Archive for the ‘Müzik’ Category

Bir Yalnız Adam , JACQUES BREL.. – MARİO LEVİ

‘j. clouzet : sizce nedir şefkatin anlamı..

jacques brel : şefkati seviyorum ben.. şefkati vermeyi de seviyorum almayı da.. ama genelde şefkatten yoksunuz hepimiz.. şefkati alma yürekliliğini gösteremiyoruz çünkü verme yürekliliğini de.. çünkü şefkat annelerimizden ve babalarımızdan gelmeliydi her şeyden önce.. aileyse bir zamanlar olduğu gibi değil artık.. yavaş yavaş yok oluyor şefkat ve en acısı , yeri hiçbir şeyle doldurulamıyor.. özellikle de kadınların eskisi denli müşfik olmadıklarını söylemek gerek.. bir tutkunun dışavurumudur aşk.. şefkatse bambaşka bir şeydir.. tutku yok olabilir günün birinde , şefkat hiç değişmez , hep olduğu gibi kalır.. öyle sanıyorum ki , şarkılarımdaki aşkla şefkati anlatmak istiyorum aslında.. bu hep böyle oldu ama ancak şimdi ayrımsayabiliyorum kimi gerçekleri..

j. clouzet : kadınların erkeklere önemsenebilecek birtakım şeyler getirebileceklerine inanıyor musunuz , dengeyi örneğin..

jacques brel : hayır.. kadınlar bir denge getirmezler erkeklere.. çünkü hep de verdiklerinden daha fazlasını alırlar , almak isterler sizden.. zamanla dengemizi yitirebilmemize de neden olurlar dahası.. sahip olduğumuz her şeyi kendilerine vermeye bizi zorunlu kılarlar da ondan.. bu oyunu oynamayı kabullenirsek , sonuçta bir boşlukta , yoksul ve soysuzlaşmış olarak buluveririz kendimizi.. ve oldukça sağlıklı mahluklar olduklarından , günün birinde bir başkası için terk ediverirler bizi.. aynanın karşısındadırlar.. biraz ruj sürerler dudaklarına.. yeniden başlar her şey.. hayır , kadınlar birtakım şeyler getirebilirler erkeklere , yadsıyamayız bunu.. ama bir denge değildir kuşkusuz getirdikleri..

j. clouzet : yalnızlığın size çok çekici geldiği doğru mu..

jacques brel : evet.. yalnız yaşamak günün birinde mutlaka gerçekleştireceğim bir tasarı.. tamıtamına bir yalnızlık isteği değil bu , kente yakın bir evde yaşayıp , kent merkezine örneğin haftada birkaç kez gidebileceğim bir yaşama düzeni daha çok..

bir münzevi olarak değil , kabuğuna çekilmiş bir kişi olarak yaşamak istiyorum yalnızca.. beni yavaş yavaş rahatsız etmeye başlayan kimi yanlış anlamaları kendimden uzak tutabilmek için böyle davranacağım.. böylelikle yalnız bir insan olmadığıma başkalarına inandırmak için umutsuzca sürdürdüğüm bu oyuna da son vermiş olabileceğim.. aslına bakılırsa sapına kadar bir yalnızım çünkü..’

BİR TEK AŞK KALINCA

bir tek aşk kalınca

paylaşılabilecek

aşkımızla birlik

yolculuk gününden

bir tek aşk kalınca

aşkım benim , seninle benimle

coşabilmesi için sevinçten

her saat ve her günün

bir tek aşk kalınca

yaşanabilelim diye sözlerimizi

ve söz verdiklerimize

inanmanın dışında

hiçbir zenginliksiz

bir tek aşk kalınca

çoğaltabilmek için tansıklarımızı

varoşların çirkinliğini

örtebilmek için güneşle

bir tek neden

bir tek şarkı

bir tek yardım için..

 

bir tek aşk kalınca

bir sabahın ilk saatlerinde

kadifeden paltolarla

giydirebilmek için yoksulları ve serserileri

 

bir tek aşk kalınca

yeryüzündeki tüm kötülüklere

basit bir ozan gibi

bir dua gibi sunulabilecek

 

bir tek aşk kalınca

tek dayanağı aramak olanlara

sunulabilecek

bir tek aşk kalınca

kavşakların her birinde

zorlayabilmek için yazgıyı

bir tek aşk kalınca

topa tüfeğe seslenebilmek

ve bir davula

söz geçirebilmek için

 

işte o zaman , işte o zaman

sevmek gücünden başka

hiçbir şeye sahip olmaksızın

ellerimizde tutacağız dostlar

ellerimizde tutacağız tüm dünyayı..

JACQUES BREL

‘Bir Yalnız Adam , JACQUES BREL..’ , MARİO LEVİ , Doğan Kitap , Mart 2010..

BU SES HİÇ SUSMAYACAK ! – GRUP YORUM

BU SES HİÇ SUSMAYACAK !

‘büyük bir onur yaşıyoruz. halkın sanatını yapmak üzere yola çıkışımızdan bu yana tam 25 yıl geçmiş. neler neler yaşanmış bu süre boyunca… ve işte şimdi, her şeye rağmen durmadan, hiç durmadan yürüyebilmeyi başarmanın onuruyla buradayız… 25 yılımıza dair söyleyeceklerimizi ruhi su ustamızın mezarı başında söylemek istedik. çünkü o’ndan ve o’nun gibi ustalarımızdan öğrendik halkın sanatını yapmayı. ve onlardan öğrendiklerimizle yürüyebildik 25 yıl boyunca…

yaşama sevincini, umudu, insanca bir yaşamı anlatmak istedik. bir şeylerin değişmek zorunda olduğunu ve bunu değiştirmenin insanların iradesi ile mümkün olduğunu söylemek istedik. piyasa denilen cangılın ortasında kirletilmemiş, yeni bir ses, yeni bir yol ararken; yüzümüzü anadolu halklarının binlerce yıldan bu yana süzülüp gelen seslerine çevirdik. ve orada ezgileriyle, sesleriyle ve hayatlarıyla sanatın ve müziğin bilinen yasalarını yeniden yeniden öğrenmemizi ve sorgulamamızı sağlayan anadolu’nun büyük ozanlarına rastladık…

müziğin, şiirin, genel olarak sanatın gönülleri geçici olarak hoş etme aracından ibaret olmadığını, halkın her derdini dile getiren kolektif sesi-soluğu olduğunu öğrendiğimiz yunuslara, karacalara, dadallara, pir sultanlara… ve o tarihin ve toprağın seslerini bize taşıyan ruhi sulara, mahzunilere, hayatın ve halkın içinde hak ve özgürlük kavgasının sesi olan devrimci ozanlara… and dağları’nın en temiz soluğunu, kentlerin sokaklarına taşıyan yeni şarkı’cılara, mercedes sosalara, victor jaralara, carlos pueblolara, violetta parralara, inti illimani’nin tutkulu üyelerine… ve amerika’da, avrupa’da, afrika’da, asya’da halklarının onurlu sesi-soluğu olmuş, direnerek yaşamış ve yaşadığı gibi üretmiş, özgürlüğe tutkulu bütün kültür emekçilerine ne kadar teşekkür etsek azdır…

bilincimizin ve duygularımızın mimarları olmayı sürdüren nazım hikmetlere, hasan hüseyinlere, ahmed ariflere, enver gökçelere… onların izinden yürüyüp gelen dil ustalarına, saz ustalarına, ses ustalarına binlerce kez teşekkürler.

öğrendikçe, daha öğrenmemiz gereken ne kadar çok şeyin olduğunu, ne kadar çok eksiğimizin olduğunu gördük… sanatın ille de bireyden çıkıp bireyde bitecek bir serüvenden ibaret olduğuna itiraz ettik. kolektif üretmenin müthiş yaratıcı gücünü ve hazzını en önemli hazinemiz saydık. çünkü bu mecrada mülkiyet ve çıkar hesabının yeri olamazdı, olmadı.

ortaköy kültür merkezi’nden başlayıp idil kültür merkezi’ne taşınan 25 yıllık birikimde her biri kolektifimizin ayrılmaz parçası olmuş olan grup ekin, özgürlük türküsü, günışığı, berfin… ankara, izmir, adana, diyarbakır ve daha birçok yerde, devrimci sanatın örgütlenmesi için harcanan bütün emeklere teşekkürler…

yurdun dört bir yanındaki direnişlerinde, eylemlerinde uykusuzluğa-yorgunluğa inat coşkuyla, karamsarlığa inat güleç yüzleriyle bizi aralarına kabul eden işçiler, memurlar, emekçiler, halkımız… aranızdaydık hep. yanınızda değil içinizde, içinizden olduğumuzu en ufak bir tereddüt göstermeden kabullenip, bir ana gibi bizi sarıp sarmaladınız. ürettiğimiz her şeyi sorgulayacağımız en doğru ölçüleri sundunuz. tarihsel ve güncel mücadelede bir evlat gibi sahiplenerek bizi 25 yaşımıza getirdiğiniz için teşekkürler…

hayatı bahara çevirme uğraşında sanat alanında bir kar makinesi diyerek bize büyük onur ve sorumluluk bahşedenlere layık olabilme kaygısı ve minnet borcumuz hiç bitmeyecek.

pir sultanlardan yunuslara, ruhi sulardan mahzuni şeriflere, victor jaralardan mercedes sosalara yüzyıllardır yankılanan bu ses hiç susmayacak..’

Türküler Susmaz Halaylar Sürer !
Grup Yorum

Yarım Kalan Şarkı VICTOR JARA.. – JOAN JARA

18 eylül 1973 , salı.. 

‘sokağa çıkma yasağının bitişinden yaklaşık yarım saat sonra ön kapı , sanki birisi zorla girmeye çalışıyormuş gibi sallandı..

kapı kilitliydi ; banyo penceresinden bakınca kapıda bir delikanlının durduğunu gördüm.. zarar verecek birisine benzemiyordu.. aşağı indim kapıyı açtım.. delikanlı alçak sesle , ‘victor jara’nın eşini arıyorum’ dedi.. ‘evi burası mı.. lütfen , bana güvenebilirsiniz.. dostum ben..’ kimliğini çıkarıp uzattı.. ‘içeri girebilir miyim.. sizle konuşmam gerekiyor..’ gergin ve tedirgin görünüyordu.. fısıldayarak , ‘komünist gençlik üyelerindenim..’ dedi..

içeri aldım , salonda karşılıklı oturduk.. ‘çok özür dilerim,’dedi , ‘sizi bulmam gerekiyordu.. maalesef.. victor’un öldüğünü bildirmek durumundayım.. bedenini morgda bulmuşlar..orada çalışan yoldaşlardan birisi tanımış.. lütfen cesur olun.. o mu , değil mi kesin anlamak için benle gelmelisiniz.. lacivert iç çamaşırı mı giymişti.. lütfen gelmelisiniz çünkü ceset kırk sekiz saattir morgdaymış ve kimse sahip çıkmazsa toplu mezarlardan birine gömecekler..’

yarım saat sonra direksiyonda , yanımda delikanlıyla santiago sokaklarını zombi misali geçiyordum.. adı hector’du ve bir haftadır morgda , her gün getirilen cesetlerin kimlik tanımlamalarını yapmaya uğraşıyordu.. kibar , duyarlı bir gençti ve beni almaya gelmekle büyük tehlikeye atılmıştı.. çalışan sıfatıyla giriş kartına sahipti ve bu sayede beni genel mezarlığın hemen yanındaki morgun küçük yan kapısından içeri soktu..

şoka rağmen bedenim işlemeyi sürdürüyordu.. belki dışarıdan bakanlara normal ve kendime hakim görünmüşümdür.. gözlerim görmeye , burnum koku almaya , ayaklarım yürümeye devam ediyordu..

karanlık bir geçitten büyük bir salona çıktık.. zemini kaplayan , köşelere yığılı , çoğu baştan aşağı yaralı , kimisinin elleri hala arkasından bağlı çıplak cesetlerin yanından geçerken yeni arkadaşım hector koluma girdi.. genci yaşlısı.. yüzlerce ceset vardı.. çoğunluğu işçi görünüşlüydü.. yüzlerce ceset , suratlarına kokuya karşı bez maskeler takılı morg çalışanlarınca ayaklarından sürüklenerek getiriliyor , yığınların üstüne fırlatılıyordu.. salonun ortasından , victor’u bulmamak istercesine durdum.. içimi öfke kaplamıştı.. haykıracağımı , sövmeye başlayacağımı fark eden hector , ‘lütfen ,’ dedi , ‘hiçbir şey belli etmemelisiniz.. başımız belaya girebilir.. lütfen sessiz kalın.. gidip ne tarafa bakacağımızı sorayım.. burası değil galiba..’

yukarı çıkmamız söylendi.. bina öylesine cesetle dolmuştu ki idari ofisler bile boş değildi.. uzun bir koridor.. kapılar.. kapılar.. yerlerde yatan , bu sefer giyimli , öğrenci görünüşlü on , yirmi , otuz , kırk , elli ceset.. ve işte orada , dizili cesetlerin ortasında victor’u buldum..

zayıf , kupkuru görünüyordu.. ama victor’du.. bir haftada bu kadar çökertecek neler yapmışlardı aşkıma.. gözleri açıktı ve kafasındaki ürkütücü yarayla yanaklarındaki morluklara rağmen meydan okurcasına hiddetle ileri bakar gibiydi.. giysileri yırtılmıştı.. pantolonu ayak bileklerine indirilmiş , kazağı koltuk altlarına sıyrılmıştı.. lacivert donu bir bıçak veya süngüyle delinmiş gibi görünüyordu.. göğsü delik deşikti ve karnında kocaman bir yar vardı.. elleri , bileklerinden kırılmış gibi tuhaf bir açıyla duruyordu.. ama bu victor’du.. kocamdı.. aşkımdı..

bir yanım o anda ölüverdi.. orada dikilirken içimdeki bir şeyin ölüşünü hissettim.. kıpırdayamıyor , konuşamıyordum..’

 VICTOR JARA , Yarım Kalan Şarkı – JOAN JARA , Çeviri : ALGAN SEZGİNTÜREDİ , VERSUS KİTAP , Mayıs 2010..

BEŞ BİN KİŞİYİZ BURADA..

beş bin kişiyiz burada

kentin bu küçük parçasında.

beş bin kişiyiz.

ne kadar olacağız bilemem

kentlerde ve tüm ülkede?

burada yapayalnız

on bin el, tohum eken

ve fabrikaları çalıştıran.

insanlığın ne kadarı

açlıkla, soğukla, korkuyla, acıyla,

baskıyla, terör ve cinnetle karşı karşıya?

yitip gitti aramızdan altısı

karıştı yıldızlara.

biri öldü, diğerini vurdular asla inanmazdım

bir insanın bir başkasına böyle vuracağına.

öbür dördü sona erdirmek istedi bu dehşeti

biri boşluğa attı kendini,

diğeri vuruyordu başını duvarlara

ama ölümün işareti var hepsinin bakışlarında.

nasıl dehşet saçıyor faşizmin yüzü!

kusursuz bir kesinlikle yürütüyorlar planlarını.

hiçbir şey umurlarında değil.

onlar için kan madalyadır,

kıyım kahramanlık gösterisi.

tanrım,  senin yarattığın dünya bu mu,

çalışıp hayran kaldığın yedi günlük emek bu mu?

dört duvar arasında tükeniyor ömürler

sanki hiç geçmiyor,

yakarı yalnızca ölümün bir an önce gelmesi için.

ama birdenbire içim sızlıyor

ve görüyorum bu akışı yürek vurusu olmadan,

yalnızca makinelerin nabzıyla

ve ortaya çıkıyor askerlerin ebelerinin yüzlerinin

yalancı tatlılığı.

ya meksika, ya küba ve tüm dünya

ağlıyorlar bu alçaklık karşısında!

on bir el buradayız

üretmekten yoksun bırakılmış.

ne kadarız hepimiz tüm ülkede?

başkanımızın kanı, yoldaşımızın,

daha güçlü vuracak bombalar ve makineli tüfeklerden!

işte böyle vuracak bizim yumruğumuz da yeniden!

 

ne zor şarkı söylemek

dehşetin şarkısı olunca.

dehşetti yaşadığım,

ölümüm dehşetti.

gördüğüm kendimdi oncasının arasında

ve oncasının sonsuzluk anı içinde

sessizliğin ve çığlıkların

ezgileridir şarkımın noktalandığı.

hiç görmemiştim böylesini

hissetmiş ve hissetmekte olduğum

yeni bir tohumun doğumu olacak bu..

 

(Şili Stadyumu,  Eylül 1973..)

VICTOR JARA

Çeviri : T. Asi Balkar

Müzik Kutusu..

Müzik Kutusu.. 

müzik kutumuzdan bazı konuklarımız bugün veda etti yine.. gidenlerin yerine yenileri geldi konuk olarak.. şarkılar değiştiği zaman bazen çok sert tepkiler alıyoruz ama değişim iyidir diyoruz ve yeni , değişik sesleri , ezgileri sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz..

 

Crockett..

 

Yeniler :     

1-     VIER MINUTEN – handacten act (soundtrack)

2-     VIER MINUTEN – jennys absschlusskonzert (soundtrack)

3-     AY CARMELA

4-     KOMA AMED – rinde

5-     MARCEL KHALIFE – ya oud

6-     VIER MINUTEN – samt el sout (soundtrack)

7-     TRIBUTE TO EZLN

8-     FORGIVENESS – je pense a toi (soundtrack)

9-     FORGIVENESS – kol gal (soundtrack)

10- FORGIVENESS – oi fun veig (soundtrack)

11- FORGIVENESS – malu huriye (soundtrack)

12- DAWERHA – hashihse

13- CYRANO DE BERGERAC-1 (soundtrack)

14- CYRANO DE BERGERAC -2 (soundtrack)

15- CAN YÜCEL – yaprak dökümü – (şiir)

16- YENİ TÜRKÜ – yaprak dökümü

17- CAN YÜCEL – bizim deniz (şiir)

18- KHALED ALJARAMANI – Sounounou

19-  ESTA – the iraqis

20- FAIRUZ – al bosta

(Fotoğraflar : Crockett.. – Kuşadası , Milli Park..)

üç albüm..

üç albüm..

 

bugün size üç albümden bahsedeceğim.. 

birincisi müzik kutumuzdan şarkılarını dinlediğiniz ‘boogie balagan’ grubunun ‘lamentation walloo’ albümü.. boogie balagan fransa’da yaşayan israilli ve filistinli iki müzisyenden oluşuyor.. sony music’ten çıkan bu albüm de grubun 12 şarkısı bulunuyor..  solist gabri , gitarist  azri ortadoğu müziklerini , seslerini  rock’n roll ile harmanlayarak çok değişik ve sımsıcak bir müzik yapıyorlar..

 fransızca , ingilizce , ibranice , arapça , yunanca şarkı sözlerine sahip grubun şarkıları ortadoğuda kanıksatılmaya çalışılan düşmanlık ezberlerini bozmaya çalışan neşeli şarkılar.. lamentation wallo albümünde müzik kutumuzdan aşina olduğunuz  biomekanicamel şarkısının yanı sıra , lamentation wallo , kings of the hill , mojo lady , ride on ride on shoofini ya nass , lonely hmar , shake the shooka gibi şarkıların yanı sıra lamentation walloo şarkısına ait bir klipte mevcut.. zor bulunan bu albümü bulabilirseniz kaçırmayın hemen kapın..

 

ikinci albüm ise mehmet çetin ve umut akar’ın kalan müzik’ten çıkardıkları ‘surêdar’ albümü.. dersimli şair mehmet çetin’in kendi dilinden ve sesinden şiirlerinin olduğu bu albüme umut akar’da ezgileriyle ve vokalleriyle eşlik etmiş.. daha önce aylakadamız’da mehmet çetin ustanın şiirlerinden örnekler sunmuştuk..

mehmet çetin’i kendi dilinden ve kendi sesinden güzel melodilerle dinlemek istiyorsanız bu güzel albümü hemen alın.. üstelik albüm özenle hazırlanmış bir kapağa ve albüm bilgilerine sahip.. hele albüm kapağının giriş sayfasındaki cemal taş’ın derlediği ‘ağaç ile karınca meseli’nden yapılan alıntı sizleri alıp götürüyor albümün derinliklerine doğru :

‘derler ki ; ‘ağaç , ateşte yandığında , karınca ağacı bırakmaz , kaçmazmış.. o da ağaçla birlikte yanarmış , zamanın birinde derler , ağaca ikrar vermiş karınca : beni kendinde sakla , ateşinde sakla , külünde..’

üçüncü albümümüz ise değişik kültürlerin , dillerin şarkılarını bir araya getiren ve ada müzikten çıkmış olan ‘anlat , beje , asa , isinapi..’ ve daha bir çok dilde adı olan bir albüm.. türkçe , arapça , adigece , kürtçe , rumca , ermenice  gürcüce , lazca ,  süryanice , hemşince 10 şarkı mevcut bu kardeşlik manifestosu albümde..

albüm kapağının girişindeki tanıtım yazısındaki iki cümle her şeyi özetliyor zaten : ‘biliyorduk bir arada olmanın baş döndürücü gücünü.. işte bir aradayız , barış ve hoşgörü içindeyiz..’

albümde ‘gülcan altan , ali nafile , beşköylü adem ekiz ,  zelal gökçe , mustafa biber , duygu rüzgar  , avedik ishakian , mücahit sahancı , utku demir , kenan yaşar , birol topaloğlu , yakup swirinoyo  hikmet akçiçek’ güzel sesleriyle yer alıyor..

albümde beni en çok sarmalayan şarkı doğal olarak ‘ya micana’ uzun havasıyla başlayan bir arap müziği klasiği olan ‘kaddouk al mayyas’ şarkısıydı.. şarkıyı söyleyen ve aynı zamanda albümün  prodüktörlüğünü de yapan hemşerim  ‘ali nafile’ beni bir kez daha büyüledi.. şarkının en güzel yorumlarından birisini dinlemiş oldum sayesinde..

albümdeki on şarkı da birbirinden güzeller fakat süryanice bir şarkı olan ‘ey sevgilim’ ve hemşince ‘yar yar’ şarkıları da beni çok etkiledi..

‘dayı’nın hep söylediği gibi ‘karışık bir adamım’ ben.. kendimle ilgili hep şüpheliyim zaten.. nereye hangi toprağa , hangi kültüre aidim bilemiyorum çoğu zaman.. hemşince bir türkü alıp beni götürüyor en büyük hüzünlere , mehmet çetin kürtçe şiirlerini okurken sanki anlıyormuşum gibi her bir kelimeyi kaçırmamak için dikkat kesiliyorum dinlerken ve süryanice şarkıyı dinlerken şarkının en neşeli yerinde gözyaşlarına boğuluyorum..

gerçekten karışık bir adam olabilirim fakat halklar , kültürler arasındaki hiçbir düşmanlığa inanmıyorum , herkesi seviyorum ve diyorum ki dillerimiz farklı ama kalplerimiz bir..

Crockett..

BANDİSTA YOLA DÜŞER..

‘..evet biraz geç olacak , atladık.. fakat ne yapalım.. özür dileyerek haber verelim : BANDİSTA yollara düştü , haberiniz yoksa haberiniz olsun.. BANDİSTA ta nerelerden kalkıp yanınıza kadar ulaşıp sizlere kulaklarınızın dibinde canlı canlı söylemeye geliyorlar.. türkiye’de ve avrupa’nın değişik ülkelerinde sahne alacak grubun programı aşağıda ama ayrıntılı bilgileri ve değişiklikleri www.tayfabandista.org dan takip edebilirsiniz..’

 Crockett..

BANDİSTA YOLA DÜŞER : 

‘1 Nisan Ankara – Eski Yeni

8 Nisan İzmir – Dice Performance Hill

9 Nisan Çanakkale – Yalı Hanı

11 Nisan Lefkoşa – Dr. Fazıl Küçük Parkı

13 Nisan Denizli – Avşar Düğün Salonu

14 Nisan Antalya – Samehouse

16 Nisan Mersin – Tribu

17 Nisan Adana

18 Nisan Diyarbakır – Roll

20 Nisan İzmit – Dost Bar – Fuar İçi

23 Nisan İstanbul – Kadife , Kadıköy

28 Nisan Bremen

29 Nisan Hamburg

30 Nisan Leipzig

1 Mayıs Berlin

2 Mayıs Bochum

3 Mayıs Marburg

4 Mayıs Ottersberg

5 Mayıs Wageningen

5 Mayıs Den Bosch

6 Mayıs Reutlingen

7 Mayıs Mannheim

8 Mayıs Mülheim an der ruhr

10 Mayıs Amsterdam

12 Mayıs Paris

15 Mayıs Ottensheim

16 Mayıs Kirchdorf

17 Mayıs Innsbruck

18 Mayıs Gaspoltshofen

22 Mayıs Viyana

23 Mayıs Linz

25 Mayıs Prag

27 Mayıs Berlin..

Müzik Kutusu Hakkında :

 

(fotoğraf : ‘looking for eric’ filminden.. – yönetmen : ken loach..)

MÜZİK KUTUSU HAKKINDA :

aylakadamız’ın müzik kutusu en başından beri büyük beğeni topluyor ve rağbet görüyor.. öyle ki günlük takipçileri bile var.. biz bazı şarkıları yenilerine yer versinler diye kaldırdığımız da hemen tepki veriyorlar ‘siteden bu şarkı niye çıktı’ diye.. çok hoşlandığımız bir durum bu tepkileri almak ama anlayışlı olmak lazım.. dinleyebileceğimiz  o kadar çok müzik , şarkı , ses var ki yeryüzünde.. sürekli aynı şeyleri dinleyerek başkalarına haksızlık etmeyelim.. ayrıca müzik kutusunun bir amacı da yeni sesleri , değişik grupların ve sanatçıların eserlerini sizlerle paylaşmanın yanın da onları size tanıtıp , onların beğendiğiniz eserlerini almanızı ve böylece emeklerine bir katkı sağlamayı istiyoruz..

site yaklaşık bir yıl önce yayın hayatına başladı , bu süre içinde yaklaşık 300’e yakın şarkı yer aldı sitemizde ve yüzlerce şarkı , ses yer almaya devam edecek..

‘bazı şarkılar da kazık çakmış , hep varlar’ diyen de oluyor.. evet hep var olacaklar, onlar müzik kutusunun değil aylakadamız’ın yapıtaşları , onlarsız olmaz , onlarsız site yürümüyor.. gerçek bu..

bazı ‘arkidişlerimiz’ de ‘niye şarkıları indiremiyoruz’ diyor.. bu talepleri de bizi hoş görsünler doğru bulmuyoruz ve karşısında olduğumuzdan buna izin vermiyoruz.. sanatçıların yıllarını verdikleri emeklerine saygısızlık olur..

bugün yine bazı şarkılar müzik kutumuzdan kaldırıldı ama yerlerine tam 18 şarkı ekledik.. bazıları çok bilindik şarkılar , bazıları yeni.. umarız severek dinlersiniz.. özellikle soap kills’in ‘tango’ şarkısına , defile des ames grubunun şarkısına , alina orlova’nın sesine ve şarkılarına , irandan mohsen namjo’nun şarkısına ve subcomandante marcos ile ilgili eklenen iki şarkıya dikaktinizi çekmek isterim..

ayrıca ufak bir not müzik kutusu ile ilgili gelen bir şikayet hakkında : ’müzik kutusunda bazen şarkılar arka arkaya çalmıyor , takılıyor’ deniyor.. bu durum internet hızınız veya bilgisayarınızdan kaynaklanıyor olabilir.. bu durumda mecburen manuel olarak kendiniz müzik kutusunu ilerletmek zorunda kalacaksınız.. bizden kaynaklanmıyor ama yine de özürlerimizi sunarız..

bugün eklenen şarkılar : 

1- ALINA ORLOVA – LOVE SONG

2- ALINA ORLOVA – MENULIS

3- DEFILE DES AMES – DOORS TO UNDEFEATED VIOLENCE

4- SHIVA IN EXILE – ODYSSEIA

5- MIKIS THEODARAKIS – Z (MAIN TITLE)

6- PINK FLOYD – WISH YOU WERE HERE

7- SOAP KILLS – TANGO

8- FAIRUZ – AL TANIEH

9- GRUP YORUM – DEVRİM YÜRÜYÜŞÜMÜZ SÜRÜYOR

10 – SUBCOMANDANTE MARCOS – COMANDANTE

11- LHASA – CON TODA PALABRA

12- KAROLINA GOCHEVA – PTICO MALECHKA

13- LOUISE ATTAQUE – LES NUITS PARISIENNES

14- LOU REED – A WALK ON THE WILD SIDE

15- MOHSEN NAMJOO – JABRE JOGHRAFIAYI

16-  PANTEON ROCOCO – MARCOS HALL

17- TINDERSTICKS –DYING SLOWLY

18- ARIS SAN – BUM PAM.. 

umarız eklenen yeni şarkılardan hoşlandıklarınız olur ve bazıları kalplerinize erişebilir belki ‘arkidişler’..

Crockett..

(fotoğraf : ‘the bands visit’ filminden.. – yönetmen : eran kolirin..)

ROLL..

(roll birinci sayı..)

ROLL..

 

hayatımda sevdiğim şeyler son zamanlarda birer birer yok olup tarihe karışıyor.. önce VİRGÜL dergisi yayın hayatına son verdi.. bir kolum kesilmiş gibi oldum..

sonra durup dururken 2009 kasım ayında o tarihe kadar 144 normal sayı , 6  özel sayı olarak çıkan ROLL dergisi kapanma kararı aldı.. 144. sayının içindeki ‘ROLL OVER.. ROLL IS OVER..’ veda yazısını okuduğumda inanamadım.. ‘müsadenizle bir veda sigarası yakalım..’ diye başlıyordu ve ‘tenk yu şeytan’ diye bitiyordu yazı..  ve kapanışla ilgili başka bir takım yazılar daha okudum sağda solda.. hiç birisi doyurucu ve okuyucuyu inandırıcı bir açıklama içermiyordu.. kusuruma bakmasınlar ama bu veda yazıları sadece bir şeyler geveliyordu.. gerçek belli ki gizleniyordu okuyucudan.. çok üzüldüm.. araştırdım durdum.. bulamadım gerçeği.. veda yazılarının içinde yeni bir isim altında yeni bir dergi müjdesi de vardı sanki , ama bu müjde hiç beni mutlu etmedi..

yıllarca express ve postexpress dergileriyle omuz omuza çıkan ROLL dergisi bize çok şey kattı , çok şey verdi.. müzik kültürümün gelişmesinde sevgili ‘mirza’nın ve onun bir zamanlar program yaptığı ‘açık radyo’nun ve ROLL dergisinin büyük katkıları emekleri olmuştu..

ve işte ROLL dergisi de kapandı.. kalakaldık ortada..

şimdi mart ayının başlarında  yeni bir isim altında : ‘BİR+BİR’ olarak ROLL dergisini çıkaran ekip yeni bir dergi çıkardı..

koştum aldım dergiyi , içerik olarak dolu dolu ve sarardıkça daha taze olan bir dergi gibi görünüyor.. ‘yanisi abilerim , ablalarım , kardeşlerim’ hemen hemen ROLL’ün aynısı.. kapak ve düzenleme değişmiş sadece..

bu muydu yani.. madem aynı dergiyi çıkaracaktınız , neden..

içimiz kan ağlayarak ‘BİR+BİR’in ROLL’ün yerini doldurmasını umalım ve çıkaran sevgili ekibe sonsuz kolaylıklar , başarılar dileyelim ama ben bağnazca ROLL’ün yerini hiçbir derginin dolduramayacağına inanıyorum.. en azından şimdilik..

çıkmayacağını bile bile dergilerimi aldığım yerlerde gözlerim hala ROLL’ü arıyor express dergisinin yanında.. ama YOK YOK YOK.. KAPANMIŞ..

Crockett..

(roll son sayı , 144..)

(yeni çıkan BİR+BİR dergisinin ilk sayısı..)

ÖLÜ KELEBEKLERİN DANSI.. – Hüsnü Arkan

..Bazen bir şeyin , bir kimsenin yokluğunu duyunca bir acı saplanır ya böğrünüze , dün kitaplara dalmışken aynı şeyi hissettim birden.. Hüsnü Arkan’ın Metis’ten çıkmış ve şu anda baskısı olmayan ‘Ölü Kelebeklerin Dansı’ kitabını aradı gözlerim odalara yığılmış kitapların , kitaplıkların arasında.. Ama yok yok yok.. Savaşta kolunu , bacağını kaybetmiş bir hiç gibiydim adeta.. Baskısı olmayan bu kitabı hangi ‘salaklığımla’ vermiştim onu düşünmeye çalıştım.. Hatırladım , ‘bir arkadaşın arkadaşı’ kitap hakkında çok bahsettiği kız arkadaşına kitabı okutmak istiyordu.. Ben de boş bulunu , o anda hangi kafayı yaşıyorsam vermişim kitabı.. Kitap gidiş o gidiş , bir daha geri gelmedi.. Hüsnü Arkan’ı her dinlediğimde kitabı hatırlıyordum ; acısı , yokluğu çöküyordu üzerime.. Kitabı verdiğim arkadaşın arkadaşını da , arkadaşı da bir daha hiç görmedim.. Görmek de istemem , görürsem acılarımı , hissettiklerimi suratlarına haykıracağım..

Baskısı olmayan kitaplarınızı kimseye vermeyin arkadaşlar , okumak isteyenlere de yanınızda okutun kitapları ne derlerse desinler.. Kitaplar , kitabı sahiplenme , bir kitaplık oluşturma bilincini herkes bilmiyor , anlamıyor , hissetmiyor ama buna sahip olanlara saygı duyun lütfen..

Güzel insan Hüsnü Arkan’ı herkes Ezginin Günlüğü’nden bilir muhakkak.. Ama çoğu kişi onun yazar kimliğini bilmez.. Romanları ve şiirleriyle benim vazgeçemeyeceğim yazarlardandır kendisi.. ‘Ölü Kelebeklerin Dansı’ (1998-Metis) , ‘Menekşeler Atlar ve Oburlar’ ( 2001) , ‘Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer’ (2005) adlı üç romanı , ‘Hiçe doğru’ (2005) şiir kitabı var Hüsnü Arkan’ın..

‘Ölü Kelebeklerin Dansı’ gördüğünüz her kitapçıda (kitapçılarda bulursanız ben kendim size ekstra üç kitap hediye edeceğim , müracaat : aylakadamiz , crockett ) ve sahafta vakit geçirilmeden kapılacak kitaplardandır.. Kaçırmayın , gördüğünüz yerde üzerine atlayın ve parasını öderken okumaya başlayın.. ‘Ölü Kelebeklerin Dansı’nın yeni baskısını kim ve ne zaman yapacak bilmiyorum ama yapacak olan yayınevi büyük övgü alacak okurlara tekrar bu fırsatı sağladığı için fakat benim bildiğim Metis tekrar basıksını yapar bu kitabın. He ya yapar yeni baskıyı Metis , ben şahsımda 100 adet satışına kefilim , kendim yaparım 100 adet satışını , garanti veriyorum.. Zaten günümüzde kitap baskıları 1.000-2.000 arası dolaşıyor maalesef..

‘Ölü Kelebeklerin Dansı’nı gördüğünüz yerde kaçırmayın okuyun , edinebiliyorsanız da hemen alın aylakadamiz ahalisi..

 

Crockett , aylakadamiz..

(Müzik kutusundan Hüsnü Arkan’ın ‘Bir Yalnızlık Ezgisi’ albümünden  ‘Turnalar Nereye Uçar’ı dinleyebilirsiniz , tabi REİS şarkıyı eklemişse..) 

Kitap Künye :

 

Ölü Kelebeklerin Dansı – Hüsnü Arkan , Metis Kitap

144 sayfa..

Kapak Fotoğrafı : Chriss Moore

Kapak Tasarım : Semih Sökmen

İlk Basım (Tek Basım) : Ekim 1998

 Kitaptan Tadımlık : 

       ‘Öldüm ve Tanrı burada da yok! Ne yapabilirim?
       Ölümden sonra da bir hayat var mı? Binlerce yıldır tüm dinler ve felsefi sistemler bu soruya cevap arıyor. Ama daha dehşet verici bir soru sormak mümkün: Ya ölümden sonra bir hayat varsa ve tıpkı bu hayata benziyorsa, aynı sıkıntıları, aynı anlamsızlık duygusunu, aynı çaresizlikleri tekrar tekrar yaşıyorsak?
       Ya ceza ve ödül yoksa?
       Ya bize kalacak olan puslu bir belirsizlikse yalnızca?
       ‘Düşünde kendini bir kelebek olarak gören biri bir kez uyandıktan sonra, bir kelebek olmadığından ve artık düşünde kendini bir insan olarak görmediğinden hiçbir zaman emin olamaz.’
 

“On Altıncı Gün”,

‘İnsan ölünce sesi ateşe, soluğu rüzgâra, aklı aya, özü etere, saçı otlara karışır. Peki insanın kendisi nerde? Elini ver dostum, bu sırrı ancak sana açıklayabilirim.’
– Upanişadlar

 

‘Rab kendi kavminden razıdır.
Hor görülenleri kurtuluşla güzelleştirir.
İnananlar izzet içinde sevinçle coşsunlar
Yataklarında sevinçle mırıldansınlar
Rabbin tekbirleri ağızlarında
Ve ellerinde iki ağızlı kılıçları
Milletlerden öç alsınlar
Ve ümmetleri tedip etsinler
Krallarını zincirlerle bağlasınlar
İleri gelenlerini demir bukağılarla
Ta ki, yazılmış olan hükmü
Onlara karşı yürütsünler.’
– Mezmur

 

Bugün ölümümün on altıncı günü. 26 Nisan 2018…
       Ölümümün on altıncı gününde anılarımı yazmaya karar verdim ben.
       Öldükten sonra karşılaştığım insanlar, anılar evinde gezinmenin bir ölüye hiçbir yarar sağlamayacağını söyledilerse de onlara inanmadım.
       Önce Doktor Sematyen gördü beni. Elimde bir defterle bir kalem vardı, yazacaklarıma başlamak üzere odama gidiyordum.
       “Nereye böyle?” dedi.
       “Hiç,” dedim, “yaşadıklarımı yazmaya gidiyorum.”
       Meğer, bir ölünün anılarını yazması görülmemiş bir şeymiş, hatta saçmalıkmış.
       Bugün öğleden sonra, Doktor Sematyen’le birlikte kaldığımız eve, yani Doktor Sematyen’in evine, genç bir papaz geldi. Söylememe gerek yok, o da bir ölü… Anılarımı yazacağımı duyunca heyecanlandı ve şöyle dedi:
       “Bu konuda Tanrı’nın kesin bir yasak koymuş olduğunu sanıyorum.”
       Bu yasağın hem kesin hem de sanılabilir bir şey oluşunu anlayamadığımı söyledim ona. O zaman Doktor Sematyen araya girdi.
       “Din adamları kutsal kitapların diliyle konuşmaya bayılır,” diyerek durumu açıklamaya çalıştı.
       Aslında ikisinin de kötü niyetli olmadıklarını biliyorum. Acı çekmemi istemiyorlar, hepsi bu. Ölmüş olduğumu hâlâ kabullenemediğimi düşünüyorlar, belki de depresyona girmemden korkuyorlar.
       Oysa yanılıyorlar. Ben anılarımı yazmaya, ölmüş olduğumu, kesin olmasa da şöyle ya da böyle kabul etme noktasına geldiğim bir anda karar verdim. Bu nedenle, yazacaklarım herhalde bir tür kabul bildirgesi olacak. Ya da hiçbir şey olmayacak, ne bileyim? Hayatıma ve ölümüme ait her şeyi anladığım gün yırtıp atacağım belki onları..
       Doktor Sematyen’le daha önce de konuştuk bu konuyu. Yazmamam gerektiğini daha önce de söyledi bana. Bugüne dek onun öğütlerine uydum. Başka türlü de davranamazdım zaten! Benden daha eski bir ölü o. Daha yaşlı, daha deneyimli… Ölülere nelerin acı verdiğini, ruhsal çöküntünün bir ölü için ne anlam taşıdığını biliyor. Onun, ölü töreleriyle gözümü korkutmaya çalışmasını anlayışla karşılıyorum. Fakat öte yandan, kendi yaşamımı, yani kendi ölümümü kendi kararlarımla yönlendirmek istiyorum. Genç bir adamım ben. Serseri ruhlu biri olduğumu kimse söyleyemez ama biraz çaba gösterirsem düşlerimin peşinde koşmayı pekâlâ göze alabilirim.
       Henüz hiçbir şeyden emin değilim; öldüğümden, yaşadığımdan, yaşamış olduğumdan… Tıpkı Sematyen’in sözünü ettiği, çok eski çağlarda yaşamış şairin dediği gibi;
       “Düşünde kendini bir kelebek olarak gören biri bir kez uyandıktan sonra, bir kelebek olmadığından ve artık düşünde kendini bir insan olarak görmediğinden hiçbir zaman emin olamaz.

       Bu sabah uyandığımda, kendimde bir farklılık hissettim. Farkın ne olduğunu tam olarak anlatamayacağımı biliyorum, çünkü tam olarak ben de anlamış değilim.
       Birden uyandım bu sabah. Yataktaydım. Kendimi tuhaf düşünceler içinde kıvranırken yakaladım o anda. Şöyle mırıldanıyordum; bir ölüysem ve hep böyle kalacaksam, bir süre sonra düşüncelerim ve davranışlarım birtakım yeni alışkanlıklarla belirlenecektir. Evet, hayat gibi ölüm de bir alışkanlıktır. Bu yüzden, anılarımı yazmak istiyorsam hemen yapmalıyım bunu, çünkü yarın çok geç olabilir…
       Bir daha karşılaşırsam Sematyen’in papaz dostunun sözlerini de ciddiye almayacağım.
       Aslına bakılırsa, Tanrı ve onun yasaklarıyla ilgili sözleri hiç etkileyici değildi. O, eninde sonunda bir papaz, bu gerçeği Tanrı’ nın kendisi bile değiştiremez. Bulunması gereken yerde o. Olması gereken tarafta. Nasıl düşünmesi uygun görülmüşse öyle düşünüyor. Tanrı’yla öldükten sonra bile hiç karşılaşmamış olmasına rağmen, onun varlığına inanmaktan duyduğu hoşnutluk, kendisine yalnızca aptalca bir gülümseme değil sonsuz bir iç rahatlığı da kazandırmış.
       Deli doktoru Sematyen’e gelince… Şu on altı gün içinde onu yeterince tanıdığımı söyleyebilirim. Herkes bilir ki, aynı evi bir başkasıyla üç gün paylaşan biri, dördüncü gün o bir başkasının dışa vurulmayan iç çekişlerini de duymaya başlar; hatta denebilir ki, bu iki kişinin iç çekişleri günden güne birbirlerininkine benzer.
       Doktor’un içler acısı halinin anlaşılmayacak bir yanı yok aslında. Gördüğüm kadarıyla, bir ateist olarak Tanrı’nın yokluğundan hiç hoşnut değil. Ayrıca, bugüne dek bunu açıkça kimseye söylememiş olması, bunalımını daha da ağırlaştırıyor. Papaz’ın sözlerinin benden çok onu etkilemesi başka nasıl açıklanır?
       “Bazen kutsal kitaplar da doğru söyler,” dedi Papaz gittikten sonra.
       Sanırım bağışlanmayı hazmedemiyor Doktor. Belki de bu yüzden hata yapmadan yaşadığını sanıyor.
       Bir sabah uyandığında inanıvermeye başlayacak sanki. Dini bütün bir adam olacak o gün. Kendinde, hata yapma yeteneğine sahip yeni bir Sematyen keşfedecek, her hatasında Tanrı’ya sığınacak ve sonunda günahkâr ya da işin gerçeği ahlaksız biri olacak; işte bundan korkuyor.
       Bana kalırsa aptalca bir takıntı bu. İlle de bir şeye inanmam gerekiyorsa Tanrı’nın bağışlayıcılığına inanırım ben! Ayrıca inanıyorum da buna. Böylece huzurlu oluyorum. Bir çocuk kadar huzurlu, bir ermiş kadar huzurlu, hatta bir inek kadar huzurlu… Eğer Tanrı’ya inanmış olsaydım, bu inanç herhalde ancak bu kadar huzur verebilirdi bana.
       Sematyen, kendi boşluklarını dolduracak, bazen de kendi kişiliğinin yerine koyabileceği sihirli bir şey arıyor aslında. Hayata bakışı, protez eşya satan bir dükkânın önünde duran kolsuz bir adamın vitrini seyredişine benziyor. Yalnızca hayata değil, ölüme ve Tanrı’ya bakışı da öyle. Onun sorunu Tanrı’nın olup olmaması da değil bence. Tanrı’yı nereye koyacak? İşte bunu bilemiyor. Umutlarının yerine mi, umutsuzluklarının yerine mi?
       Beni, anılarımı yazmaktan vazgeçirebilmek için söylediği şu son sözler, onun bütün bu iç karışıklığıyla nasıl başedebildiğini göstermesi açısından ilginçtir.
       “Bizim durumumuz bir mektubun içeriğine benziyor,” dedi. “Yalnızca ilgilileri ilgilendirdiği için zarfın içinde kalmalı ve hiç açılmamalı. Sen dağıttığın mektupları açıyor muydun?”
       Sırası gelmişken belirteyim, sağlığımda posta dağıtım memuruydum ben. Arada bir, can sıkıntısından başkalarının mektuplarını açıp okuduğum olurdu.
       “Bazen,” diye yanıtladım Doktor’u, “ama her zaman değil.”
       Bu durumda boyun eğmekten başka yapabileceği bir şey yoktu. O da öyle yaptı.
       “Sen ahlaksızsın,” dedi bana.
       Tanrısal huzuru başka şeylerde arayan ateistler için en güvenli yoldur bu; bir şeye boyun eğmen gerekiyorsa kendi ilkelerine göre boyun eğ!
       Yazdıklarımdan, Tanrı’yla aramda sorun olduğu gibi bir sonuç çıkarılmasını istemem. Ondan, böyle gelişigüzel ve ısrarla söz etmemin tek nedeni, acılarımın anlayışla karşılanmasını umut ediyor olmamdır. Öldüm ve Tanrı burada da yok! Ne yapabilirim?..’

Günün Şarkısı : KISS ME..- SIXPENCE NONE THE RICHER

Günün şarkısı SIXPENCE NONE THE RICHER grubunun KISS ME şarkısı.. Bu şarkıya ilk çektikleri klibi büyük usta FRANÇOIS TRUFFAUT’nun hatırasına ithaf eden grubun şarkısını yandan müzik kutumuzdan dinleyebilirsiniz..

KISS ME

 

kiss me out of the bearded barley.
nightly, beside the green, green grass.
swing, swing, swing the spinning step.
you wear those shoes* and i will wear that dress*.

oh, kiss me beneath the milky twilight.
lead me out on the moonlit* floor.
lift your open hand
strike up the band and make the fireflies dance,
silver moon’s sparkling. so kiss me.

kiss me down by the broken tree house.
swing me upon its hanging tire.
bring, bring, bring your flowered hat.
we’ll take the trail marked on your father’s map.

oh, kiss me beneath the milky twilight.
lead me out on the moonlit floor.
lift your open hand
strike up the band and make the fireflies dance,
silver moon’s sparkling. so kiss me..

SIXPENCE NONE THE RICHER