Archive for the ‘Hayata Dair’ Category

1 MAYIS 2010’da TAKSİM’E ! 1 MAYIS ALANINA !

‘sendikal hak ve özgürlükler için , sosyal güvenlik yasasındaki haksızlıklara karşı durmak için , yoksulluğa , adaletsizliğe karşı durmak için , emperyalist işgallerin son bulması için , 1 Mayıs 1977’de Taksim’de katledilenleri unutturmamak için ve her türlü vesayete , her türlü darbeye karşı durmak için 1 MAYIS 2010’da TAKSİM’E ! 1 MAYIS ALANINA !’

Crockett..

(1 MAYIS 1977 , Taksim Meydanı , DİSK GENEL BAŞKANI KEMAL TÜRKLER konuşmasını yaparken..)

‘evet, bazen gelecek uzun sürüyor..’ – LOUIS ALTHUSSER

‘..o günden beri sanırım sevmenin ne olduğunu da öğrendim : atılganca kendi duyguları üstüne ‘abartmalı’ iddialara girmek değil , karşıdakine özenle davranmak , onun arzularına ve ritmine saygı göstermek ; hiçbir şey istememek , verileni kabul etmeyi öğrenmek ; her armağanı yaşamın bir sürprizi olarak kabul etmek ; aynı armağanı ve aynı sürprizi iddiasızca , hiçbir zorlamaya başvurmadan , karşıdakine de yapabilmek. özetle, yalın özgürlük ! cézanne neden sainte-victoire dağının her anının ayrı resmini yapmıştı ? her anın ışığı ayrı bir armağandır da ondan.

demek ki yaşam, tüm dramlarına karşın, hala güzel olabilirmiş. altmış yedi yaşındayım; kendim için sevilmediğimden gençlik tanımamış olan ben, şimdi kendimi hiç olmadığım kadar genç hissediyorum. bu iş yakında bitecek olsa da.evet, bazen gelecek uzun sürüyor..’

 

LOUIS ALTHUSSER 

 

‘..birden kendimi ayakta buluyorum; yüksek öğretmen okulu’ndaki dairemde, yatağın ayakucunda duruyorum; üzerimde sabahlık var. kasım ayının kurşuni günışığı – 16 kasım pazar, saat sabah dokuz suları- soldan, zamanla lime lime olmuş ve güneşten kavrulmuş eski kırmızı perdelerin çerçevelediği yüksek pencereden süzülüp karyolanın ayakucunu aydınlatıyor.

önümde helene var, o da sabahlıklı; karyolanın kenarına oturup geri
kaykılmış durumda, sırtüstü yatıyor; bacakları gevşekçe yerdeki halının üzerine salıverilmiş.

diz çöküp onun üzerine eğiliyorum ve boynuna masaj yapıyorum. hiç konuşmadan onun ensesini, sırtını ve böğürlerini ovduğum çok olmuştu..

ama bu kez boynunun ön tarafını ovuyorum. iki başparmağımı göğüs kemiğinin üst tarafından etin yaptığı çukurluklara bastırıyorum ve öylece basılı tutarak yavaş yavaş birini sağa birini sola, kulakların altındaki sert bölgeye doğru kaydırıyorum..

helene’in yüzü dingin ve huzurlu, hiçbir kımıltı yok; açık gözleri
tavana dikili.

birden dehşete kapılıyorum: gözleri çakılı oldukları yerden hiç
oynamıyor, ve daha da önemlisi, dişleriyle dudaklarının arasında beklenmedik bir şey, küçük bir dil parçası, öylece kalakalmış.

elbette daha önce ölü gördüğüm olmuş, ama boğazı sıkılarak ölmüş
birinin yüzünü o ana dek hiç görmemişim. yine de karşımdakinin böyle ölmüş biri olduğunu hemen anlıyorum. peki, nasıl olmuş da?.. birden doğrulup bağırmaya başlıyorum: helene’i boğmuşum!

yoğun bir panik içinde atlıyorum, son hızla daireyi bir uçtan uca
geçip, yüksek demir parmaklıklı ön avluya inen demir trabzanlı küçük merdiveni uçarcasına iniyor ve, gene koşa koşa , birinci katta oturan dr. etienne’i bulacağımı bildiğim revire doğru yöneliyorum. kimseye rastlamıyorum, günlerden pazar, okul yarı yarıya boş, kalanlar da henüz uyuyor. doktorun basamaklarını dörder dörder tırmanırken bağırmayı da sürdürüyorum : ‘helene’i boğdum,
helene’i boğdum !..’

 

LOUIS ALTHUSSER

‘gerçek olarak var olmadığım için , yaşamda ben yapmacık bir varlıktan, bir hiçten ibaretim ; sevmeye ve sevilmeye , ancak beni sevmelerini istediğim ve bastan çıkarmak suretiyle sevmeye kalkıştığım kimselerden ödünç aldığım yapmacıklar ve sahtelikler yoluyla ulaşabilen bir ölüydüm..’

LOUIS ALTHUSSER 

(GELECEK UZUN SÜRER – LOUIS ALTHUSSER , Çeviri : İSMET BİRKAN , CAN Yayınları , 1998..)

‘mutlu bir hayat imkansızdır..’ – ARTHUR SCHOPENHAUER

‘söylediğim gibi bir bütün olarak bakıldığında her bir insan hayatı bir tragedyanın niteliklerini sergiler ve biz kural olarak hayatın bir dizi düş kırıklığıyla dolu umuttan , boşa çıkmış emellerden , suya düşmüş tasarılardan , çok geç fark edilmiş yanlışlardan başka bir şey olmadığını ve şu kederli şiirin içinde barındırdığı hakikatin onun için de geçerli olduğunu anlarız :

o zaman yaşlılık ve tecrübe el ele ,

götürür onu ölüme ve anlatır ona ,

böylesine acılı ve uzun bir arayıştan sonra

bütün hayatının yanılgılarla dolu olduğunu.. 

bütün bunlar hayatın kendisini hiç olmasa daha iyi olacak bir şey , edineceğimiz bilgi sayesinde geri döneceğimiz  bir tür hata olarak gören benim dünya görüşümle tamamen örtüşür.. genelde insan var olduğu ve insan olarak kaldığı sürece zaten yanılgıdadır , dolayısıyla hayatını gözden geçirdiğinde her bir insanın , kendisini genellikle yanılgılar içerisinde görmesi bununla uyum içindedir.. onun bunu genel hatları içinde görmesi kurutuluşudur ve bunun için onu münferit durum içinde , yani kendi ferdi hayatında fark ederek başlaması gerekir.. çünkü cins için geçerli olan aynı zamanda tür içinde geçerlidir..

hayat tamamen keskin bir azarlama , acı bir paylama olarak görülmelidir , tamamen farklı amaçlar için oluşturulmuş olan düşünce biçimlerimizle , her ne kadar böyle bir şeye nasıl olup da ihtiyaç duyabileceğimizi anlayamasak da bu ceza , bu paylama bize yönelmiştir.. dolayısıyla bu dünyayı terk etmiş olan dostlarımızı üzülerek , hayıflanarak değil , iç ferahlığıyla hatırlamalıyız ve unutmamalıyız ki onlar bir yolunu bulup bu paylamadan kurtulmuşlardır , yapacağımız tek şey bu azarlamanın arzu edilen neticeyi uyandırmış olmasını gönülden dilemektir.. aynı bakış açısıyla kendi ölümümüze de , genelde hep olduğu üzere , korkuyla ve ürpertiyle değil , arzu edilen mutlu bir hadise olarak bakmalı , yolunu gözetlemeliyiz onun..

mutlu bir hayat imkansızdır ; insanın erişebileceği en iyi , en fazla şey bütün insanlığın hayrına olacak bir işte ve bir yolda ezici talihsizliklere , bunaltıcı güçlüklere karşı mücadele eden ve her ne kadar eline sadece önemsiz bir ödül ya da hiçbir şey geçmese de sonunda bundan galip çıkan kimsenin yaşadığı gibi , kahramanca bir hayattır.. çünkü sonunda gozzi’nin ‘re corvo’sundaki prensi gibi taşa dönüşür , fakat soylu bir tavrı ve yüce gönüllü , alicenap bir görünüşü vardır.. hatırası bir kahramanın hatırası kadar uzun ömürlüdür ve tıpkı onunki gibi sevgiyle anılır ; zahmet , meşakkat , akamet ve sıkıntının ve ömrü boyunca dünyadan gördüğü kadir bilmezliğin canlılığını kaybettirdiği iradesi nirvana’da yok olmuştur..’

ARTHUR SCHOPENHAUER..

(HAYATIN ANLAMI , ARTHUR SCHOPENHAUER , Çeviri : AHMET AYDOĞAN , SAY Yayınları , 2007 , Sayfa : 59,60,61..)

‘benzersiz olana bağlanmak umutsuza bir bağlanıştır..’ – Walter Benjamin

‘..faşizm kendi içinde tutarlı olarak , politik yaşamın estetize edilmesini amaçlar.. politikanın estetize edilmesine yönelik bütün çabalar tek bir noktada doruğuna varır.. bu nokta savaştır.. ‘savaş olsun , isterse dünya batsın’ diyen faşizm , duyusal algılamanın sanatsal düzlemde doyum ulaştırılmasını , marinetti’nin itiraf ettiği gibi (‘savaş güzeldir’) , savaştan bekler.. bu herhalde tam anlamıyla ‘sanat sanat içindir’in gerçekleşmesi olmaktadır.. bir zamanlar homeros’ta olimpos dağı’ndaki tanrıların gözünde bir tür sergi malzemesi olan insanlık , şimdi kendi kendisi için bir sergi malzemesi olup çıkmıştır.. kendine yabancılaşması , ona kendi yıkımını birinci sınıf estetik haz kaynağı niteliğiyle yaşatacak boyutlara  varmıştır.. faşizmin politikayı estetize etme çabalarının vardığı nokta işte budur.. komünizm , buna sanatın politize edilmesiyle yanıt verir.. – Walter Benjamin  (Tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilebildiği çağda sanat yapıtı..)

 

‘..melankolinin bir anlamı da benzersiz olana odaklanmadır.. gerçekliği biçimlendiren kavramlardan hiçbiri o nesneye karşılık gelmediği için , hiçbir zaman amacına ulaşmayacak bir tavırdır bu.. benzersiz olana bağlanmak umutsuza bir bağlanıştır..’ – Walter Benjamin

‘HER ŞEYİN SONUNDAYIM..’ Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları..

‘HER ŞEYİN SONUNDAYIM..’ Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları.. 

‘geçenlerde düşümde yüksek bir yapının camının altında , bir parmak kadar dar bir yere abanıp kalmışım.. içeriye girsem , girmeye yeltensem , camdan odaya bir adımı atsam , düşüp ölecektim.. ama camın kenarına yapışıp , boşluğun üstünde kendimi tutacak gücüm kalmamıştı.. nasıl olsa çözülecekti ellerim.. ve ben düşecektim boşluğa..

yarın bütün gün trende gidecek olan sen misin ? nereye ? niçin ?

yarın bütün gün büroda oturacak olan ben miyim ? neden ? niçin ? hiçbir yerde olmak istemiyorum ki..

belki de ben bugün ilk defa her şeyin sonundayım..

gene bir yığın günler geçip gidecek ve ben kendime , işte bugün ilk defa her şeyin sonundayım mı diyeceğim ?

korkuyorum. korkuyorum. korkuyorum..’

 

TEZER ÖZLÜ (Eylül , Ekim 1966..)

(‘HER ŞEYİN SONUNDAYIM..’ Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları.. – Yayına Hazırlayan : Burak Fidan , SEL YAYINCILIK , Mart – 2010 , 112 sayfa..)  

  

 

‘mektubun yaşamımın en sevindirici olaylarından biri. sen her şeyi iliklerinde duymuşsun , ben başka ne diyeyim.

o on günlük yolculukta , bu kitabı yazarken , bir kez geçekten , otel odalarından birinde kalbim duruyordu ve ben gerçek bir yazma krizi içinde yazdım , yeryüzünden hiçbir şey algılamadan , edebiyat dışında , duygular dışında.. bu yüzden yaşamın ucuna yolculuk , dediğin gibi iyi bir ad.. l.f. celine’nin ‘gecenin sonuna yolculuk’ adına çok benzetmiyorsan , kitaba bu adı verebilirsin , belki de ‘bir intiharın izinde’den daha iyi olur , intiharın izi , biraz bir hafiye romanını da çağrıştırıyor gibi.. bu açıdan sana istediğini yapma seçeneğini bırakıyorum.. ‘pavese üzerine çeşitlemeler’i de kaldırabilirsin.. pavese benim için gerçekten büyük bir aşkımdır , aynı senin yazdığın  gibi.. zaten müşterek aşklarımız çok.. dostoyevski , kafka.. bir yıldır ben de yalnız kafka okuyabiliyorum.. daha kırk yıl da okurum.. pavese’den alıntılar , ona olan aşkımı ve saygımı zaten belirliyor.. dediğin gibi , kitap benim varoluşumun ucuna yolculuk.. belki bundan sonra ölümümün ucuna da yolculuk edebilirim.. şimdilik daha bu kitaptan kopmadım..

beckett’imsi bir ölülükte yalnız , şimdilerde değiliz.. sen beckett’i çevirdiğinden beri , hakkari’ye gittiğinden beri , yirmi yaşlarında bilinçlendiğimizden beri o ölülükteyiz.. kafka gibi  veremden çatlamamamız , beckett kadar ölü görünmememiz , şarklılığımız yüzünden.. iç dünyamızın farkı olduğunu sanmıyorum..’ 

TEZER ÖZLÜ (26 Mart 1984..)

(‘HER ŞEYİN SONUNDAYIM..’ Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları.. – Yayına Hazırlayan : Burak Fidan , SEL YAYINCILIK , Mart – 2010 , 112 sayfa..) 

 

‘zürihle ilgili bu denli acı anıların olduğunu hiç bilmiyorum , hiç sözünü etmemiştin.. gerçekten dayanılmaz bir kent ,, dayanılmaz bir ülke.. ancak bir anlamda , temelden ve insanın yakınlarından (insanın yakını da yok ya).. belki de kendisine yakın sokaklardan kopuşunun tadını , yani acısını burada derinliğine yaşayacağım yaşıyorum. hemen hemen hiçbir ülkede böylesi duygulara düşmemiştim.. bunun da bir yararı olacak sanırım.. kopukluk.. yaşamdan , insanlardan , geçmişten kopukluk.. gelecekle de hiçbir ilgisizlik. nerede olacağımı , hangi kentte oturacağımı , nereye gideceğimi hiç bilmiyorum.. şimdi burada durgunluktayım.. mutsuz değilim.. mutlu olmak ya da mutsuz olmak , bilmiyorum.. ancak zaman zaman büyük ölçüde hava değişiklikleri bir anda olunca , kafam hiç mi hiç çalışmıyor.. o zaman bir ‘budala’ gibi duraklıyorum.. basınç değişince biraz kendime geliyorum..’ 

‘kitap yazmaya gelince , zaman zaman içimde öylesine bir güç duyuyorum ki.. bir günde oturup bir kitap yazabileceğimi algılıyorum.. oturup sözcükleri hiç düşünmeden art arda yazabiliyorum.. çeşit çeşit duygularla doluyum. ama bu duygular dayanılmaz , taşınmaz hale gelinceye kadar hiçbir şey yazmam. duyguları dağıtırım.. dayanılmaz hale geldiğinde , sanırım gene bir yolculuğa çıkacağım.. sabih’in ölümü , genellikle ölüm üzerine , kopukluklar üzerine yazacağım , gene bir kente gideceğim.. gideceğim yeri bu kez biliyorum , neresi olduğunu biliyorum..’

 

‘demir , bir kentte bir araya gelmemizi öneriyor son mektubunda.. tabi parasızlık da var. bilmiyorum , bir araya gelsek , senin ‘ölü’ antika oyuncaklarını satsak. beyaz peynir , biraz rakımız olsa , hiç arabesk , hiç trafik gürültüsü olmasa. bilmem kendimizi daha başka duyar mıyız ? yoksa böylesi bir özleme alıştık mı ? böylesi bir bölünmenin acısını severek mi çekiyoruz

hiçbir yazar ilgimi çekmiyor.. her sevdiğim satırı okumuşum.

dün tektaş , henüz kafka’dan bir tek satır okumadığını söyledi.. ne kadar isterdim onun yerinde olmayı. tabi okunulan satırlar yeninden okunur. onların nerede olduğunu biliyoruz. okuduklarımı o denli iyi anımsıyorum ki..’ 

TEZER ÖZLÜ (27 Temmuz 1984)

(‘HER ŞEYİN SONUNDAYIM..’ Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları.. – Yayına Hazırlayan : Burak Fidan , SEL YAYINCILIK , Mart – 2010 , 112 sayfa..)

Bu güzel kitap raflarda mart ayında yerini aldı.. İki güzel dost , çocukluk arkadaşı TEZER ÖZLÜ ile FERİT EDGÜ arasındaki mektupları BURAK FİDAN yayına hazırladı SEL YAYINCILIK da bu kitabı okurlara hediye etti.. 1966-1985 arasındaki mektuplaşmalar edebiyattan , sanata , sağlık problemlerinden , sevinçlerden , umutsuzluklara ve yalnızlığa kadar bir çok paylaşımı içeriyor.. TEZER ÖZLÜ’ye biraz daha bağlanmak için bu kitabı kaçırmayın alın..

Crockett..   

‘aşk , görme engelli bir coşku , görmezlikten kaynaklanan bir bağdır..’ – ALİ ŞERİATİ

‘..iranlı sosyolog , yazar , düşünür ALİ ŞERİATİ’nin sonsuzluk deryası yazılarının arasından aşk üzerine yazdıklarından tadımlık verelim dedik.. İran’daki devrimci İslam’ın ve İranda’daki İslami devrimin en başta gelen düşünürlerinden birisi sayılır.. 1933 -1977 yılları arasında yaşamış olan ALİ ŞERİATİ eşitlik ve İslami Öz’e dönüş yönündeki düşünceleriyle dikkat çekmiştir. Ancak devrim öncesi İran’daki şah yönetimin güvenlik örgütü tarafından katledilmiştir.. Şu andaki İran’daki yönetim tarafından da pek tutulmamaktadır çünkü eşitlikçi , özgürlükçü fikirleri aşırı bulunmaktadır.. rejime karşı duranların , rejimin biçimine eleştiri getirenlerin ve şu andaki yönetimin eşitlik karşıtı tutumlarını benimsemeyenlerin hala sımsıkı sarıldığı bir düşünürdür ALİ ŞERİATİ.. Fransız düşünür , yazar J.P. SARTRE bir zamanlar ALİ ŞERİATİ için ‘..benim inanmış olduğum bir dinim yok, ancak olsaydı bu kesinlikle Şeriati’nin dini olurdu..’ (‘i have no religion , but if i were to choose one , it would be that of shariati’s..’) demişti..’

Crockett..

AŞK ÜZERİNE..

‘..aşk , görme engelli bir coşku , görmezlikten kaynaklanan bir bağdır. oysa sevgi , bilinçlice bir bağ ; apaçık , duru bir görmenin sonucudur. aşk genellikle içgüdüden su içer , içgüdüden kaynaklanmayan başka bütün olgular değersizdir. oysa sevgi ruhun içinden doğar , bir ruhun yükselebileceği bütün yerlere , sevgi de onunla birlikte doruğa tırmanır.

aşk , gönüllerin genelinde benzer biçimler ve renklerde gözlenmekte olup , ortak nitelik , durum ve görünümler taşır. oysa sevgi her ruhta kendine özgü bir albeni taşır. ruhun kendisinden rengini alır. ruhlar da içgüdülerin tersine kendilerine özgü ayrı ayrı renk , tırmanış , boyut , tat ve kokular taşıdığından ; ruhların sayısınca sevgiler olduğu söylenebilir.

aşk , kimlikle ilişkisiz değildir. dönemlerin ve yılların ilerleyişinden etkilenir. oysa sevgi ; yaş , zaman ve kişiliğin ötesinde yaşar. onun yüksek yuvasına günün , çağın eli yetişmez.

aşk , her renkte , her düzeyde , somut güzellikle bağlantılıdır. schopenhauer’ın deyişiyle: ‘sevgilinizin yaşına bir yirmi yıl daha ekleyin de onun duygularınızda bıraktığı doğrudan etkileri gözlemleyin.’

oysa sevgi , ruhun içine öyle bir dalgınlıkla dalar ; ruhun güzelliklerine öyle tutulup kendinden geçer ; somut güzellikleri bambaşka bir biçimde görür. aşk ; tufan , dalga , coşku niteliklidir. oysa sevgi durgun , dayanıklı , ağırbaşlı , arılıkla dolup taşar bir durumdadır.

aşk , uzaklık ve yakınlığa göre değişir. uzaklık uzun sürecek olursa azalır. ilişki sürecek olursa değerini yitirir. ancak korku , umut , sarsıntı ve acı çekmenin yanı sıra ‘görüşüm-uzaklaşım’la diri , güçlü olarak kalabilir. oysa sevgi bu durumları bilmez. dünyası başka bir dünyadır.

aşk, bir yönlü bir coşkudur. sevgilinin kim olduğunu düşünmez. ‘öznel bir özcoşu’dur. işte bu yüzden hep yanlışlık yapar. seçimle hızla sürçer. ya da hep bir yönlü kalır. yine de yer yer benzeşmeyen iki yabancının arasında bir aşk kıvılcımlanır , olay karanlıklar içinde geçip birbirlerini görmedikleri için ancak bu yıldırımın düşüşünden sonra onun ışığında birbirlerini görebilirler.

oysa sevgi aydınlıkta kök salar. ışığın gölgesinde yeşerir; büyür. işte bu yüzen hep tanışıklıktan sonra ortaya çıkar. gerçekte başlangıçta, iki ruh birbirinin yüzünde tanıma çizgilerini okur. ‘biz’ oluşları ise ‘tanışım’dan sonra olur, iki ruh, iki kişi değil daha sonraları; birbirlerinin söz, davranış ve konuşma biçiminden yakınlığın tadını, yakınlığın kokusunu, yakınlığın sıcaklığını duyumsarlar. işte bu konaktan sonra birden, iki yoldaş kendiliklerinden sevginin uçsuz bucaksız çölüne ulaştıklarını, sevginin karartısız açık göğünün başlarının üzerinde sere serpe serilmiş olduğunu, ‘inanış’ın aydın, arı içtenlikli ufuklarının kendilerine açıldığını, tatlı okşayıcı bir esintinin hep başka göklerin, başka ülkelerin yepyeni esinlerinin iletileri ve başka bahçelerin güzel, gizemli çiçeklerinin kokularının birlikteliğinde oyuncu, tatlı, şen bir sevgi ve albeniyle kendisini hep bu ikisinin yüzüne, başına vurduğunu.. kendi gözleriyle görürler..

aşk, çılgınlıktır. çılgınlık ise ‘anlayış’ ile ‘düşünüş’ün bozulmuşluk ve yıpranmışlığından başka bir şey değildir. oysa sevgi tırmanışının doruğunda, beyin ötesini aşar, anlamayı ve düşünmeyi de yerden çekip, doğuşun yüksek doruğuna götürür.

 

aşk, sevgilide içinin çektiği güzellikleri yaratır. oysa sevgi, içinin çektiği güzellikleri sevgilide görür, bulur. aşk, büyük güçlü bir kandırmacadır. oysa sevgi; sonsuz, salt, dosdoğru, içten bir doğruluktur. aşk, denizin içinde boğulmaktır. oysa sevgi, denizin içinde yüzmektir. aşk, görme duyumunu alır, oysa sevgi, verir.

aşk, kabadır, şiddetlidir. bununla birlikte dayanıksız, güvensizdir. oysa sevgi, tatlıdır, yumuşaktır. bunun yanı sıra dayanıklı, güven içindedir.

aşk hep kuşkuyla bulunur. oysa sevgi, baştan başa kesin inançlıdır. kuşkuya yer vermez. aşktan içtikçe kanarız, sevgiden içtikçe susarız. aşk korundukça eskir. oysa sevgi yenilenir.

aşk, sevenin içinde varolan bir güçtür. kendisini sevgiliye çeker. oysa sevgi sevilende varolan bir albenidir. seveni sevilene götürür. aşk, sevgiliye egemenliktir. oysa sevgi, sevilende yok olma susuzluğudur.

aşk, onun baskısı altında kalabilmek için sevgiliyi belirsiz, kimliksiz olarak ister. aşk, kişinin bencilliği ile alım-satımsal, hayvansal ruhun bir çekiciliğidir. kendisi kendi kötülüğünün bilincinde olduğu için de onu bir başkasında görünce ondan nefret eder, ona kin besler. oysa sevgi, sevileni sevgili, değerli olarak ister. bütün gönüllerin de kendisinin sevdiği için beslediğini , beslemelerini diler. sevgi, kişinin tanrısal ruhu ve ahurasal doğasının bir çekiciliğidir. kendisi kendi doğaötesi kutsallığını görebildiği için onu bir başkasında görünce onu da sever. kendisine tanış, yakın bulur.

aşkta, rakip sevilmez. oysa sevgide, “köyünün tutkunlarını kendi özleri gibi severler.” kıskançlık aşkın özelliğidir. aşk, sevgiliyi kendi lokması olarak görür. bir başkası onun elinden kapmasın diye hep acılar içinde kıvranır durur. kapması durumunda ise ikisine de düşmanlık beslemeye başlar. sevgiliden nefret edilir.

sevgi ise inançtır. inanç ise salt bir ruhtur. sınırsız bir sonsuzluktur. bu gezegenin türlerinden değildir. aşk, doğanın kementidir. doğadan almış olduklarını kendi elleriyle geri verip; ölümün aldıklarını aşkın oyunlarıyla ellerinden bıraksınlar diye başkaldıranları yakalar. oysa sevgi, kişinin doğanın gözlerinden uzak, kendi yarattığı, kendi ulaştığı, kendi “seçtiği”, bir aştır. aşk, içgüdünün tuzağında tutsak olmaktır. oysa sevgi, isteklerin baskısından kurtulmaktır. aşk, bedenin görevlisidir. oysa sevgi, ruhun elçisidir.

aşk, kişinin yaşama dalıp güncel yaşamla oyalanmasına yönelik büyük, aşırı bir ‘bilinçsizlendirim’dir. oysa sevgi, yabancılıktan dolayı yabansıllıktan doğma, kişinin bu pis, gereksiz yabancı pazar içerisindeki, korkunç özbilincidir.

aşk, tat aramaktır. oysa sevgi, sığınak aramaktır. aşk, aç bir düşkünün yemek yiyişidir. oysa sevgi, ‘yabancı bir ülkede dildaş bulmak’tır.

aşkın yer değiştirdiği olur. soğuduğu olur. yaktığı olur. oysa sevgi; yerinden, sevdiğinin yanından kalkmaz. soğumaz, kızgın değil; yakmaz, yakıcı değil.

aşk, kendinden yanadır. bencildir, kendisi için ister. kıskançtır. sevgiliye tapar, onu kendi için över. oysa sevgi, sevilenden yanadır, sevilencildir. sevgili için ister. kendini sevdiği kişi için ister. onu onun için sever. kendisi ortada değildir..’

ALİ ŞERİATİ

‘mağarayı andıran oyuğun tutsağı ben, dünyanın gölgesinin karşısında yalnızım..’- ALBERT CAMUS

‘..gençken insanlardan verebileceklerinden fazlasını isterdim : sürekli bir dostluk , kesintisiz bir coşku..

şimdi verebileceklerinden daha azını istemesini biliyorum : yorumsuz bir arkadaşlık.. ve coşkuları , dostlukları , soylu davranışları , benim gözümde tüm mucizevi değerini koruyor : iyiliğin sarsılmaz etkisi..’

ALBERT CAMUS

(Defterler-1 , Mayıs 1935 – Şubat 1942 , İthaki Yayınları , 2002 , Çeviri :Ümit Moran Altan..)

 

‘..pencerenin öte yanında şu bahçenin yalnızca duvarlarını görüyorum.. ve ışığın aktığı şu birkaç yaprak.. daha yukarıda , yine yapraklar.. daha yukarıda güneş.. ve dışarıda hissedilen bu neşeli havadan , dünyaya yayılan tüm bu sevinçten , yaprakların beyaz perdelerin üstünde oynaşan gölgelerini fark edebiliyorum yalnızca.. beş güneş ışını da , odaya kuru otların yanık kokusunu akıtıyor ısrarla.. bir esinti , ve perdenin üstünde gölgeler hareketleniyor.. bir bulut güneşi örtüp, sonra güneşin önünden çekildiğinde , şu mimozalı vazonun parlak sarısı gölgede beliriveriyor.. bütün bunlar , doğuveren tek bir ışıltı ile karmakarışık ve sersemletici bir sevince boğulmama yetiyor..

mağarayı andıran oyuğun tutsağı ben , dünyanın gölgesinin karşısında yalnızım.. ocak ayı , öğleden sonra.. ama soğuk , havanın derinlerinde duruyor.. her yerde , her şeyi ölümsüz bir gülümsemeyle örten , ama tırnakla kırılıverecek kadar incecik bir güneş tabakası.. ben kimim ve ışıkla yaprakların oyununa katılmaktan başka ne yapabilirim.. içinde sigaramın tükendiği bu güneş ışını olmak , bu hoşluk , havadan solunan bu dingin tutku olmak.. kendime erişmeye çalışırsam , bunu ışığın derinlerinde başarabilirim.. ve dünyanın gizini ele veren bu hoş tadı hissetmeye , tadını çıkarmaya çalışırsam , evrenin derinlerinde kendimi bulurum.. kendimi , yani beni görüntüden kurtaran bu en uç noktadaki coşkuyu.. birazdan , başka şeyler ve insanlar beni yeniden ele geçirecekler.. ama şu dakikayı zamanın dokusundan kesip ayırmama izin veriniz , başkalarının sayfaların arasına bir çiçek bırakması gibi.. onlar , aşkın kendilerine hafifçe dokunuverdiği bir gezintiyi sayfaların arasına hapsederler.. ve ben de geziniyorum , ama beni bir tanrı okşuyor.. yaşam kısadır ve zaman yitirmek günahtır.. bütün gün boyunca zaman yitiriyorum ve ötekiler çok çalışkan olduğumu söylüyorlar.. bugün mola verdim ve kalbim başını alıp kendisiyle tanışmaya gidiyor..

yine bir iç sıkıntısıyla boğulursam , bu cıva zerreleri gibi parmaklarımın arasından kayan o elle tutulamayan anı hissettiğim içindir.. dünyadan ayrılmak isteyenleri bırakınız… ben hiç yakınmıyorum , çünkü doğuşumu seyrediyorum.. bu dünyadan mutluyum çünkü bu dünya benim krallığım.. geçip giden bulut ve solan an. Kendi ölümüm kendimde.. kitap sevilen bir sayfaya açılır.. bugün , dünyanın kitabının açıldığı sayfa ne kadar da yavan.. acı çektiği doğru mu , acı çekiyor olduğum doğru değil mi ; ve çekilen bu acı başımı döndürüyor çünkü bu acı , bu güneş ve bu gölgelerdir , bu sıcak ve havanın derinliklerinden gelen , çok uzaktan hissedilen bu soğuktur.. her şey , gökyüzünün tüm doluluğunu boşalttığı şu pencerede yazılı olduğuna göre , bir şeyler ölüyor mu , insanlar acı çekiyorlar mı diye sormalıyım  kendi kendime.. önemli olan insan olmak , yalın olmaktır diyebilirim ve birazdan diyeceğim.. hayır , önemli olan doğru olmaktır ve bunun içinde hepsi vardır , insanlık da yalınlık da.. ve dünyada olduğum zamana değilse ne zaman daha gerçek ve daha saydam olurum ?

doyumsuz sessizlik anı.. insanlar sustu.. ama dünyanın ezgisi yükseliyor ve ben , oyuğun dibine zincirlenmiş, arzulamadığım halde mutluyum.. ölümsüzlük burada ve ben umutla onu bekliyordum.. şimdi konuşabilirim.. bendeki benim bu süre giden mevcudiyetinden daha fazla ne dileyebileceğimi bilmiyorum.. şimdi mutlu olmayı değil yalnızca bilinçli olmayı diliyorum.. insan dünyadan koptuğunu sanıyor , ama içinde hissettiği bu direnci kırmak için , altın sarısı tozlar içinden bir zeytin ağacının yükselmesi , sabah güneşiyle göz kamaştıran kumsallar yeter.. benden bu kadar.. olabilecek şeylerin bilincindeyim , bu sorumluluğu alıyorum.. yaşamın her anı kendi mucizevi değerini ve çehresinin sonsuz gençliğini taşıyor..’ 

ALBERT CAMUS

(Defterler-1 , Mayıs 1935 – Şubat 1942 , İthaki Yayınları , 2002 , Çeviri :Ümit Moran Altan..)

Mutlu Yıllar

Sen bu hayattaki en değerli dostumsun , arkadaşımsın . İyi ki varsın , iyi ki doğdun . Gözlerinden gülümsemeler hiç eksin olmasın .

BLACKHAWK

‘..dışı kırmızı , içi beyaz bir turp gibiyim , doğurgan ; bütün ihtimallere ve imkanlara açık..’ – Subcomandante Marcos

subcomandante marcos’tan seçmeler..

‘çocukluktan.. ailemizde kelimelerin özel bir yeri vardı.. dünyaya kelimelerle yaklaştık.. daha erkenden , annem ve babam bize başka şeylerin sırlarını açığa çıkaran kitaplar verdiler.. bir şekilde , dilin sadece bir şeyleri iletmek değil , aynı zamanda bir şeyleri kurma aracı olma işlevinin farkına vardık.. bizim için bu bir görevden çok , bir haz gibiydi..’

subcomandante marcos.. 

 

‘.. önce latin amerika’nın yükseliş dönemi başladı.. gabrial garcia marquez , carlos fuentes , monsivais , vargas llosa sadece bir kaçıydı.. bize onları okuttular.. o zamanlar eyaletlerin nasıl olduğunu anlatmak için ‘yüzyıllık yalnızlığı’ okuttular.. artemio cruz’un ‘ölümü’nü , meksika devrimi’nde ne olduğunu anlatmak için okuttular.. dias de guardar’ı orta sınıflarda ne olduğunu anlatmak için okuttular.. la cuidad y los perros’a gelince bu , bizim portremiz gibiydi.. sadece biraz çıplak halimizle.. daha sonra shakespeare geldi.. sonra cervantes , sonra garcia lorca , sonra da şiir zamanı.. alfabeden edebiyata oradan teorik ve siyasi metinlere gittik , ta ki liseye gidene kadar..’ 

subcomandante marcos.. 

 

 

‘.. ben genç ve güzelken entelektüeller bir yayın organının etrafında gruplaşıp , kök salıp , oradan ölümlülerin cahil dünyalarına hakikati öğretmeye soyunuyorlardı.. o günlerde onlara elit entelektüeller deniliyordu ve onlardan etrafta çok vardı ; çünkü dergiler ve ideolojik eğilimler modaydı.. bu yayınlar sanki sadece yayınlayanlar tarafından okunmak için yayınlanıyordu.. ‘editöryel masturbasyon’ diyor ‘lucha’.. sen zavallı masum dünyalı , eğer onların sırça kulelerine dokunmak istersen bir diken tarlasından geçmek zorunda kalıyordun..’

 

subcomandante marcos.. 

 

 

‘..eski geleneksel disiplin içinde yer alan ‘ya bizimlesin ya da ölüsün’ düşüncesine çok fazla vurgu yapamazsınız.. kimsenin tırmanamayacağı kadar yüksek bir yere koymamalısın basamakları , herkesin kendi yetenekleri dahilinde katılabileceği kadar yer açabilmelisin ki , daima insanları birbirine bağlayan şeyin arayışı içerisinde olasın..’ 

subcomandante marcos.. 

‘..alkolizm oranını sıfıra düşürdük.. buradaki kadınlar , alkolün sadece erkeklerin karılarını ve çocuklarını dövmelerine yaradığından şikayetçiydiler.. böylelikle içmenin tamamen yasak olması için emir vermişlerdi.. bu yasaktan en fazla yararlananlar kadınlar ve çocuklardı ve bundan en fazla zarar görenler işadamları ve hükümetti..’

subcomandante marcos.. 

(‘Subcomandante Marcos’ – Nick Henck , Çeviri : Eylem Kaftan , Timsah Kitap , Kasım 2008..)

‘..dışı kırmızı , içi beyaz bir turp gibiyim , doğurgan ; bütün ihtimallere ve imkanlara açık..’ – Subcomandante Marcos

‘bağışlanmış özgürlük tutsaklıktır..’ – ALEKOS PANAGOULIS

‘bağışlanmış özgürlük tutsaklıktır..’ – ALEKOS PANAGOULIS

ALEKOS PANAGOULIS , ALEKO.. aklımdan hiç çıkmayan güzel insan.. insanlık onurunu her şeyin önünde tutan ve yunanistan’da darbe yapıp terör estiren albaylar cuntasının  liderine karşı suikast girişiminde bulunurken tutsak düşen ve tutsaklığı sırasında uğradığı insanlık dışı tüm işkencelere rağmen cuntacılara karşı nefretini hep haykıran ALEKOS PANAGOULIS yıllar süren tutsaklığından sonra ilerde hayat arkadaşı da olan ORIANA FALLACI’ya verdiği mülakattan bazı bölümleri aşağıda okuyabilirsiniz.. tamamını okumak ve bu eşsiz insanı daha yakından tanımak istiyorsanız kitabı bulmak zorundasınız.. daha önce de ALEKO’yla ilgili ufak bir yazı çıkmıştı ‘aylakadamız’da 31 Temmuz 2009’da.. onu da sayfalarımız arasında bulabilirsiniz.. ‘aylakadamız’ var olduğu sürece  ALEKOS PANAGOULIS devamlı burada ve hep bizimle olacak..

Crockett..

‘.. o gün yüzü on kez çarmıha gerilmiş bir isa yüzüydü ve gerçek yaşı olan otuz dördün üstünde görünüyordu.. solgun yanakları daha bu yaşta kırışıklıklarla dolmuştu.. kara saçlarının arasında ak tutamlar vardı.. gözleri bir çift melankoli oyuğuydu.. yoksa öfke mi ? güldüğü zaman bile güldüğüne inanmıyordunuz.. üstelik bu çok kısa süren zoraki bir gülüştü – bir tüfek patlaması gibi.. dudakları anında gene acı bir büzülmeyle kilitleniyordu..’

Oriana Fallaci  ,  ‘Alexandros Panagoulis’ için yazıyor..

(Tarihle Söyleşiler , Oriana Fallaci , Çeviri : Gökçin Taşkın , Can yayınları , 1987..)

‘..yıllar sonra dışarıya ilk çıkışım hiç olağanüstü değildi.. kör oluyor gibi oldum.. o beton mezardan dışarı çıkmayalı yıllar olmuştu.. güneşin ne olduğunu unutmuştum ve dışarıda kızgın bir güneş vardı.. güneşi duyumsayınca gözlerimi kapamak zorunda kaldım.. sonra yeniden biraz açtım , yalnızca biraz ve yarı kapalı gözlerle ilerledim.. biraz ilerleyince çevremdeki açık alanı fark ettim.. açıklığın ne olduğunu artık unutmuştum.. hücrem bir buçuğa üçtü ; ve içinde yalnızca iki buçuk adım atabiliyordum ; en fazla üç.. yeniden açıklığa çıkmak başımı döndürdü.. içimde fırıl fırıl dönen bir atlıkarınca var gibiydi; sendeledim ve az daha düşüyordum.. şimdi bile yüz metreden fazla yürürsem yoruluyorum, dengem bozuluyor..

dediğim gibi hayır olağanüstü olmadı.. bana inanamasan da umurumda değil ; ya da umurumda , aldırma, o güneşte o boşlukta ilerlemek için korkunç çaba harcadım.. ve birden bire o güneşte , o boşlukta bir leke gördüm.. sonra bu leke bir insan topluluğuna dönüştü.. o gruptan bir karartı ayrıldı.. ve bana doğru geldi ve yavaş yavaş o karartı annem oluverdi.. anneme sımsıkı sarıldım..’

Alexandros Panagoulis..

(Tarihle Söyleşiler , Oriana Fallaci , Çeviri : Gökçin Taşkın , Can yayınları , 1987..)

‘..bu benim duruşma sırasında söylediğim ve uluslararası kızılhaç’a da bildirdiğim bir olaydır.. bunu yapan , işkencecilerimden ‘babalis’tir.. beni çırılçıplak o demir karyolaya bağladıktan sonra erkeklik organımdan idrar yoluna ince bir tel soktu.. iğne gibi bir şey.. öbürleri açık saçık şeyler söyleyip bağrışırken , ‘babalis’ sarkan telin ucunu çakmağıyla ısıtıp kızdırdı.. korkunçtu.. bana hiç değilse elektrik şokları uygulamadılar diyebilirsin.. hayır , çünkü onu nasıl yapacaklarını bilmiyorlardı.. ama sana bu anlattığım şeyi yaptılar ve işkenceden söz ederken hangisinin en kötüsü olduğuna nasıl karar verebilirsin ? on ay eli kelepçeli kalmak , on ay diyorum , gece gündüz , bu da bir işkence değil midir.. on ay gece gündüz.. yalnızca dokuzuncu ayın başında bileklerimi birkaç saat için çözdüler.. cezaevi doktorunun ısrarı üzerine sabahları iki üç saat.. ellerim şişmişti , bileklerim kanıyordu ve yer yer irinli yaralar açılmıştı..’

Alexandros Panagoulis..

(Tarihle Söyleşiler , Oriana Fallaci , Çeviri : Gökçin Taşkın , Can yayınları , 1987..)