur…

Aşk’ların, hırsların, hazların kaplar ortalığı…

Yalanlarınla sularsın toprağı…

 

Bir kibrit çöpü düşmeye görsün umudun üzerine…

Ne toprağın kalır ne de ormanın…

Ne bulut yağmura hükmeder ne rüzgar alevin peşinden gider…

‘Hasibe’

‘düş kırıklıklarımın ellerini kanattığı bir düşünce…’

NAR

 

Nara atmaya benzer Aşk…

 

Ne güzel demiş şair…

“Dürtme içimde ki Narı üzerimde beyaz gömlek var.”

 

Bir Narı paylaşmak vardı seninle…

Belki de eşit dağıtırdık tanelerini…

Bir tane sen alırdın bir tane ben…

Senin sevgin benim sevgimden fazla olmazdı…

Ben seni daha az sevmezdim mesela…

 

Sevişirdik, bir sevişmenin lekesini Nar da düşlerdik…

Naralar atardık sokaklarda…

Sen hiç çekinmezdin beni sevdiğini haykırmaktan boşluğa…

Bense dinlemekten zevk alırdım yankılanan sesini…

Seslerimiz düşerdi sokağa uyanırdı sokak lambaları…

Ya sokak kedileri mart ayından çıkıyorlar çığlık çığlığa…

 

Nara atmaya benzer Aşk…

 

Sadece bulutların üstünde yaşıyorsak üzerinde Nar tanelerini paylaşmaya değer Aşk…

 

Hasibe…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MECZUP

 

Seni düşünürüm…

Sadece bir düşünce…

Düş kırıklıklarımın ellerini kanattığı bir düşünce…

Avuçlarından taşacak bir sevda tozu…

 

Seni düşünürüm…

Sade bir düşünce…

Dolanmıyor ayaklarına, öyle sarmıyor sarmaşık gibi öyle soğuk öyle kısacık, kıpırtısız, uzak, öyle silik bir düşünce…

Bir anlık işte…

 

Seni düşünürüm…

Bir ayrılığın çıkmaz sokağında…

Bir uçurumun kenarında…

Düşüşüme bir adım kaldığı anda…

Belki buz gibi havada…

Soğuk bir esprinin kahkahasında…

 

Seni düşünürüm…

Düşkün bir aşığın feryadında…

Meczup bir dervişin ayak izlerinde…

 

Bir delinin dalgın düşüncelerindeyim şimdi…

Öyle meczup öyle derviş öyle Âşık…

 

Hasibe…

ben ve sen olarak kalsın mektuplar

Belki mektuplar yazmalıydık sevgimize…

Bembeyaz sayfalara kara lekeler gibi düşmeliydi duygular…

Ama ırak değil yazılanlar özlem dolu hasret dolu vuslata gebe olmalıydı…

Toprak doğurur ya tohumdan filizi filizden çiçeği çiçekten meyveyi…

İşte öyle büyüyüp olgunlaşmaya hazır sevdamız…

Verimli bütün topraklarımız…

İşte biz öyle birleşmişiz ki öyle kök salmışız ki toprağa,

Öyle ırak öyle çorak olamayız uzak diyarlarda…

Ektiğimiz sevdayı, biçmenin keyfini süreriz…

Hava, su ve toprakla besleniriz…

Sen ve ben beyaz bir yapraktan ıslak verimli toprağa düşeriz de düşmeyiz gözden gönülden ırağa…

Biz de doğumla ölüm arası yaşanır ömür…

Ben ölüm gibi seni beklerken sen doğmak gibi bana gelirsin sevdiğim…

Gel de harelensin bu topraklar ve toprağıma pusu kuran kargaların yerini alsın kırlangıçlar…

Ve belki de denize ulaşırsa toprağıma sızan yağmur damlası martıları besleriz birlikte…

Ben seninleyken fersah fersah çoğalıyorum…

Gel vazgeçme kumsalımda dalgalanmaktan…

Mektuplarımı salarım denizine, kelimelerimi yüzdürürüm…

Ben sana yazılırım geceler boyu günbegün…

Bitmiyorsun ki hiç!

Deniz suyu gibi bitmiyor yazacaklarım, bitmiyor yapraklar…

Sen bitmiyorsun içimde…

İçi içine sığmıyor yaprakların…

Zarflara sığdıramadığım gibi duyguları…

Bitirelim bizi…

Ben ve Sen olarak kalsın mektuplar…

‘Hasibe’

SESTEŞ…

Yazın başlangıcıydı…

Yazının ilk paragrafı gibiydi…

Yazın başlamıştı her şey…

Yazılabilir şeylerdi…

Yaz boyunca uzun solukluydu öpüşmeler…

Yazabilirdim bir öpüşmenin hissettirdiklerini…

Yazın kavurucu sıcakları gibiydi nefesi…

Yazmanın derinliği kadardı içime işleyişi…

Yazları buluşabilirdik her yazıda her yaz biz diz dize dile gelirdik…

Yazamadık bir yazı…

Yazın biz yaşadık…

‘Hasibe’

(18.12.2011)

ENGEL’SİZSİNİZ…

Bir Şehri dolaşıyorsun ya adımların karışıyor o şehre…
Engelsiz yol alıyorsun ama nerden bileceksin ayağına dolanan bir engelin yolunu kesmesini…
Koca şehir kol kanat gerer o ara sana bense göz kulak olurum ya ne gelir elinden söylesene?
Bir engeli görmezden gelebilir misin?
Düşünsene!
Sadece düşünüyor olman bile engellenirken hareketlerini nasıl sınırsız kılabilirsin?
Engelleri kaldırabildiğin anda Engelsizsin…

‘Hasibe’

(Arkadaşımın rol aldığı ‘Engelsizsiniz’ adlı tiyatro oyunu için yazdım. Ve dizelerin bir kısmı kullanıldı oyunda, bu benim için onur verici bir andı.)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

CÜFRE…

İlerliyordu gövdesi başına emanet bir beden… Akşam ahıra, sabah çayıra… Mevla’m kayıra hesabını tuttuğu zaman diliminde… Kader çizgisine yazılanlar uğradığı adreslerde taş taş üstüne bırakmamıştı oysa… Tökezliyordu her şehir girişinde yangın yerine dönen kalbi… Ayakları birbirine dolanıyordu bilmediği yaşamlarda… Bir kalp sıkışmasıydı hissettiği ilk anda… Soluklandı bir nefeslik canı kalmıştı oysa… Ağırlaşan sağ kolunu uzattı, parmak uçlarıyla yokladı kalp atışlarını… Dokunduğu göğüs kafesine sığmayan kalbiydi, duyumsadıysa aksak ritimleri…

İçmeden sarhoş gibiydi… Düşlerinin bir oyunuydu oynadığı… Düşenin dostu olmazmış sayıkladı… Düşmemiş olmayı istedi kendine yabancı bu şehirde… Her köşe başı dönüşünde yokladı ateş basan bağrını, kulak kesti gelecek olan seslere… Kaç kez tekler ki kalp… Düz bir rota çizmişti oysa oyuna gelmeseydi düşüncelerinde… Labirenti andıran bulanıklığa karıştı sesler yükseldiğinde düşlediği düz yollar… Afalladı, Devenin nalbanda baktığı gibi bakakaldı… Hızlı düşünmeli, az nefes almalıydı… Zaman yok… Pimi çekilmiş bir bombaydı artık kalbi… Bir adım ölüme yakın… Bir nefes yaşama uzak… Beklemek akıl karı değil… Kaçmalıydı… Bir tuzaktı, çölde serap görmek gibiydi düz yolda dolambaca girmek…

Hızlı bir dönüş ağır adımlarında… Tik tak sesleri de yoktu göğsüne dayadığı bileğinde… Zaman kaybıydı durmayı düşünmesi… Oysa dinçti beyni kalbinin ağır aksaklığına rağmen… Bu kez olmadı bu şehirde… Düşlediği düz yoldu oysa… Yanılmıştı hep yanlış düşüncelerin peşinden gitmekle… Yığıldı kaldı sağ eliyle tutmayı bıraktığı kalbi… Ses seda yoktu ortalıkta… Sessiz bir ölüm çığlığı duyulan…

Ebe teknesinden beri su görmemiş bir leş köşede…
Azrail’in yokladığı…
Kötülüğün simgesi mezar taşına yazılan…
Pisliğin kokusu yayılan…

Toprağa karışansa sadece bir beden, düşünceden yoksun…

‘Hasibe’

GÖLGELERİMİZ…

Bir devrimin izlerini taşır yüreğim…
Bir direnişin duvara karşı senaryoları üzerinedir tüm replikler…
Birkaç mum alevi yeter gölgelerimizi aydınlatmaya…
Alev topuna dönüşen kavgalar fırlatılır ardımdan, kanlı taş izleri taşır tenimdeki morluklar…
Ve diz çöküp sendeleyişlerin soluk soluğa bıraktığı anda, göz göze gelebildiysen eğer dudaklarından dökülen birkaç kelime yaşadığımız ana dair bir cümleye dönüşürse şayet tüm şehri yakabilirsin bir ara…
Aleve dokunmak gibiydi ilk an sıcak ve çok yakın olabilecekleri kestirebiliyordum…
Söndürdüğüm mumlar karanlıkta kayboluncaya kadar bekledim…
Dudak dudağaydı tüm sözcükler… Adımların tüm şehri sürükleyebilirdi ardından…
Ya göğsünün sıcaklığı saman alevi gibi, küllerinden doğuyor yine alevler…
Karanlık çoğaltıyor sessizliği…
Ürküyorum karanlığa karışmaktan ve yeniliyoruz tekrar yakılıyor mumlar…
Yeniden başlıyor direniş…
Ellerim, dudaklarım titriyor…
Öyle çok kaçmak istiyorum ki ve öyle çok kalmak o anda…
Sessizce, kan ter içinde kalmış bedenimle direnişin izleri üzerimde, teslimiyetin rengi beyaz çarşaflar gibi leke düşmemeli sahip çıktığım, savunduğum masumiyete…
Ellerinle dokunma!
Ellerin sımsıkı avucumdayken,
Dur!
Durmalısın!
Sinendeki sıcaklığı ve asla teslim olmayacağım kokunu emanet alıyorum…
Durdurmalıyım…
Ve hiç yaşa(n)mamış gibi…
Ben gidebilmeliyim…
Sense hiç hatırlamamalısın beni…

‘Hasibe’

‘belki bir alıntıydı yaşamlarımız…’

 

 

 

KIRLANGIÇLAR GÖÇ EDER YURDUMA…

Ayrılığın habercisidir göç mevsimi…

Bir kırlangıç uçar yurdundan, başlar kalp sıkışması , sebebsiz iç sıkıntıları hüküm sürer, uzak diyarlara gözün dalar…

Gözünden yaş gelinceye kadar ağlama isteği belirir bakışlarında…

Göç ettiğin yurdun düşer avuçlarına…

Boğulur ayrılığı besleyen tüm mevsimler…

Kırlangıçların yurdundan göç etmesi gibidir ayrılık…

Günlerce, zamana meydan okurcasına geçen sürede tebessüm oluşur dudaklarında…

Yeni bir başlangıcın habercisidir yolculuk…

Değişmiştir mevsim…

Kırlangıcın göç ettiği yurda alışması gibidir yeni bir başlangıç…

Kırlangıçların öyküsüdür sevdam…

Ayrılık ve kavuşma mevsim geçişlerinde…

Kırlangıçlar kırlangıçlar her mevsim yurdundan yurduma göç eder…

 ‘Hasibe’ 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

VE BİRGÜN…

 Ve birgün öleceğim herkes gibi…

Uzağında, belki kollarının arasında kucağında kalakalırım öylece…

İşte o zaman…

Pişman olursun yaptığın tüm çirkinlikler için…

Ve erteleyip yapmadın tüm güzellikler için de…

Keşke dersin zamanında telafi edebilseydim…

Ve alışırsın, her kaybedişin yok olması gibi basitleşir yokluğum…

Silik bir hatıra olurum bayram sabahlarında…

Coşkuyla dinlediğin o günlerde bizim şarkımız dediğin bir notada var olurum…

Ağır ağır yürüdüğün kaldırım taşlarında koşarsın nefes nefese kaldığında duraklarsın…

Albümler yerimi alır zamanla…

Duvarda iz bırakan tozlu bir çerçevede resmim olur, gözlerinde durur hatıram…

Sesim boğulur gözyaşlarında…

Aslında alışırsın diyorum ya yokluğun alışması yok…

Yağmur olmak istersin belki toprağıma karışma umudu taşır nefes alışın…

Daha fazlasını yapabilir misin?

Mesela, toprak olmayı göze alabilir misin?

Yanıma gelir misin?

 ‘Hasibe’

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ANSIZIN…

 Belki bir alıntıydı yaşamlarımız, alın terinin karışmadığı anlardan ibaretti…

Ansızın var olduk ve birdenbire yok olacaktık…

Zamansızdı yaşama karışma telaşımız…

Tüm saatlerin durduğu andı gerçek yaşam…

Farkına varabilirdik yaşananların…

Alıştığımız tüm sesler sustuğunda, duyulmayacaktı kalp atışları…

Nefes dudak arasında unutulduğunda açıl susam açıl olmayacaktı gözler…

Zaman aralığı son varılan durak olacaktı…

Yaşamak gibi ölmekte ansızın alıntı yaşadığımız an gibi gerçek olacaktı….

 ‘Hasibe’

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AŞK…

Aşk kapımı çalıyor…

Kimse yok demek geliyor içimden ama nafile…

Ey Aşk, parmağını çek zilin üzerinden…

Bir iz bırak kapı eşiğine yüreğinden…

Bileyim ki sen ol gelen…

Kapılar ardında beklediğime değen…

 

Aşk kapımı çalıyor postacı edasıyla tık tık diye…

Bir ses var ta derinden…

Adınla söylenmemiş sözlerin yazılı olduğu bir mektubun var diyor…

Adımı soruyor?

Mecnun diyorum ve adıma düşüyor ismin Leyla diyor gönderen…

Mecnun susuyor Leyla yazıyor…

“Aşk kağıda yazılmıyor diyorum.”

Aşk susuyor…

‘Hasibe’

(Fotoğraflar : Blackhawk…)