Archive for the ‘Şiir’ Category

Şiir, şair, şuur.

Yeniden İsmet Özel diyelim. Öncelikle okuduğumuzu anlamakta pek meşhuruz. İsmet Özel şiiri bırakıyorum dediğinde artık şiir yazmayacağım demiyor, şiir yazacağım ama yayımlamayacağım diyor. Müsveddelerden bahsediyor. Eğer son yazdıklarına tekrar bakacak olursak bunu net olarak görebiliriz. İkincisi, sürekli bir Teoman örneği ile al birini vur ötekine ‘akıl kestirmesi’ yapılıyor. Müziği bırakıyorum dedi ama bırakmadı. Buradan ne çıkartmalıyız. Geri dönüş yaptığı zaman İsmet Özel’in kulağını mı çekeceksiniz?

Daha önceden de yazdığım gibi şiir bırakılamaz, son nefesine kadar elde kağıt kalem yazma anlamına gelen bir disiplin değildir. Ha bunun örnekleri mevcut Cemal Süreya, Rıfat Ilgaz ve en başında yazının kan kardeşi, kendini kestikten sonra “ameliyatımı icra ettim” diye not düşen Beşir Fuad’tır. Örnekler dünya çapında çoğaltılabilir. Fakat bilinç denen olgu öğretilebilir ve bu defalarca uygulandığında -ölene kadar yazmak- doğruymuş gibi algılanma olasılığı yüksektir. Günümüzde de bunu yaşıyoruz. Hüseyin Alemdar, İsmet Özel’i eleştirirken diyor ki; şiir şairini döver. Burada anlatılmak istenen elbette, şiirin daha iyi yazılabilmesi için türlü çeşitli badirelerden geçilmesinin gerektiğidir. Fakat şair şiiri bırakamaz, bize; bizden öncekilerin kulağımıza fısıldadıkları yani öğretilmiş bilincin eseridir. Yeri geldiğinde şairliğe işçilik gibi bakan bizlerin emeklilik hakkımızın olmadığının savunusudur da.

Şiir neden bırakılmalıdır?

Açık olan şudur. Roman yazarı yanına kamyon yükü cephane/kelime alırken şair sadece şarjörünü dolduracak kadar mermi alır. Tekrara düşme olasılığı diğer disiplinlere göre daha fazladır. Bir yazdığını tekrar yazabilir. Okuduklarının benzerini kağıda geçebilir ve hatta bunu yayınlayabilir. Bu kelime darlığından değil, şiirin ‘draje’ bir dal olmasındandır. Anlaşılmama kaygısından bahseden İsmet Özel şiirlerini yayımlamamak yerine dağınık aklını toparlayabilse bizim gibi gençler açısından çok daha faydası olacaktır. Kaldı ki, uzun zamandır yenilerini okuyamıyoruz ki! Televizyonlardan İsmet Özel izleyip birbirimize, ‘biz seni böyle bilmiyorduk’ diyoruz. Tekrar şiirlerine dönüyoruz. İsmet Özel o kadar çok konuşan ve aynı konudan dem vuran var ki, sizin susmanız emin olun her şey için herkes için en hayırlısı.

Papyrus’ (İnan)

Büyük Usta ‘EDİP CANSEVER’i bugün ölümünün 27’nci yılında şiirleriyle ve özlemle anıyoruz…

EDİP CANSEVER-122

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BU GEMİ NE ZAMANDIR BURADA

 

Bu gemi ne zamandır burada

Çoktan boşaltmış yükünü 

Gece de olmuş, rıhtım da bomboş

Mavi suyun düşünü uyutur bir tayfa

Arkada, güvertede

Ah, neresinden baksam sessizlik gene.

 

Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye

İçerde üç beş kişi

Yalnızlık üç beş kişi

Bir kadeh rakı söylerim kendime

Bir kadeh rakı  daha söylerim kendime

-Söyle be! ne zamandır burda bu gemi

-Denizin değil hüznün üstünde.

 

Belki yarın gidecek

Bir anı gelecek bir başka anının yerine.

 

İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine.

 

EDİP CANSEVER

 

‘Sonrası kalır – 2, Bütün Şiirleri’, Sayfa 150, Nisan 2005, YKY yayınları.

 

edipcansever-38

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YERÇEKİMLİ KARANFİL

 

Biliyor musun? az az yaşıyorsun içimde

Oysaki seninle güzel olmak var

Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi

Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda

Midemdi, aklımdı şu kadarcık kalıyor.

 

Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte

Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel

O başkası yok mu? bir yanındakine veriyor

Derken karanfil elden ele.

 

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle

Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil

Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk

Birleşiyoruz sessizce.

 

EDİP CANSEVER

 

‘Sonrası Kalır – 1, Bütün Şiirleri’, Sayfa103, Nisan 2005, YKY yayınları.

 

edip cansever - 12

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

EDİP CANSEVER-123

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘Sarhoş Olun’ – CHARLES BAUDELAIRE

Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda: tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.

Ama neyle? Şarapla, şiirle, ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.

Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun, “Saat kaç” deyin; yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle, ya da erdemle, nasıl isterseniz.

 

Charles Baudelaire

 

‘PARİS SIKINTISI’ , CHARLES BAUDELAIRE, Çeviri : TAHSİN YÜCEL, İŞ BANKASI Yayınları, Temmuz 2006, 117 Sayfa.

 

paris sikintisi-12

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YÜRÜME

yolda-1

 

 

 

 

 

 

 

 

yolda-2

 

 

 

 

 

 

 

 

yolda-3

 

 

 

 

 

 

 

 

yolda-4

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Yenilenmeğe yönelmiş her yaşam biçimi,

ağır bir küf kokusunu da yanında, birlikte

getirir: Ama unutmamalı ki, küf, aslında,

yepyeni yaşam birimlerinden oluşur

-çürüyenin üstünde serpilen

taptaze canlılardan…

 

Yaşam bir yoldur temelde, doğru; ama, hep,

belirli yolların yürünmesi sonucu ulaşılan

yerlerde, durağanlaşmağa çalışan,

yerleşmeğe çalışan bir yol…

 

Yola çıkan kişi,

daha önce konakladığı yerlerin izini taşır

-yeni konaklayacağı yerlere dek,

ve, tabiî, yolda attığı adımlar boyunca…

 

Yolunu kendin yürüyebilmek için,

yönünü kendin koymak zorundasın.

 

Yönsüz yol yoktur – yol, ancak,

bir yön ve bir yürümeden oluşur:

Yeni bir yol, yeni bir yön demektir.

 

Yürünmemiş yol, yol değildir.

 

Açılmış yollarda yürümek neye yarar ki?

 

Yönü zaten belli olan yol, yol bile değildir:

Yol, yönsüzlüktür. (Bir arabaya takılmış

bir pusula, hiç durmaz, dönüp durur…)

 

Yolun yönü, yol açılırken belirlenir

-açıldıktan sonra da, artık,

zaten bellidir: belirli bir yola girmek,

belirlenmiş (bir) yön(ler)de yürümektir.

 

Sahici yürüme,

yol açmadır.

 

Yolu yol yapan, yola çıkma edimidir.

(Gerçek yollar da öyle açılmaz mı zaten:

Dinamit ekipleri, ekskavatörler, greyderler

-bir gürültü, bir patırtı: sonra,

dümdüz asfalt üzerinde kayıp giden lastikler…)

 

Açılmış, hazır yollarda

yumuşak yumuşak dönüp duran tekerlekler

ne anlarlar ki, yol asıl nedir – ya da, salt,

yol nedir…?

 

Yolu gerçekten bilen,

yolun gerçekten ne olduğunu bilen,

yolda dönüp duran tekerlek değildir:

kazmadır, kürektir, dinamittir

-tekerlekler terlemezler…

 

Yolu,

yürüyen bilmez;

açan bilir.

 

İnsanın özgürsüzlüğünün temeli,

kendisinden önce zaten açılmış, belirlenmiş

yollarda yürümek ‘zorunda’ kalarak,

yönlendirilmektir

-özgürlük de, yol açabilmektir.

 

Bağımlılık ‘zorlanma’ysa, bu,

bir yolu yürümeğe zorlanmaktır

-belli, belirli, açılmış, açık bir yolu…

 

Özgürlük yürümekse,

açılmamış, belirsiz yollarda

yürümektir.”

 

ORUÇ ARUOBA

 

oruc aruoba-12

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

oruc aruoba

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YÜRÜME, ORUÇ ARUOBA, METİS Yayınevi, Eylül 1996, 224 Sayfa.

(Fotoğraflar : ‘On The Road / Yolda’ filminden. Yönetmen : Walter Salles, Eser : Jack Kerouac) 

ŞİMDİLİK

RÜŞTÜ’DEN GELEN MEKTUP*

 

-Oktay Rifat’a-

 

Önce bütün şairlere selâm

Sonra şunu söylemek isterim

Ölüm hiç de güzel değil

Ne sabah var ne akşam

 

Sokakların ellerinden öperim

Bana yaşamasını öğretmişlerdi

Dost olsun, düşman olsun

İnsanlara iyi günler dilerim

 

Söyle sarı saçlı daktiloya

Ben yokum artık

Vefasız dostlara hatırlat

Kimseye kalmaz o dünya

 

Nasıl unuturum güzeldi yaşamak

Fakat hakkı varmış Oktay’ın

“Hatıralar da dal istiyor

Kuşlar gibi konacak.”

 

MUZAFFER TAYYİP USLU

 

*Rahmetli şair arkadaşımız RÜŞTÜ ONUR.

 

muzaffer tayyip

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YAŞAMAK

 

Ben de isterdim şüphesiz

Çiçek koparmak olsun

Bütün günahı ellerimin

Olmadı işte

 

Dağıttım kendimi

Ayaklarımdan

Saçlarıma varıncaya dek

Neyim varsa

 

Dudaklarımı

Güzel şarkılar eskitti

Ve aldı gitti ayaklarımı

Kalabalık sokaklar

 

MUZAFFER TAYYİP USLU

 

ŞİMDİLİK, MUZAFFER TAYYİP USLU, YKY Yayınları, Şubat 2013, 79 Sayfa.

“Olsa, başlangıçlar sona kalsa”

edip--11

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SONA KALSA

 

Usul usul konuşuyorlar aralarında 

Denize bakıyorlar bazen – çatalını gezdiriyor biri tabağında – 

Gölgesi bir kuş ölüsü 

Karşıda yeni budanmış ağacın 

– Olsa, başlangıçlar sona kalsa – 

Kolyesiyle oynuyor kadın – tabağımda soyulmuş elma –

 

Saatime bakıyorum sık sık  

Kapıyı gözlüyorum arada 

Biraz soğuk mu geliyor ne – kapatır mısın – 

Sinirli bir kırmızılık suya batıyor 

Düşünüyorum, ansızın bir dost yüzü 

Görmemiştim de yıllarca.

 

Gelse 

Değişmiş çok, yaşlanmış da 

Sigaramı yakıyor durmadan 

İstemem diyemiyorum – ama yakmasa – 

Konuşuyoruz -konuşuyor muyuz – 

Yazmayı bırakmış çoktan 

Gerçi bir roman taslağı varmış kafasında 

“Bir elimde elma elmada bir el” 

Diyorum 

Hayretle bakıyor yüzüme 

Bir bardak bira içiyor, çekip gidiyor az sonra.

 

Kadranı kırmızı saat  

Plasterle tutturulmuş kırık cam 

Şurda burda plastik çiçekler 

Evet, aralık kapıdan soğuk geliyor 

Tam kalbimin üzerine bu akşam. 

 

Ölüm  

Sen en güzelsin bu saatlerde 

Büyütmüş yetiştirmişsin beni 

Söyler miyim hiç sana hayran olmasam. 

Bugün de ince, bugün de kırıldı kırılacak 

Bugün de 

Tam nerede kalmışsam.

 

EDİP CANSEVER

 

“Olsa, başlangıçlar sona kalsa”, oradan başlayalım. Burada belirli bir kadınla erkek usul usul konuşuyorlar. Konuştukları aşk sözleri olabilir. Genellikle güzel saydığımız başlangıçlar yavaş yavaş eskir, bir ‘son’a gider. Son hiçbir zaman başlangıç gibi güzel değildir. Başlangıç her sondan güzel olduğu için orada bir dilek var. Başlangıçlar sona kalsa acaba nasıl olur? Daha güzel olur mu diye bir dilek. Bu bizim günlük yaşamımızda her zaman vardır. Örneğin kendini düşün, çok sevdiğin bir şeyi yiyorsun, en iyi parçayı sona bırakmak ister insan. Çocuklar gazoz içerken, bilmem dikkat ettin mi, bir yudum alırlar sonra kaldırıp bakarlar, bir yudum daha alırlar bakarlar. Hep başlangıcı koruma isteğidir bu. İnsanlarda böyle bir duygu var. Bu da bir ilişkidir. Başlangıç iyi bir ilişki olduğu için o başlangıç sona kalsa sanırım daha güzel bir şey olacak. Bu bir istek olarak ele alınabilir.

 

EDİP CANSEVER

(EDİP CANSEVER’LE YAŞAMI BESLEYEN ÖLÜM ÜSTÜNE, Adnan Benk, Nuran Kutlu, Tahsin Yücel, Çağdaş Eleştiri, Haziran 1982…)

 

‘GÜL DÖNÜYOR AVUCUMDA’, EDİP CANSEVER, ADAM Yayınları, Mayıs 1987, 245 Sayfa…

BORÇLU ÖLECEĞİM HERKESE

Nerde okumuştum, bilmiyorum

kim söylemişti: ‘kimseye borcum

kimseden alacağım yok’ diye.

Tumturaklı bir cümleydi; tuhaftı da,

ekonomik terimlerle

dillendiriliyordu özgüven.

Gerçekten hayaletlerinden

kurtulmuş biri miydi bu?

Ne teşekkür, ne şükran;

alçakgönüllülük ve bağışlama;

yoksanmıştı hepsi. Sadece ürkütücü

bir kendini beğenmişlik.

 

Birebir alırsak sözcükleri

bilge Lao-Tzu’nun deyişi

uygun düşüyor bu övünmeye:

‘Önemli olan duvarları değil

odanın. Kapladığı boşluk.’

Yaşadım ve gördüm: aynasıyla

konuşanlar, yitip

gittiler aynalarıyla.

 

Kulüp 12’nin Amerikan-bar’ında

‘caz müziği dinliyorum’. Keşke

yanımda olsaydı Kâmuran Yüce de

diye geçirirken gözlerimi kapatıyor

biri. Usulca dönüyorum: Çirkin Kral;

kravatsız, beyaz ceketli. Kaç yılındayız

ne zaman geldik Ar Sineması’nın fuayesine?

Özlemle sarılırken, kolumda

hissediyorum kabzayı.

 

‘Sana’ diyorum ‘on lira borcum var,

Pasaj’da almıştım. Karlı

bir geceydi hiç unutmam’.

‘Boş ver’ diyor, yağmurun dindiği

göğe benzeyen bir gülümsemeyle.

Şaşmışımdır hep, niye öyle az

güldüğüne filmlerinde.

Seçtiği sürgünde öldü Yılmaz

hâlâ bir onluk borçluyum ona.

 

Sevgiyi iki kez ziyaret edebildim

Mamak Askeri Cezaevi’nde.

Bahardı ikincisinde, bahçedeydik;

görüşmeciler ürkek ve kederli,

ortalıkta yığınla inzibat.

‘Göğsüm acıyor ara sıra’

demişti. ‘Şuramda bir çiçek

büyüyor sanki.’ Hiç yazmadım

sürgündeyken Adana’ya.

 

Sığındım Ellilerin, Altmışların

kansız anılarına. Özdemir’le evliydi;

Sıhhiye’deki evde hazırlıyorduk

yeni sayısını Mavi’nin;

yazmaya başlamamıştı daha.

Ya da Kızılay’da Büyük Sinema’nın

önündeki kalabalığın arasındaydık.

Yayılıyordu sesi Aybar’ın

dalga dalga bulvara. Sanki birazdan

Kışlık Saray’a yürüyecektik.

Nasıl borçlanmamış olurum

O’nun erken açan kanserine?

 

Çok şükür borçlu öleceğim herkese.

Sürülecekse bu yüzden sürülecek

izim. Birkaç alacağım da

-bir fikir, bir dize, bir imge-

kalacak elbet birilerinde

ve belki onların peşine düşecek

başka birileri de.

 

AHMET OKTAY

(Hayalete Övgü, 2001)

 

‘POYRAZDA KIMILDAYAN SALINCAK’ , AHMET OKTAY, ALKIM Yayınevi, Aralık 2003, 104 Sayfa…

 

ahmet oktay - poyrazda

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“umut etmeyi bil!”

VURUP GİDİYORUM AKŞAMIN YOLLARINDA

 

Vurup gidiyorum akşamın yollarında

düş kurarak. Altın

tepeler, yeşil çamlar,

tozlu meşeler!..

Nereye çıkar ki bu yol?

 

Vurup gidiyorum bir türkü tutturup,

keçi yolu boyunca, gezgin…

-gün iniyor yavaşça-

“Bağrıma yüreğim çakılmıştı da

bir sevdanın dikeniyle;

bir gün çıkarıp attım ya,

ne gönül kaldı ne yürek bende.”

 

Ve birden bütün kır,

sessiz ve loş, dura kalıyor

düşünmek için. Irmağın

kavakları arasında inliyor rüzgâr.

 

Ama çökmekte akşam karanlığı;

dolana dolana gidiyor yol,

aklaşıyor hafiften,

gözden yitiyor bulanıp.

 

Yine başlıyor ağlamaya türküm:

“Sivri ve parlak diken,

ah ne olurdu çakılıp kalaydın

bağrımda yüreğimden.”

 

ANTONIO MACHADO

(‘SOLEDADES / YALNIZLIKLAR’dan, Çeviri : ERAY CANBERK)

 

 

machado-1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BAŞKA BİR SEYAHAT

 

Artık söküyor şafak, Jaén’in

kırlarında. Fundalıkları,

toprak setleri, taşlı arazileri,

zeytinlikleri, çiftlik evlerini,

çayırları, gölgeli vadileri

ve dağları yutarak pırıltılı raylarda akıyor tren.

Belirsiz küçük pencereleri ardında

bırakarak geçiyor

baharın kırlarından.

İlk ışıkları parlıyor günün

üçüncü mevki vagonumda.

Çatlaklardan giriyor,

sabahın sisleri

kırmızı, altın renkli

beyaz bulutların arasından.

Bu uyumadan gördüğüm düş!

Bu uykusuz bir şafağın üşümesi!

Vınlayarak, soluyarak

gidiyor tren. Uçuyor kırlarda.

Pelerini üzerinde uyuyor

karşımda bir adam;

keşiş ve avcı.

Seyre dalıyorum yükümü,

eski deri valizimi;

ve hatırlıyorum Duero’ya doğru

bir seyahatimi.

Geçmişteki başka bir seyahati

Kastilla topraklarında

-Quintana ve Almazan arasında

çamlarda şafak sökerken-

şirketten bir seyahatin

keyfini!

Ama ölüm yok etti işte

o mutlu beraberliği!

Sıkıyor yüreğimi soğuk eller!

Tren gidiyor, ıslık çalarak, duman tüttürerek,

sürüklüyor

vagonlar ordusunu, yorgun

bavulları ve kalpleri.

Yalnızlık, yoksunluk…

O kadar zavallıyım ki kendimle kalınca

artık kendimle bile değilim

bilmiyorum, bir başıma gezerken

kendimle anlaşabilecek miyim?

 

ANTONIO MACHADO

(FEDERICO GARCIA LORCA’YA AĞIT’dan, Çeviri : VİLDAN BAŞARAN)

 

 

machado-2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖĞÜTLER

IV

 

Umut etmeyi bil, -kıyıdaki bir gemi-

uzaklaşırken, nedensiz endişelendirirse seni,

yolunu gözle kabaran suların.

Hep onun yolunu bekle, bil ki zafer onun;

çünkü uzundur yaşam ve bir oyuncaktır sanat.

Yok eğer kısaysa yaşam

ve yetişemiyorsa senin yelkenlin ona

yolunu gözle bıkmadan ve hep umut et,

unutma uzundur sanat, ayrıca, çok da önemli değil.

 

ANTONIO MACHADO

(FEDERICO GARCIA LORCA’YA AĞIT’dan, Çeviri : VİLDAN BAŞARAN)

 

‘SEÇME ŞİİRLER’, ANTONIO MACHADO, Çeviri : ERAY CANBERK, ADNAN ÖZER, VİLDAN BAŞARAN, YÖN Yayınları, Nisan 1994, 92 Sayfa.

 

antonio machado

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘ŞİİR’

Dünyanın bütün ‘sığıntılarına’ ve tüm aylaklara günün şiiri olarak da ‘Kenneth Rexroth’un ‘Şiir’ isimli şiirini buradan yolluyorum. Anlayanlara artık! Şiirle kalın…

 

Crockett (Nedim)

 

ŞİİR

 

Yatıyorum yabancı bir yatakta

Yabancı bir evde ve sabah

Bütün geceyarılarından daha acımasız,

Boşaltıyor aydınlığını pencereden…

Çiçek yüklü kiraz dalları

Soluyor ve artlarında altın

Alımlı bibloları akağacın,

Daha ötede saf, sonsuz

Nisan göğü ve beyaz püskül püskül bulutlar

Ve hepsinin içinde ve ardında,

Hazır bekleyen kaçınılmaz

Uzaklığı yalnızlığın.

 

KENNETH REXROTH

 

(Aşk ve İsyan, Çeviri : GÜVEN TURAN, İYİ ŞEYLER YAYINCILIK, Aralık 1991…)

(Ayrıca ‘Aylak Adamız’daki 2 şubat 2012 günlü KENNETH REXROTH yazısına bakabilirsiniz..) 

kennethrexroth-121

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

kennethrexroth-18-

 

Annem’e..

(Eteklerinden düşen ölümlere tütsü yakan kadın..

ben.. belki de annem..)

 

Göğsünde ölen bir peygamberdi,

gördüm.

Dokunurken sen o yarasalara,

açıkta kaldı beynimdeki deli..

 

Öperken sen o yaralardan,

açıkta kaldı açlıktan ölen çocuklar..

 

Saçlarından düşen ölü bir masaldı,

duydum..

Babam bana anlatmayı bırakırken

yeniden büyüdüm İsa’nın ellerinde..

 

ve

masallar ve peygamberler birdir bu gece

sen dokunurken kendi ruhsuzluğuna

gördüm, ölüsünü yıkayamayan o Anne’yi..

 

hadi usulunda sakladıklarına sür beni

ve mührüne taptığın o peygamberin

saçlarıyla ört bedenimi…

 

‘Mavi’