Ben aslında ne zamandır bu yazıyı yazmayı planlıyordum, gerçekten de ‘aylak adamiz’a verilmiş büyük bir sözüm vardı, hem de epeydir bekliyorlardı benden bu yazıyı.
Verdiği sözleri tutmayan/ tutamayan insanlardan olmayı istemedim hiçbir zaman, bir de tekinsiz geliyor bana tutulmamış sözler. O sebepten en sonunda oturup bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Fonda, Bülent Ortaçgil “zaten çoğu şey değmez çok konuşmaya” diyor, ama bence değer. Bence çoğu şey konuşmaya değer, insan kendini ifade etmeye önem vermeli.
Nerden geldim buraya, bu büyük hicret ne zaman başladı? Bir büyük hicretin başlayabilmesi için, galiba insanın öncelikle kendisini keşfetmeye hazır olması gerekiyor.
“Gittim, çünkü eskittim kentin sokaklarını. Ardımda çok şey bırakmadım, kalanları da almadım…” Temel nokta bu galiba, kentin sokaklarını eskitmek Yani kente artık bir şey veremediğimi gördüğümde, başka bir şehirden bir şeyler alıp alamayacağını düşünmeye, irdelemeye başlıyor insan. Yani, Mis Sokak zihninize kırık hatıralardan başka şey getirmiyorsa kaptırıp gitmeniz gerekiyor. Veyahut Bahariye sokakları…….Sonrasında, aslında …
Ben aslında uçaklara binip binip gitmeyi hep sevdim, kaderim hep yollara yazılsın istedim. Kendini yolda keşfetmek meselesi değil bu, onun da bir miktar payı var, ama belki çocukluğum da hep şehir değiştirerek geçtiği için bir yerden gidebileceğimi bilmek istedim. Bunu mümkün kılmak… Böylelikle… Amerika’ya vardım. Şimdi master eğitimi için buradayım. En başını hatırlamaya çalışıyorum, uçaktan iner inmez Güzin Abla’yı gördüm, elinde “Eda” yazılı kâğıtta beni bekliyordu. Texas’ın sıcağıyla ilk karşılaşmam uçaktan indikten sonra oldu böylelikle.
Ardından sanırım dört ev değiştirdim kendi evime gelene kadar. Göçebe bir hayat sürdüm böylelikle kısmen. Bunu da yadırgamadım. Hatta hoşuma bile gitti diyebilirim.
Şimdilerde her gün yaşadıklarıma anlam vermeye, anlam katmaya çalışıyorum. Sonnet yazmaya çalışırken sinir krizine girebiliyorum örneğin, ya da rap şarkısı yazmaya çalışırken…
Ama vazgeçmiyorum, kendi limitlerimi görme şansım oluyor böylelikle.
İstanbul’daki insanı yıpratan vahşi şehir hayatından sonra, trafik ile boğuşmadan da üniversiteye varılabileceği gerçeğiyle çok mutlu oluyorum, şehrin temposundan değil de derslerin veyahut ödevlerin ağırlığından ötürü yorulmak mutlu ediyor beni. Ya da kütüphanede aradığım bir kitap için herkesin seferber olduğunu görmek. Bana değer verildiğini hissetmek.
Bir şeyler için mücadele etmek.
Kaderin bir noktada kırılabileceğini göstermek.
İnsanın temel meselesi, temel derdi işte, hareket halinde olmak ve de kaderin bir noktada kırılabileceğini göstermek.
Yeni hayata hoş geldim.
Herkese Dallas’dan sevgiler, selamlar…
‘Eda Nur’