Archive for the ‘Hayata Dair’ Category

zamanın durduğu.. sözün bittiği an..

zamanın durduğu.. sözün bittiği an..

ne yazacağımı bilemiyorum.. saatlerdir bilgisayarın başında oturmuş bir gözüm bilgisayarda bir gözüm televizyonda..

bir yanım içimde kabaran öfkemi kusmak istiyor bir yanım içime gömüp sabahın erken saatlerinden beri yaptığım gibi ağlamak istiyorum..

israil devleti tarafından 36 aya yakındır dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönüştürülmüş filistin’in gazze bölgesine insani yardım taşıyan 6 gemiye uluslararası sularda israil devleti’nin yaptığı akıl almaz , insanlık dışı , vahşi saldırısını sabaha karşı tesadüfen canlı şekilde izledim.. gözlerime inanamadım..

dün çok güzel bir gün geçirmiştim.. lise arkadaşlarımdan bazılarıyla çok güzel bir şelalenin dibinde saatlerce oturup sohbet edip , içmiştik.. su akıyordu ama zaman durmuştu sanki.. keşke zaman hep dursaymış..

eve geç vakit geldim , hemen yattım yüzümdeki tebessümle..  sabaha karşı beşe doğru anlatamayacağım korkunç bir kabusla uyandım.. bir süre sessizce karanlıkta oturdum.. elim televizyonun kumandasına gitti , gitmeseymiş keşke..

ekran açıldığında ilk gördüğüm altyazıda iskenderun’da şehir merkezinde askeri birliğe saldırı 6 şehit haberiydi.. tüylerim diken diken oldu.. ne oluyor dedim memleketimin bu ilçesinde.. diğer kanallara saldırdım baktım.. şehir merkezindeki askeri birliğe roketatarlı büyük bir terörist saldırı düzenlendiğini öğrendim.. telefona sarıldım iskenderun’daki hayattaki tek dayımın numarasını çevirdim hemen ama kapalıydı.. meraktan çatlıyordum.. annemleri de uyandırmak istemedim telaşlanmasınlar diye.. yıkıldım.. evlerine ateş düşen aileleri düşündüm.. anaları düşündüm.. ağlamak istedim..

ama kör terörün yok ettiği yurdumun gencecik insanlarının acısını daha yaşayamadan televizyon kanallarındaki  alt yazılar birden değişti ve insani yardım taşıyan gemilerden mavi marmara’ya canlı bağlantı yapıldı çünkü çağımızın acımasız , katil haydutları , sadece insani yardım taşıyan silahsız sivillerin bulunduğu gemilere uluslararası sularda silahlı operasyon düzenliyordu.. inanamıyordum gördüklerime.. canlı yayında her türlü görüşten , dinden ve 50 farklı ülkeden 600’e yakın sivile ‘israil’in resmi komando birlikleri’ adı altında ‘silahlı teröristler’ acımasızca silahlı saldırı düzenliyordu.. ilk haber canlı yayında verildi 1 şehit ve 30’a yakın yaralı olduğu söylendi.. yıkıldım.. iki inanılmaz haberi arka arkaya yaşamanın şokuyla ekranın karşısında dondum kaldım.. hele bir an helikopterden inen ‘bir terörist israil komandosunun’ elindeki silahla sağa sola saldırırken gemideki silahsız sivillerden birisinin elinde muhtemelen güverte temizliğinde kullanılan paspas ya da süpürge sopasıyla silahlı saldırıya karşı koyuşunu görünce sabahın sessizliğinde çığlık atmak istedim.. ama her şey dondu etrafımda , zaman durdu o karede.. insanlığın bittiğini , insanlığın kendi kökünü kurutmaya başladığının , dünyanın sonunun gelmekte olduğunun ispatlarından birisiydi bu kare..

sonra haberler arka arkaya gelmeye başladı , insanlar ayaklanmış protesto gösterilerine başlamış değişik ülkelerde , ölü sayısı şu kadar , yaralı sayısı şu kadar olmuş , iskenderun’daki terörist saldırıda bir asker daha hayatını kaybetmiş.. kusmak üzereydim.. insan olduğum için nefret ettim kendimden..

udi aloni’nin , david’in  , zeina’nın , tony’nin  , karim’in ve daha milyonlarca insanın onlarca yıldır attığı çığlıklar yetmemiş , kana doyamamış faşist israil hükümetinin şerefsiz , onursuz , insanlık dışı adi faşist yetkilileri bu operasyonla biraz daha kan içmek istemiş ki bu operasyonu düzenlemişti..

tüm yahudiler , israil de dahil olmak üzere dünyanın tüm ülkelerinde yaşayan yahudiler kardeşimdir.. bunu sonsuza kadar da tüm kalbimle ve tüm ırkçı şovenist kişilere karşı ve tüm atılan kin tohumlarına , dökülen kanlara karşı inatla söyleyeceğim.. çünkü yahudi , müslüman , hristiyan , budist , ateist vs tüm insanlar kardeştir..

suçlular belli : faşist ırkçı politikalar , politikacılar ve bu politikalardan palazlanıp nemalanan adi yaratıklar.. on yıllardır süren faşist siyonist terörün ve bu son operasyonun altında imzası olan tüm yetkililerden ve dünyada buna göz yuman tüm ‘kukla sever’ diğer ülke yöneticilerinin hepsinden nefret ediyorum ve hepsine ağız dolusu en ağır küfürlerimi sunuyorum.. hepiniz şerefsiz birer adi yaratıksınız , insan kılığındaki onun bunun yaratıp ortaya attığı pisliklersiniz..

onurlu ‘yahudi’ ismini lekelemeye çalışıyorsunuz.. ama eminim onurlu yahudi halkı hepinizi tükürükleriyle boğacaktır ey faşist israil yöneticileri..

lanet olsun hepinize..

yukarıda yazının başında duran fotoğrafa bakıp da utanın israilin şerefsiz yönetici vampirleri.. bu bebe silahlıydı ve size saldırdı değil mi..

cevap vermeyin , cevabınız bellidir sizin pis yaratıklar : bu bebe ‘elinde süpürge sapıyla ya da kılıç büyüklüğünde bıçaklarla size saldırdı ya da saldırmayı planladı ve başarılı şekilde sizin tarafınızdan etkisiz hale getirildi..’ değil mi..

kan damlıyor her tarafınızdan , kanla beslenen yaratıklarsınız.. faşist köpek hitlerden , faşist köpek mussoliniden hiçbir farkınız yok.. aynısınız..

sedyelerde yatan ağır yaralılara bile kelepçe takacak kadar korkak ve adisiniz..

amerika birleşik devletlerinin onuru ‘rachel corrie’yi buldozerle ezip öldüren acımadan katledenler , filistini , lübnanı acımasızca defalarca vuran , insanları ayırt etmeden katleden faşist israil yöneticilerine sadece şunu söylemek gerek : ‘ey bu saldırının ve yüz yıla yakın süren acımasız saldırıların altında tüm imzası olanlar , sıktığınız kurşunlar , attığınız bombaların hepsi yukarıdaki fotoğraftaki bebeye değil , dünya barışına değil , insanlığa değil kendinize sıkılmıştır.. sıkılan her kurşun sizin faşist saldırılarınızın ve sonunuzun altına attığınız kendi kanlı imzalarınızdır..’

hepinize lanet olsun..

sözün bittiği yer bugündür..

kelimeler anlamsız , cümleler saçma.. her şey boş..

kendim için ise söyleyecek tek şeyim var : utanıyorum..

crockett..

‘terörist israil komandolarına’ saldırdığı öne sürülen bu bebeğin yüreği tüm insanlığın yüreğinden hepimizden daha cesur.. tarihe noktayı bu bebek koydu..

iskenderun’da katledilen kardeşlerimizden ikisi..

‘man muss flügel haben , wenn man den abgrund liebt.. – kanatları olmalı kişinin , uçurumu seviyorsa..’ – Friedrich Nietzsche

YIRTICI KUŞLAR ARASINDA..

burada aşağıları isteyeni

nasıl da çabucak

yutuyor derinlikler..

ama sen , zerdüşt ,

seversin uçurumu gene de,

çama mı benziyorsun..-

 

o kayaların bile

derinliklere titreyerek baktığı yerlerde

salar köklerini – ,

her şeyin çepeçevre

aşağıyı istediği

uçurumlarda dikelir

vahşi heyelanların , çağlayan çayların

sabırsızlığı ortasında

sabırla sebatlı , sert , sessiz ,

yalnız..

 

yalnız..

kim göze alabilirdi ki

burada konuk olmayı , sana konuk olmayı..

bir yırtıcı kuş belki,

çılgın kahkahalarla,

yırtıcı kuş kahkahalarıyla,

durgun sabırlının

başına hınzırca

tebelleş olmayı seven..

 

niye böylesine durgun..

-diye alay eder haince

kanatları olmalı kişinin , uçurumu seviyorsa..

asılıp kalmamalı

senin gibi , ey asılmış..

 

ah zerdüşt

zalim nemrut..

daha düne dek avcısıydı tanrının bile ,

tuzağıydın her türlü erdemin

okuydun fenanın..

şimdi

kendi kendinden kaçmış

kendi kendine av olmuş

kendi kendine saplanmış..

 

şimdi

tek başına kendinle

iki başına kendini bilmenle

yüzlerce aynayla çevrili

kendine sahte

yüzlerce anıyla çevrili

belirsiz,

yaralardan bezgin

üşümekten soğuk

kendi iplerine dolaşmış

kendini bilen

kendini asan..

 

ne sarıp sarmalıyorsun kendi kendini

bilgeliğin sicimleriyle..

ne ayartıyorsun kendi kendini

kocanmış yılanın cennetine

ne kaçırıyorsun kendi kendinden

kendi kendine – kendi kendine..

 

bir hasatsın şimdi

yılan zehiriyle zehirlenmiş

bir mahkumsun şimdi

en zorlu kaderi çekmiş

kendi çukurunda

iki büklüm taş kıra kıra

kendi kendine gömülü

kendi kendini gömmüş

onmaz

katı ,

bir ceset -,

yüzlerce ağırlıkla yüklü ,

kendi kendisiyle yüklenmiş

bir bilen

bir kendini bilen

bilge zerdüşt..

 

en ağır yükü aramıştın

işte kendini buldun -,

şimdi de atamıyorsun kendini sırtından..

 

saklı

gizli

artık dik durmayan biri..

kendini mezarınla karıştırıyorsun artık ,

karışmış kafa..

 

oysa daha düne dek nasıl da kibirli

kibrinin tahta bacakları üstünde

daha düne dek nasıl da tek başına tanrısız

iki başına birilik

her burnubüyüklüğün parlak prensi..

 

şimdi-

iki hiçlik arasında

bükülmüş

bir soru işareti

yorgun bir bilmece –

yırtıcı kuşlara göre bir bilmece..

 

‘çözecekler’ seni , bekle bak ,

can atıyorlar senin ‘çözümüne’ ,

çevrende uçuşmaya başladılar bile , sen ey bilmece ,

çevrende , sen ey asılmış..

ah zerdüşt..

kendini bilen..

kendini asan..

Friedrich Nietzsche

Dionysos Dityrambosları , Friedrich Nietzsche , Çeviri : Oruç Aruoba , İTHAKİ Yayınları , 2003..

‘sadık olmak uçurumdur , sadakatsiz olmak hiçliktir..’ – ALBERT CAMUS

‘aşkın öldürdüğü de olur , hem de kendinden başka hiçbir gerekçe olmaksızın.. birini sevmenin başkalarını öldürmek olduğu bir sınırı bile vardır.. bir bakıma aşk , kişisel ve mutlak suçluluk olmadan olmaz.. ama bu suçluluk yalnızdır.. aklın tanıklığından yoksun , ağır bir yüktür..

insan seviyorsa ,  yalnızca karar vermesi ve gerçek aşkın pek sonucuna yapayalnız karşılık vermesi gerekir.. bu serüven dolu yalnızlığı , insan isteksiz bir kalbe ve ahlaka yeğler.. insan kendinden korkar ve kendisi için korkar.. durumunu reddederek , kendini esirgemek ister.. başlıca kaygısı , suçluluğunun ağırlığını biraz dindirecek bir gerekçe aramaktır.. madem ki suçlu olmak gerekiyor , en azından , yalnız kalmasın..’

ALBERT CAMUS

 

‘onur pamuk ipliğine bağlıdır.. korunabilmesi genellikle şans eseridir..’

ALBERT CAMUS

 

‘mesleğim ve yeteneğim hakkında duyduğum korku.. sadık olmak uçurumdur , sadakatsiz olmak hiçliktir..’

ALBERT CAMUS

 

‘aşktaki ölçüsüzlük azizlere özgüdür , gerçekten istenen tek şeydir.. toplumlar , nefrette ürettikleri ölçüsüzlüğün dışında bir ölçüsüzlüğü asla üretemediler.. bu nedenle , onlara uzlaşmaz bir ölçü salık vermek gerek.. ölçüsüzlük , çılgınlık , uçurum , bunlar bazıları için , belli edilmemesi , ya da olsa olsa , yalnızca zihinde yaratılması gereken , gizler ve tehlikelerdir..

işte bu nedenle şiir sonsuz besindir.. gizlerin gözetimini ona emanet etmek gerekir.. herkese ait olan bir dilde yazan bize gelince , iki bilgelik olduğunu bilmek ve bazen , en yüksek düzeydeki bilgeliklerden birini bilmezden geliyormuş gibi yapmak zorundayız..’

ALBERT CAMUS

 

‘kendimi zorlasam bile beceremediğim ‘yalanı’ hep reddetmişsem , bu , yalnızlığı hiç kabul edemeyişimdendir.. ama şimdi , yalnızlığı da kabul etmek gerekiyor..’

ALBERT CAMUS

 

‘yıllar boyunca herkesin ahlakına göre yaşamayı istedim.. kendimi herkes gibi yaşamaya , herkese benzemeye zorladım.. kendimi ayrı düşmüş hissettiğim zaman bile , bütünleşmek için böyle davranmak gerektiğini söyledim.. ama bütün bunların sonunda felaket geldi.. şimdi kalıntılar arasında dolaşıyorum , kuralsızım , tereddütler içindeyim , yalnızım ve bunu kabullenerek , tek oluşuma ve kusurlarıma boyun eğdim.. tüm yaşamımı bir nevi yalan içinde yaşadıktan sonra – bir doğru yaratmak zorundayım..’

ALBERT CAMUS

DEFTERLER-3 , ALBERT CAMUS , Çeviri : ÜMİT MORAN ALTAN , İTHAKİ Yayıncılık , 2003..

YAHUDİ-FİLİSTİNLİ , ARAP – İBRANİ DEVLETİ İÇİN MANİFESTO.. – UDİ ALONİ

YAHUDİ-FİLİSTİNLİ , ARAP – İBRANİ DEVLETİ İÇİN MANİFESTO.. – UDİ ALONİ

‘orta doğu’da bir hayalet dolaşıyor – filistinli – yahudi ikiulusluluğun göz korkutucu hayaleti.. tüm dünya güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdi.. bölgenin bütün bir modern tarihi bu hayaleti yok saymak ve defetmek için şiddete dayalı sonu olmayan bir çatışmanın tarihi gibi okunabilir..

yüz yıllık çatışmanın ardından görünürde çözüme ilişkin bir ışık yokken , ikiulusluluğu bütün görkemiyle sunmanın zamanı geldi çattı artık.. 21. yüzyıldan on yıl aldık neredeyse , hala ortadoğu’da görünen tek değişiklik yozlaşmadan ibaret.. bu ortak topraklarda yaşayan iki ulus – yahudi ve filistin ulusları – arasındaki sıradan ilişki , şiddet ve toprak kapmayı, aşağılamayı , ırkçılığı , sömürüyü ortaya koyarak açık ve günden güne kötüleşen işgalci ile işgal edilen , tahakküm ile zayıflığın ilişkisidir.. imgesel düzeyde ilişkilerin çok daha karmaşık olduğu doğrudur doğru olmasına ama sonuçta bağımsız teritoryal bir birlik için demokratik , ekonomik ve kültürel özgürrlüklerden faydalanıyor olan yahudi ulusudur..

filistin ulusu ise , bunun tersine coğrafi , ekonomik ve kültürel olarak beş ayrı bölgeye bölünmüş , birbirleriyle ilişkisiz bırakılmış , siyasal bir cemaat olarak varlığına izin verilmemiştir.. batılı dünyanın bu durum karşısında sessiz kalışı ve israile sağladıkları büyük destek , ayan beyan illegale olan bu durumu ebedileştirmiştir..’ 

UDİ ALONİ

‘daha fazlası için encore yayıncılıktan çıkmış olan Slavoj Zizek , Alain Badiou , Judit Butler ve Udi Aloni’nin yazılarının bulunduğu ‘bir yahudi ne ister’ adlı kitabı ve yanında udi aloni’nin filmi ‘forgiveness’ı almanız gerekiyor.. özellikle yukarıdaki biraz alıntıladığım udi aloni’nin manifestosu ve udi aloni’nin leonard cohen’e yazdığı mektup mutlaka okunmalı.. diğer yazılarda sonsuza kadar sürecek bir barış için düşünceler , fikir üretimleri içeriyor..’

Crockett..

‘BİR YAHUDİ NE İSTER ? – MUSA , FREUD VE SAID’İN ARDINDAN UDI ALONI SİNEMASI BAĞLAMINDA BİR TARTIŞMA..’ – SLAVOJ ZIZEK , ALAIN BADIOU , JUDIT BUTLER , UDI ALONI – Çeviri : BAHADIR TURAN , ÖZNUR TUNA , ENCORE Yayıncılık , Kasım 2009..

‘insan kendisiyle yalnızdır..’ – ERNST BLOCH

gereğinden az..

‘insan kendisiyle yalnızdır.. başkalarıyla birlikteyken çoğu kişi kendiyle de değildir.. her ikisinden de sıyrılıp , çıkmak gerekir..’

ERNST BLOCH..

sürüncemede kalış..

‘beklemek de insanı bir o kadar canını bezdirir.. ama sarhoş da edebilir : bir kadın veya adamı , içinden ha çıktı ha çıkacak diye beklediği kapıya uzun süre gözlerini diken biri coşup , mest olabilir ; uzadıkça uzayan tekdüze bir terennümle çakırkeyif olur gibi.. uzadıkça sürüklediği yer hep , muhtemelen pek de hayra alamet olmayan , karanlık bir noktadır.. ama beklenen adam veya kadın gelmediğinde yaşanan bariz hayal kırıklığı , bu sarhoşluğu gidermek bir yana , durumda da oluşan tabii neticesine , kendine has bir akşamdan kalma mahmurluğuna dönüşür.. beklemenin ilacı , sırf içmeye değil , yemek pişirmeye de teşvik eden umut beslemedir..’

ERNST BLOCH..

tam da şimdi..

‘ne zaman bizzat kendimizin daha yakınına çıkarız.. insan yataktayken mi kendine gelir , yoksa seyahatteyken mi , ya da bazı şeylerin ona yine daha iyi göründüğü kendi evinde mi.. herkes , bilinçli yaşamında beraberinde gelmeyen ve açıklığa kavuşmayan bir şeyleri unutmuş olma duygusunu tanır.. bu nedenle , insanın tam şimdi söylemek isteyip de aklından uçup giden şey çoğunlukla da önemli görünür.. ve insan , içinde uzun süredir oturduğu bir odayı terk edecek olduğunda , gitmeden önce tuhaf tuhaf sağa sola bakınır.. burada da henüz keşfedilmemiş olan bir şey kalmıştır geride.. insan onu da yanına alır ve ne olu olmadığına başka bir yerde bakar..’

ERNST BLOCH..

hayrette kalış..

‘sadece düşünün bir.. bazen mavi sineği görüyorum.. doğru , tüm bunlar kulağa kifayetsiz geliyor , bunu anlayabiliyor musunuz , bilmiyorum..’ – ‘evet , evet , bunu anlayabiliyorum..’ – tabii , tabii.. ve ara sıra çimene bakıyorum ve çimen belki bana bakıyordur yine ; ne biliyoruz ki.. tek bir çimen yaprağına bakıyorum , belki biraz titriyor ve bana bunda bir şey var gibi geliyor , ve kendi kendime şöyle düşünüyorum : işte şimdi burada bu ot durup titriyor ! ve müşahede ettiğim şey bir ladinse , o vakit onun beni biraz da düşündürten bir dalı vardır belki de.. fakat zaman zaman yükseklerde insanlarla da karşılaşıyorum , bu da oluyor..’ – ‘tabii , tabii’ , deyip doğrulmuştu.. ilk yağmur damlaları düşmeye başlamıştı.. ‘yağmur yağıyor’ , dediydim.. o da,  ‘evet , siz yağmur yağdığını düşünün sadece’ ,  demiş ve çoktan gitmişti..’

PAN , KUNT HAMSUN..

‘evet , siz yağmur yağdığını düşünün sadece.. bunu hisseden ve aniden hayret eden , çok geride , çok ilerideydi.. aslında dikkatini çeken şey azdı ama yine de birdenbire tüm soruların kökenine yaklaşmıştı.. gençlikte genellikle böyle açık ve saftır ahengimiz.. pencereden dışarı bakar , yürür , durur , uykuya dalar , uyanırız , her zaman aynı hikayedir ve sadece şu boğuk duyguda ışır : her şey ne kadar da tekinsiz , ‘var olmak’ ne kadar da karşı konulamayacak denli tuhaf.. bu formül bile fazladır , sanki tekin olmayan sadece ‘var olmadan’ ileri gelirmiş gibi görünür.. fakat insan hiçbir şeyin olmadığını düşünürse , bu da daha az esrarengiz değildir.. bunu anlatmak için tam yerinde kelimeler yoktur , ya da insan ilk hayrette kalışı eğip büker..’

ERNST BLOCH..

İzler , ERNST BLOCH , Çeviri : SUZAN GERİDÖNMEZ , İLETİŞİM Yayınevi , 2010..

‘kanı çekilmiş aktörler olarak , ağza sakız olmuş zamanın içinde şişirme roller oynamaya hazırlanırız : evrenin perdesi güvelenmiştir ve deliklerinden artık sadece maskeler ve hayaletler görülür..’ – E.M. CIORAN

‘hayatı nezaketen kabul ederim : sürekli başkaldırı tıpkı intiharın yüceliği gibi zevksizdir.. yirmi yaşındayken semaya  ve onun örttüğü pisliğe karşı verilip veriştirilir , sonra bundan bezilir.. trajik poz ancak uzamış ve gülünç bir ergenliğe yakışır ; ama kayıtsızlık şarlatanlığına ulaşmak için bin bir tane badire gerekir..

kullanımdaki bütün ilkeler nazarında serbestleşmiş kişide , hiçbir komedyen yeteneği bulunmazdı ; bir basitlik baş örneği , ideal bir biçimde mutsuz varlık olurdu o.. bu içtenlik modelini kurak yararsızdır : hayat ancak içine kattığımız yutturmaca derecesiyle hoş görülebilirdir.. bir arada yaşamanın ‘tatlılığı’ sonsuz art düşüncelerimize ortalıkta at oynattırma imkansızlığına bağlı olduğu için , böylesi bir model toplumun ani ölümü olurdu.. hepimiz sahtekar olduğumuz için birbirimize tahammül ederiz.. yalan söylemeyi kabul etmeyen birisi ayağının altındaki toprağın kaydığını görürdü : sahteliğe biyolojik olarak tabiyizdir.. çocuksu ya da işe yaramaz , ya da gayri otantik olmayan hiçbir ahlaki kahraman yoktur ; zira hakiki otantik hiledeki , kamusal yaltaklanmanın ve gizli kara çalmanın muaşeretindeki kirlenmedir.. hemcinslerimiz onlar hakkındaki düşüncelerimizi göz önünde tutabilselerdi , aşk , dostluk , fedakarlık sözlüklerden hepten silinirdi.. kendimiz hakkında aklımızdan çekingenlikle geçen şüphelerle yüzleşme cesaretimiz olsaydı , hiçbirimiz utanmadan bir ‘ben’ sözcüğü sarf edemezdik.. yaşayan her şeyi maskaralık sürüklemektedir , mağara adamından kuşkucuya kadar.. bir tek görünümlere saygı bizi leşlerden ayırdığına göre , şeylerin ve varlıkların temeline göz dikmek mahvolmaktır ; daha hoş bir yoklukla yetinelim : teşekkülümüzün ancak muayyen bir hakikat dozuna tahammülü vardır.. 

en derinlerimizde , bütün diğer kesinliklerden üstün bir kesinliği muhafaza edelim : hayatın anlamı yoktur , olamaz.. öngörmediğimiz bir vahiyle bunun aksine kanaat getirseydik , kendimizi hemen o anda öldürmemiz gerekirdi.. hava bir kaybolsa hala soluk alırdık ; ama yararsızlığın sevinci elimizden alınsa hemen soluksuz kalırdık..’

E.M. CIORAN

‘tarihin ağırlığını , oluşun yükünü ve miadı dolmuş ya da muhtemel olayların külliyatını ve boşunalığını göz önünde bulundurduğu zaman bilincin karşısında boyun eğdiği o bezginliği hissetmek.. nostalji , olmuş olan her şeyden çıkan dersleri göz ardı ederek bir atılımı zikreder boşu boşuna.. bizzat geleceği bir mezarlık gibi , olmayı bekleyen her şeyin mezarlığı gibi gören kişiyi bezginlik beklemektedir.. yüzyıllar ağırlaşmıştır ve anın üzerine yük olurlar.. – bütün çağlardan daha kokuşmuşuzdur , bütün imparatorluklardan daha çürümüşüzdür.. tükenişimiz tarihi yorumlar , soluk soluğa kalışımız bize ulusların hırıltılarını duyurur.. kanı çekilmiş aktörler olarak , ağza sakız olmuş zamanın içinde şişirme roller oynamaya hazırlanırız : evrenin perdesi güvelenmiştir ve deliklerinden artık sadece maskeler ve hayaletler görülür..’

E.M. CIORAN 

E.M. CIORAN , Çürümenin Kitabı ,Çeviri : HALDUN BAYRI , METİS Yayınevi ,  Ocak 2000..

‘yaşama sanatı , yalanlara inanmayı bilme sanatıdır..’ – CESARE PAVESE (Yaşama Uğraşı..)

YAŞAMA UĞRAŞI..

5 ocak 1938..

insan kendi doğasını değiştiremez.. eskiden ne kadar saf , yalan söylemeyen , paylaşıldığı zaman daha eksiksiz olacakları umuduyla duygularını açığa vuran bir insan olduğunu biliyorsun.. şimdi ise yalan söylemenin gerekliliği gibi karanlık bir takım düşünceler ileri sürdüğün için değiştiğini sanıyorsun..

kesin olan bir şey varsa , o da şu : hayatta seni ‘kendi erkeği’ sayacak bir kadından başka her şeye sahip olabilirsin..

yaşama sanatı , yalanlara inanmayı bilme sanatıdır.. bunun korkunç yanı , doğrunun ne olduğunu bilmememize karşın , bir yalanın yalan olduğunu hala anlayabilmemizdir..

1 kasım 1938

bir hiç yüzünden yılgınlığa kapılan insanlar en büyük darbelere karşı durmaya en yatkın insanlardır.. böyleleri güçlü insanlardan daha kolayca kendilerini bir trajedi havası içinde yaşamaya alıştırırlar.. direnme güçleri çabuk tükenir ve yuvarlanıp giderler..

her sıyrığı bir yıkım sayma alışkanlığı gerçek bir yıkımın incitme gücünü azaltır..

talihsizlik çıkıp geldi mi :

‘kendisine güvenen iyimser’ , korkunç acı çeker ;

‘işlerin her zaman kötü gittiğine inanan insan’ın çektiği acı ölçülüdür ;

‘sapına kadar kötümser olan insan’ ise korktuklarının çıkmasından sevinç duyar..

acı çekmemek için her şeyin acı çekmek olduğuna inandırmamız gerekir kendimizi.. leopardi’nin mutlu bir hayatı olabilirdi..

acı çekmemek için acı çekmeyi ‘kabul etmek’ gerekir..

bunu yapabilmek içinse  , pisliği altına çevirebilecek bir simya bilgisine sahip olmalı insan.. acı çekmeyi kabul edemeyiz üstelik , bundan ötesi yoktur.. hem neden edelim..

2 kasım 1938

talihsizlikler bir budalayı akıllı bir insan yapmaya yetmez..

3 kasım 1938

hepimiz kötü şeyler düşünürüz  , ama pek seyrek kötülük yapabiliriz.. hepimiz iyi şeyler yapabiliriz , ama iyi şeyler düşünebilenlerimiz pek azdır..

başkalarının bizim hakkımızda ne düşünecekleri kaygısı kendi vicdanımızdan daha güçlüdür.. suçu başkasına yükleme olanağını bulamadığı sürece , bilmeyerek bile olsa kötü bir şey yapacak yerde içindeki kötülüğün sesine uymayı kim seçmez.. 

10 kasım 1938

hayatın saldırılarına karşı bir savunmadır edebiyat.. hayat şöyle der : ‘beni kandıramazsın.. senin alışkanlıklarını biliyorum , tepkilerini sezip onları seyretmekten hoşlanıyorum , doğal akışını engelleyecek kurnazlıklarla gizini açığa çıkarabiliyorum..’

bunun dışındaki bir başka savunma gücü de , bize yeni bir sıçrama olanağı veren sessizliktir.. ama bu sessizliği kendi kendimize uygulamamız gerekir , bunu başka birisine , hatta ölüme bile bırakmamalıyız.. kendimiz için bir güçlüğü seçmek , o güçlüğe karşı kullanabileceğimiz tek savunmadır.. acı çekmeyi kabul etmek budur.. ona boyun eğmek yerine  , onu bir sıçrama tahtası olarak kullanmak..yediğimiz darbenin etkisini denetleyebilmek.. yaradılışları gereği eksiksiz olarak acı çekebilenlerin bir üstünlüğü vardır..acı çekmeyi etkisiz hale getirebilmenin onu kendi yarattığımız kendi seçtiğimiz bir şey yapmanın yolu ona boyun eğmektir.. intihar etmek için bir gerekçe..

iyilikseverliğin yeri yoktur burada..

CESARE PAVESE..

(YAŞAMA UĞRAŞI, CESARE PAVESE, Çeviren : CEVAT ÇAPAN , CAN YAYINLARI , 2000..)

The Stoning Of Soraya M.

Yönetmen: Cyrus Nowrasteh

Senaryo: Betsy Giffen Nowrasteh, Cyrus Nowrasteh

Oyuncular: Jim Caviezel, Shohreh Aghdashloo, Mozhan Marno, Navid Negahban

Gösterim Tarihi: 14 Mayıs 2010

Konu: Gazeteci Freidoune’nun arabası bozulur, durduğu küçük köyde onun gazeteci olduğunu anlayan Zahra, konuşmak için peşine takılır. Yeğeni Soraya, köylüler tarafından vahşice katledilmiştir. Ölmeden önce yeğenine söz veren Zahra, vahşetin köyün sırlarının arasında kalmaması için elinden geleni yapmaya kararlıdır.

Filmi izlerken içiniz burkulacak ve böyle şeylerin olduğuna inanamayacaksınız .

Film 14 Mayıs ‘ ta Türkiye ‘ de vizyona giriyor mutlaka izlenmesi gereken bir film kaçırmayın …

”EŞBER AĞBİ ‘YENİ ANAYASAYI’ ANLATIYOR..”

EŞBER AĞBİ ‘YENİ ANAYASAYI’ ANLATIYOR.. 

‘akp varlığını borçlu olduğu anayasaya bir kutsalına dokunur gibi saygı ve minnetle dokunuyor , ‘ihtiyacım kadarını alıyorum , beni bağışla’ diyor..

 

bu gelişmelere umut bağlayanlar , bütün bir toplumun sivil bir anayasaya ulaşma yönündeki beklentileri ile en azından 12 eylül gibi karanlık dönemlerde , 17 bin faili meçhul cinayeti vb. işlenmiş suçlar üzerinden yapılması gereken gerçek bir hesaplaşmanın ertelenmesine destek olduklarını göreceklerdir.. 

milli iradenin savunucusu akp’nin en büyük korkusu milli iradenin meclise yansımasıdır..

 

anayasa bu haliyle kabul edilirse ne olacak ? 

sonsuza kadar meclis çoğunluğuna sahip akp , meclis üzerinden kafileler halinde hsyk’ya yargıç gönderir.. onlar da cemil çiçek’in ruhuyla mücehhez adalat bakanlarının riyasetinde yargıya kendileri gibi bağımsız düşünen savcı ve yargıçlar atarlar..

kaydı hayat şartıyla görev yapacak olan sayın abdullah gül ise , esnaf sanatkar odalarından , tüccarların , müsiad’dan , hademe-i hayrat cemiyetinden vb seçtiği yargıçları onar onar anayasa mahkemesine gönderir..

anayasa mahkemesinin bir ‘yüce divan’ yetkisi var.. eh ! o da kime niyet , kime kısmet !

bizim için mi ? bizim için değişen bir şey olmaz.. yine büyük çoğunluğunun yaşı 15’i geçmeyen binlerce çocuk polise taş attıkları için hapse konur ve onlarca yıllık ağır cezalara çarptırılır.. yine başbakana karşı ‘parasız eğitim istiyoruz’ diye pankart açan üniversiteli gençler derhal alınıp hapsedilir.. yani kendi sıradan hayatlarımıza dair gerçekler hiçbir şey değişmeksizin varlığını sürdürür.. o halde bu ‘yargıyı bağımsızlaştırma’ iddiasında bir samimiyetsizlik var demektir..

 

demokratik bir toplumun asli unsuru olan emek , çalışanların hakları , grevli toplu sözleşme , sendikal özgürlükler ; siyasal özgürlükler vb. yani , özgürlükler listesinde yer alan konulardır ki , bunlar ile aralarına koydukları mesafe , şeytanla aralarındaki mesafeden çok daha uzaktır.. 

akp , bu anayasanın vesayetçi karakterine sığınarak başkalarına ait bir vesayeti kaldırıp , onun yerine kendi vesayetçi rejimini ikame ve tesis etmek istiyor..’

EŞBER YAĞMURDERELİ ile YENİ HARMAN dergisinin son sayısında BAŞAR BAŞARAN tarafından yapılan röportajın tamamını okumak için ve ‘bağımsız yargı , demokratikleşme , yeni anayasa , özgürlükçü anayasa’ haplarını yutmadan önce bir de hapların öyküsünü şeker insan EŞBER AĞBİ’den dinlemek için koşun kendinize bir bol dumanlı YENİ HARMAN kapın..

Crockett..

‘yokuş aşağı..’ – WALTER BENJAMIN

‘HEP AYNI DÜNYA.. GENE DE SABIRLIYIZ..’ – WALTER BENJAMIN

neyle ölçüyor insan kendi gücünü ?

‘uğradığımız yenilgilerle zayıflıklarımız yüzünden nerede başarısız olmuşsak orada kendimizi aşağı görür , utanırız.. oysa güçlü olduğumuz noktalarda aşağıladığımız şey kendi yenilgimizdir , utanç duyduğumuz şey de talihsizliğimizdir.. zafer ve talihle mi ölçüyoruz gücümüzü ? en köklü zayıflıklarımızı , hiçbir şeyin zafer ve talih kadar kolayca açığa çıkaramadığını bilmeyen var mı ? bir mücadelede ya da aşkta kazanılan bir zaferden sonra , zayıflığından dolayı şaşkınca ve ürperircesine sevinerek içinden ‘bu ben miyim ? ben ki en zayıfıyım , bütün bunlar bana mı ?’  sorusunun geçtiğini hissetmeyen var mıdır ? ayağa kalkmanın bütün hilelerini öğrendiğimiz ve utançtan  yüzümüzün kıpkırmızı kesildiği yenilgilerse başka.. şöhret , alkol , para ya da aşkla , gücü hangi alanda olursa olsun , insan orada ne doğru dürüst davranmasını bilir , ne onur tanır , ne rezil olma korkusu.. en bezirgan yahudi bile müşterisi önünde casanova’nın , charpillion’a karşı davrandığı kadar küstah hareket edemez.. bu tür insanlar kendi güçleri çerçevesinde idare ederler ortalığı.. ama asıl fecaat güçlü olmanın bedelindedir.. bir sarnıcın içinde oturup yaşamaya çalışmak.. içinde yaşarsak budalayızdır , bize yaklaşan olmaz , çukurlara yuvarlanır , ne kadar engel varsa hepsine takılır kalırız , pislikleri eşeleyip durur toprağı da rezil ederiz.. ama pisliğe ancak böylesine bulaşmışken artık yenilmeyiz..’

WALTER BENJAMIN

yokuş aşağı..

sarsıntı lafını duya duya usanç geldi.. onurunu ona geri vermek için bir şeyler söylemek fena olmaz.. bu söylemler hiçbir zaman duyumsal olandan pek öteye gitmeyecek.. ver her şeyden önce şu ilkeye bağlı kalacak : sarsıntı yıkma götürür.. ilke kez bir sarsıntıyı yaşadıklarında ya da buna yeniden kapıldıklarında bize bunu üsteleye üsteleye anlatanlar acaba içlerinde bir şeylerin çöktüğünü mü söylemek istiyorlar ? ah , önce söyledikleri laflarla sonra söyledikleri arasında fark mı var sanki ? arada çöküntüye kapılıp gideriz diye , sessiz kalmaktan , duraklamaktan bile çekiniyorlar neredeyse.. kimse büyük annesi öldüğünde o denli sarsılan , ama akşam ayakkabılarını çıkarıncaya kadar , bu ölüme inanmayan marcel proust kadar açıkça fark etmemiştir bu sessizliği , duraklamayı.. gözlerden yaşlar geliyor.. niçin ? eğildiği için mi ? vücut eğildiği sırada belki en derin acılarını da birlikte ayağa kaldırıyor , ama derindeki düşüncelerin altında kalmıyor.. her ikisinin de yalnızlığa ihtiyacı var.. bir dağın yukarısına tek başına tırmanıp bitkin düşen biri , birazdan tüm vücut yapısını sarsan adımlarla yokuş aşağı geri dönerken zamanın gevşediğini hisseder , içindeki ara duvarlar çöker ve saniyelerin yığıldığı molozlar arasından rüyadaymış gibi ufak ufak adımlarla ilerler ; duruversin ister bazen olduğu yerde , ama yapamaz.. kim bilir onu sarsan düşünceleri midir acaba , yoksa yoldaki molozlar mı ? ne ki vücut artık çiçekli çocuk dürbününe dönmüştür , her adımında gerçeğin değişen biçimlerini gösterir ona..

WALTER BENJAMIN

(Parıltılar , Walter Benjamin , Çeviri : Yılmaz Öner , Belge Yayınları , Kasım 1990..)