‘..iranlı sosyolog , yazar , düşünür ALİ ŞERİATİ’nin sonsuzluk deryası yazılarının arasından aşk üzerine yazdıklarından tadımlık verelim dedik.. İran’daki devrimci İslam’ın ve İranda’daki İslami devrimin en başta gelen düşünürlerinden birisi sayılır.. 1933 -1977 yılları arasında yaşamış olan ALİ ŞERİATİ eşitlik ve İslami Öz’e dönüş yönündeki düşünceleriyle dikkat çekmiştir. Ancak devrim öncesi İran’daki şah yönetimin güvenlik örgütü tarafından katledilmiştir.. Şu andaki İran’daki yönetim tarafından da pek tutulmamaktadır çünkü eşitlikçi , özgürlükçü fikirleri aşırı bulunmaktadır.. rejime karşı duranların , rejimin biçimine eleştiri getirenlerin ve şu andaki yönetimin eşitlik karşıtı tutumlarını benimsemeyenlerin hala sımsıkı sarıldığı bir düşünürdür ALİ ŞERİATİ.. Fransız düşünür , yazar J.P. SARTRE bir zamanlar ALİ ŞERİATİ için ‘..benim inanmış olduğum bir dinim yok, ancak olsaydı bu kesinlikle Şeriati’nin dini olurdu..’ (‘i have no religion , but if i were to choose one , it would be that of shariati’s..’) demişti..’
Crockett..
AŞK ÜZERİNE..
‘..aşk , görme engelli bir coşku , görmezlikten kaynaklanan bir bağdır. oysa sevgi , bilinçlice bir bağ ; apaçık , duru bir görmenin sonucudur. aşk genellikle içgüdüden su içer , içgüdüden kaynaklanmayan başka bütün olgular değersizdir. oysa sevgi ruhun içinden doğar , bir ruhun yükselebileceği bütün yerlere , sevgi de onunla birlikte doruğa tırmanır.
aşk , gönüllerin genelinde benzer biçimler ve renklerde gözlenmekte olup , ortak nitelik , durum ve görünümler taşır. oysa sevgi her ruhta kendine özgü bir albeni taşır. ruhun kendisinden rengini alır. ruhlar da içgüdülerin tersine kendilerine özgü ayrı ayrı renk , tırmanış , boyut , tat ve kokular taşıdığından ; ruhların sayısınca sevgiler olduğu söylenebilir.
aşk , kimlikle ilişkisiz değildir. dönemlerin ve yılların ilerleyişinden etkilenir. oysa sevgi ; yaş , zaman ve kişiliğin ötesinde yaşar. onun yüksek yuvasına günün , çağın eli yetişmez.
aşk , her renkte , her düzeyde , somut güzellikle bağlantılıdır. schopenhauer’ın deyişiyle: ‘sevgilinizin yaşına bir yirmi yıl daha ekleyin de onun duygularınızda bıraktığı doğrudan etkileri gözlemleyin.’
oysa sevgi , ruhun içine öyle bir dalgınlıkla dalar ; ruhun güzelliklerine öyle tutulup kendinden geçer ; somut güzellikleri bambaşka bir biçimde görür. aşk ; tufan , dalga , coşku niteliklidir. oysa sevgi durgun , dayanıklı , ağırbaşlı , arılıkla dolup taşar bir durumdadır.
aşk , uzaklık ve yakınlığa göre değişir. uzaklık uzun sürecek olursa azalır. ilişki sürecek olursa değerini yitirir. ancak korku , umut , sarsıntı ve acı çekmenin yanı sıra ‘görüşüm-uzaklaşım’la diri , güçlü olarak kalabilir. oysa sevgi bu durumları bilmez. dünyası başka bir dünyadır.
aşk, bir yönlü bir coşkudur. sevgilinin kim olduğunu düşünmez. ‘öznel bir özcoşu’dur. işte bu yüzden hep yanlışlık yapar. seçimle hızla sürçer. ya da hep bir yönlü kalır. yine de yer yer benzeşmeyen iki yabancının arasında bir aşk kıvılcımlanır , olay karanlıklar içinde geçip birbirlerini görmedikleri için ancak bu yıldırımın düşüşünden sonra onun ışığında birbirlerini görebilirler.
oysa sevgi aydınlıkta kök salar. ışığın gölgesinde yeşerir; büyür. işte bu yüzen hep tanışıklıktan sonra ortaya çıkar. gerçekte başlangıçta, iki ruh birbirinin yüzünde tanıma çizgilerini okur. ‘biz’ oluşları ise ‘tanışım’dan sonra olur, iki ruh, iki kişi değil daha sonraları; birbirlerinin söz, davranış ve konuşma biçiminden yakınlığın tadını, yakınlığın kokusunu, yakınlığın sıcaklığını duyumsarlar. işte bu konaktan sonra birden, iki yoldaş kendiliklerinden sevginin uçsuz bucaksız çölüne ulaştıklarını, sevginin karartısız açık göğünün başlarının üzerinde sere serpe serilmiş olduğunu, ‘inanış’ın aydın, arı içtenlikli ufuklarının kendilerine açıldığını, tatlı okşayıcı bir esintinin hep başka göklerin, başka ülkelerin yepyeni esinlerinin iletileri ve başka bahçelerin güzel, gizemli çiçeklerinin kokularının birlikteliğinde oyuncu, tatlı, şen bir sevgi ve albeniyle kendisini hep bu ikisinin yüzüne, başına vurduğunu.. kendi gözleriyle görürler..
aşk, çılgınlıktır. çılgınlık ise ‘anlayış’ ile ‘düşünüş’ün bozulmuşluk ve yıpranmışlığından başka bir şey değildir. oysa sevgi tırmanışının doruğunda, beyin ötesini aşar, anlamayı ve düşünmeyi de yerden çekip, doğuşun yüksek doruğuna götürür.
aşk, sevgilide içinin çektiği güzellikleri yaratır. oysa sevgi, içinin çektiği güzellikleri sevgilide görür, bulur. aşk, büyük güçlü bir kandırmacadır. oysa sevgi; sonsuz, salt, dosdoğru, içten bir doğruluktur. aşk, denizin içinde boğulmaktır. oysa sevgi, denizin içinde yüzmektir. aşk, görme duyumunu alır, oysa sevgi, verir.
aşk, kabadır, şiddetlidir. bununla birlikte dayanıksız, güvensizdir. oysa sevgi, tatlıdır, yumuşaktır. bunun yanı sıra dayanıklı, güven içindedir.
aşk hep kuşkuyla bulunur. oysa sevgi, baştan başa kesin inançlıdır. kuşkuya yer vermez. aşktan içtikçe kanarız, sevgiden içtikçe susarız. aşk korundukça eskir. oysa sevgi yenilenir.
aşk, sevenin içinde varolan bir güçtür. kendisini sevgiliye çeker. oysa sevgi sevilende varolan bir albenidir. seveni sevilene götürür. aşk, sevgiliye egemenliktir. oysa sevgi, sevilende yok olma susuzluğudur.
aşk, onun baskısı altında kalabilmek için sevgiliyi belirsiz, kimliksiz olarak ister. aşk, kişinin bencilliği ile alım-satımsal, hayvansal ruhun bir çekiciliğidir. kendisi kendi kötülüğünün bilincinde olduğu için de onu bir başkasında görünce ondan nefret eder, ona kin besler. oysa sevgi, sevileni sevgili, değerli olarak ister. bütün gönüllerin de kendisinin sevdiği için beslediğini , beslemelerini diler. sevgi, kişinin tanrısal ruhu ve ahurasal doğasının bir çekiciliğidir. kendisi kendi doğaötesi kutsallığını görebildiği için onu bir başkasında görünce onu da sever. kendisine tanış, yakın bulur.
aşkta, rakip sevilmez. oysa sevgide, “köyünün tutkunlarını kendi özleri gibi severler.” kıskançlık aşkın özelliğidir. aşk, sevgiliyi kendi lokması olarak görür. bir başkası onun elinden kapmasın diye hep acılar içinde kıvranır durur. kapması durumunda ise ikisine de düşmanlık beslemeye başlar. sevgiliden nefret edilir.
sevgi ise inançtır. inanç ise salt bir ruhtur. sınırsız bir sonsuzluktur. bu gezegenin türlerinden değildir. aşk, doğanın kementidir. doğadan almış olduklarını kendi elleriyle geri verip; ölümün aldıklarını aşkın oyunlarıyla ellerinden bıraksınlar diye başkaldıranları yakalar. oysa sevgi, kişinin doğanın gözlerinden uzak, kendi yarattığı, kendi ulaştığı, kendi “seçtiği”, bir aştır. aşk, içgüdünün tuzağında tutsak olmaktır. oysa sevgi, isteklerin baskısından kurtulmaktır. aşk, bedenin görevlisidir. oysa sevgi, ruhun elçisidir.
aşk, kişinin yaşama dalıp güncel yaşamla oyalanmasına yönelik büyük, aşırı bir ‘bilinçsizlendirim’dir. oysa sevgi, yabancılıktan dolayı yabansıllıktan doğma, kişinin bu pis, gereksiz yabancı pazar içerisindeki, korkunç özbilincidir.
aşk, tat aramaktır. oysa sevgi, sığınak aramaktır. aşk, aç bir düşkünün yemek yiyişidir. oysa sevgi, ‘yabancı bir ülkede dildaş bulmak’tır.
aşkın yer değiştirdiği olur. soğuduğu olur. yaktığı olur. oysa sevgi; yerinden, sevdiğinin yanından kalkmaz. soğumaz, kızgın değil; yakmaz, yakıcı değil.
aşk, kendinden yanadır. bencildir, kendisi için ister. kıskançtır. sevgiliye tapar, onu kendi için över. oysa sevgi, sevilenden yanadır, sevilencildir. sevgili için ister. kendini sevdiği kişi için ister. onu onun için sever. kendisi ortada değildir..’
ALİ ŞERİATİ