‘Müdürüm mutlu musun benimle ?..’
‘..hakiki gezginler ise gitmek için gidenlerdir..’ – Baudelaire
‘Dayı’yla yine yollardayım.. Sabah erkenden yola koyulduk , İstanbul çoktan arkamızda kaldı.. Yine kurtulduk ‘cehennemimizden’..
Hava rüzgarlı ve çok soğuk.. Gökyüzü kapkara , arabanın silecekleri camı temizlemek için çırpınıyor ama yağmurun hızına yetişemiyor.. Deniz de coşmuş , yol boyunca dalgalar kıyıyı büyük bir hınçla dövüyor ve yetmiş iki yaşındaki ‘Dayı’ hiç anlamadığı müziğin sesini biraz daha açıyor ve neşesi havanın kötülüğüne inat biraz daha artıyor , ‘child in time’ a neredeyse eşlik edecek..
Araba kendi kendine ilerliyor büyük bir hızla.. Çoğu zaman benim arabayı değil de arabanın beni ‘kullandığını’ hissederim.. Adeta ‘kutsal bir bütünleşme’.. Yol ve yolculuk hayatımın temel taşları.. Hayat bir yolculuk ve ben bu yolculuğun içinde sayısız yolculuklar yapıyorum hemen hepsi amaçsız.. Ama hep bir yerlere yetişmek ister gibiyim ; hep telaşlıyım sanki bir kimseye , bir yere geç kalacakmışım.. Oysa kendime , düşüncelerime bile yetişemiyorum..
‘Dayı’ kemikleşmiş ‘yol ve araba korkusundan’ ayrıca ‘Kadıköy dışına çıkma sendromundan’ kurtulmak için ve benim direksiyon başında uyumamamdan çekinerek sayısız anısını sıkmadan , sıkılmadan , gülerek , ağlayarak anlatıyor , sürekli konuşuyor ve arada : ‘müdürüm uykun yok değil mi , aman uyku çökerse çek kenara biraz hava alırız sonra devam ederiz acelemiz yok müdürüm..’ diyor.. Komik adam ‘Dayı’ ama acı şeyleri de yumuşakça enjekte ediyor kalbinize.. Evet yetişecek bir yerimiz , kimsemiz yok ‘Dayı’.. Ama sen de mi ‘Dayı’ , sen de mi bunu hatırlatma görevini aldın bir yerlerden.. ‘Dayı’ya kızamıyorum çünkü dünya da kızamadığım beş , altı insandan birisi..
‘Müdürüm çok uzadı bu yol’ diyor her zaman ki gibi ‘Dayı’.. ‘Dayı’nın en uzun yolculukları on beş dakikayı geçmez , sevmez uzun yolculukları , sıkılır hemen.. Bir koltuğa hapsolmaktan nefret eder.. Şehirlerarası yolculuklar günler öncesinden düşünülmeye başlanan birer ‘işkencedir’.. Hele otel odaları ‘işkencenin’ en üst seviyesidir.. Neyse ki bugün ‘otel odası’ seansı yok bu yüzden biraz rahat.. Ama daha yolculuğun başında ‘ne zaman döneriz’ diye sormuştu işte şimdi de ‘ne zaman döneriz’ diye soruyor..
‘Dayı’nın gözleri bir ben de , bir yol kenarındaki tabelalarda.. Yalvarır gibi bakıyor yaklaşan her tabelaya ve gördüğü her tabeladaki kilometrenin doğru olup olmadığını yine bana onaylatıyor.. Ben de oyalanmadan hemen tasdik ediyorum gördüğü rakamı.. Benim için kısadan da kısa bir yolculuk olmasına rağmen ‘Dayı’ için günlerce anlatılacak bir seyahat bu..
‘Dayı’nın işkencesini kısaltmak için gaz pedalına çaktırmadan basıyorum yüzlerden , yüz seksenlere çıkıyoruz..
‘Dayı’nın anıları eşliğinde varıyoruz deniz kenarındaki bugünkü durağımıza.. Rüzgar burada daha da şiddetli , dalgalar yolu tehdit ediyor ve şehir sanki salgın bir hastalık ya da bombardıman tehlikesi altındaymış gibi bomboş , bir tek insan bile yok sokaklarda.. Şaşkınlık içindeyiz.. ‘Dayı’nın ilk yorumu ‘müdürüm bu ne ya , ölü toprağı serpilmiş gibi , korktum..’ diyor.. Tanımadığımız şehrin sokaklarında kayboluyoruz ama hala bir insanoğluna rastlamadık bunun sıkıntısı hemen ‘Dayı’nın diline vuruyor : ‘rastlayacağımız ilk insanın yanında dur öpeceğim..’ diyor.. Gülüyoruz..
‘Dayı’ya soruyorum ‘saatin yaklaştı Dayı , önce yemek mi , iş mi ?’ diyorum.. İş dediğim iş olsa keşke : ‘her zaman kendimize kendimizi unutmak için yarattığımız saçma sapan gereksiz bir işin’ peşindeyiz yine..
‘Dayı’ cevap veriyor : ‘hayır’.. Neye ‘hayır’ , anlayabilmeniz için ‘Dayı’nın kafasında ‘günün senaryosunu’ kurmasını beklemeniz lazım.. Çünkü yol boyunca ‘varacağımızdan’ emin olmadığı için ve devamlı bir şeyler anlattığı için bu kısmı hiç düşünmemiştir.. ‘Saatimiz kaç’ diye soruyor.. ‘Bire beş var’ cevabını alınca ‘önce iş’ diyor ‘gidelim beş dakika da işimizi halledelim sonra bir iki lokma bir şeyler yeriz’ diyor.. ‘Dayı’mızın ‘bir iki lokma bir şeyler yeriz’ demesi şudur ki uzun ve neşeli bir yeme , içme süreci bizi bekliyor..
Şehirdeki ilk insana rastlıyoruz , bir balıkçı teknesinin üzerinde rüzgarla , dalgalarla çalkalanan teknesiyle cebelleşerek ağlarını tamire çalışıyor.. Fakat ‘Dayı’ öpmüyor ona ilk rastlayacağımız insanı öpme sözünü hatırlatınca ‘s…r et , döver bu ayı bizi’ diyor , gülüyoruz..
Şans eseri işimizin olduğu devlet kurumunu hemen buluyoruz ama taşranın yavaşlığı burada da taş koyuyor işimize.. Binada in cin top oynuyor.. Ana kapı hariç çaldığımız tüm kapılar kapalı , tüm binayı söksek götürsek kimse bilmez çünkü bir kişi bile yok binada öylesine de korunaksız.. Herkes yemekte anlaşılan..
‘Dayı’ kızıyor , en nazik küfürlerinden birisini sallayıp ‘yürü müdürüm , bir iki lokma yiyelim’ diyor.. Benim bilmediğim ama ‘Dayı’nın bir iki kere geldiği bu şehirde ‘en güzel balık yapan’ yere değil de her zaman ki gibi ‘en güzel rakı içilen’ mekana doğru yol alıyoruz.. ‘Dayı’nın hisleriyle daha önce içtiği mekanlardan birine ilerliyoruz.. Ama ben kumar oynayarak gösterdiği mekana değil de yanındaki mekana yöneliyorum.. Diğer mekan çok kalabalık , yani kısacası ‘Dayı’yla bana göre değil.. Herkesten özenle kaçıp saklanmayı başarabilen bir ‘çiftiz’. Girdiğimiz balık lokantası ürkütüyor beni , bomboş ama beş yıldızlı bir lüks mekan..
‘Dayı’ hemen şef garsona girer girmez uyarıyı çakıyor : ‘Şefim nerelisin..’ , beni bir gülme alıyor.. ‘Dayı’nın ‘olta sorusu’ bu.. ‘Nerelisin’ diye sordu mu alacağı cevap ne olursa olsun verilecek cevaptan en karlı çıkan hep ‘Dayı’ olur.. Şef tuzağa düşüyor : ‘Ordu , Akkuş’luyum’ diyor.. ‘Dayı’ hemen atlıyor ‘Oo ! hemşerim’ diyerek Akkuş’lu şefe sarılıyor ve bombayı patlatıyor ‘Vayy koca Akkuşlu ben de Ordu , Mesudiyeliyim..’ Ben makaraları koyuvermemek için masaların en güzeline yöneliyorum , her açıdan denizi gören masalardan birine yığılıyorum..
‘Dayı’ şefle muhabbeti koyulaştırırken eliyle beni işaret ediyor ‘yeğenim’ , ‘savcı’ , ‘iyi hizmet edin’ lafları kulağıma çalınıyor.. Artık dayanamıyorum kahkahaları atıyorum.. ‘Dayı’ masaya geliyor , fırçayı çekmeye başlıyorum ‘Dayı’ ne yaptın , ne savcısı yahu’ diyorum.. ‘Siktir et , hepsi arkadaşimiz yeaau’ diyor ve ‘Akkuşlu , koca oğlan neredesin , gel’ diye mutfağa sesleniyor..
Akkuşlu koşarak geliyor eğilip bükülüyor , hazır ola geçiyor.. Masaya gülerek yığılıyorum.. ‘Dayı’ hemen klasik pazarlığına başlıyor.. ‘Akkuşlu , bak en baştan söyleyeyim , sayın savcımla burada oturduk ama peşin söyleyeyim sigara içemezsem içeride kalkar giderim oturmam , bu yaşlı adamı bu soğukta dışarıya çıkartmayacaksın değil mi’ diye soruyor ‘Dayı’.. Akkuşlu ‘ne demek efendim’ demesiyle bir küllüğü yoktan var edip ‘Dayı’nın yanındaki sandalyeye koyuyor.. Küllüğü koyarken ‘Dayı’ Akkuşlunun sırtını sıvazlayıp ‘aferin evladım’ diyor ve siparişe girişiyor hani ‘bir iki lokma bir şeyler’ yiyeceğiz ya , siparişin verilmesi yalnızca on dakika sürüyor ve şöyle başlıyor : ‘ şimdi evladım bak öncelikle bir otuz beşlik tekirdağ rakı acil gelecek buzla beraber , sayın savcım prensiplidir araba kullanırken içmez ben içeceğim ona rakı servisi açma , sonra bir kalamar tava , bir karides güveç , bir salata , bir deniz börülcesi , bir ahtapot salatası , bir patlıcan közleme..’
‘Dayı’ , ‘bir iki lokma yiyeceğimiz’ yemekleri sayarken ben denize dalıyorum kabarıp gelen dalgalara bakıyorum.. Hüzün dalgalarla gelip kalbime çöküyor ve çok yorulduğumu hissediyorum birden.. Yaklaşık yedi aydır yaşamıyorum , yaşar gibi yapıyorum ve elli gündür de çok kötü hastayım , bir türlü düzelemiyorum.. Kullanmadığım ilaç kalmadı ama ben hala hastayım.. Her güne daha da hasta kalkıyorum , vücudum tamamen benden kurtulmak istiyor sanki , kaldıramıyor artık ‘sürüdüğüm’ bu hayatı , nefes almaktan sıkılmış bu insandan vücudum da bıkmış..
Dalgalara bakarken dalmış olduğum yerden ‘Dayı’nın ‘Allah Allah , müdürrrrrrrr’ diye bağırmasıyla irkilip masaya geri dönüyorum.. ‘Ne oldu ‘Dayı’’ diyorum.. ‘Dayı’ cep telefonuna bakarak ‘Ya Müdürüm anlamadım bu işi , sabahtan beri yanındayım farkında mısın telefonum hiç çalmadı kimse aramıyor ya , affedersin umumhane telefonu gibi olan telefon hiç çalmıyor , iş sahipleri ya da tanıdıklarım neden aramıyor Allah Allah , küstü mü herkes bana’ diyerek hayıflanıyor.. Ben daldığım hüzün dalgalarından kocaman bir kahkaha atarak ‘Dayı’nın endişesine neşeyle atlıyorum..
‘Ya gülme Allah aşkına ya , lütfen benim telefonu bir çaldır , acaba telefon mu bozuk’ diyor.. ben neşeyle iki aydır kapalı olan telefonlarımdan birisini açarak ‘Dayı’nın telefonunu arıyorum.. Telefon çalar çalmaz ‘Dayı’ neşeleniyor , gülümseyip ‘neyse dünyayla bağlantım sağlammış müdürüm..’ diyor..
Rakı , mezeler sofrayı donatmaya başlıyor yavaş yavaş ve ‘Dayı’ domuz sıkısı olarak koyduğum ilk rakı kadehinden sıkı bir ilk yudumu koklayarak , gülümseyerek alıyor ve ‘Ohhhh be..’ diyor ve ardından neşeyle en klasik , en sevimli sorularından birisini soruyor ‘Müdürüm mutlu musun benimle..’ Cevap olarak gülümsemem yetiyor kendisine.. Yemeğe dalıyoruz ama ‘Dayı’ bir yandan anlatmaya da devam ediyor..
Geçmişte bu tip sofralardan kalkıp iş yapmaya gitmek beni ürkütürdü , rakı ve yemek kokusuyla insanlarla , resmi dairelerdeki çalışanlarla muhatap olmak iletişime geçmek korkuturdu.. Ama ‘Dayı’yla yıllarca teşrik-i mesai yapınca her şey olağanlaşıyor..
‘Dayı’ ikinci dublesinde kıvama gelip yineleyerek : ‘Müdürüm mutlu musun ? Hele Ciğerimi bir ara be , soframızı , ortamımızı anlat’ diyor o arada da Akkuşluya bağırıyor ‘evladım balıklar nerede kaldı , geç kaldık..’
Balıklar gelirken ‘Dayı’ şişenin dibine yetişmeye çalışarak bana dalga geçerek ‘müdürüm senin araba kullanırken içmeme prensibine hayranım’ diyor.. ‘Geç dalganı’ diyerek gülümsüyorum..
Yemek faslı biterken akkuşluya bir daha bağırıyor ‘hesabı münasip bir kalemle yap da getir , fazla geçirme hesabı bize , kontrol edeceğim ha evladım’ diyor , Akkuşluyla ben gülme krizine giriyoruz.. ‘Dayı’ kıvama gelmiş ve biz şimdi sarımsak ve rakı kokusuyla hakimlerin , memurların , müdürlerin yanına gideceğiz ama umurumuzda değil , tüm bunlar onların problemleri.. ‘Rakı ve sarımsak kokusu sağlıklı , zeki bireylerin işareti’ der hep ‘Dayı’.. Akkuşlu hesabı hangi münasip kalemle yaptıysa getirip ‘Dayı’nın önüne çekinerek koyuyor ama tüm eğilip bükülmesine rağmen ‘Dayı’dan fırçayı yiyor : ‘Evladım getiriyorsun bari oku hesabı , ben hem yaşlıyım hem sarhoşum nasıl göreceğim’ diyor , Akkuşlu özür dileyerek sanki bir suç işlemiş gibi hesabı söylüyor.. ‘Dayı’ tamam diyerek parayı hesap kutusuna koyup şefe uzatıyor..
‘Dayı’ ayaklanıyor , ayaklanınca peşinden yetişmek için topuklamanız lazım çünkü otuz beşlik rakı dopingini aldı ‘Dayı’.. Mekandan çıkarken ‘Dayı’ , Akkuşlunun uzattığı kolonya şişesini elinden kaparak kolonyayla adeta yıkanıyor , içtiği alkole deri yoluyla da destek veriyor böylece..
Ve kapıda ‘Dayı’ rakı mesaisine şimdilik ara verirken repliğini tekrar ediyor şefe ‘Akkuşlu uzaktan yakından kimseye , sağa sola borcumuz yok değil mi biz kaçıyoruz ona göre..’
Beş dakika sonra rakı , balık , sarımsak kokularıyla resmi kurumun kapısını adeta kırarak giriyoruz.. İçeride bu sefer insan dolu ama sessiz yine , biz bu sessizlikten korkar gibi gülerek ve yüksek sesle konuşarak odaları ziyarete başlıyoruz..
Taşranın o saçma sapan yavaşlığı içinde ve memurların işi yokuşa sürmek için saçma sapan elli takla atmasına rağmen işin sonuna geliyoruz.. Cehennemimiz İstanbul’da on dakikada bitireceğimiz işi on binlik bu ilçede iki buçuk saatte ancak bitirtiyorlar bize.. Ama son durak mal müdürlüğü.. ‘Dayı’ kafada otuz beşlik rakı ve memurlardan yüklendiği elektrikle hışımla müdürün odasına dalıyor hemen , selam çakıyor , kısa bir izahattan sonra olta sorusunu şöyle soruyor : ‘iyi günler müdürüm , bir maruzatım olacaktı , şöyle bir yazı getirdik mahkemeden , bu arada müdürüm memleket neresi..’ Mal müdürü oltaya takılıyor tabi ki ‘Bolu merkez’ diyor önce yüz vermeyerek.. ‘Dayı’ bana göz kırparak oltayı sertçe kendine doğru çekiyor balık kaçmasın maksat ve müdüre ‘Aa ! Müdürüm ne tesadüf ben de Bolu Mengen’liyim diyor birazdan kimliğini müdürün isteyebileceğini umursamayarak.. Kahkahalarımı içime gömerek kendimi binanın dışına atıyorum.. Dışarıda rüzgar ve yağmurun altında kahkahalarla gülüyorum.. Dönüp binanın içine bakıyorum cam kapıdan , müdür telaşla önde ‘Dayı’ arkada odalar arasında mekik dokuyorlar..
‘Dayı’ beş dakika sonra ağzında sigara resmi kurumdan keyifle çıkıp sigarasını yakıyor ve ‘nasıl da hallettim işi hemen..’ diyor.. Güle güle ve rüzgarla cebelleşerek arabaya yetişiyoruz.. Arabadaki ilk sözü ‘çok sahtekarım değil mi’ diyor.. Sadece gülümsüyorum ve içimden keşke dünyadaki tüm sahtekarlar senin gibi olsa diyorum..
Deniz kıyısındaki küçük ilçeden kaçarcasına çıkıyoruz.. Fakat ‘Dayı’ bu kez beş dakika geçmeden ‘Müdürüm acıkmadın mı bir şeyler yiyelim iki lokma , sonra devam edelim’ diyor ben ona ters ters bakıp gülümseyerek gazı köklüyorum..
Direksiyon başında uyumamam için ‘Dayı’ yine anılarının deryasına teknemizi batırıyor ama bilmiyor ki ‘müdürünün’ ilacı yollar , ‘müdürünün’ kendisini unuttuğu tek yer yollar ve yollar da hiç uyumaz..
O sırada aklıma bir şey takılıyor , ufak bir hesap kitap işi yapıyorum sonra ‘Dayı’ya soruyorum ‘Halo , bugünkü işten kaç lira kazanacaksın’ hemen cevabı veriyor ‘700-Lira evladım Allah bereket versin..’ İkimiz yine kahkahaları koyuveriyoruz benim ‘Ee , ne anladık bu işten , iş yapmaya geldik 450-lira masraf yaptın’ sorumla..
Dünyada parayla işi olmayan iki aylağız.. Bizim amacımız iş yapmak değil ki , amaç kendimizi bir gün bile olsa cehennemlerimizden dışarı atabilmek..
Güneş batarken , kendimize gülerek , kendimizle ve hayatla dalga geçerek , kimselere bulaşmamaya çalışarak ‘Dayı’yla yeni maceralara doğru yol alıyoruz..
‘yolcu yol yoktur , yolu sen yaparsın..’ – Antoni Maçau
CROCKETT , aylakadamiz