Archive for the ‘Hayata Dair’ Category

‘bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı ki kızım..’ – BEHZAT Ç.

‘babamın öldüğü gün birine aşık olmuştum.. bazen öyle olur , her şey üst üste gelir.. polis olmasaydım katil olurdum çünkü sahici bir sarsıntı sahte bir dengeden iyidir.. binlerce ceset , binlerce katil ve bir evlilik gördüm.. seni intihar ettiğin gün tanıdım kızım , seninle o gün barıştım.. şimdi sadece geceleri yapayalnız ve yalınayak anlayabildiğim şeyler var.. şimdi benim de yalanlara inanmaya ihtiyacım var bütün çaresiz insanlar gibi , dağılan bir okul gibi.. acılarımız da birbirine benziyor artık  kızım , birbirine benzeyen parmaklar gibi ama her birinin eşsiz bir izi var.. bazen gözlerim  doluyor karanlıkta.. ama fısır fısır konuşmaya başlıyorsun yine kulağımın dibinde hiç susmuyorsun.. ağlamama asla müsaade etmiyorsun.. ‘her şey affedildi babacık’ diyorsun.. ‘hiç ayrılmayacağız’ diyorsun.. keşke hep yanında olsaydım diyorum öyle konuştuğunu duyunca.. ‘bu kış çok kar yağar , belki beraber kayboluruz’ diyorsun sen bana..  ama kar taneleri birbirine benzemez ki kızım.. cesetler de benzemez , ama bir cinayet başka bir cinayeti hatırlatır her zaman.. koşan atlar düşen atları hatırlatır.. yağmur yağar , durur , tekrar başlar.. YANLIŞ YOLDA YÜRÜMEK DOĞRU YOLDA BEKLEMEKTEN İYİDİR.. beşikten mezara kadar.. karanlıkta herkesle çarpışabilir insan.. yalan mı söylüyorum sana.. affet beni kızım , affet.. BİR SÜRÜ DOĞRU SÖYLEDİK AMA HİÇ BURNUMUZ KISALMADI Kİ KIZIM..’

BEHZAT Ç. (Star Tv – 11. Bölüm – Giriş..)

Minik Hayranımız

“Sonbahar”da hüzün ;

Eğer filmi tarif etmek için tek bir kelime kullanmam gerekseydi, bu kelime “hüzün” olurdu.
Bu film kaybedilmiş ideal ve hayaller, kaybedilmiş aşklar, kaybedilmiş hayatlara ilişkin hüznün eşsiz bir tasviri.

Kendinizi bir anda; “ne yazık… ne yazık sosyalizm yürümedi…, ne yazık aşk yetersiz kaldı… ne yazık biz insanlar hayatımızda ne de çok yalnızlığa yürüyoruz (öyle ki etrafımız insanlarla çevrilmişken! – hatta en kötüsü de bu – etrafımız tamamen insanlarla çevrilmişken!)
Bu muhteşem bir film. Böylesi bir prodüksiyonda çay kahve servisi bile yapmış olsaydım hayatım boyunca gurur duyardım.Kırmızıyı, objektifin giderek griye dönüşmesini, kahramanın duygularını tasvirdeki doğal yansıtma yöntemini ( iskeledeki dev dalgaları örneğin… nasıl bir imge!… nasıl bir tasvir!), kadınla erkeğin gözlerindeki çalınmış parıltıyı, gözlerindeki sonbaharı/hüznü… asla unutamam. Senaryo, müzik, oyunculuk, yönetmen, görüntü…görüntü….görüntü… hepsi muhteşemdi.

 Bu güne kadar bu “hüzün” kelimesini duyduğumda aklıma Van Gogh’un aşağıdaki tablosu gelirdi. (Resim öğrenciyken odamın kapısında asılıydı. o zamanlar-ki sanıyorum halen de çokça öyledir- beni cezbeden şeydi hüzün.

 

“Sonbahar” da artık aynı duygunun güçlü bir temsilcisi. Film tıpkı iyi yazılmış bir şiir gibi dingince akıp gidiyor… tıpkı çölde susuz kalmış küçük prens ve prenseslerin buldukları su kaynağı gibi…

Maria K.

 

Dipnot yerine:

Bir özür…

Bir zamandır gerek Crocket gerek Blackhawk’ın yarı şaka yarı ciddi serzenişlerine muhatabım.

Şikayet konusu “aylakadamiz”a yeterli (vaad edilmiş) katkıyı koymadığımdır.

Haklıdırlar… Sayfayı var etmede gayret ve özverileri anlamlıdır.

Yukarıdaki alıntı ülke dışından naçizane benim çevirimle sayfaya taşınmış bir metindir.

Benim de katkım, şimdilik, sınırötesi aylakadamları bulup sayfamıza taşımak, belki bir derece evrensel  ses katmaya çalışmak olsun.

Bir teşekkür…

Saint-Exupery’nin Küçük Prens’inde,  tilkiyle konuşmasının bir yerinde tilki prense: “… git de güllere bak, seninkinin dünyada tek olduğunu anlayacaksın. Sonra da bana veda etmeye geldiğinde sana bir sır vereceğim…” der.

Ben sonbaharı izledikten sonra çokça bunu düşünmüşümdür. “Sonbahar” gerek derdi, gerek anlatım biçimi gerekse de bilcümle sinematografik nitelendirmeyle eşsiz bir başyapıttır. Ancak bir yerde “bizden”dir. Bizim –yakın- tarihimizde yaramıza basılmış tuzdur. Bunun “dışarıdan” tam olarak paylaşılması pek de mümkün olmamalıdır.

İzleyen kısımda Küçük Prens vedalaşmaya gider ve tilki; “… işte sırrım çok basit. En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.”

Belli ki yanılmışım… “bizden” başka görenler de varmış, olacakmış, olacaktır.

Derdimizi dinlediği, derdimizi dillendirdiği ve sesimize ses kattığı için teşekkürler Maria K.

Ευχαριστίες, άνοιξη ελληνικά

Sarı

 

R.E.M – Drive

Tindersticks grubunun Jism şarkısından sonra keşfettim bu şarkıyı belkide ilk iki sırayı paylaşacak kadar güzel  .  Odanın loş ışığında yakılır  bir sigara dumanı karışır havaya belki bir kadeh şarap yada viski ve bu şarkı bilgisayarda sabaha kadar çalınır . Gözler kapatılır artık ne düşünürsünüz bilemiyorum . Müzik kutusundan R.E.M grubundan Drive şarkısını dinleyebilirsiniz . Bu şarkı benden tüm aylakadamiz ‘ cılara gelsin . Keyifli dinlemeler ….

 

Smack, crack, bushwhacked.
Tie another one to the racks, baby.Hey kids, rock and roll.
Nobody tells you where to go, baby.

What if i ride? What if you walk?
What if you rock around the clock?
Tick-tock. Tick-tock.
What if you did? What if you walk?
What if you tried to get off, baby?

Hey, kids, where are you?
Nobody tells you what to do, baby.

Hey kids, shake a leg.
Maybe you’re crazy in the head, baby.

Maybe you did. Maybe you walked.
Maybe you rocked around the clock.
Tick-tock. Tick-tock.
Maybe i ride. Maybe you walk.
Maybe i drive to get off, baby.

Hey kids, shake a leg.
Maybe you’re crazy in the head, baby.

Ollie, ollie.
Ollie ollie ollie.
Ollie ollie in come free, baby.

Hey, kids, where are you?
Nobody tells you what to do, baby.

Smack, crack. Shack-a-lack.
Tie another one to your back, baby.

Hey kids, rock and roll.
Nobody tells you where to go, baby.

Maybe you did. Maybe you walk.
Maybe you rock around the clock
Tick-tock. Tick-tock.
Maybe i ride. Maybe you walk.
Maybe i drive to get off, baby.

Hey kids, where are you?
Nobody tells you what to do, baby.

Hey kids, rock and roll.
Nobody tells you where to go, baby, baby, baby.

BLACKHAWK

‘aylak adamlar ve babaaziz’ – Ankaralı CEVO..

‘sevgili aylak adamlar kısa bir süre önce sevgili arkadaşım(ız) ‘sarı’ sayesinde sizlerden haberdar oldum ve sizi takip etmeye başladım. öncelikle yazdığınız ufuk açıcı, entellektüel, afili, yararlı ve unuttuğumuz bazı şeyleri bizlere tekrar hatırlatıp öğrenimimize katkıda bulunan yazılarınızdan dolayı sizleri tebrik ediyorum. bir zamanlar içtiğim antidepresanlar kadar bağımlılık yaptınız diyebilirim, zira bilgisayarı her açtığımda aylak adamları ziyaret etme ihtiyacını hissediyorum.
yıllar önce ‘crockett’ hodja bana yusuf babanın kült eseri ‘’aylak adamı’’ hediye etmişti. aylak olduğumu gözlemlemiş sanırım aylak arkadaşım. zira aylak aylak yaptığım moda sahili gezilerimi bir düre sonra beraber yapmaya başlamıştık. ben gökyüzüne bakar, ‘crockett’ hodja denize. (deniz kızı mı beklerdi anlayamadım hiçbir zaman)
aylak adamlar güzel şeyler yazıyorsunuz , onlardan bir tanesi de bu hafta yayınladığınız babaaziz filminden pasajlar. bu bahaneyle tebrikleri ‘altın tepsi’ içinde olmasa da naçizane email yoluyla iletmek istedim. babaaziz benim de çok başarılı bulduğum bir film. film demek doğru mu bilmiyorum. başka birşey. tasavvuf deryasından damıtılmış damlaların kurgulanıp bir araya gelmiş hali. her bir sahne için günlerce konuşulabilir, yüzlerce kitap yazılabilir. diğer yazdığınız yazılarla aynı çizgide olmaması, farklı bir ideolojik görüşü temsil etmesine rağmen sayfanızda yer alması beni ayrıca sevindirdiğini söylemeliyim. hakikat inandırır, samimiyet dinlettirir.
bu ve benzeri yazılarınızdan dolayı tebrik ediyorum. aylaklığınız daim olsun….’

‘ankaralı’ cevo..

27.10.2010

(fotoğraf : ‘ankaralı’ cevo.. – peri suyu , bingöl..)

sessizce ıslık çalmak..

‘içimde en sevdiğim şarkı yuvarlanırken , ben sessizce bir ıslık çalmalıyım.. bu insanlar sağır.. o kadar yalnızım ki çıtırtı bile çıkartmamalıyım.. ben yavaş yürümeliyim.. içsem öldürürler.. içmesem öldüm.. her sarhoş olduğumda bir daha kendime geliyorum , her kendime gelişimde bir daha sarhoş olmak istiyorum..’

Mustafa Akpınar

(Alıntılayan ‘SARI ŞEKER’..)

500. YAZI İÇİN GÜNÜN ŞARKISI : ANA ÖĞÜDÜ (SULH NAĞMESİ).. – SADIK GÜRBÜZ

500. YAZI İÇİN GÜNÜN ŞARKISI : ANA ÖĞÜDÜ (SULH NAĞMESİ).. – SADIK GÜRBÜZ

 

bu yazı yayın hayatımıza başladığımız 27 nisan 2009 tarihinden itibaren aylakadamız’da yayımlanacak 500. yazı oluyor.. özel bir şeyler yazmak istedim önce sonra vazgeçtim.. 500’ler 1000’ler önemli değil o kadar.. önemli olan süreklilik ve sonsuza kadar kalıcı bir şeyler verebilmek.. sıfırdan başladığımızda küçücük bir takipçi grubu ve dalga geçenler grubu vardı.. dalga geçenler hala var ama oblomov kılıklılarla da biz dalga geçiyoruz.. lafazanlık kolay , icraat önemli.. neyse esip yağmayı burada keseyim konuya döneyim.. işte küçücük bir takipçi grubuyla başladığımız yayın hayatımızda şimdi nerelere geldik biz de inanamıyoruz.. ailemiz büyüdükçe büyüdü.. yüzlerce profesyonel yazarın yazdığı benzer içerikli sitelerin takipçi sayılarını ve güncellenme sıklığını rüzgarıyla yerle bir etmiş durumda aylakadamız..

dahası mı.. yüzlerce yeni dostumuz oldu.. tanımadığımız onlarca insan mail yazıp hem teşekkür ediyor hem de destekliyorlar , kendi fikirlerini , eleştirilerini söyleyip , çeşitli önerilerde bulunuyorlar , sağ olsunlar , var olsunlar..

aylakadamız yolunda ilerliyor , vaatte bulunup da yazmayan dostlara gelince de halo dayı hasan abimiz öpsün sizi diyorum daha ne diyeyim..

reis.. reis.. reis.. ellerin dert görmesin , yüreğine sağlık diyorum.. sen var ettin , yola çıkardın bu bebeyi.. sana biz de varız deyip sonra tüyenler utansınlar.. yakında ‘sarı’da gelirse aramıza (tabi geceleri sabahlara kadar sanal alemde başka şeyleri kovalamayı bırakırsa) kimse bizi tutamaz..

bir çığlık olabildiysek ne mutlu bize..

daha özel bir şeyler yazmak isterdim fakat bu kadar yeter.. işte bu anlamlı 500. yazı bir günün şarkısı yazısı olsun ve azeri şair ali ekber tagiyev’in barış dolu şiirinin değişik bir yorumunu yapan sadık gürbüz üstad’dan : ana öğüdü’nü (sulh nağmesi) dinleyelim..

dünyada sulh olsun , insanlar kardeşçe yaşasınlar , kimse kimseye ve kimse hiçbir hayvana , bitkiye eziyet etmesin.. ali ekber tagiyev muhteşem yazmış , sadık gürbüz’de kadife sesiyle insanlara ettiği bir dua gibi , bir yakarış gibi söylemiş..

 sadece aylakadamız’la değil şiirle , müzikle ve barış içinde kalın.. nice 500’lere..

Crockett..

SULH NAĞMESİ.. (ANA ÖĞÜDÜ)

ana kalbim odlanır
söz düşende davadan
bes değil mi ey insanlar
döküldü kan , aktı kan
bes değil mi , ana toprak
su içti göz yaşından

yer yüzünde dostu olsun
gerek insan insana
kalbimdeki bu arzular
arzusudur zamanın
ben anayım bu sesimde
yerin göğün derdi var
sulha gelin ey insanlar
yoksa dünya mahvolur

silahları yandırın
arşa çıksın tütsüsü
her obada her bir evde
kanat açsın sulh sözü
yüzü gülsün insanların
bayram etsin yer yüzü..

ALİ EKBER TAGİYEV

UNTHINKABLE..

UNTHINKABLE..

 

kısa sürede bir klasik haline gelen behzat ç. dışında  son zamanlarda o kadar yoğun bir film trafiğine de maruz kaldım ki.. hangi birisini yazayım şaşırıyorum.. birbirinden ilginç ve güzel filmlerin yanı sıra birbirinden kötü filmlerde izledim.. tekrar izleme gereği ya da isteği duyduğum filmler de oldu.. umarım hepinizle kısa aralıklarla paylaşabilirim bu filmlerin bir kısmını..

bugün paylaşmak istediğim bir holywood yapımı ‘unthinkable’ adlı film.. filmin yönetmeni gregor jordan.. başrollerde ise tiyatro kökenli usta oyuncu samuel l. jackson var.. cari-anne moss ve michael sheen’in performansları da üst düzeyde..

filmin konusu ise 11 eylül saldırılarından sonra holywood’un da kurtarıcısı olan ve ırkçılık ve faşizm kokan ‘müslüman terörist’ hikayelerinden birisi.. ha bu cümlem üzerine ‘yine mi diyerek’ filmi izlemekten vazgeçebilirsiniz.. fakat bence midenize güveniyorsanız izlemeniz gereken bir film diyorum sizlere.. çünkü burada ‘müslüman teöristler’ martavalı bir üst seviyeye çıkarılarak ‘müslüman bir teröristin’ saldırısına karşı ‘ülken için en fazla , en ileri derecede neler yapabilirsine’ kadar vardırıyor film.. neler mi mesela : ‘çocuk katili olabilir misin , masum sivillerin katili olabilir misin , işkence yapabilir misin ülken için..’

filmde iyi karakterler işin ilginç yanı fbı ve cıa ajanları.. askerler bile masum.. sadece ülkesini çok seven bir işkence uygulayıcısı sorgucu : samuel l. jackson var filmde.. o da filmde o kadar şeker ve cici ki filmi izleyen mesela dünyadan bihaber amerikalı insanların büyük kısmı sempatiyle ve destekleyerek filmi izlemişlerdir..

üç amerikan şehrine sonradan müslüman olmuş amerikan vatandaşı bir eski asker tarafından üç nükleer bomba konuyor.. koca koca bombaları bu adam nasıl yapmış ya da nereden bulmuş senaryodan tam anlayamıyoruz.. kendisi eski bir bomba uzmanı emekli bir asker , bir yerlerden kelepir nükleer hammadde eline geçiyor ve bu bombaları yoktan var ediyor neredeyse..

ha bu arada sonradan müslüman olan terörist karakter amerikan vatandaşı bir zenci değil.. filmin yıktığı tek klişe bu.. kötüler hep zenci olur ya bu sefer hadi hadi demişler beyaz olsun.. neyse bu ‘sonradan müslüman teröriste’ yardım edenler de yok film boyunca.. sorguya getirilen sadece kendi ailesi.. tabi buralar önemli değil filmi yapanlar için , buraları kendiniz doldurabilirsiniz..

filmdeki bu terörist karakter bombaları koyduktan sonra videolar yapıp sağa sola yolluyor arkasından da kendisini yakalatıyor..

filmimiz de buradan sonra başlıyor aslında.. yakalanan bu teröristi micheal sheen canlandırıyor.. gerçekten üstün bir performansla bu karakteri canlandırıyor.. önce midenizi kaldıracak ön giriş işkence sahneleri var filmde , sonrasında sahte pazarlıklar başlıyor teröristle bombaların yerini söylemesi için.. teröristin koşulları oldukça anlamlı ‘abd , müslüman ülkelerdeki hegemonyasını sonlandıracak ,  bu ülkelerdeki ekonomik gücünü ve askeri gücünü geri çekecek..’ bu kadar net bir talep.. ancak pazarlık dahi söz konusu olmuyor.. işkencelerin ardı arkası kesilmiyor.. samuel l. jackson’ın işkencecilikte ki performansı çok şaşırtıcı , canlandırdığı karakterin ülkesi için yapamayacağı şey yok.. izlerken kanınız donacak..

filmin sorgulattığı , insanları yönlendirdiği nokta da burada başlıyor işte , üç bomba patlayacak , üç şehir yok olacak , milyonlarca insan ölecek , bunları önlemek için sen neler yapabilirsin.. film dönüp dolaştırıyor gerilimi yükselttiriyor ve düğümü bu noktada kilitliyor.. gel de çık işin içinden.. normal bir amerikan vatandaşı yaklaşık on yıldır yaşatıldıkları paranoya ortamında sizce nasıl hareket eder..  bir teröristten bombaları nereye sakladığına dair bilgi almak için işkence tipi sorgulama yöntemleri kabul edilebilir mi.. milyonların hayatı söz konusu olduğunda insanlık dışı yöntemlere başvurmak ne kadar doğru..  savaşta ne kadar ileri gidilebilinir.. işte bu yönüyle ilginç bir film.. bu filmi sanırım beş altı kere izledim.. her izleyişimde yanımda başka birisi vardı.. yanımda filmi izleyenlerin tepkilerine baktım ve sinemanın nasıl bir yönlendirme , ikna etme aygıtı olabileceğini bir kez daha gözlerimle gördüm , korktum..

ha bu filmi izleyip tam tersi şeyler söyleyen , yazan arkadaşlar da gördüm internette ve sinema dergilerinde..

tavsiyem sinirlerinize ve midenize hakim olarak bu filmi izlemeniz ve dünyanın öbür ucundaki amerika’daki insanların başka dilden , dinden , ırktan insanlara karşı nasıl bir paranoyayla , korkuyla yönlendirilip kandırıldıklarını görmeniz..

tüm ırkçı , şoven , emperyalist  propagandalara rağmen kardeşlik şiarını yılmadan seslendiren tüm dostların gülüşü daim olsun.. 

Crockett..

EY ÖZGÜRLÜK.. – ALİ ŞERİATİ

‘ey özgürlük ! seni seviyorum.. sana muhtacım.. sana aşığım.. sensiz hayat zordur.. sensiz ben de yokum.. senin sevgi , dostluk ve şefkatinle beslenmişim..

ey özgürlük ! ben zulümden bıkkınım , esaretten bıkkınım.. zincirden bıkmışım , zindandan bıkmışım , hükümetten bıkmışım.. zorunluluktan nefret ediyorum.. seni tutsak yapmak ve bağlamak isteyen her şeyden ve herkesten bıkkınım..

hayatım , senin içindir.. gençliğim senin içindir.. varlığım senin içindir..

‘ey özgürlük ! kutlu özgürlük !

seni tahta oturtmak istiyorum..

ya sen beni yanına çağır ,

ya ben seni yanıma çağırayım..’

ey özgürlük ! kırık kanatlı güzel kuşum ! keşke seni vahşet bekçilerinden , duvarları , sınırları , kaleleri ve zindanları yapanlardan kurtarabilseydim.. keşke kafesini kırıp seni sabahın temiz , bulutsuz ve tozsuz havasında uçurabilseydim.. fakat.. benim de ellerimi kırmışlar , dilimi kesmişler.. ayaklarıma zincir vurmuşlar ve gözlerimi bağlamışlar.. yoksa seni benimle mi karıştırıp birleştirmişler.. seni benimle aynı kalıba mı dökmüşler.. seni derinliğimde , en samimi ve en gerçek benliğimde buluyorum , hissediyorum.. senin tadını her an kendimde tadıyorum.. kokunu daima kendi yalnızlık fezamda kokluyorum.. çölün yaz gecelerinde , göğün küçük yıldızının gönlünde , melekûtî kanatların sürtüşmesiyle meydana gelen kalp ürpertici çan sesi gibi gürültü çıkaran sesini her zaman işitiyorum.. her sabah hayalimin şefkatli ve sevgili parmaklarıyla elimde kararsız olan canlı ve konuşan saçlarını yumuşak bir şekilde sevgiyle tarıyorum..’

ALİ ŞERİATİ

(Kendini Devrimci Yetiştirmek , Bütün Eserleri 2 , FECR Yayıncılık ,Çeviri : EJDER OKUMUŞ , Ocak 2009..)

DİRENÇ ÇİÇEĞİ.. – ADNAN YÜCEL

DİRENÇ ÇİÇEĞİ..

-Aysel Zehir için-

yarım kalan hiçbir yolculuk yok bu yaşamda
birbirine karıştırılan hiçbir boyut yok
onbeş yaş nedir ki
yılların sözle çizilen anlamında
ya bir duygu selidir aralıksız
ya da bir inanç fırtınası yüreğin
dirence açılan gençlik koylarında

bir devrin sembolü diyorlar şimdi adına
toprağa ölüm düştükten sonra hiroşima’da
tüm bitkilerden önce yeşeren bir açelya
şimdi kadıköy-rıhtım’da
neyi çağrıştırıyor sana
sen söyle ey direnç çiçeği-neyi

liseli bir kız iken / saçlarında rüzgarlar
cevizli tekelinde / ellerinde yarınlar
elleri utandırır
gözündeki söz senin / içindeki öz senin

bir köpük onur uğruna kuruyan ırmaklar
ve gelenek denizlerinde ezgilenen ışıklar
henüz dile gelmedi
istanbul’u ezen suskunluğunda senin

gazetelerde resimlerinle dolarken sayfalar
nedense söyleşilerde yalnızca
beyin hücrelerine yöneltiliyor sorular
sense ölüm rengine inat
tan maviliğince susuyorsun
yalnızca geçmişin
gelecekteki ölümsüz sesini yanıtlıyorsun
hani çok çok övmekten korktuğun
o bin renkli açelyanın inançlı sesini
yanıtlıyorsun-gülümsüyorsun-susuyorsun

bağrındaki besteler / yüzündeki ezgiler
dile gelmez sözlerin / bilinmez ki ne söyler
dilleri utandırır
gözündeki söz senin / içindeki öz senin

ey ovaların ateş ateş çölleştiği yerde
toprağın ırmak ırmak yüreklenişi sen
yarınlara selamını iletsin diye adın
damarlarına bağlanan yaşamı
ölümü kucaklarken ellerinle kopardın

kurtarmak için enginlerin anlamını
gökyüzünü yere indirdiğinden beri
ya da silmek için bir damlanın yüzünü
bir okyanusun kucağına bastığından beri
ve bıçak sırtı bir dönem uğruna
bütün zamanı omuzlarına aldığından beri
adın bir açelyadır artık senin
koynuna ölüm düşürülen bütün topraklarda
bir açelya

askıda falakada / her mevsimde dört açan
hücrede zindanlarda / güneşsiz ışık saçan
günleri utandırır
gözündeki söz senin / içindeki öz senin

yepyeni sözcükler yeşeriyor şimdi
alnının ışıklı yamaçlarında
yüreğini içmek gerek duymak için
soluğunu solumak gerek
her dalıp gidişinde bin şiir çıkarıyor belki gözlerin
yaşama gözlerinle dalmak gerek

bir devrin sembolü diyorlar şimdi adına

dolar dolar gözlerin / varılmaz ki gizine
bir damlası bile / dökülmez ki yüzüne
selleri utandırır
gözündeki söz senin / içindeki öz senin..

 

ADNAN YÜCEL