Archive for the ‘Siyaset’ Category

Muzır Neşriyat Röntgenci mi?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Muzır Neşriyat Röntgenci mi?

 ’Sen manken misin?’

 ‘Sen de buralara mı düştün?’

 Bu soruların sorulma nedeni ; Funda Uncu, Chuck Palahniuk’un Ölüm Pornosu, Ayrıntı Yayınları –Snuff- adlı kitabı çevirmesi. (Bu konuya tekrar döneceğiz)

 Yayın dünyasını kıskacına alan zihni sinir muzır neşriyat kurulu pervasız kararlarından birini daha alıp “yaptım oldu” diyor. Okuyucular olarak, bu kurulun kelli felli adamlarına pembe kurdele takmanın zamanı geldi.

 Kurulun üyeleri Üsküdar’a Giderken Türküsünde yaşıyor olabilirler, Abdülmecit döneminden kalan bir kurumun başında olabilirler, aldıkları kararlarda mutlaka benim çoluk çocuk bu kitabı okumalımı, okursa ne olur, okumazsa daha iyi olabilir diye kararda veriyor olabilirler. Kurulun üyeleri , şu saniyede dünyada 5o.ooo çift çatır çatır sevişiyor. Evet, ne yaparsınız ki, çocuk doğurup insan olmalarını sağlıyorlar. Sonrasında o çocuklarda ergenlik döneminde kendilerine dokunup dünyanın en büyük keşfine imzalarını atıyorlar. Aslına bakarsanız gençleri siz de biz de tanıyoruz. Kitapla yan yana gelişleri otobüs seferlerinde, –gazi, yaşlı ve hamilelere yer vermezlerse- vapur sefasında, -manzarayı izlemezlerse- metrobüste, -ter atarken- oluyor. Diğer zamanlarını türlü çeşitli hamburgercilerde, yeşilli beyazlı Starfucks’larda inanmazsınız, kışın bile kıçları donarak dışarıda kahve içmeyi, grip olmaya tercih ediyorlar. Siyasetten bok gibi nefret ederler ama “bizde biliriz meydanlara beş on bin kişiyi dökmeyi” sözündeki o, beş on bin kişiden biri mutlaka o gençlerdendir. Fakat onlarda haklısınız sevişmeyi mutlaka gündemlerinin ilk maddesi olarak belirlemişlerdir. Aslına bakarsanız muzır fikirlerimde var. Siz, sağlık bakanlığıyla beraber aslanlar gibi bir proje üretebilirsiniz. Biz kurdelenizi taktıktan sonra bunu kesinlikle yaparsınız ama önce fosforunuzu yükleyelim, libidonuzu, testosteronunuzu düşürelim.

 Muzır Neşriyat Projeleri

 Sağlık bakanlığıyla muzır neşriyat kurulu ortak eylem planı : 

  1. Reşit olmayan gençler reşit olana kadar kısırlaştırılsın.
  2. Reşit olanlar reşit olmayanları ot muamelesi yaparak bahçeye diksin.  
  3. Büyük şef 23 Nisanda küçük çocuğa “artık sen başbakansın ister asarsın, ister kesersin” demişti ya o çocuğa bu sözler altında ezilmediği için cesaret madalyası takılsın.
  4. Dış politikada Amsterdam yüzünden Hollanda yok sayılsın.  
  5. Tekellerde 18 yaşından küçüklere sigara satılmaz yazısının yanında sigara isteyen bazı densizler olabilir onlara da zoraki şap yedirilsin.

 Pornoya Sahip Çıkıyoruz. Bilerek En az “Üç Çocuk Yapıyoruz”

 Açık söylüyorum doğanın dengesini bozmaya çalışıyorsunuz. İnsanların yazdıkları kitapları yasaklamanın mantık sınırları içinde tartışması bile olmaz. Bu vesileyle sadece dalga geçilen, hafife alınan insanlar olarak anılmanın dışında, insanların özgürlüğüne ket vuruyor kararlarınız. Sizin bu kadar saçma adamlar olduğunuzu düşünmüyorum. Kurumunuzun kendisi kokuşmuş durumda ve o pisliğe bulaşıp, hayatınızı o kokuyla geçiriyorsunuz. Akla zarar yasaklamalardan sonra mutlaka tatil yapıyorsunuzdur. Su faturalarınızı incelemek isterdim. Üzerinize bulaşan o koku, o pislik kolay kolay çıkacak gibi değil. Sizi okyanus bile paklamaz. Balina katliamına sebebiyet verebilirsiniz, bir köpek balığı bile sizin tadınıza bakmaktan çekinir.

 Kitap okumanın mantığı insanın dünyasını tanımasıdır. Biz Playboy, Penthause, Hustler’larla büyüdük. Askerde başucu kitabı yaptık bunları. Hep imdadımıza yetişti, orduda silâhaltındaki gençlerin tamamının acil çıkış kapısıdır.

 Kısaca diyorum ki, insanları politize etmeden, cinselliği öğretmeden… Bu kitapsavar zihniyetinizle bir yere varılmaz ve kaybedeceğinizi biliyoruz. Çünkü siz bu kitapları sakladıkça bizler o yüce gerilla taktiklerimiz ve fotokopi makinelerimizle kitapların peşinden koşacağız. Ölümcül Porno’yu ihtişamla okuyup, dost sohbetlerine taşıyacağız.

 Okumuş Polis Yetmez, Doçent Polis Gerekiyor!

 Başa dönecek olursak. ’Sen manken misin? Sen de buralara mı düştün?’ diyen polisler tacizin ne demek olduğunu bilmiyor olacak ki, hepsinin eğitimiyle övünen hükümetler var. Zihniyetinizi biliyorduk ama bu kadarını, edepsizce davranışınızın bu raddeye geleceğini tahmin etmiyorduk. Okumuş polisin okumamışından pek farkı yokmuş. Rezillikte açık ara önde giden düşüncelerinizin ağzınızdan çıkmaması için bilemiyorum ne yapabiliriz, yardıma ihtiyacınızın olduğu gün gibi ortada.

 Dünya diye bir yer var ve orada hala ayıp diye bir şey var. İnsan, bir yabancıyla konuşurken dikkat etmeli. Ama siz çoktan olmuşsunuz beyler.

 Karakolları kurtarılmış bölgeniz sanıyorsunuz. Yanlış!

 ‘Papyrus’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘Sipariş değil abi diyorum. Görev !’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘İş yerinde sıradan bir sabah; bilgisayarı aç, etrafı süpür, ntv radyo frekansını bul, ayarla, dinle, aldıysan eğer iki poğaçayı mideye indir, bulaşıkları yıka… gelen maillere bakıyorum. Bir arkadaşın mail’i “Ü, bizim Ü işte, 13 haziranda filistine gidiyo. orada çeşitli mektuplar okuyacak” kısaca sen de mektup yaz diyor. Haliyle ilk kez ——birincisi tamamen baş aşağı çakılmıştı, ama valla benim suçum yok- uluslararası bir duruma müdahil oluyorum, heyecanlıyım. Filistin meydanlarında mektubum okunacak ya… O işte içim, içime sığmıyor.

 Eve telefon ediyorum. Evde bir “yabancı” ben de kalıyor birkaç günlük İstanbul yorgunu olacak.

 – Ağbi Filistin’i benim için araştırır mısın? İşte şöyle bir gelişme var.

 – Ben dışarı çıkıyorum oğlanla buluşucam, akşama bakarız.

 Dayağı yedim, oturdum.

 – Tamam.

 Eve geliyorum D’ yemeği hazırlamış oturup yemek yiyoruz. Sonra ağbi geliyor. Filistin o sıra bir benim aklımda kimsenin umurunda değilmiş gibi bir hava var. Ev bok kokuyor resmen. Düşüncelerimde özgür Filistin var ve bazen benim de düşünmediğim gibi onlarda bunu yapıp düşünmüyorlar görüyorum. Evden geyikler koloni halinde güneye doğru göç ediyor.

 Sıkılıp masaya geçiyorum Google bilginiyle beraber şu bizim Filistin olayına el atıyoruz. Filistin, sınırları tartışmalı, üç din tarafından kutsal mekan, bağımsızlık tartışmaları… liste uzayıp gidiyor. Bir şeyler yazmaya başlıyorum. Tıkırdayan klavye seslerine dönüp bakıyor ağbi sonra tekrar dizisini izlemeye başlıyor, diziyle alakalı “bak bu kadında emekçi” diyor. Ben oralı değilim o sıra Filistinliyim! “Hıhıı” diyorum. Aradan zaman geçiyor ve ağzındaki baklayı çıkartıyor ağbi “ne o, şiir mi yazıyorsun… ben sipariş üstüne şiir yazamam, hiç işim olmaz!

 Aklımdan ellilik Arjantin’i kafasına fırlatmak geçse de yazıyla ilgilenmem daha elzem. “Hıhıı” diyorum. Hasetlik arıyorum aslında yani niye ki böyle, aramızda kocaman on beş yılı devirmiş, oğluna akıl fikir verir durumda artık orta yaş denilen o kavşakta, cahit sıtkının 35 yaş şiirinin hemen gerisinde duruyoruz. İstikameti tek yol devrim diye zamanında belirlediğim bu ağbi’nin söylediklerine aldırmamak yapacağım son işken, üç gündür şu sipariş işini düşünüyorum.

 Ulan Filistin diyorum. Ya kardeşim diyorum. R.A.F , Japon Kızıl Ordusu , Carlos , Denizler diyorum kendi kendime, nasıl unutulur diyorum.

 Filistin davası İslami kesimler tarafından sahip çıkılıyor diye, öldürülen küçük çocukları -çocuklar hep küçüktür bu arada-, İsrail faşizmini, tankların ezdiği aktivistleri unutalım mı? Hangi yüreğe sığar bu. Şimdilik dünyanın çoğuna sığıyor doğru. Ağbi bari senin içine sığmasın. Saçma sapan konuşan, yöneten iktidarların çığlığını bari şu tek göz odamızda atma, o nidayı buraya taşıma ağbi.

 – Sipariş değil abi diyorum. Görev !

Mektup

‘Yoldaşlarım dünyada büyük bir ateş yaktınız, zalimlerin bu ateşi söndürmesi imkânsız. Sizin verdiğiniz özgürlük mücadelesi önünde saygıyla eğiliyorum.

Ve biliyorum ki tarihi kanıyla yazanlar kuşkusuz dünyanın en güzel insanlarıdır.

Bedenim bulunduğunuz mekânda olmasa bile aklım, fikrim, düşüncelerim hep sizlerledir.

Türkiyeli devrimciler olarak Filistin halkına sarılıyoruz.’

‘Papyrus’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘ARAP TALİHSİZLİĞİ..’ – SAMIR KASSIR

kendileri farkında olmasa da araplar bugün dünyadaki en talihsiz halk..

 arap talihsizliğini tarif etmemize hacet var mı.. arap toplumlarının bugün kendilerini içinde buldukları açmazın ciddiyetini ortaya koymak için birkaç istatistik yeterli olacaktır : kronikleşmiş okuma-yazma bilmezlik oranları , zengin ve yoksul arasında haddinden fazla eşitsizlik , şehirlerdeki aşırı nüfus ve arazilerin çölleşmesi.. bunun , bir zamanlar üçüncü dünya olarak adlandırılan büyük bir kesimin ortak hali olduğunu ve her halükarda , örneğin kalküta’nın sokaklarında daha büyük bir yoksulluk ya da rio de janeiro’da daha büyük bir eşitsizlik bulunduğunu söyleyebilirsiniz.. muhakkak haklı çıkarsınız.. yine de arap talihsizliğinin basitçe süre giden az gelişmişlikten daha ağır basan bir tarafı var ve bu talihsizlik toplumsal sınıflara , hatta eğitimsizliğe bağlı değildir..

arap talihsizliğinin ayırt edici yönü , kimsenin böylesi bir buhrandan etkileneceğini düşünmediği kişileri de etkisi altına alması kendisini istatistiklerden ziyade , algılar ve arapların hiçbir geleceği , durumlarını düzeltecek hiçbir yolu olmadığına dair çok yaygın ve derine işlemiş histen başlamak üzere , hissiyat düzeyinde dışa vurmasıdır.. dünyalarını kemiren , her kalıba giren ve görünüşte tedavisi gayrikabil illet karşısında tek çare , mümkün olsa kişisel kaçıştır.. fakat arap talihsizliği aynı zamanda içinden çıkılamayacak şekilde batılı öteki’nin bakışı ile bağlıdır – her şeyi , kaçışı dahi engelleyen bir bakışla.. öteki’nin dönüşümlü olarak şüpheci  ve üstünlük taslayan bakışı daimi bir biçimde sizi  üstesinden gelinemez halinizle karşı kaşıya bırakır.. güçsüzlüğünüzle dalga geçer , tüm umutlarınızı boşa çıkarır ve dünyanın bir sınır kapısında ya da ötekinde sizi durdur.. böylesi bir bakışın ne denli kategorik olabileceğini anlayabilmeniz için , parya devletlerden birinin pasaportunu taşımış olmanız gerekir.. endişelerinizi ‘öteki’nin kesinlikleriyle – sizin hakkınızdaki kesinlikleriyle – ölçmüş olmanız gerekir ki bunun yol açtığı felci anlayabilesiniz..’

‘SAMIR KASSIR..’

 ‘ARAP TALİHSİZLİĞİ..’ , SAMIR KASSIR , çeviri : ÖZGÜR GÖKMEN , İLETİŞİM Yayınları , 2011 , 94 Sayfa..

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kitap Arkası :

 ‘araplar hızla dünyanın “öteki”leri haline geliyor. özellikle 11 eylül’den beri, suudi yöneticiler, kuveytli zenginler dahil, en ayrıcalıklı araplar için de geçerli bu durum. “arap” kelimesinin kendisi bile öylesine yoksullaştırılmış ki, bazı yerlerde utanç duyulacak etnik bir etikete ya da en iyi durumda, modernitenin temsil ettiği her şeyi yadsıyan bir kültüre indirgenmiş halde. ayrıca dünyanın başka yerlerindeki yoksul ülkelerle kıyaslandığında, daha da acıklı bir görüntü çıkıyor ortaya. ama aslında vaziyet hep böyle değildi. arapların da bir altın çağı oldu. onların da geleceğe daha iyimser bakabildikleri, kendi kaderlerini yazabileceklerine inandıkları bir dönem oldu. peki, nasıl bu noktaya gelindi? araplar, bu yoksunluğa mahkûm gelecekten başka bir çareleri olamayacağına nasıl inandırıldılar? yaşayan bir kültür nasıl gözden düştü ve bu kültürün mensupları ıstırap ve ölüm kültünde nasıl bir araya gelebildiler? 2005’te bir bombalı saldırıyla öldürülen samir kassir, arap talihsizliği’nde bu soruların cevabını ve krizden çıkmak için bir yol bulmanın imkânını arıyor.’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

hopa kadıköy’den geçer…

 

 

 

 

 

 

 

Hopa karşılamasından sonra biraz daha cesaretli ve kötü hissediyoruz kendimizi. Haliyle Metin Lokumcu ve arkadaşları ülkenin onurunu kurtardılar ve Lazca hoş geldin pankartlarını açtılar.

İnsanlar horon tepiyor, halay çekiyor diye isot gazıyla muhatap oluyor. Giriş şöyle gelişmesine rağmen -inşaata pankart > hes için halay > Metin hocanın “al beni kurtar memleketi demesi > gaz bombası > gaz bombasına karşılık verilmesi > ve başbakanın ‘üstünde durmak istemiyorum. Bir kişi de kalp krizinden ölmüş’ demesi insana oha dedirttiriyor. Ölen insanları ikiye ayıran bir başbakanla konuşmanın ancak sırat köprüsünde karşılaşırsak olabileceğini düşünmemizi sağlayan sözleri ağır ve yaralayıcı.

%40 küsürün başbakanıyla yüzleşecek dört yılımız daha var. On iki yıl başbakanlık yapacak %40 a ve otoriter zihniyetle cumhurbaşkanlığına oynayacağı gün gibi ortada.

Kendime özerklik istemenin tam zamanıdır. Kadıköy de oturmama rağmen bir hafta içinde beş kez polis tarafından arandım ve “ya arkadaş ben seni bir haftada 5 kere arasam bu hoşuna gider mi” dediğimde “biz sizin için buradayız hem sivil polisleri de arıyoruz” cevabıyla geçiştirilen bir yurttaşım. Kadıköy’ün göbeğinde kollarımı kaldırıp aranmaktan sıkıldım, iyi yanı kas yapmam. Laptop çantam ise içinde bomba olabilir ihtimaline karşı beş aramanın birinde açılıp bakıldı.

Köken Sorunu

Türkiye de yaşayan bir Mısırlıyım fakat sürekli Kürt muamelesi yapan Türk polisi rengime aldanıyor. İçimde bir yerde dağları piramitlerden daha fazla sevdiğimi biliyorum. Kökenimde Yunanistan Selanik ve Polonyalılıkta var. Bununla başa çıkabileceklerini pek sanmıyorum.

Polis soruyor ne iş yapıyorsun elektronik diyorum.

—Çantanızı açar mısınız? İçimden “polisle konuşma, polisle konuşma” diyorum.

Fermuar sesi – Al

—İnşallah başınıza bir iş gelmez diyor direksiyon başındaki

Doğubayazıt’taki komutanım aklıma geliyor.

—İnan umarım sivilde karşılaşmayız! Bu bir tehdit mi diyecek oluyorum.

—İkimizden biri ölür diyor. Selam verip asteğmen misafirhanesine gidip kısa dönem subayların teskeremi kutladıkları partiye katılıyorum, biraların bini bir para.

Polise, benle muhabbet etme, diyorum. Polisle konuşulmaz, öyle bir şey var. Evet, öyle bir şey var hala kendimi suçlu hissedebilirim. Ya da bir arkadaşım görürse yanlış anlayabilir!

—Muhabbet etme, işini yap, üstümü ara, bırak gideyim.

Kimliğime bakarken gebete cihazına bile vatandaşlık numaramı yazmıyor, anlıyor ki saldırgan ama zararsızım. Nüfus kağıdımda mahalle köy kısmında Caferağa yazıyor. Bu benim talihsizliğim herkesin köyünde akarsular ağaçlar ormanlar olur benimkinde barlardan gece kulüplerinden geçilmiyor. Ve her Kadıköylü biraz hırçındır.

Rengime bakıp, dağ görenlerin rengine bakıp hiçbir şey göremiyor olmam benim suçum değil !

‘Papyrus’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

bir susun artık la..

‘karanlık bir tünel içerisinde yazar gibi yazmak gerekiyor , karanlık içerisine yazar gibi , kişilerin ve olayların ileride nasıl gelişeceklerini bilmeden..’ – kafka

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘yerimde duramıyorum..

kafamda sesler , çığlıklar , görüntüler dönüp duruyor.. huzursuzum..

‘clotaire k’ çalıyor..

öfke içimde çoğalıyor..

‘checkpoint 303’ dinliyorum sonra..

sonra tekrar ‘clotaire k..’

‘soap kills’ hafif geliyor öfkeme..

saçma sapan gündemler içinde faşizm cirit atıyor her yerde , her ortamda..

nefes almak neredeyse imkansız..

seçim seçim diye kulaklarımızı beyinlerimizi iğdiş ettiler , tuzla buz ettiler..

yeter artık yapın seçiminizi de kurtulalım..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar seçim diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar demokrasi diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar hak hukuk adalet diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar çılgın proje diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar ‘piskevit’ diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar her aileye şu kadar maaş diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar 12 eylülü yargılayacağız diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar en iyi anayasa taslağı , en iyi demokrasi , en iyi özgürlük bizde diyor hala..

hopa’da , ankara’da , istanbul’da , izmir’de , mersin’de , bursa’da insanlar 12 eylül şartlarından beter şekilde derdest edilip , işkenceden geçiriliyor , utanmadan sıkılmadan hala ileri demokrasiden bahsediyorlar..

demokrasi her kesimde sadece kendilerinden olana , kendi taraftarlarına var..

bu her kesim için geçerli..

‘kendinden olmayan düşmanındır’ felsefesi hakim..

kendilerinden olmayan ‘bölücü , darbeci , kökü belirsiz , ahlaksız , edepsiz , faşist , komünist , terörist’ vs vs oluyor , saymakla bitmez..

BİR İNSAN ÖLDÜRÜLMÜŞ..

BİR İNSAN..

Senin gibi benim gibi BİR İNSAN..

ölüye de mi saygınız kalmadı be gafiller..

daha önce seçimler hakkında , demokrasi hakkında çok şey yazdım..

demokrasi dedikleri oyuna yeterince katıldım ve artık katılmayacağımı , kimsenin benim oyumu alamayacağını söyledim.. bu benim görüşüm..

herkes ayrı telden çalıyor..

herkes bağırıyor bangır bangır..

herkes en iyi kendisi biliyor bu ülkenin sorunlarını..

herkes en iyi çözümleri kendisi biliyor..

‘o karanlık , bu kötü , şu art niyetli , bunlar güvenilmez..’ , ‘bunlara oy verelim çünkü bunların arasında şu şu var , şunlara oy verelim çünkü şunu şunu vaat ediyorlar..’

ya gidin arkadaşım işinize..

herkes herkes için bir kulp bulabiliyor.. umurumda değil hiçbirisi..

çevremde herkes bir şeyler söylüyor , konuşup duruyorlar..

neden ‘aylak adamız’da seçimlerle ilgili bir taraf işaret edilmiyor veya bir parti ya da gruba destek verilmiyor , neden yazarlar kendi tercihlerini açıklamıyor..

aha ben açıklıyorum sadece benden oy yok kimseye , bu kadar..

hatta geçen görüştüğüm arkadaşlarımdan birisi ‘aylak adamız’da kendi bahsettiği platforma destek verilmemesi halinde gelecekte bunun vebalini taşıyacağımızı’ söyledi koptum gülmekten..

ya gidin arkadaşım işinize gidin gidin gidin..

‘yoksa sizi takip etmeyeceğiz artık..’ diyenler var daha beter gülüyorum.. biz takip edilmek için yazmadık , yazmıyoruz , tribünlere oynamıyoruz..

çok derdimiz olsaydı takip edilmek , koşar her iktidara gelene ya da en güçlüye yamanırdık.. çokta umurumuzda değil sizin bizi takip edip etmeyeceğiniz.. bunu diyen zaten bizi okumasın daha iyi..  

bizi bilen bilir , herkesin siyasi görüşüne , politik tercihine saygı duyarız ve bizim de ne düşündüğümüzü herkes bilir.. hepimizin hangi partilere oy atacağı ya da oy kullanmayacağı açıktır..

ama burada hiç kimseye hiçbir zaman şunları destekle ya da buraya oy at yoksa vebali büyük olur demedik , demeyeceğiz de..

siyasi duruşumuz zaten açıkça bellidir , fakat burası bir tebliğ yeri ya da görüş empoze etme yeri değil..

belli bir parti ya da gruba destek bizim aramızda çoğunlukta bile olsa burada onunla ilgili bir destek mesajı göremeyeceksiniz.. hiçbir zaman göremeyeceksiniz.. ister kızın ister tarihin çöplüğüne atın bizi umurumuzda değil..

beğenen beğenir , beğenmeyen umurumuzda değil , burada demokrasi yok evet kardeşim demokrasi yok..

insanların kafasına gözüne bir de burada şuna oy atın , bunlar iyidir demeyeceğiz..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş bir de oydan , seçimden demokrasiden bahsedip taraf göstereceğiz ha ne güzel.. keşke seçim diye bir şey olmasaydı da metin öğretmen ölmeseydi..

yok kardeşim yok teşekkür ederiz..

dileyen dilediği yere oy atar ya da atmaz..

biz korkağız..

oy atacağımız , destek vereceğimiz ya da vermeyeceğimiz adamları açıklamayacağız burada.. çok korkuyoruz..

çünkü bize de bir kulp takarlar hemen.. amanin sakın bizi zorlamayın..

kusma hissi kabarıyor ekranları görünce..

kusma hissi kabarıyor sesleri duyunca..

her şey sizin olsun..

her şeyi siz en iyi biliyorsunuz kabul ediyorum.. biz bir bok bilmiyoruz.. lütfen bizi yönetin , hatta hepiniz bir araya gelip yönetin bizi.. hiçbirinizden mahrum kalmayalım lütfen..

iyi ki varsınız , düşünüyorum da olmasaydınız yanmıştık..

‘sabun öldürür – soap kills’ çalıyor..

içimde kusma hissi kabarıyor daha beter..

çılgın projecilere yalvarmak geçiyor beynimden  benim için de çılgın bir proje hazırlasalar ve benim içimden de bir tahliye  tüneli açsalar da şu içimde birikip kabaran safrayı atsam.. ne büyük sevap işlerlerdi..

keşke seçimleri kaldırsalar.. hep birileri iktidar olsa , değişmese.. seçim zırvalığından kurtulsak..

her şeyimiz gitse de bari huzurumuz kalsa bizlere.. ona dokunmasalar..

yani anayasaya koysalar mesela şu partinin hep bu kadar , bunların da hep şu kadar milletvekili olacak.. oh ne güzel.. dırdır , gürültü , küfür müfür , kavga döğüş yok.. süt liman.. ya da hani şimdi moda olduğu gibi her parti lideri gittiği ilde o ilin en iyi takımlarının atkısını takıyor ya boynuna konuşma yaparken işte böyle her partinin bari futbol takımı olsa , o takımların skor averaj puan vs durumuna göre yapılsa seçimler.. ne güzel olurdu zaten siyaseti bile futbola göre ayarlıyoruz.. ve bu topraklar hastası futbolun.. hastasıyız dedeeeeeeeeeeeeeeeee..

çıldırmanın eşiğindeyim çılgın projeler çağında..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş artık bir susun ya bir susun..

utanın da biraz susun hepiniz ya..

en çok susana oy veririm belki , lütfen susun..

bağırıp çağırıp öfke kusanlar hala farkında değiller , boğazınıza ses tellerinize yazık la , valla bila yazık la.. 

anlayın artık : isteseniz de istemeseniz de bu topraklarda maalesef ve mecburen hep beraber yaşayacağız..

misal benimle yaşayacaksınız mecburen ve bana tahammül etmeyi öğreneceksiniz mecburen.. ben sizin saçmalıklarınıza nasıl tahammül ediyorsam siz de bana ve sizin gibi düşünmeyenlere tahammül etmeyi öğreneceksiniz.. bunu sadece bir gruba ya da partiye değil herkese söylüyorum..

demokrasi değil , batsın demokrasi ve seçim zırıltıları ,  kardeşlik lazım bize kardeşlik.. bağımsız adaydan 7 bin küsür liranın harç olarak alındığı , partilerde lider sultası ya da güç odakları  tarafından adayların belirlendiği bir sistem demokrasiyse demokrasiyle işimiz olmaz..

kardeşliği yüceltelim , kini öfkeyi değil..

bir de artık susun artık susun.. bizim için değil kendiniz için susun.. ses tellerinize yazık..

metin öğretmen hes’leri protesto ediyordu.. nefes alıp gülüyordu iki gün önce.. ciğerlerini biber gazı doldururken bile belki gülümsüyordu.. 

şimdi ise metin öğretmenin ardından ağıtlar öfke haykırışlarına karışıyor..

metin öğretmen öldürüldü.. ama hala saygısızca konuşup duruyorlar.. ölüye bile saygıları yok..

utanın da susun hepiniz artık.. saygı biraz..

emekli öğretmen metin lokumcu’nun katledildiği , aday listeleri verilirken bazı adayların yasaklı olduğundan bahisle veto edilmelerinin ardından çıkan protesto gösterilerinde öldürülenlerin , yaralananların olduğu sonra da yasaklananların veto edilenlerin birden aday olabilecekleri açıklandığı saçma sapan , karabasan  bir gündem de ancak böyle saçma sapan bir yazı yazılırdı.. ne yazılsa saçma ne yazılsa boş..

hiçbir şey METİN HOCAYI geri getiremeyecek lan..

getiremeyecek..

o sırça kulelerinizde , köşklerinizde HEPİNİZ AMA HEPİNİZ BİR SUSUN , ahkam kesmeyi bırakın biraz SUSUN..

şimdi abdullah chhadeh çalıyor..

kanunu ağlatıyor çalarken , dinlerken de sizi ağlatıyor..

sesine , notalarına , kanunda gezinen parmaklarının üzerine yatıyorum kendimi..

içimi kaldıran , midemi bulandıran tüm bu keşmekeşten uzaklaşıyorum , yüreğimde metin hocanın kahreden yokluğu..’

Crockett..

Gülelim Eğlenelim.. – 1 : Stalin’den Aylaklık Üzerine İnciler ve Yüce Fetvaları..

‘lenin’in maddecilik ve ampriokritisisizm’inin 1939 baskısının arka iç kapağına stalin kırmızı kalemle şu notu almıştı :

1 – güçsüzlük ,

2 – aylaklık ,

3 – aptallık..

 sadece bunlara kusur denebilir.. başka her şey , bunların dışındaki her şey , tartışmasız erdemdir..

(1) güçlü (ruhen) , (2) etkin , (3) zeki (ya da becerikli) ise o zaman bütün diğer ‘kusurları’ ne olursa olsun iyidir..

(1) artı (3) eşittir (2)..’

Stalin..

‘yoldaşlar , biz komünistler özel yaratılmış insanlarız.. özel bir şeyden yapılmışız.. o büyük proletarya stratejistinin ordusunu , yoldaş lenin’in ordusunu oluşturan bizleriz.. bu orduya ait olmaktan daha yüce bir onur yok.. kurucusu ve lideri yoldaş lenin olan partinin bir üyesi olmaktan daha yüce bir şey yok.. böyle bir partinin üyesi olmak herkese sunulmaz.. böyle bir partide üye olmaya eşlik eden gerginlik ve fırtınalara da herkes dayanamaz..’

Stalin..

‘STALİNİZM’ , SLAVOJ ZIZEK , Çeviri : SABRİ GÜRSES , ENCORE Yayıncılık , Kasım 2008..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HAVA DÖNDÜ İŞÇİDEN, İŞÇİDEN ESİYOR YEL

6. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali “1 Mayıs”ta İstanbul, Ankara ve İzmir’de başlayacak.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tüm filmlerde olduğu gibi, 2 Mayıs 2011 Pazartesi günü İTÜ Maçka’da gerçekleşecek açılışta  Bandista’nın şarkılarına eşlik ederek katılmakta ücretsiz.

Festivalle ilgili siteye girip kitapçığını indirebilmek ve işçiye dair filmleri festival öncesi tarayabilmek mümkün.

Türkiye Gazeteciler Sendikası, Kazım Koyuncu Kültür Merkezi, Fransız Kültür Merkezi, SES Ankara Şube’si festivali destekleyen bir çok kuruluştan yalnızca bir kaçı…

Gürül gürül akan bu hayatta bilinci açığa çıkarmak ve işçilerle buluşmak için yapılacak en güzel şey 1-8 mayıs tarihleri çerçevesinde bu festivale katılımdır.

İyi seyirler…

‘HERDEM’

İRAN SİNEMASI ve KADIN.. – ULUS BAKER

İran sinemasında yalnızca kadının varlığı konusunda değil, İslam’da aslında yasak olan “imajın” varlığını tartışmanız gerekir önce. Yoksa hiçbir kültür kadınlara “dayanamaz” –muhakkak çekicilikleri ve birtakım güzellikleri, işveleri vesaire vardır onların. İşte Mahmalbaf’ın Kandahar filmine bakın –ne diyordu? İmajları olmayan ülke. Niçin? Çünkü kadınlarını burkalara kapatmış. Bu sosyo-politik gerçeklik yine de filme bir paradoks olarak yansımış bulunuyor (ve hissedebildiğim kadarıyla filmin yönetmeni bunun pek farkında değil): burkalarla Afganistan yaylalarında çekilmiş kadınlar filmin en güçlü ve rengarenk imajlarını oluşturmaktan geri kalmıyorlar, kapatıyorlar onları, onlar ise burka denen giysilerini yeniden ve yeniden icat ederek, renklendirerek, o çok özel erotizm dozunu kendi keyiflerince ayarlayarak cevap veriyorlar. Hayat şu ya da bu bicimde akacaksa ille de akabileceği kanalları üretmek, yeniden üretmek gerekir.

Ben İran sinemasının sırrının sansüre karsı çıkıştan ibaret olmadığını düşünüyorum. Rejimin epeydir bu “geçip giden” imajlara, yani yanılsama olduklarını bizzat gösteren imajlara toleranslı davranıyor olduğu malum. Ancak unutmayalım ki bizim on dokuzuncu yüzyılda yitirdiğimiz, oysa İran şiirinde korunan “divan” edebiyatı ve ona ait imajlar rejimi, her türden realizmin ötesine geçerek İran sinemasını koruması altında tutuyor. Düşman cephesinden yağan okların “tir-i müjen”, yani “sevgilinin kirpikleri” gibi olması yeterince sinematografik bir imajdır. Muhsin Ertuğrul denen Mustafa Kemal icazetli adam yüzünden Türkiye’de sinema filan kurulamadı. İnsanlar imajlar üstüne belki Metin Erksan’dan itibaren –o da birazcık– düşünmeye gayret ettiler –ve diyelim ki bunun için Yılmaz Güney’i, bugün de Zeki Demirkubuz’u, Derviş Zaim’i ve özellikle de Nuri Bilge Ceylan’ı beklemek zorunda kaldık.

Hep hatırlattığım bir nokta, on dokuzuncu yüzyıl sonlarında Namık Kemal’in “gerçekçilik” uğruna batı edebiyatı lehine, acem edebiyatı aleyhine ileri sürdüğü noktaların sinemaya nasıl da olanak vermediğiydi. Unutmayalım ki sinema realiteyi dosdoğru iletmez, ona bir hiyeroglif, bir gösterge rejimi ve imajlar zihniyeti dayatır. Bu zihniyet doğayı ve insani kuşatır ve yönlendirir. Sinema bu yüzden tiyatrodan çok divan edebiyatının “sembolizmine” daha yakın bir türdür. İşte bu yüzden İran’da sinema varken Türkiye’de yok.

İran’da sinemada kadının hangi şartlarda görünebildiğini biliyoruz. Önemli olan, kadın sinemacılardır daha çok. Samira Mahmalbaf ve diğerleri. Kadın halini ve çocuk halini anlatmak. Bu aslında fiziki bir duruma tekabül ediyor –hayatin katı, sıvı ve gaz hallerine gönderiyor bizi. Bu yüzden İran sinemasının mesela çocuğa ciddi ciddi ihtiyacı var: çünkü çocuklar şeyleri genellikle “gaz halinde” görebilme yeteneğine sahipler. Bizim artik alıştığımız tarzdan çok farklı bir ayırt etme ve kavrama sanatları var onların. Ve İran’da kadınlar da uzun yıllardır “çocuklaştırılmak” istenmiş. “Çözüm çok basit, kapatırsınız olur biter” tipinden bir kolaycılığa mahkûm edilmiş.

Ve “parantez”, ben de sürekli övgüler yağdırıyorum ama aslında çok iyi bir özgün sinematografik çizgi yakalamış olan İran sinemasını bir “tür” olarak algılamak konusunda henüz kararsızım… “sinemanın gerektirdiği işler”i çok iyi yaptıkları açık. Ama sürekli olarak hayatın çok dar bir kesiminde hareket etmek zorunda kalıyorlar ve bütün güçlerini “belgeleme” diyebileceğimiz bir uğraşıdan alıyorlar. Buna karşın, tuhaftır, iyi “belgesel” çekemiyorlar, çünkü her türden kurgu filmleri zaten kendiliğinden bir belgesel gibi görünüyor.

Sinemada kadının imajının ne olduğu ve nasıl işlediği, bütün çeşitliliklere rağmen galiba şöyle bir soruna indirgenebilir: çoğunlukla erkek olan yönetmenlerin ortaya sürdüğü birtakım “kadın” imajları” var. Ama bütün mesele bu imajın kadın yönetmenlerin elinde ne menem bir şey olacağı. Dolayısıyla –mesela– bir aşk filmi bir kadın tarafından çekildiğinde ondan kuşku duymalıyız. Çok iyi bir film olabilir, ama o kadar da iyi olması kötü olabilir. Kadınlar şu anda ask-meşk meselesinden çok özgürlük meselesine takılmış haldeler. Ve bu durum yalnızca batılı manada kavradığımız feminizmle sınırlanmıyor. Burkalar içinde Afgan kadınlar kendi dünyalarını nasıl kurabiliyorlarsa imajlar dünyasında da kurabilirler. Bu iş şu anda nedendir bilmem İran’da en iyi bir şekilde yapılıyor.

Anlıyoruz ki kadınlık meselesi bir özgürlük meselesidir. Ancak o andan itibaren özgür aşktan filan bahsedebilirsiniz. İran sinemasının kadın filmcileri bu sorgulamayı en iyi yapanlar olarak beliriyor gerçekten.

Peki, rejim neden katlanıyor bütün bunlara: bence katlanmıyor, kandırılıyor ya da kendisini, zoraki, kandırılmaya bırakıyor. Bu zorunlu çünkü basitçe söylemek gerekirse –her ülkede olduğu gibi– İran’da nüfusun yarısını kadınlar oluşturuyor.

İran sinemasından geçerek kadını –mesela bir erkek olarak– sevemeyeceksiniz. Ama başka türden bir varlık olarak seveceksiniz. Ama işte kadın o “başka türden varlık”tan başka bir şey değildir ve o da bunu anlatmak istiyor zaten.

-ve bir not: bu asla kadınlara değil, kadın “sinemacılara” bir övgüdür… Aynı şekilde kadın “ev kadınları”, kadın “polisler”, kadın “işçiler”, kadın “fahişeler” vb. övülebilir. çünkü hepsi kendi imajlarına sahiptirler.

ULUS BAKER

(www.korotonomedya.net)

 

 

 

 

 

 

 

 

‘ta derinliklerimde her şey bir yıkıntı halinde..’ – VOLTAIRINE DE CLEYRE..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SEN ve BEN.. 

sen ve ben , gökyüzü soluk , kahverengiye kesmişken ,

bulutlar toparlanırken hışımla boğum boğum ,

yağmur , baharı açmamış fundalığa damla damla düşerken ,

aldırış etmeden fırtınaya , gök gürültüsüne , dolaşacağız birlikte ,

ve bakışacağız birbirimizle – sen ve ben..

 

sen ve ben , günahkar bulutlar boşalırken inatla ,

yıldırımların uçurum yükseklerine doyasıya ;

geçerken burçların üzerinden fırtına hızıyla ,

cehennemi ışık saçan cennetten düşen nefret topları ,

gülümseyeceğiz birbirimize – sen ve ben..

 

sen ve ben , nefret topları yağarken ,

yararken havayı evrenin vahşi çığlıkları ,

ölümün çağırdığı yerden , karanlığın içinden ,

gecenin yorduğu yerden gölgelerin içinden ,

arayıp bulacağız gözlerimizdeki ışıltıyı..

 

sen ve ben , karanlık sular ,

hırpalar ve boğarken bizi ,

cehennem kızının kahkahaları ,

ve katliamın tam ortasında , duyacağız birbirimizi ve ölüm’ü göreceğiz..

 

sen ve ben , ölen kurşuni geceyle ,

şafağın ilk ışıkları uçuşurken doğuda ,

baygın , yenik , oracıkta ,

katılaşmış kan pıhtılarının arasında ,

mecalsiz uzanacak kollarımız , sen ve ben..

 

sen ve ben , soğuk soluk ışıklar ,

öylece kalmış ölü bedenlerimizi deşerken ,

kurtulmuş olacağız o bitmek bilmez işkenceden ,

ölü dudaklarımız sonsuza dek ,

birbirini bulurken , sen ve ben..

 

sen ve ben , geçip giden yıllar ,

geride bırakırken bizi ölüp gidenlerle ,

gübre olacağız çürümüş kemiklerimizle ,

gelecek aşklara ,

son hoşçakal öpücüğünün çiyi hala dudaklarımızda..

VOLTAIRINE DE CLEYRE..

‘uzun süredir  ölümle yaşam arasında gidip geliyordum ve iki yıldır yalnızca o fikir vardı kafamda.. ‘hayır intihar etme ve rusya’ya da gitme..’ hayat senin için çok şeyler vaat ediyor , türü beylik şeyler söyleyebilirim ; ama sen bunun sunturlu bir yalan olduğunu anlarsın.. hayatın hiçbirimize çok şeyler vaat ettiğini sanmıyorum.. fakat inanıyorum ki , içinde yaşadığın aşama büyük ölçüde arızi ve geçici.. artık bulunduğun mezardan çıkmak zorundasın.. bu bir yılı alabilir ; delirmek falan söz konusu değil ; iteklendiğin özel ruhsal koşullardan çıkan mantıki sonuç bu..

öyle soğukkanlı bir mantıkçısın ki , ani bir dönüşümün inanılmaz bir psikolojik rahatlamaya yol açması gerektiğini anlamıyorsun.. üstelik herkesin sendeki güçlü ruhu fark ettiğini biliyor muydun.. önceleri senin coşkudan uzak olduğunu düşünenler bile.. biliyorum , buna kulak asmazsın ; ama kazanmak hiç de fena değildir..

ve kazandın alex ; uzun süreli bir savaşta ölümü yendin.. teslim olma.. bütün yeteneklerin yerli yerinde , yalnızca hayatın , yaşadığın duygusal çalkantıların getirdiği bir şok söz konusu.. ölümün sükuneti mi , elbette , ama onun için biraz bekleyebilirsin..

bunu yaptığın takdirde üzülecek birkaç kişiden birinin de ben olacağını söylem bir işe yarar mı.. elbette seni daha çok ve daha uzun zamandır tanıyan ve sevenler vardır ; onlar benden daha çok şey talep etmeyi hakketmişlerdir senden ; ama bil ki ; böyle bir durumda benim hayatım kararacaktır..

fakat sana şöyle bir baskı da yapmak istemiyorum : hasta olduğumda insanlar , ‘benim hatırım için yaşa’ dediklerinde , onların kendi acılarını bastırmak isteyen benciller olduklarını düşünmüşümdür ; aslında beni hayata döndürmeye çalıştıklarını bildiğim halde , bu bana bencillik gibi gelirdi.. ve bu yüzden sana , ‘hayatta kal ve işkence çek , çünkü eğer ölürsen ben kendimi kötü hissedeceğim,’ demek istemiyorum.. emin olduğum tek şey , atlatacağındır , bu da seni ikna etmek için çaba göstermeye itiyor beni : bilsem ki , bütün hayatın böyle geçecek , hiç tereddüt etmeden , ‘yap’ derdim..

uzat ellerini uçurumun karşı tarafına , alex , yalnız değiliz.. derinlerde yoldaşlık var.. bırak bir süre ışıklar yansın.. o nihai son gelene kadar kendimizi üzmeyelim..

yoldaşça selamlar.. ve yakında yeniden yazışmak üzere.. için sıkıldığında yaz.. seni duyuyor ve hissediyorum..’

VOLTAIRINE DE CLEYRE..

‘AMERİKALI ANARŞİST VOLTAIRINE DE CLEYRE’İN YAŞAMI’ , PAUL AVRICH , Çeviri : Emine Özkaya , SEL Yayıncılık , 304 Sayfa , 1999..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘iddia etmeye hakkı olduğunu düşünmüş, kendisi ya da düşüncelerini paylaşanlarla bir araya gelerek cesurca gidip onu iddia etmiş olan her insan doğrudan eylemcidir.. grevler ve boykotlar gibi tüm iş birliği deneyimleri esas olarak doğrudan eylemdir..’

VOLTAIRINE DE CLEYRE..

KİTAP ARKASI :

‘doğa , bazen zamanın çok ötesinde , gıpta edilecek insan karakterleri yaratır ; yapmacıktan uzak , uzlaşmaz ve gerçeğe sıkı sıkıya bağlı ; bencilliği , bütün insanlığı kapsayan ve kendini büyük kitlenin ayrılmaz parçası olarak gören bir insan ; her çeşit yanlışlığa karşı ince bir duyarlılığı olan ve bunların karşısına dikilen bir birey ; geleceğe uzanabilen ve onu yakınlaştırabilen biri.. işte böyle bir insandı voltairine de cleyre..’ – jay fox

‘amerika’nın dünyaya armağan ettiği en harika kadın..’ – rudolf rocker

‘voltairine de cleyre , liberter duyguları ve sanatsal güzelliği ile anarşinin incisidir..’ – max nettlau

‘bu yüzyılın en derin düşünen anarşist kadını..’ – marcus graham

’emma goldman ve louise michel’le birlikte voltairine de cleyre , modern çağın üç büyük anarşist kadınından biridir..’ – leonard d. abbott

‘voltairine de cleyre , şiirsel isyancı , özgürlük aşığı sanatçı , amerika’nın en büyük anarşist kadınıdır..’ – emma goldman’

‘PLAZA DE MAYO ANNELERİ..’ – EMİRHAN OĞUZ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

PLAZA DE MAYO ANNELERİ..

 

‘en argentina

no pasa nada’

 

künyemde onbeşbin ad okunuyor

hem derin uçurumlardayım hem kör dehlizlerde

her evin temel çukurundayım

mezarım belirsiz

 

yedi yıl yirmiyedi mevsim anne

kurudu kanım tank paletleri altında

törenleriyle sirenleriyle çiğnediler cesedimi

gözlerimi kara çaputlarla bağladılar

çaldılar benden günü geceyi

gördüm kaç genç kızın gelinliğini kirlettiler

kaç bebeğin beşiğini sarstı postalları

gördüm anne

çelik miğferleriyle tuttular sabahın kapısını

sorgulara taşındım

mitralyöz tarakaları yaladı

çiçek tarhlarında çürüyen saçlarımı

dinle anne

bir desparesido’nun kurşun geçirmez sesim

beni bir dağın kıyısında vurmuşlardı

mezarım belirsiz

 

erimiş gözlerinin menevşe vakti

yirmiyedi güz yaşlanmışsın anne

kayısı dallarından süzülen yağmur damlası gibi

akardı ayışığı boynundan omuzlarına rüzgar

ıhlamur kokusu getirirdi dağdan

ocakta közler ışıldardı

kıvılcımlar uçururdu ateşböceklerinin ışığına

ölü demire can veren elleri babamın

çocuk gözlerimizde duyardık anne

göçer kemanların çağrısı gelirdi uzaktan

koşar gelirdi ablamın ezgisi sesine

acı aşk şarkıları kır gecesinin

 

dinle anne

bir desparesido’nun ağıt tutmaz sesiyim

beni bir gecekondu avlusunda vurmuşlardı

mezarım belirsiz

 

dumanrengi bir gökyüzü anne

çökerdi karanlık sokaklarına akşamın

oturup camın kıyısına yolumu gözlerdin

kirpiklerine değerdi pervazdan sızan rüzgar

kulağın kapıda korkuyla ürperirdi yüreğin

dışarıda kar anne karda ayak izleri

neyi anlatırdı geceye bırakılan kağıtlar

onlar hiç anasütü emmemişlerdi

ve anaları hiç oğul emzirmemişti onların

birağızdan söylenmiş türkülerle ışıyacaktı

gün bizim sokaklarımızdan akacaktı kentlere

dinlerdin gözlerin iri iri açılırdı

bugün haftanın dördüncü günü anne

son perşembesi eylülün

mayıs meydanı’nda ilk çiçeklerini açıyor bahar

ve başörtün

ülkemin mavi kelebekleri gibi

dalga dalga uçuyor saçlarında

 

bir öfkenin önce yargılı sesisin anne

sarmışlar çevreni sırmalı kollarıyla

parmakları tetikte dirsekler kenetli

kaçırıyorlar gözlerini gözlerinden

gizlemeye çalışıyorlar yüzlerini

susturmak istiyorlar acı aşk şarkılarını kır gecesinin

silmek yok etmek istiyorlar kardaki ayak izlerini

seni yirmiyedi güz yaşlandıranlar

sana plaza de mayo’nun delisi diyorlar anne

çelik yelekleriyle uykularını basıp gelinlik kızlarına saldıranlar

sana perşembe’nin delisi diyorlar..

 

bugün haftanın dördüncü günü

ilk perşembesi ekim’in

mayıs meydanı’nda yuvalarını kuruyor kırlangıçlar

ve senin yumruklaşan ellerin

tıpkı sonsuz toprakları gibi ülkemin

doğacak günü taşıyor avuçlarında

 

bir acının sevince yazgılı sesisin anne

yolumu bekleyen gözlerin

bir daha göremeyecek karda savrulan atkımı

o emekçi ellerinle saçlarımı saramayacaksın

ama üzülme

gölgemin değdiği duvarlardan

tülden bir esintiyle geçecek mayıs sabahı

gün gelecek

sevinçle savurarak sigara dumanını

şarkılar söyleyecek fabrika kapılarında kardeşim

ve sen her perşembe geleceksin

ve mezarımın toprağını hep gizleyecekler senden

 

bugün dördüncü günü haftanın

acıyı ve özlemi

umudu ve öfkeyi çağırıyor mayıs meydanı’nda toprak

duy çağrımı

ağarmış kızılderili alnınla gel anne

yorgun bilekleriyle ayaklarının

yurdumun uçsuz bucaksız pampaları gibi

üretken öpülesi ellerinle gel

toplumezar çiçeklerinden topla türkümü

türkümü söyleyen melez sesinle gel

listelerde onbeşbin kayıbım anne

onbeşbin ölü

onbeşbin kayıp..

 

 EMİRHAN OĞUZ

(Eylül – Ekim 1983..)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

EMİRHAN OĞUZ , ‘ATEŞ HIRSIZLARI SÖYLENCESİ..’ , KIRMIZI Yayınları , Ekim 2009 , İlk Baskı : Cem Yayınevi 1988..