‘Ben ve Biz. Bazen daha fazla Biz’i kastetmiyor muyum? Biz kadınlar, Biz erkekler, Biz insanlar, Biz lanetlenmişler, Biz gemiciler, Biz körler, Biz kör gemiciler, Biz bilenler. Gözyaşlarımızla, büyüklenmelerimiz, isteklerimiz, umutlarımız ve umutsuzluklarımızla Bizler.
Bölünmez Bizler, her birimizle bölünmüş, ama yine de Biz.
Aslında demek istediğim Biz , ölüme doğru yürüyen Biz , ölülerin eşliğinde Biz , Biz yığılıp kalanlar , Biz boşuna çabalayanlar. Pek çok anda Biz varız , Artık tek başına düşünmediğim düşüncelerde Biz , yalnızca benim için dökülmeyen gözyaşlarında Biz.’
INGEBORG BACHMANN
‘Bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak ; onlar , güzelliği görecekler , pisliklerden arınmış ve tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar , havalara yükselecekler , suların dibine inecekler , sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış olduğunu unutacaklar. Bir gün gelecek , insanlar özgür olacaklar , bütün insanlar özgür kalacaklar , kendi özgürlük kavramları karşısında da özgür olacaklar. Bu , daha büyük bir özgürlük olacak, ölçüsüz olacak , bütün bir yaşam boyunca sürecek…’
INGEBORG BACHMANN
‘Faşizm , atılan ilk bombalarla başlamaz , her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz.
Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar , iki insan arasındaki ilişkide başlar.’
INGEBORG BACHMANN
BU GEMİ NE ZAMANDIR BURADA
Bu gemi ne zamandır burada
Çoktan boşaltmış yükünü
Gece de olmuş, rıhtım da bomboş
Mavi suyun düşünü uyutur bir tayfa
Arkada, güvertede
Ah, neresinden baksam sessizlik gene.
Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye
İçerde üç beş kişi
Yalnızlık üç beş kişi
Bir kadeh rakı söylerim kendime
Bir kadeh rakı daha söylerim kendime
-Söyle be! ne zamandır burda bu gemi
-Denizin değil hüznün üstünde.
Belki yarın gidecek
Bir anı gelecek bir başka anının yerine.
İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine.
EDİP CANSEVER
‘Sonrası kalır – 2, Bütün Şiirleri’, Sayfa 150, Nisan 2005, YKY yayınları.
YERÇEKİMLİ KARANFİL
Biliyor musun? az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi, aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu? bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
EDİP CANSEVER
‘Sonrası Kalır – 1, Bütün Şiirleri’, Sayfa103, Nisan 2005, YKY yayınları.
ZEHİR-ZIKKIM..
‘zıkkımlanmak’ diye bir deyim kullanmak , alışkanlıklarımız arasındadır.. anlamını bilir bilmez kullanırız.. niyet ‘zıkkımlananı’ batırmaktır.. niyetin bu olduğunu bilene , bu bilgi yeter , batırır durur.. ya ne demektir bu zıkkımlanmak.. ne demek istenir..
açıklayalım : zıkkım sözü , o güzelim dayanaklı çiçek ‘zakkum’dan kaynaklanır.. en çok saygı ve sevgi duyduğum bir çiçek türüdür.. nazlı çiçeklerden değildir , cömert çiçek açar.. önemli başarısı , az su ile yaşamını sürdürebilmesidir.. ülkemizde de çok bilinen ve sevilen bir türdür..
(dostum fethi naci de , ben de çiçek olarak zakkumu severiz.. her ne kadar yenince zehirler ise de çiçeği yiyen insanlara acımak gerekmediğini düşünürüz..)
zakkumu , yalnız insanlarımız değil , hayvanlarımız da iyi tanır.. örneğin hiçbir eşek zakkum yemez , çünkü zakkumun zehirli olduğunu bilir.. her eşek anasından , zakkumun zehirli olduğu bilgisiyle doğar.. yeni doğmuş sıpa açlıktan kıvransa bile zakkum yemez.. bu özellik eşeklerde hayranlık veren bir doğuştan bilgi türüdür..
zakkum , müslümanlığın doğduğu ülkelerin de bitkisidir.. tıpkı hurma gibi.. bizim ülkemizin eşekleri de hurmayı yemesini bilir de zakkum yemezler..
hayvanlar zararlı yiyecek ve içeceği , insanlardan çok daha doğru ayırt ederler..
softalarımız da hayvanların bu özelliğini iyi bilir.. örneğin hayvanların bu özelliğini öteki insanlara öğretirler de..
bir softa , köy kahvesinde sorar :
‘besin ürünleri doğal olmalıdır.. üretilmiş ürün kullanılmamalıdır.. hiçbir hayvan , örneğin hiçbir eşek , doğal olmayan malzemeyi midesine almaz.. bir eşeğin önüne bir kapta su bir kapta rakı koysan , elbette yalnız suyu içer.. neden..’
kahvenin öbür köşesinde oturan bektaşi açıklar :
‘eşekliğinden..’
içmekte , yalnız zevklenme amacı olduğunu sanmak , yanlış düşünce.. neden mi içilir.. soru zor da , cevabı daha zor.. şairimiz turgut uyar’ın şiiri de sorularla bitiyor :
‘böyle , bu sazlı bahçe neresi / nasıl da içiyorum ölürcesine / sahnede bir bezgin kadın / bir gariplik vermiş sesine / o niçin şarkı söylüyor şimdi / ben neye ağlıyorum..’
anlamazlar ki..’
AYDIN BOYSAN..
Uzun Yaşamanın Sırrı , Aydın Boysan , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , Ekim 2008..
Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda: tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.
Ama neyle? Şarapla, şiirle, ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.
Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun, “Saat kaç” deyin; yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle, ya da erdemle, nasıl isterseniz.
Charles Baudelaire
‘PARİS SIKINTISI’ , CHARLES BAUDELAIRE, Çeviri : TAHSİN YÜCEL, İŞ BANKASI Yayınları, Temmuz 2006, 117 Sayfa.
Şarabın etkisi
Bir kadeh şarabı alıp dudaklarımıza götürdüğümüzde, devam eden bir sürecin tadına varıyoruzdur: şarap yaşayan bir şeydir, yaşayan diğer şeylerin ürünü ve bize hayat veren şeydir. Sanki sosyal bir ortamda bulunan bir başka insan gibidir, keza orada bulunan diğer insanlar kadar ilgi odağıdır. Aroması, tadı, hem burunda hem ağızda bıraktığı etki bu deneyimi pekiştirir ve bu durumun da yukarıda öne sürdüğüm gibi –sırf şaraba özgü olmasa bile- dolaysız sarhoş edici etkiyle yakın bir bağlantısı vardır, öyle ki bunlar bizatihi sarhoş edici şeyler olarak idrak edilir. Nasıl aşığın bütün varlığı, öpüşürken dudaklara kadar yükseliyorsa, içki içenin bütün varlığı da bedeni cezbedici ayça şekline kavuşturmak üzere ağza ve buruna seğirtir adeta. Çok eskilere uzansa da, erotik öpüşme ile şarabı yudumlama arasındaki bu benzerliğe fazla anlam yüklemek abartılı olur. Bununla beraber, ağız ile kadeh arasındaki teması, kendiniz ile şarap arasındaki yüz yüze bir karşılaşma diye betimlemek abartı değil metafordur yalnızca. Hem yararlı bir metafordur da. Viski karşınızda bulunabilir, ama şarap gibi tam olarak sizle yüz yüze değildir. Bir dikişte içilen alkolün bedenin içinde ilerleyişi, adeta tattan azade olmuş, sinsi yollardan iş gören bir şeyin ilerleyişi gibidir. Buna karşılık, nasıl dürüst bir insanın karakteri yüzüne vurursa, şarabın alkol içeriği de adeta tada vurur. Bu bakımdan, yüksek alkollü içkiler enerji verici içeceklere ve şurup halindeki ilaçlara benzer: Tat, etkiden ayrılıverir, tıpkı bir insanın yüzü ve jestlerinin uzun vadeli amaçlarından ayrılması gibi. Şarabın yarenliğiyse şuna dayanır: etki sinsice ya da gizlice gerçekleşmeyip tadın kendisinde mevcuttur ve tatta ortaya çıkar. Sonrasında da bu özellik beraberce şarap içen ve kendilerini şarabın yol yordamına uyduran insanlara sirayet eder.
Şarapta hakikat vardır, demiş eskiler. Bu hakikat şarap içen kişinin algıladığı şeyde değil, dili çözülmüş ve tavırları yumuşamış bu kişinin ortaya serdiği şeyde bulunur. ‘kendisi için hakikat’ değil, ‘başkaları için hakikat’tir bu. Şarabın niçin hem toplumsal açıdan meziyetli hem de epistemolojik açıdan masum olduğunu açıklar bu durum…
Kimle ne içmeli
Neyi asla içmemeli. Dünya neyin içilmemesi gerektiği konusunda nasihatlerle doludur. Dürüst emeğin ve hayat sevgisinin sizin yararınıza damıtıldığı her tür erdemli ürün –örneğin pastörize edilmemiş süt- sağlık fanatikleri tarafından yasaklanmıştır. Tek bir hafta geçmiyor ki yüksek alkollü içkiler, gazlı içecekler, kahve ya da kolanın insan sağlığına verdiği zararları sayıp döken bir gazete haberi yayımlanmasın. Bana sorarsanız, bütün bu saçmalıkların altına bir çizgi çekip birkaç basit ilke belirleme zamanı çoktan geldi. İlki de şu : istediğiniz şeyi, istediğiniz kadar içmelisiniz. Bu durum ecelinizi çabuklaştırabilir, ama bu küçük bedel, etrafınızdaki insanlara sağladığınız faydalarla dengelenecektir.
İkinci ilke şu : içtiğiniz içki başkalarına zarar vermenize neden olmamalı. İstediğiniz kadar için, ama neşe yerini gama bırakmadan önce şişeyi köşeye koyun. Depresif içecekler –örneğin su- çok az miktarda ve yalnızca tıbbi amaçlarla içilmeli.
Üçüncü ilkeyse şu : içtiğiniz içki, yeryüzüne kalıcı bir zarar vermemeli. İçki, ecelinizi çabuklaştırıyor diye, çevreye gerçekten zarar veriyor değildir – ne de olsa hepimiz biyolojik açıdan parçalanabilir şeyleriz ki bu da biz insanlar hakkında söylenebilecek en iyi şey herhalde. Ama içeceklerin satıldığı şişeler konusunda, genel olarak, aynı şeyi söyleyemeyiz. Küçüklüğümün erdemli İngiltere’sinde, içecekler cam şişelerde satılırdı; bunun için de ekstra iki peni öder, dükkana şişeyi geri verdiğinizde bu parayı geri alırdınız. Bu örnek sistem yıllarca uygulandı, ama günün birinde, fosil yakıtların keşfinden bu yana en büyük çevresel felaket olan plastik şişeler ortaya çıktı ve bu sistemi kovdu.
Şehirlerde yaşayanlar, biz taşrada yaşayanlar kadar haberdar değil bu felaketten, zira şehirlerdeki sokaklar ara ara temizleniyor. Gelgelelim herhangi bir taşra caddesinde yürürseniz, neredeyse adım başı, oradan geçen bir taşıttan fırlatılmış ve yol kenarında ebediyen kalacak plastik bir şişe görürsünüz. Her yıl belli ürünlerin örneğin lucoade ve cola’nın çöpleri artıyor ve çevresel zarara bir de berbat renkler katıyorlar.
İçecekler de, bunların şişelerini fırlatan insanlar kadar suçlu bence. Aslında yetişkin olan insanlarda ‘ben’ tepkisini doğuran, logolu şişelerde bulunan, çocukça tatlara sahip, köpüklü şeker çözeltilerinde bir sorun var. Kolayca açılan plastik kapak, baloncukların genzi gıdıklayışı, sıvı mideye indikçe zevkle çıkan geğirtiler… Bütün bunlar içicinin perspektifini daraltmaya, ben’in ve bana ait olan şeylerin ötesinde bir dünya bulunduğu düşüncesini ortadan kaldırmaya hizmet eder. Çocukça isteklerin günün her anında mahrem bir şekilde tatmin edildiği zaman beklememiz gereken hareket, tam da şişe arabanın camından dışarı fırlatılırken yapılan kendini beğenmiş o jest, yani bu bedenin geçip gittiği şu alemin kralı benim, geri kalan herkesi siktir et, diyen jesttir.
O halde dördüncü ilkem de şu: plastik şişelerde satılan hiçbir şeyi içmeyin. Plastik şişelere ve bunları ürüten firmalara savaş açın. Plastik şişelerde süt satan süpermarketlerden ayağınızı kesin, prensip gereği gazlı içeceklerden uzak durun ve icap ettiğinde yalnızca musluktan su için.
Son bir gözlemde bulunayım: yol kenarlarında bira kutuları, su şişeleri, viski şişeleri, soda kutularına rast geldim, ama bir kez olsun şarap şişesine rastlamadım. Öyleyse, nasıl meşum iksir için meşum karakteri sorumlu tutmamız gerekiyorsa, bizim şarap sevdalılarının düşünceli davranışlarında da içtikleri şeyin ahlaki değerini görmemiz gerekiyor…
ROGER SCRUTON
‘İÇİYORUM ÖYLEYSE VARIM, Filozofun Şarap Rehberi’ , ROGER SCRUTON, Çeviri: AKIN TERZİ, AYLAK KİTAP Yayınevi, Nisan 2012, 267 Sayfa.