Archive for the ‘Sayıklamalar’ Category

‘çaya , çorbaya , adaya , modaya limon..’ – ‘HALO DAYI’

‘kadehim doluysa boşaltan ben, kadehim boşsa dolduran yine ben..’

William IRISH (‘The Bride Wore Black’ – F. TRUFFAUT)

dünya kupası bitti sonunda ve o zulmeden ‘vuvuzela’ mıdır nedir adı o zımbırtının sesi kesildi.. yırttık yani.. o neydi öyle ya.. evde maç izlerken annem her gün gelip televizyonda arıza mı var diye sorup duruyordu.. bitti , bitti artık.. arı vızıltısı da değil , dünyadaki tüm arı kovanları sanki statlara doluşmuştu.. ayrıca o kafası her daim bizden güzel top ‘jabulani’den de kurtulduk.. serseri mayından beter düştü mü yere nereye gideceği belli değil.. kesin içi hava değil alkol doluydu , kafasını kırmışlardı jabulani denen topun..

fitbol afyondur , çağımızın mükemmel kafa buldurucusu , kafayı kaybettiricisidir.. hem de günah değildir bildiğim kadar hiçbir yerde.. bunları kabul ediyorum fakat bizim gibi kafası güzel arkadaşlara pek etkisi olmuyor eğlenmek , kafamızı boşaltmak dışında.. bu yüzden topluca maç izlemenin hastasıyız.. dün akşam final maçının sadece uzatmalarını izleyebildim çünkü ‘reis’ ve ‘serdar’la kafaları yumuşatıyorduk.. adam başı ikişer kasa birayı afiyetle tarihe ve mideye gömdük.. bu yüzden ziftlenmeyi bıraktığımızda ancak maçın uzatmalarına yetiştik..

final maçında ve turnuva boyunca gönlüm portakallardan yanaydı.. ama olmadı azgın boğalar ispanyollar aldı maçı son dakikada.. o biraz tesellimiz oldu.. ne de olsa ‘halo dayımızın’ dediği gibi ispanyollar da ‘arkadişimiz , hepsi arkidişimiz ve kanımız aynı yere akıyor..’ kanımız aynı yere akıyor derken futbolu afyon olarak kullanan ve 3f si (futbol fado fiesta , kimisi de 3s der , buna girmeyelim koparız , dağıtırız ) ile tüm faşistlerin taptığı ispanyol diktatörü franco’yla alakamız yok tabi.. dünkü maçtan hafızalarda kalacak olan sneijder’in gözyaşları ve iki şey daha : ispanyol ve hollandalı seyirciler yan yana , omuz omuza maçı izledi ve yan yana gülüp , ağladılar ve ikinci güzel şey ise ispanya kupayı aldıktan sonra sahaya inen ispanyol futbolcular kupayla sahaya indiklerinde iki sıraya ayrılmış hollandalı futbolcular hem ellerini sıktılar hem de alkışladırlar.. her şeyin top , başarı , futbol , skor olmadığını gösterdiler , herkese örnek olur umarım..

neyse bir dünya kupasını daha kapattık , halbuki daha dün gibi başlamıştı ve hiç bitmeyecek gibiydi.. uzun süre sohbetlere meze olur.. epeyi malzeme çıktı dünya kupasında.. mesela alın size ‘dayı’mızla ilgili yakın zamanda yaşanmış komik bir anekdot dünya kupasından..

‘dayı’ , ‘abidin dayı’ , ‘ciğerim’ , bir urfalı ahbabımız ve ben kadıköy’de yıllardır takıldığımız bir mekanda oturmuş dünya kupası maçı izleme ayağına ziftlenip içiyoruz.. maç ‘almanya-arjantin’ maçı.. ben ve ‘abidin dayı’ hariç herkes arjantin’i tutuyor.. che hayranı , che dövmeli , castro’nun yakın arkadaşı ve fahri kübalı maradona’ya rağmen nedense ben almanya’yı tutuyorum.. her zaman olan kılçıklığımdan değil ama.. o sırada mekanda var yirmi kişi , aralarında ‘abidin dayı’yla birlikte almanya’yı tutan iki kişiden biriyim.. benimkisi belki de alman oyuncu philip lahm’a olan ‘aşkımdandır’..

her neyse aşklara meşklere girmeyeyim , maçı almanya’nın baştan zaten kopardığı açıkça belli olunca ben televizyona arkamı dönüp urfalı ahbabımızla kadehleri bir ileri iki geri seri şekilde tokuşturup havadan sudan konuşurken baktım ‘dayı’ yerinde duramıyor , kıpır kıpır , spikerin her sesi yükselişinde ayağa fırlıyor ‘dayı’.. bir ara ‘dayı’ bana dönüp sırtıma sağlam bir yumruk indirip ‘arjantin bastırıyor , geliyor goller’ diyince arkamı döndüm televizyona baktım fakat yine almanya atak üstüne atak yapıyor.. gülümsedim.. o sırada ‘dayı’ öyle bir ‘yuh’ çekti ki döndüm baktım tekrar televizyona almanya yine yüzde yüzlük gol kaçırmış ama ‘dayı’ bir bağırıyor ki sormayın : ‘allah belanızı versin bu golü atamayacaksanız da almanya’yı nasıl yeneceksiniz.. al şu kazmayı oyundan maradona daha ne duruyorsun’ diyince yenilgiden dolayı sinirli olan herkes ve abidin dayı , ben gülmekten yıkıldık yerlere.. meğer dayı maçı takip etmeye başladığı andan itibaren almanya’yı , arjantin diye izliyormuş.. kaç dakika güldük bilmiyorum ama ‘dayı’ bize küfür edip yandaki kahveye kaçtı , bir iki el kağıt oynayıp ikinci yarının ortalarında çaktırmadan yanımıza geldi.. fakat maç bitene kadar maçla ilgili tepki vermedi.. ‘dayı’ sen bizim her şeyimizsin..

Crockett..

‘kalbim hep bir yusuf..’ – Crockett

‘gülefer : yusuf.. sen misin.. yusuf.. canına kurban olayım oğul..

gerçek misin yoksa rüya mı görüyorum oğul..

iyi misin.. geldiğin yollarına kurban olurum oğul..’

 

‘gülefer : oy.. oy.. oğul.. büyüdün mü küçüldün mü bilmiyorum oğul.. ne yapayım.. on yılda belki büyümüşsündür sana olur mu bilmem..’

‘gülefer : hiç büyümemişsin oğul.. zayıf kalmışsın.. kimseye derdimi söylemek istemedim oğul..

gittim bahçede ağladım , kapı önünde ağladım.. geldim odanın duvarlarına baktım hep ağladım..’

‘KALBİM HEP BİR YUSUF..’ – Crockett

Günün Şarkısı : SABIR TAŞIM.. – HARİKA DEĞİRMENCİ

‘diğerine yazmıştım..

bu telefonu açmışsın..

seni seviyorum..

sana bir şey olmasın..

ben sensiz kalmayayım..

sensiz olmayı hiç düşünmemiştim daha..’

 

bitmeyen ve bitmeyecek gibi görünen yağmurlu , serin günlerde bu ‘sensizlik cehenneminin ateşlerinde’ yukarıdaki alıntıda yazdıkların gibi bana yazdığın ya da yazmadığın (kim bilir belki hepsi sonu gelmeyen bir rüyanın parçalarıdır) yüzlerce mesajı , maili ve yazıyı okuyarak yanarken ,  donuk bir ruh haliyle geceden kalma sarhoşluğumla yalpalayarak sabahleyin bilgisayarın başına oturdum.. kahvaltı etmemiştim ama içmek istiyordum.. içtikçe sana daha da yakın oluyorum.. anlattığımda komik geliyor belki herkese fakat benim hoşuma gidiyor artık bu durum..

bana saçma sapan bir ‘sensizlik’ biçtin.. amenna kabul ettik fakat biçtiğin bu ceza boşuna.. ben çözümünü buldum işte.. içiyorum ve hop senin yanında bitiveriyorum hemen.. hep yanındayım böylece.. aylar boyunca yanına , yaşadığın o deniz kenarındaki ‘kara’ şehre yaptığım günlük yüzlerce kilometrelik umutsuz yolculuklardan daha kolay bu yöntem.. içiyorum ve kopuyorum dış dünyadan ve sadece seninle kalabiliyorum.. öyle bir ruh hali işte yaşayan bilir.. ne sen ne başkası , senin yanı başındayken  , belki belki belki sana bir metre uzaktayken  seni görememenin acısını bilemez.. hissedebilseydin bu acımı ve yaşadıklarımı düşünebilseydin yanı başına her gün koşturup gelen bana bu ‘yok oluşu’ yaşatmazdın sen..  

işte bu ‘sağlıklı ruh halimle’ bitik mideme daha fazla eziyet etmemek için müzik dinleyerek esrikliğimi uzatmak istedim.. yarı sarhoş bir halde açtım eski şarkıların klasörünü.. dolandım şarkıların üzerinde.. harika değirmenci’nin ‘sabır taşım’ şarkısı gözüme çarptı , dinlemeye başladım.. mest oldum sabah sabah.. sana söylediğim sabah ‘duam’ oldu ‘sabır taşım’ şarkısı..

sonra harika değirmencinin güzelliği aklıma geldi.. şimdinin defolu , kendini beğenmiş şarkıcı , oyuncularına inat ışıl ışıl , duru bir güzellik : harika değirmenci..

1975 türkiye güzeli kendisi.. harika değirmenci ismiyle ve değişik isimlerle birçok 45’liğe imza atmış.. iki de sinema filmi var bu güzel ablamızın.. ‘sabır taşım’ şarkısı zaten oynadığı iki filmden biri olan ‘fırtına’ filminde söylediği bir şarkı.. harika değirmenci’nin sinema serüveni kısa sürmüş , evlendikten sonra film yapmamış.. hoş filmler konusunda pek olumlu şeyler yazamayacağım.. klasik zengin-fakir duygusal top çevirmeleri konu alıyor filmleri..

 

ama kesin olan şudur ki harika değirmenci sesiyle ve güzelliğiyle büyülemiştir herkesi yetmişli yıllarda.. dedim ya yukarıda : bir harika değirmenci’ye bakın bir de günümüzdekilere.. tamam tamam fazla sağa sola salça olup sataşmayacağım bugünlük..

‘reis’in katkılarıyla ilerleyen saatlerde ya da yarın belki de yarından yakın umarım dinleyebileceksiniz ‘sabır taşım’ şarkısını.. kim bilir belki de dinleyemeyeceksiniz.. yok yok bir ara dinlersiniz , dediklerimizi yapmadığımız olmadı şimdiye kadar.. oldu mu yoksa..

neyse bu kadar yeter..

şimdi ne yapıyorsanız hemen durun , boş verin  her şeye , koşturup çalışmayın.. basın gidin en yakın deniz kenarına , deniz yoksa mutlaka vardır yakınlarda sessiz sakin bir park , gidin , ağaçların altına koşun , oturun bir banka ve aylak aylak gökyüzüne , denize , ağaçlara neye istiyorsanız ona bakın , her şeyi unutun ve harika değirmenci ablamızı dinleyin ve müzikle kalın.. ben mi.. ben senin yanındayım işte.. yine oturmuş içiyorum seninle ve iliklerime kadar ‘sensizliği’ yaşıyorum..

Crockett..

SABIR TAŞIM..

sensizliğim senden sonraki aşkım
yalnızlığım benim tek arkadaşım
sende kaldı mutluluğum arayıp da her bulduğum
rüyalarım umutlarım da sende..

seni hatırlar dururum kadehlerde sarhoşluğum
gelsen de bir hiç gelmesen de..

yavaş yavaş eriyor sabır taşım
yaklaşıyor kapıma adımların..

‘HARİKA DEĞİRMENCİ’

CAFE BALZAC TERAS..

CAFE BALZAC TERAS..

günlerdir size güzel bir mekanı anlatmak istiyorum fakat bir türlü bu anlatmak istediğim mekandan kurtulup fırsat bulamıyorum size anlatmaya.. açıldığından bu yana sanırım yirmi gün geçti , işte bu süre zarfında hayatımızın akışını değiştiren sıcacık bir mekan oldu : cafe balzac teras..

cafe balzac teras kadıköy’de alkım kitapevinin terasında açıldı..

eşsiz bir manzarası var balzac cafe’nin.. istanbul önünüzde tüm ihtişamıyla.. haydarpaşa garı’ndan , galata kulesi’ne , sultanahmet’e , ayasofya’ya , topkapı sarayı’na , gelip geçen vapurlara kadar boğazın eşsiz güzelliğiyle tüm istanbul önünüzde.. dilerseniz sadece deniz ve gökyüzüne kendinizi hapsedebilirsiniz..

cafe balzac’ın sağlam , temiz ve güzel bir mutfağı var.. yemek menüsü geniş bir seçenek imkanı sunuyor size.. kaliteden ödün vermedikleri gibi yemekleri oldukça lezzetli.. isteyene fast food tarzı yemekler de var menüde.. sabahları bu eşsiz manzarada kahvaltınızı da yapabilirsiniz..

tabi bizi ilgilendiren en önemli konu doğal olarak cafe balzac’ın içecek menüsüydü.. bu mekanı ilk keşfeden pirimiz ‘halo’ yani ‘dayı’ gidip bu hususta keşif yapmış bizi götürmeden bir gün önce.. çünkü ne o ne de biz böyle güzel manzaralı bir yerde alkolsüz bir mekana tahammül edemezdik.. canımız çekerdi , kötü olurduk , yazık olurdu bizlere.. ama korkmayın yemek menüsü gibi içecek konusunda da çok geniş bir menüsü var cafe balzac’ın.. alkollü , alkolsüz istediğiniz içeceği bulabilirsiniz.. balzac’ın hayatını ve kahveye düşkünlüğünü bilmezdim ama cafe balzac’ta öğrendik ki balzac’ın hayatı boyunca elli bine yakın aşırı sert kahve içtiği tahmin ediliyor.. kahveye pek düşkünmüş balzac üstadımız.. hoş bizim tayfanın kahveyle değil de daha çok alkol çeşitleriyle arası var..

cafe balzac teras’ta çalışan personel arkadaşlarımız da çok sıcak ve cana yakın insanlar.. aylak aylak sekiz dokuz saat oturduğumuzda bile gözlemlediğimiz : saatlerdir ayakta olmalarına ve sağa sola koşturmalarına rağmen yüzlerinde sıcak gülümsemeleri hala arkadaşların yüzlerinden eksik olmuyordu.. hepsine verdiğimiz uzun rahatsızlıklardan dolayı buradan hem özür dileyelim hem de teşekkür edelim.. burada çalışan arkadaşların en çok merak ettikleri şuydu : bizim her gün aylak aylak saatlerce nasıl oturabildiğimiz ve işimizin gücümüzün olup olmadığıydı.. sonra onlar da vazgeçti bunu düşünmekten.. bizi sessizce anlayıp gülümsediler aylaklığımıza..

cafe balzac teras’ın bir özelliği de sanat , edebiyat çevrelerinden bir çok tanınmış ismin burayı mesken edinmesi.. sevdiğiniz yazarlarla , sanatçılarla kahve içerek güzel bir sohbet etmek istiyorsanız doğru adres kesinlikle burası..

tabi ki diyeceksiniz anlat anlat da sadede gel : önemli olan fiyatlar.. fiyatlar ne alemde.. fiyatlara da beş yıldız mı versem , on numara mı desem bilmiyorum , ya da manzaradan mı etkilenip diyorum bilmiyorum ama bu kalitede ve bu manzaraya sahip benzer mekanlara göre de oldukça uygun bir fiyat listesi var..

bu yazıyla kendimi biraz garip hissettim.. bir an ne oluyorum ya dedim mehmet yaşin ve vedat milor’a mı öykünüyorum ne.. haddime değil kesinlikle.. sadece bu hoş mekanı tanıtayım istedim..

işte neyse biz yirmi günü geçtik belki ama bu mekanla yatıp bu mekanla kalkıyoruz.. dayı bir bulaştırdı bizi yörüngemiz değişti.. çevremizdeki insanlara da anlatınca ya da onları oraya götürünce müptelası oluyor herkes.. bazen gittiğimizde bakıyoruz cafe balzac teras  ‘dayı’nın müritlerinin mekanına dönmüş.. ah ‘halo’ ah senin için mekan önemli değil önemli olan içmek ama bizim aklımız havada bulaştırdın bizi bu mekana kendin tüydün gittin.. bir oradasın bir burada.. neyse ki ben mücbir sebeplerden beş altı gündür kendimi kurtardım mekandan.. ama inanın zor tutuyorum kendimi , çok özledim cafe balzac’ı ya da terasımızı ya da çatımızı , ya da damımızı..

uzun ömürlü ve hep aynı kalitede olması dileğiyle cafe balzac teras’ın yolu açık olsun diyelim ve son olarak ayhan sicimoğlu üstadım gibi ‘hastasıyız’ diyerek bu karışık alkollü yazıya bir son vereyim..         

Crockett..

GENJİ..

Beni izlersen hayallerin neyden yapılmış olduğunu sana gösteririm..- GENJİ

Hayat yolunda gösterişsiz tam gaz dümdüz ilerlemek lazım Genji.. Uuuuç Genji uç.. Genji Uç.. -KEN

‘şimdi arkanda bıraktıklarını , neler bırakabileceğini , neler bırakman gerektiğini düşün ; rastlantının yeryüzüne gelmiş gelecek en büyük katil olduğunu da düşün..’ – ROBERTO BOLANO

‘o zaman , ben max değilim , diyeceğine , grubunla yola devam etmeye çalışıyorsun.. bir an paniğe kapılıyorum , öyle bir panik ki insan zihninde gülmeyle korkuyu birbirine katıştırıyor.. tam ne yapacağımı bilemeden peşinden gidiyorum.. ama sen ve üç kişi daha duruyorsunuz , boş gözlerle beni süzüyorsunuz.. konuşmamız lazım max , diyorum sana.. o zaman sen , ben max değilim , benim adım max değil , diyorsun , beni bir başkasıyla karıştırıyor olmalısın.. ben de sana , kusura bakma , max’a öyle çok benziyorsun ki , ama seninle de konuşmak istiyorum , diyorum.. ne konuşacaksın.. max’ı , diyorum.. gülüyorsun , bu kez kararlı bir edayla arkadaşlarının gerisinde kalıyorsun , onlar ilerlerken gittikleri barın adını söylüyorlar , bu kentten o bardan yola çıkarak ayrılacaksınız.. tamam diyorsun , orada görüşürüz.. arkadaşlarının siluetleri gitgide küçülüyor , arkamızda kalan stadyumda küçülüyor.. motosikleti ben kullanıyorum , gaz pedalına sonuna kadar basıyorum , büyük bulvar o saatte neredeyse bomboş , sadece stadyumdan çıkanlar var , sen arkamdasın , belime sarılıyorsun , sırtıma bir midyenin kayalara yapıştığı gibi yapıştığını hissediyorum.. bulvarda hava gerçekten yumuşakçalara çarpan dalgalar kadar soğuk.. bana daha sıkı yapışıyorsun , denizin sadece düşmanca olmayıp bir zaman tüneli olduğunu kavrayan birinin doğallığıyla.. daha önce boynuna sardığın gömlek gibi şimdi de sen belime sarılıyorsun.. ama bu kez dans eden conga , uzun bir tüpü andıran büyük bulvar’da esen rüzgar oluyor.. gülüyorsun , bir şeyler söylüyorsun , kim bilir belki ağaçların altında yürüyen insanların arasında arkadaşlarını görmüştün , belki tanımadığın birilerine hakaretler yağdırıyordun.. ah , max , sen ne hoşçakal dersin , ne merhaba , ne de görüşelim , sen sadece kan davası kadar eski sloganları tekrarlarsın , evet eski ama tutunduğun kayadan daha eski değil.. hani o dalgaları , geceleri derindeki akıntıları hissederek , sürüklenmeyeceğinden emin tutunduğun kaya..’

‘şimdi arkanda bıraktıklarını , neler bırakabileceğini , neler bırakman gerektiğini düşün ; rastlantının yeryüzüne gelmiş gelecek en büyük katil olduğunu da düşün..’

KATİL OROSPULAR , ROBERTO BOLANO..

’18- bataille bir yazısında gözyaşlarının en uç iletişim biçimi olduğunu söyler.. ben de ağlamaya başladım, ama normal , öyle bildiğimiz gibi ağlamıyordum , yani gözyaşlarım yavaşça yanaklarımdan süzülmüyordu , vahşice , hıçkıra hıçkıra ağlıyordum , biraz alice harikalar diyarında da olduğu gibi , her yanı  seller götürüyordu..’

’40- hüzünden ölünür mü.. evet , hüzünden ölünür , açlıktan ölünür (çok sancılı bir ölüm) , hatta kin beslemekten bile ölünür..

41- aynı işkence ve ölümün tekrarlandığı , aynı partiye mensup , aynı güzellikte , bu tanımadığım şili’li kız aynı kişi miydi , yoksa üç ayrı kadın mıydı.. bir arkadaşa göre aynı kadındı , vallejo’nun ‘kitle’ şiirinde olduğu gibi öldükçe çoğalıyordu , hala ölü kalsa da.. (aslında vallejo’nun şiirinde ölü adam değildi çoğalan , çoğalanlar onun ölmesini istemeyenlerdi..)’

DANS NOTLARI , ROBERTO BOLANO..

KATİL OROSPULAR , ROBERTO BOLANO (öyküler) , Çeviri : PERAL BAYAZ , METİS Yayınları , Şubat 2010..

‘yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu..’ – AYLAK ADAM , YUSUF ATILGAN

‘güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi..’

‘çabuk kurtulma özgürlüğü insanın elindeyken kişinin dayanamayacağı kötü durum yoktu..’

‘ya insanlar.. onların yaşamasında her şey ayrıntı. önemli olan yemek değil , yenecek yemeğin çeşididir ; giysi değil , giysinin çeşidi ; ayakkabının çeşidi. günlerin adı bile.. belli günlerde belli yaşamları vardır.. pazar günleri pazarlık yaşamalarını kuşanırlar, çarşambaları çarşambalık! hep ayrıntılar! paranın sayısı gibi.  güler’in mavi gözlü oluşu gibi..’

‘yaman adamdı bu dilenci. insanların işten dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu..’

‘yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu..’

‘bir genç horoz konuşabilseydi ancak bu sesle konuşurdu. neden insanlar susmayı bilmiyor.. ‘o bilir. susulacak zamanı o bilir.’ birden içinde ona karşı dayanılmaz bir sevgi, bir özlem duydu. elini biri nerde çekti aldı.. yerinden kalktı. işte gidecek. filmi görmese de olur. sinemadan çıkarken yarın gelip yine beklemeyi kuruyordu. bu gece günlüğüne ne yazacak.. bu günü nasıl özetleyecek.. ‘bir horozun vakitsiz ötüşü’ diye yazsa olmaz mı..’

‘doğru, hep başkayız. ayak bastığımız her yer dünyanın merkezi oluyor. her şey bizim çevremizde dönüyor..’ 

AYLAK ADAM , YUSUF ATILGAN , Yapı Kredi Yayınları , Ekim 2000..

savrulmayan yapraklar..

savrulmayan yapraklar..

‘sensizliğin’ ve hayatın rutin boğuculuğu altında ezilirken , pazartesi günü nefret ettiğim telefonlarım öğleden sonra bir halt olmuş gibi çalmaya başladı yine.. baktım tanımadığım bir numara , doğal olarak cevap yok.. sonra dikkat ettim aynı numara son bir haftadır defalarca arayan bir numara.. yıkılsa dünya açmam yine de.. açmadım..

beş on dakika sonra kapı çaldı , açan arkadaşlar ‘umut’ diye birisinin geldiğini haber verdiler.. o sıkıntı içinde küfürler yağdırarak kendi kendime ‘kim bu umut’ derken girişe doğru yöneldiğimde baktım bizim ‘umudo’ klasik gülümseyişiyle duruyor.. ve saydırıyor bana : ‘niye telefonlarını açmıyorsun ulan’.. meğer günlerdir arayan oymuş..

vay vay vay.. kaç yıl oldu görmeyeli kaç yıl.. duygulandım.. 20 yıl öncesinden başlayan arkadaşlığımız , çocukluğumuzdan gençliğe adım atarken beraber yaşadığımız yüzlerce anı , olay.. kaybedip de hiç ummadığım anda bulduğum sımsıcak bir kalp..  sarıldım , sarıldık.. insan yol aldıkça hayatta daha da duygusallaşıyor , neredeyse ağlayacaktım..

dünyada her şey değişiyor , herkes değişiyor zaman geçtikçe : fiziksel , düşünsel , ruhsal vs.. ama bizim ‘umudo’nun bir farkı var : o fiziksel olarak da hiç değişmiyor.. ‘umudo’ hala aynı umudo.. insan hiç değişmez mi ya.. yok ‘umudo’ hiç değişmez.. liseden mezun olduğumuzda ‘umudo’ nasılsa fiziksel olarak yine aynı.. biz şekilden şekle girmişiz , yamulmuşuz , dağılmışız ama ‘umudo’ hala dipçik gibi , zıpkın gibi.. ‘maşallah’ diyeceğim lafın gelişi ama onun işi olmaz maşallahla , nazar boncuğuyla..

oturduk bir iki lafladık.. durumlarımızı kısaca özet geçtik.. ispanya ve almanya arasında dolanıp duruyormuş ‘umudo’.. iki ülkede yaşıyorum diyor.. ingilizce’nin yanına ispanyolca’yla , almanca’yı da eklemiş.. sevindim.. mutlu görünüyordu çünkü biraz olsun.. gözleri ışıldıyordu hala lisedeki gibi.. adı gibi hala umut doluydu.. çevremde böyle savrulmayan yaprakların , fırtınalara karşı ayak direyenlerin , umutla gülümseyenlerin olduğunu hatırlayınca ben de gülümsüyorum , kalbime bir sıcaklık yayılıyor..

kısa bir sohbetten sonra kalktık kadıköy’ün sokaklarına daldık eski günlerdeki gibi.. her köşesinde değil her adımında bu sokakların bir anımız var.. dolaştık , dolaşırken anlattık , güldük , kahkahalarla birbirimizin üzerine yıkıldık ; sonra bazen hüzünlendik , gözlerimiz doldu , küfrettik ; hayatımıza giren , girmeye çalışan çiyanlara ve kötülere küfrettik fütursuzca.. ellerimiz kollarımız rahat durmadı bazen birbirimize saldırdık , kapıştık lise yıllarındaki gibi.. benim gözlüklerimi nasıl , nerelerde kırdığını hatırlattım ona.. sayısını unuttum ama olsun varsın feda olsun ona gözlükler.. hele bir tanesi var ki akıllara zarar.. onu da unutmuş ‘umudo’.. ayrıntıyı vermeyeyim ama 17 – 18 yaşlarındaydık sanat , edebiyat , siyaset içeren bir konu da okula giderken tartışıyorduk.. bir o duruyor bana bağıra çağıra bir şeyler söylüyor bir ben.. neyse tartışmanın dozajı artık o dereceye gelmişti ki vücut dilini iyi kullanan ‘umudo’ sol taraftaki vitrinlere bakıp bir şeyler anlatırken sağ kolunu bana doğru uzatınca benim bir haftalık yeni gözlüklerim havalandı gökyüzüne doğru ve sonra kaldırımları öptü çatt diye.. bir camı kırıldı , bir de gözlüğün sağ kolu.. donduk kaldık.. gittik hemen gözlük cesedinin başına , ‘umudo’ özürler diliyor , bense akşama evdekilere ne yalan söyleyeceğimi kurmaya çalışıyorum aklımda , bir de tüm günü okulda nasıl geçireceğimi düşünüyorum.. toparlandık , okula doğru giderken ‘umudo’ en nazik sesiyle bir daha böyle kapsamlı , sosyal içerikli tartışmalar yaptığımızda kendimizi kaybetmememiz gerektiğini bana anlatıyordu..

‘umudo’yla binlerce anımız var.. o gün hangi birine güleceğimizi , hüzünleneceğimizi şaşırdık.. oturduk bir yerde önce zıkkımlandık.. sonra çöplüğüme geldik , baş başa gece yarısına kadar içtik.. kafalar çakır olunca ‘itiraflar’ da başladı tabi.. ben ‘umudo’yu sarhoş ettiğim bir gün babasının kütüphanesindeki kapitallerinin üç cildini ve yine tuğla gibi olan seçme eserlerinin üç cildini bana nasıl hediye ettirdiğimi hatırlatınca ‘şerefsiz kitap hırsızı’ dedi gülümseyerek.. ama ben de ona kendisinin benim kütüphaneden bir haftalığına aldığı onlarca kitaplık bir yürütme hikayesini anlatınca ‘ödeşmişiz’ dedi kahkaha atarak..

sohbet sohbeti açtı.. ‘umudo’ aynı.. her şeyiyle.. hala ‘fenerbahçeli’ mesela.. hala aynı derecede koyu fenerli.. ya adam yurtdışında bile  maçları kaçırmıyormuş , günü birlik uçağa atlayıp türkiye’ye gelip maçları izliyormuş kadıköy’de.. hatta ali sami yen’deki galatasaray derbisine gelmiş , fotoğraflarını gösterdi.. ‘lan ne iş’ dedim.. sporun siyasetle , ekonomiyle , sistemle ilişkilerini , etkileşimlerini konuştuk.. faşist franconun spora bilhassa futbola bakışından girdik livorno’ya , faşist lazioya , hoffenheim’a , futbolun ‘günümüzün afyonu’ haline getirilmeye çalışılmasına kadar her şeye girdik çıktık , özet geçtik , tartıştık..

sonra bir ara bana ‘vamos bien’den bahsetti.. ‘vamos bien’ ispanyolca ‘iyi gidiyoruz , her şey yolunda’ anlamına gelen bir cümle.. aynı zamanda fidel castro’nun bir kitabının da adıydı sanırım..

umudo’nun bahsettiği ‘vamos bien’in ise  fenerbahçe tribünlerinin içinde dejenere olmaya karşı duran , hala spora spor bazında , kardeşleşme bazında bakabilen bir taraftar topluluğu olduğundan bahsetti.. ‘taksime bir mayısa çıktılar , görmedin mi alanda’ dedi.. tekel işçilerine verdikleri destekten , katıldıkları diğer gösterilere ve pankartlarına kadar her şeyden biraz biraz anlattı.. sonra bir mayıstaki görüntülerini izletti ‘vamos bien’in..

beni ‘vamos bien’ci yapacaktı , aklından geçen kesin buydu.. ‘içirdim , şimdi renklerini değiştiririm bunun’ diyordu içinden mutlaka.. renklerimiz farklı olsa da kalplerimiz bir be ‘umudo’..

sohbet hiç bitmesin diye zamandan , mekandan  koptuk sanki.. fakat bitti işte.. gece yarısı atladık bir taksiye evlere tevzi olduk.. takside de tam gaz sohbete devam , kafasını açtık taksicinin..

yatağıma ulaşabildiğimde gözlerim kapandı ama ben hala gülümsüyordum..

sonra gece yarısı bir masal gibi uyutan bir mesaj geldi telefonuma ‘umudo’dan aynen kendisi gibi umut dolu : ‘güzel günler göreceğiz.. , her ilkbaharda yeniden çiçek açacağız..’

ne diyeyim ben sana..

‘tüm gözlükler feda olsun’ sana ‘umudo’..

Crockett..

(Fotoğraflar : Crockett.. – Gölcük , Bolu..)

‘aylak adamız 1 yaşında..’

(reichstag , berlin’in düşüşü , nisan 1945..)

‘aylak adamız 1 yaşında..’

bebe büyüyor , yavaş yavaş da dillenmeye başladı..

birkaç aya kalmaz emekler..

aylak aylak yürüyeceği günler de  elbet gelecek..

27 nisan 2009’da reichstag’ın ve berlin’in düşüşüyle ilgili çok güzel bir karakalem çalışması ile başlamıştık.. bugün de bu çalışmanın yapıldığı fotoğrafın kendisiyle başlayalım dedim..

bugünün anlam ve önemiyle ilgili ne yazmak gerekir diye düşündüm ve yukarıdakilerden başka bir şey aklıma gelmedi önce.. belki de bazılarının dediği gibi ‘ruh halimin sağlıklı olmayışındandır’ bu kadar önemli bir gün de aklıma yazacak bir şeylerin gelmeyişi..

yine de birşeyler yazayım bebeye ayıp olmasın..

güzel bir gün aslında.. en azından gülümsüyorum biraz..

reis ‘blackhawk’ olmasaydı aylak adamız’da olmazdı.. reise bin selam.. açık konuşmak gerekirse yola çıktığımızda ben de uzun soluklu bir çalışma olacağını sanmıyordum ama şimdi aylak adamız’ın olmadığı bir dünya düşünemiyorum.. 

aylak adamız 1 yaşında.. (aylak adam değil !)

aylak adamız yine umut dolu olacak denizler gibi..

aylak adamız yine umutsuzluk dolu olacak slyvia plath gibi..

aylak adamız yine neşeli olacak halo hasan dayımız gibi..

aylak adamız yine hüzünlü olacak forgiveness’in ‘david’i gibi , jacqueline du pre gibi..

aylak adamız yine isyankar olacak bandistanın ezgileri gibi..

aylak adamız yine melankoli dolu olacak sonbaharın ‘yusuf’u gibi..

aylak adamız yine kavgacı olacak ‘genji’ gibi..

aylak adamız yine hep sarhoş olacak bukowski gibi..

aylak adamız yine aylak olacak aylak adamın ‘C’si gibi..

aylak adamız subcomandante marcos’un söylediği gibi yine ‘dışı kırmızı , içi beyaz bir turp gibi , doğurgan , bütün ihtimallere açık’ olacak..

ve aylak adamız yine insana , insanlığa düşman tüm kötülüklerin ve kötülerin karşısında hep muhammed ali’nin yumrukları gibi sert ve acımasız olacak..

Crockett..

‘senin ruh halin sağlıklı değil..’

‘senin ruh halin sağlıklı değil..’

günlerdir bir şeyler yazmak istiyorum , yazamıyorum.. canım öyle sıkkın , öyle sıkkın ki.. zaman zaman patlamalara dönüşüyor içimdeki sıkıntı.. her şey , herkes üzerime üzerime geliyor.. sanki dünyadaki tüm kötülüklerin , aksaklıkların sebebi benmişim gibi.. herkes dünyanın merkezine kendisini koymuş.. herkes çemberin içinde ve herkes bir de üstüne üstlük çemberin merkezi sanıyor kendisini.. bir ben dışında kalmışım..

dün doruk noktasına vardı bu sıkıntı , bezginlik.. kendimden tiksindim artık.. ben de hata.. nefes almaya çalışmak , nefes almaya çabalamak , bunda diretmek salaklık gibi geldi bana..

kafama mermi gibi çakılan iki cümle kendimden tiksindirdi bu pislik , saçma sapan dünyada nefes almaya çabaladığım için…. kendime son noktayı koydurdu..

birinci cümle beynime isabet etti ikincisi kalbime..

‘adam değilsin..’

‘senin ruh halin sağlıklı değil..’

yedim bu mermileri kalbime ve beynime.. bir süre yığıldım kaldım.. düşünmeye , algılamaya çalıştım.. bu cümlelere hayatım boyunca kaç kere muhatap olmuşumdur diye düşündüm.. ama söyleyene göre etkisini değiştiriyor işte.. kimisi tabanca mermisi gibi , kimisi tank mermisi gibi , kimisi tonlarca ağırlığındaki uçak mermileri gibi.. 

ben artık en ağırını , en acısını yemişim ki o kulakları sağır edici patlama ertesi sessizlikten sonra fırladım hem kafamı hem kalbimi söktüm attım.. kalpsiz ve içi boş bir kafayla boş boş , alık alık ineklerin trenlere baktığı gibi hayata ve insanlara bakmak en güzel şeydir diye düşündüm..

koştum en yakın pis bir çöplüğe beynimi attım kediler ziyafet çeksin diye.. çarşıdaki en yakın umumi tuvalete de kalbimi attım , sifonu da çekmedim.. layık oldukları yerler oralardır diye düşündüm.. bana şu ana kadar en çok acı çektiren iki boktan organım.. intikam mıydı.. kurtuluş muydu.. bilmiyorum..

yakınlarda izlediğim bir hollywood filminde de ruhlarını taşımaktan acı çeken ya da yorulan insanların ruhlarını vücutlarından bir makineyle çıkarıp insanlar için bunları diledikleri süre kadar saklayan bir ruh bankasını anlatan bir film izlemiştim.. sanırım adı ‘cold souls’ filandı.. senaryo belli yerlerde tökezliyordu ama anlatmak istediğini anlatıyordu.. paul giametti’nin oyunculuğu filmin tökezleyen yerlerini kurtarıyordu.. filmde devreye her sektörde olduğu gibi mafya giriyordu.. ruh mafyası bu bankadan ruhları çalıp başka kişilere satıyordu.. aynı zamanda ruh mafyası para karşılığı satın aldığı şair , sanatçı gibi insanların ruhlarını paul giametti’nin ruhunu saklattığı  ruh bankasına satıyordu.. doğal olarak hollywood yapımı film olduğundan dünyadaki tüm kötülüklerin başları hala ruslar olduğundan ‘ruh mafyası’ da bir ‘rus mafyasıydı’ yine.. güzel uyumlu oluyor işte : ruh mafyası – rus mafyası.. güzelim senaryoya ezeli ve ebedi düşman olarak yine rusları koyarak filmi rezil ediyorlar ama izlenilecek bir film tavsiye ederim..

ben de bu filmdekinden daha fazlasını yaptım kalbimi ve beynimi layık oldukları yerlere gönderdim.. dünden bu yana biraz hafiflemiş gibiyim.. bakalım yan etkileri ne olacak.. gerçi yemişim yan etkisini , varlıkları yeterince hayatımı katlediyordu zaten..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü çalmayı çırpmayı bilmem..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü yalan söylemeyi bilmem..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü bu acımasız kapitalist sisteme inanmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü karşılıksız paylaşmayı severim..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü kimsenin arkasından konuşmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü kimseyi içki sofralarına meze yapmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü kimsenin arkasından plan yapmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü başka bir niyetim yoktur arka planda hiçbir zaman..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü sevdiğim insanları gerçekten severim , karşılıksız..

ayrıca ‘adam da değilim’ zaten , hiçbir zaman da adam gibi olmayacağım..

‘adam mı’ olmak istiyorsun önce yalan söylemeyi öğreneceksin , çalıp çırpacaksın , karşı cinsine hep ekmek çıkar diye hesaplar yapıp yalanlar söyleyip planlar yapacaksın sonra sarkacaksın ya tutarsa hesabı , sevgi sözcüğünü sözlüğünden çıkaracaksın , herkesi ezeceksin , herkese art niyet besleyeceksin , sinekten yağ çıkarmayı bileceksin , karşındaki insanın yüzüne gülüp , en güzel şeyleri söyleyeceksin ve sonra ondan en güzel şekilde faydalanacaksın çekinmeyeceksin hemen derisinden giysi , sütünden peynir , saçından ampul teli yapacaksın , sonra da işe yaramayınca bir de satıp artıklarından kazanacaksın , adam mı olacaksın son olarak da dünyanın her yerinde  hükmedenlere en güzel şekilde itaat edeceksin.. itaat etmeyi bileceksiniz ki büyüklerin sofrasına yakın olasınız böylece büyüklerin sofrasından aşağıya düşen kırıntılardan sebeplenesiniz.. e bal tutan parmağını yalar demişler..

işte böyle benim ruh halim sağlıklı değil ve de adam değilim..

dileyen dilediği gibi düşünsün , artık kalbim de beynimde yok..

şimdi gelelim ikinci meseleye..

‘aylakadamız..’

üç gün sonra birinci yılını dolduracak..

zaman ne çabuk geçmiş..

hatırlıyorum da ‘reis’ büroda ilk ‘aylakadamız’ fikrini söylediğinde ben hariç herkes dalga geçip gülmüştü.. sonra bazıları sözler verdiler , bizler yazarız falan filan dediler.. sonra yola koyulduk.. ve yola koyulduktan sonra arkamıza baktık ki herkes kaçışmış bir başımıza kalmışız.. neyse biz satılmaya alışkın olduğumuzdan yola devam ettik.. önce çok kafa bulanlar oldu ‘aylakadamız’la hem çevremizden hem uzaklardan.. biz yapıcı eleştirilerin hepsinden faydalandık.. kafa bulanlara , dalga geçenlere , gülenlere biz güldük.. önce onlarda , yirmilerde geziniyordu ziyaretçi sayımız.. sonra yüzleri bulduk.. bir de baktık ki ‘aylakadamız’ın freni kopmuş.. öyle siteler var ki onlarca yazarıyla bu kadar müdavimi bulamıyor , bu kadar okuyucusu olmuyor..

okuyucu sayımız dışında ilginç olan bir hususta ‘aylakadamızın’ almanyadan endonezyaya , endonezyadan , jamaikaya , koreye , israile , japonyaya , amerikaya  , avustralyaya , irana kadar dünyanın her ülkesine yayılan bir takipçi profilinin olması..

bir de aylakadamız’a yazma teklifinde bulunduğumuz bazı arkadaşlarımızın öyle komik bahaneler bulması var ki artık gülecek halimiz kalmadı..

bazıları eleştirilerinde diyor ki siteniz çoğunlukla alıntılar sitesi gibi.. özgün şeyler yok.. gel yaz diyorsun , özgün bir şeyleri sen döktür diyoruz.. hemen kaçıyorlar.. ayrıca amaçlarımızdan birisi de okuyup , dinleyip , izleyip bunları paylaşabilmek , tanıtabilmek.. bazı siteler gibi sağdan soldan kopyalayıp yapıştırıp paylaşmıyoruz.. ha bizden kopyalayıp yapıştırmak isteyenler özgür her konuda.. biz de sınır yok..

işte böyle laf çok icraat yok.. ama şunu söyleyeyim bu arkadaşların siteyi iyi incelemedikleri , yeterince takip etmedikleri ortada..  ‘aylakadamız’ bir alıntılar sitesi değil.. hayal kırıklıklarımızdan , umutlarımıza , gözyaşlarımızdan yaşadıklarımıza kadar her şey var sitede.. yeni yayınlar , filmler , edebiyat , müzik , sanat , siyaset , spor dünyasından haberler var.. özetle söylemek gerekirse bizimle kalpleri atan herkesle paylaşmak istediğimiz şeyleri paylaşıyoruz burada..

üç gün sonra ilk yılını dolduracak ‘aylakadamız’..

biz yola devam ediyoruz..

kapımız da herkese açık.. gerisi hikaye.. vız gelir tırıs gider boş laflar..

çaya çorbaya , adaya modaya limon..

şimdi bana müsaade rakı erik faslına gireceğim.. kalpsiz ve beyinsiz şekilde ağlamadan bir rakı içeyim bari abidin abimle..

bitmesin dertler …… ….. .

Crockett..

uçmaya devam.. ‘genjiiiiii.. uç genji.. uçççççç..’