Archive for the ‘Hayata Dair’ Category

Bütün Saatlerin Sahibi Olmak…

(Karikatür : Dağıstan Çetinkaya)

Bütün Saatlerin Sahibi Olmak…

‘Saatler vardır ki zorla elimizden alınır. Saatler vardır ki elimizden akıp gider. Hayatın büyük kısmı hiçbir şey yapmamakla, geri kalanı ise yapılması gerekenden başka şeyler yapmakla geçer. Bana bir insan göster ki zaman küçücük bir değer versin, bir günün anlamını bilsin ve her gün bir parça öldüğünün farkına varsın! O halde dostum, bütün saatlerin sahibi ol! Küpün dibinde kalanı idareli kullanmak iş işten geçtikten sonra tedbir almaktır. Zira sona kalan kısım, yalnız en az kısım değil, aynı zamanda en fena kısımdır.’

Seneca

Odasında tüm saatlerin akrep ve yelkovanını sökmüş bir adamın posteri olan biri olarak ne büyük laflar peşinde koşuyorum yahu…

Bütün saatlerin sahibi olmak , vay anasını dedirtiyor adama ne büyük arzu , ben itiraf ediyorum kendime evet istiyorum ama galiba her isteyenin sahip olamadığı bir şey bu hala sadece kendi zamanımın bile sahibi olamadığıma göre…

Bugünümü hayal ediyorum…

İş yerinde tonlarca aptallıkla uğraştıktan sonra haberlere bakayım diyorum sanki tüm insanlar kafayı yemiş, la yeter be diyesim geldi , yine mi “kör öldü badem gözlü oldu”…

(vasiyetimdir ben ölünce içinizden geldiği gibi küfür edin hatta sadece küfür edin , ama asla yüzüme söylemediklerinizi arkamdan söylemeyin…)

3. sayfa haberlerinden ve uyutulmaya alışmış bir millete masallar okumaya alışmış aptalca magazinel haberlerden bahsetmiyorum bile…

Ve daha neler neler…

Ne şahane sahip olmuşum kendi zamanıma bile değil mi…

Ama sanırım Seneca burada başka bir şeyden, farkındalıktan bahsediyor, uyanık olmaktan, ve aldığı her nefesi duyumsamaktan bahsediyor…

O zaman ne diyelim sıradaki parçamız hala yaşayabilen ve bunun farkında olan hatta bundan mutlu olanlara gelsin…

Eyvallah…

‘TERS’

İlk Yudum..

‘biranın ilk yudumu.. önemli olan tek şey budur , öteki yudumlar gittikçe uzar , gittikçe anlamsızlaşır , yalnızca uyuşukluk , pelteklik , baştan savma bir dil çözülmesi belirir insanda.. belki son yudum , bitirmenin düş kırıklığıyla insanda o her şeyi yapabilecek gücü yaratır yeniden..

Oysa ilk yudum öyle mi ? yudum ? bu , ağıza alınmadan çok önce başlar.. köpükle büyüyen o serinlik ,  o köpüklü altın renk dudaklardayken , ardından ağır ağır damakta acılıktan arınmış mutluluk , hazza dönüşür , ilk yudum ne kadar uzun gelir insana.. yapay , bilinçli bir açlıkla dikiverirsiniz birden.. aslında önceden bilinir her şey : ideal başlangıç , ne çok aşırı ne de çok az miktar.. bir iç çekişle , bir dil şapırtısı ya da onlara eşdeğer bir sessizlikle çekici duruma getirilmiş ani bir huzur.. sonsuzluğa açılan bir zevkin aldatıcı doyumu.. bunu önceden bilirsiniz aynı zamanda.. bütün en iyi şeyler üstün tutulur.. kadehinizi yerine koyar ve kurutma süngeri görevini gören küçük  kare biçimindeki bardak altlığından biraz öteye bırakırsınız hatta.. katkılı bal renginin soğuk güneş renginin tadını çıkarırsınız.. tamamen bir bekleyiş ve bilgelik kuralıyla , hem az önce oluşmuş , aynı zamanda da kaçıp gitmiş olan mucizeyi dizginlemek istersiniz.. ısmarlanan biranın tam adını okursunuz kadehin üstünde.. oysa içerik ve kap birbirlerini sorguya çekebilir , birbirlerine bol bol karşılık verebilir , hiçbir şey çoğalmayacaktır artık.. ama güneşin yer yer yansıdığı küçük , beyaz masasının önünde düş kırıklığına uğramış simyacı , yalnızca görünüşü kurtarır ve gittikçe azalan bir neşeyle daha çok bira içer.. acı bir mutluluktur bu.. ilk yudumu unutmak için içer insan..’

Philippe DELERM..

‘Harcıâelem İçki : BİRA’ , DENİZ GÜRSOY , Oğlak Yayıncılık , 2004..

‘MANTIK AL-TAYR’ – FERİDÜDDİN ATTAR..

(Feridüddin Attar’ın Nişabur kentindeki ebedi istirahatgahı..)

DÖRDÜNCÜ MAKALEDE HÜTHÜTÜN CEVABI..

kılavuz olan hüthüt o zaman onlara dedi ki : ‘aşık olan canını kayırmaz..

ister zahit ol , ister kötü kişi.. canını terk ettin mi ,  aşıksın..

gönlün canına düşmandır.. canını terk et , at yola.. canını attın mı , yol biter..

yol bağı candır ; ver canını.. ondan sonra perdeyi kaldır , sevgilinin yüzünü gör..

sana imandan çık derlerse.. candan vazgeç diye hitap gelirse bunu da ver , onu da.. imandan vazgeç , canını feda et..

inkar eden , bu olmayacak şey.. böyle şey caiz değil derse , de ki : aşk , küfürden de yücedir , imandan da..

aşkın küfürle , imanla ne işi var.. aşıkların bir an bile olsun canla uğraşmak işleri mi..

aşık , bütün harmanı ateşe verir.. başına testereyi korlar , sabreder , tenini biçtirir..

aşka dert ve gönül kanı gerek.. aşkın hikayesi bile müşkül olmalı..

saki , kadehe ciğer kanını dök.. derdin yoksa , bizden ödünç al..

aşka perdeleri yakan bir dert gerek.. gah can perdesini yırtmalı , gah dikip perde altında gizlemeli..

aşkın bir zerresi , bütün alemden iyidir.. derdin bir zerresi , bütün aşıklardan iyi..

aşk , daima kainatın içidir , ama dertsiz aşk , tam aşk değildir.. meleklerde aşk vardır , dert yok.. dert , adamdan başka bir mahlukta bulunmaz..

aşkın kafirliğe yakınlığı var.. kafirlikse , yoksulluğun içyüzü..

yola ayak basan , bu yolda ayak direyen , küfürden de geçer , islamdan da..

aşk , sana yoksulluğa kapı açar.. yoksulluk da kafirlik yolunu gösterir.

senin bu küfrünle imanın kalmadı mı , şu tenin de yok olur , şu canın da kalmaz..

işte ondan sonra bu işin eri olursun.. bu çeşit sırlara sahip olmak için er gerek..

erler gibi ayağını bas , korkma.. küfürden de geç , imandan da.. korkma..

nice bir korkacaksın.. bırak şu çocukluğu.. erlerin aslanı gibi yola gir , işe koyul..

sana yüzlerce tehlike baş gösterse , değil mi ki bu yolda baş gösteriyor , korku yok..

ON DÖRDÜNCÜ MAKALEDE HÜTHÜTÜN CEVABI :

hüthüt , ona da şöyle dedi : ‘ey surete dalmış şaşırıp kalmış kuş , gönlünden sıfat sabahı gizlenmiş senin.. karanlıklarda kalmışsın sen..

gece gündüz kör gibi kalakalmış.. karınca gibi hırsa düşmüş , surete dalmışsın..

mana eri ol.. surete sarılma.. mana nedir.. asıl.. suret nedir.. hiç..

altın , suret itibariyle boyalı bir taştan ibarettir.. sen de çocuk olduğundan renge , boyaya kapılmışsın..

altın seni tanrı’dan alıkoydu mu , put kesilir.. sakın ona rağbet etme , at toprağa..

altının işe yarayacak bir yeri var , o da şu : katırın fercine kilit yapmalı altından..

paran pulun , ne kimseye yardım eder.. ne de seni muradına erdirir..

bir yoksula bir arpacık altın versen , gah ona kan kusturursun , gah sen kan kusarsın..

sen para için aleme dost oldun.. halbuki onunla alnını , yanını dağlamışlardır..

ne amr’a ehemmiyet verirsin , ne zeyd’e.. cüneyd bile olsa , sence bir arpa değeri var..

halbuki yeni ay bile olsa , dükkan ücreti olarak vermen.. hatta değil dükkan ücreti , canının sadakası olarak bağışlayıvermen lazım..

halbuki  senin dükkanında bir pul eksilse , adeta aziz ömrün bitmiş gibi oluyor , sanki tatlı canından oluyorsun..

ey her şeyini hiçe veren , gönlünü bu çeşit her şeye vermen yeter artık..

fakat sabrediyor , bekliyorum ben.. sen darağacındasın , zaman elbette altındaki merdiveni çekecek..

dünyaya dalmışsın , ama sana dünyanın lüzumu yok.. çünkü din , dünyaya dalmakla elde edilmez azizim..

şunla bunla uğraşıp durmadasın ; vazgeç bu uğraşmadan , aylak ol.. aylak olmadın mı , dırıltılara düşer perişan olursun..

dört gözle üstüne titrediğin şeyi yoksula ver.. tanrı , ‘sevdiğiniz şeylerden yoksullara vermedikçe , onları doyurmadıkça tanrı lütfuna nail olmaz’ buyurmuştur..

ne varsa hepsini terk etmek gerek..çünkü bu yolda candan bile geçmek lazım..

candan geçemezsen ; maldan mülkten , şundan bundan da geçemezsin..

hırtı pırtı bir şey yatağın olsa , o bile yolunu keser seni yoldan alıkor..

ey hakk’ı tanıyan , o pırtını acımadan yak.. ne vakte dek hem tanrı’yı kandırmaya çalışacak , hem pırtını koruyacaksın..

o pırtıyı korkar da burada yakamazsan , yarın bir kilime bağlandı derler.. bu sözden nasıl kurtulabilirsin..

eve barka avlanıp aldanana vay.. ev bark yüzünden tepeden tırnağa kadar elemlere , hasretlere düşer , kaybolup gider..

ev , iki harften ibarettir yiğidim : elif , vav.. bu iki harfi de daima topraklara , kanlara bulaşmış görmekteyim en..

vav , ‘hun’ (kan) kelimesinin ortasında karar kılmıştır.. elifi de ‘hak’ (toprak) ortasından hor hakir olmuş gör..

FERİDÜDDİN ATTAR..

‘MANTIK AL-TAYR’ , FERİDÜDDİN ATTAR (1140 – 1220 civarı..) , Çeviri : ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , Ekim 2006..   

(yazmadığı için ankaralı cevo’ya gönüllerimiz dolusu sitemle selam eder , umarım bir gün yazar diye aşk içinde dertlenir , deli divane oluruz onun hasretiyle.. cevo senden bir tane var , bizi birikiminden yoksun bırakma la.. ATTAR deryasından bu küçük alıntı da sana en büyük TAŞ olsun aga..

Crockett..)

MISIR..

‘ESKİ  MISIR ŞİİRİ..’ – TALAT S. HALMAN..

 

‘mısır’da ve diğer arap nüfusu ağırlıklı ülkelerde neler oluyor , neler bitiyor diye soran insanlar oluyor.. ve niye bununla ilgili bir yazı yok aylak adamız’da sorusunu da soruyorlar haklı olarak.. kendi adıma yazıyorum sadece diğer arkadaşları bilemem.. belki de oralara en yakın kişi benim ama izlemedeyim şu anda.. şüpheler , sorular aklımın bir köşesinde yer etse de en azından sanki iktidar koltuğuyla yapışık doğmuş 30-40 yıllık diktatörlerin defolması sevindirici.. darısı diğerlerine diyeceğim ama benim temennilerimle olmuyor işler.. yüce abd ne derse o olur malum.. bir iki gündür de libya kaynıyor.. deyim yerindeyse domino taşı gibi.. pat pat devriliyorlar..

peki bugüne kadar ne olmuştu da beklenmişti bu kadar.. sadece sosyal paylaşım ağları ve sanal ortamın başarısı mı bu.. artık sivil toplum örgütleri veya siyasi örgütlerin de sonu mu gelmişti acaba tıpkı bir zamanlar yüceltilen yerlere göklere konulamayan fukayama bozuntusunun yumurtladığı ‘tarihin sonu geldi’ lafı gibi.. sosyal paylaşım ağlarının ve de internet ortamının sağladığı etki yok sayılamaz şüphesiz ama sadece bunlara dayandırmak , başarıyı bunlara bağlamak meydanlarda ölümü göze almış ezilenleri yok saymak olacaktır..

ve aklıma gelen şu acaba bu ülkelerdeki muhalefet organize bir şekilde la 2011 bizlerin , ezilenlerin yılı mı olsun demişlerdi ve kimsenin ruhu duymadan böyle bir organizasyon mu yapmışlardı.. öyleyse müthiş bir organizasyon gerçekten.. ama kimse beni ikna edemez bu konuda.. hem mısır bazında hem de küresel ölçekte belli başlı güç odaklarının olur vermemesi halinde 18 günde gitmezdi faşist mübarek ve diğer dallama diktatörler.. 

hüsnü mübarek de geçti gitti , tunus’taki de.. sıra kaddafi de gibi görünüyor.. hayırlısı artık.. tabi önemli olan şimdi mısır’da iktidarın kime kalacağı.. mübarek ardılı ve artığı bir faşist mi , yoksa ezilenlerin muhalefetinin ve diğer kesimlerin uzlaştığı bir özgürlükçü platform mu.. kim bilir göreceğiz.. malum şimdi yıllarca halkı ezmiş mısır ordusu yönetimde.. ve isyan bitmiş durumda.. e ne oldu.. bu mısır ordusu yıllardır ezen mübarek’in ordusu değil mi.. evet o ordu.. peki ne oldu.. neden bitti gösteriler.. demek ki hala gerici faşist diktatör unsurların etkisi devam ediyor.. göreceğiz.. umarım alacalı bulacalı medya reklamıyla apartılan bir yeni diktatör gelmez başa..

ortadoğu , afrika ve asya ülkelerinin  geri kalmışlığı , okuma yazma oranı malum.. daha önceki yazılarımda da yazmıştım demokrasi oyununa inanmıyorum ben.. a , b , c , d partisi veya görüşü hiçbirisinin farkı yok birbirinden.. tüm iktidarların ortak noktası kendinden olmayanı sindirmektir.. kimse beni kandırıp inandıramaz demokrasi safsatasına.. ben kimsenin oyununa karışmıyorum , oynamaya devam etsinler , onlar da benim demokrasi yalanına inanmamı beklemesinler..

bugünlerde bakıyorum herkes demokrat.. herkes.. daha on yirmi yıl öncesinin ordu şakşakçıları offfffff bakıyorsun en demokrat kesim olmuş.. ordu lağvedilsin diyenler bile var yahu aralarında.. keşke dünyadaki tüm ordular lağvedilse ve sınırlar ortadan kaldırılsa.. nerede ah nerede vah nerede.. nerede.. görüyorsunuz değil mi demokrasi havarilerini , heyt bre sizi darbe günlerinde görseydik bir de.. gerçi o günlerde de görmüştük sizleri 17 yaşında çocukları asanlara methiyeler düzüyordunuz.. şimdi ise en keskin demokratlar olmuşsunuz valla helal olsun.. ama sadece kendilerine.. burada tekrar parantez açıyorum , tüm kesimlerden herkese bunu diyorum sadece kendilerine demokratlar.. ve herkes kendi çizdiği demokrasiyi seviyor ve istiyor.. herkesin demokrasisi kendisine göre.. yüzde on barajı var ama olsun demokrasi var.. lider sultası var tüm partilerde olsun demokrasi var.. elli yıldır hep aynı şeyler tartışılıyor , bir şey değişmiyor , olsun demokrasi var.. bir belediye başkanı ya da milletvekili adayı oldunuz bin bir zorlukla kendinizi liderlere ve partilerin üst kadrosuna beğendirerek ama seçim masrafları var.. kendinizi seçtirebilmek için dünya para harcayacaksınız.. daha aday adaylığı fotoğrafı çektirmeye git ohoo kaymeler akmaya başlıyor cepten.. işçi , köylü , memur kısmı nasıl seçtirecek kendisini üç kuruş parasıyla.. tabi o da varsa..geçin kardeşim bana demokrasi hikayelerini anlatmaya.. siz oynayın oyununuzu ben aha burada behzat ç. izliyorum ‘dokanmayın la bana , az uzak durun benden.. az ötede oynayın..’ benim gördüğüm en demokrat adam behzat ç. dünyada hem bir de polis abim.. yaa naber..

mısır’a dönelim tekrar.. mısır denince akla hemen piramitler ve nil filan gelir.. benim aklıma hiçbiri gelmez.. tüylerim ürpererek aklıma ilk gelen ‘oum khalthoum’ ya da bizim söyleyeceğimiz şekilde söylersek ‘ümmü gülsüm’ gelir.. gelmiş geçmiş dünyanın en iyi sesi.. bunu ben demiyorum.. dünyanın sayılı büyük müzik otoritelerinin ortak görüşüdür.. bizim memlekette anlatılan rivayetlere , halk efsanelerine göre mi diyelim bilmiyorum ümmü gülsüm vefat ettiğinde ses telleri ve gırtlağı incelenmek üzere alınmış.. daha önce ve şimdi de müzik kutumuzda sayısız defa dinlemişsinizdir ümmü gülsüm’ü.. sanırım onun en güzel şarkılarından birisi olan inta omri’nin sözleri de site ilk kurulduğu zamanlarda yayınlanmıştı sitemizde.. ümmü gülsümden sonra ise benim taptığım yüce insanlardan birisi gelir aklıma : necip mahfuz.. mısır halkını ve şu anda mısır’da olan olayları , halk hareketlerinin öncüllerini en iyi anlatan halkın içinden bir büyük usta.. dünyaya necip mahfuz gibi ustalar zor geliyor ama kolay kaybediliyorlar.. herkes ‘midak sokağı’ der.. evet ‘midak sokağı’ büyük bir yapıt.. ama diğer eserleri de en az onun kadar ve ondan üstün olanları da var bence.. necip mahfuz’un arkasından bir başka büyük usta zor gelir ortadoğuda..

neyse benim aklıma işte bunlar ilk olarak geliyor mısır denince.. ama bir de büyük ustalarımızdan talat s. halman tarafından öğrendiğimiz ‘eski mısır şiir’i var ki ta binlerce yıl ötesinden bugünkü sorunların köklerine ışık tutuyor adeta.. şiirleri okuduğunuzda binlerce yıl öncesinde de aynı sorunların mısır’da yaşayan insanların omuzlarında olduğunu , o zamanlarda da diktatörlerin , zulmedenlerin , fakirliğin , açlığın eksik olmadığını görüyoruz.. sonra birden umutsuzluğa kapılıp mısır insanının kaderi mi bu yoksa diyebiliyor insan.. hayır kaderi değil.. ve bu kaderi mısırın ezilenleri yazmadı ama grup kızılırmak’ın ‘konfeksiyoncular’ şarkısında denildiği gibi bu kaderi bozacak olanlar onlar..

(Fotoğraf : Talat S. Halman..)

bitirirken mısır’ın tüm ezilenlere selam olsun diyorum ve che’nin bir konuşmasından (dos , tres , muchos vietnam..) esinlenilen 70’lerin bir sloganıyla bitiriyorum : ‘bir iki üç daha fazla mısır..’

 

Crockett..

ESKİ MISIR ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER :

‘ben dünüm , bugünüm , yarınım..

varlığımla dolmayan gün yoktur..

benim açtığım yoldur şimdiki çağ..’
‘ÖLÜLER KİTABI’ndan..

 

‘şen geçir günlerini , bıkmadan , yorulmadan :

ne malını mülkünü öbür dünyaya götürebilirsin ,

ne de geri gelirsin öteki tarafa gidince..’

 

‘elinde keskiyle çalışan sanatçı

tarlayı belleyen ırgattan fazla yorulur

akşam olunca yan gelip yatar mı.. ne gezer..

kolları koparcasına çalışır

ortalığı aydınlığa kavuşturmak için..’

‘işitilmemiş sözler bulsam , garip cümleler söylesem ,

kimselerin kullanmadığı bir dilim olsa ,

tekrarlanmamış , bayatlamamış deyimlerimle

eskilerin sözlerinden uzaklaşsam..’

ANKHU (m.ö. 2000 yılları..)

AKHENATEN’İN YAKARIŞI..

senin tatlı soluğundur benim soluğum ,

güzelliğin her zaman gözlerimin önünde..

duyabilsem sesini kuzey rüzgarında ,

güzelim , seninle dinçleşir bedenim..

uzat ellerini , yol göster ruhuma , canıma can kat :

beni sonsuzluğa çağırsan hazırım gitmeğe..

DİN ADAMI ANKHU’NUN

BOZUK DÜZENDEN YAKINMASI

olup bitenler , çileden çıkarıyor insanı :

memleket baştan başa azapla kıvranıyor ,

yıldan yıla büsbütün allak bullak…

bir öncekini aratıyor her geçen yıl..

kargaşalık var ülkede , yıkımın eşiğindeyiz..

kapı dışarı ettiler adaleti ,

haksızlık kol geziyor hükümet çevrelerinde..

tanrıların tasarıları karman çorman ,

tanrı buyruklarına aldırış eden yok..

memleketin durumu berbat,

ne taraf baksak çile ,

halk yas tutuyor kentlerde de , taşrada da…

millet yoksulluktan perişan ,

insanlarda ne saygı kaldı , ne sevgi..

huzur sultanları bile ter ter tepiniyor..

gün doğunca baş çeviriyoruz

gece olanları görmemek için..

olup bitenler , çileden çıkarıyor insanı :

dertler tümen tümen geliyor bugün..

yarın ıstırapların seli kopup gelecek..

memleket baştan başa tedirgin,

ama ağzını açıp tek kelime söyleyen yok..

 

masum insan kalmadı artık,

herkesin işi gücü fesat..

yürekler yas içinde , tasa içinde..

komut verenle komut alan bir-örnek,

ikisinin de dünya umurunda değil..

her sabah kalkar kalkmaz görüyoruz durumu,

ama düzeltmek için çabaya girişmiyoruz..

dün neyse bugün de o..

miskinlik sinmiş insanların yüzüne ,

kimse laf anlamıyor ,

anlayıp kızanlar bile dilini tutuyor..

yaman bir acıyla kıvranıyorum durmadan :

yoksullar , zengin karşısında güçsüz..

ne acıklı bunu görüp de haykırmamak..

ama anlamayanlara dil dökmek daha acı..

insan , sesini yükseltmeye görsün ,

başlıyor gerçekleri bilmeyenlerin öfkesi..

bugünlerde herkes sırf kendini dinliyor ;

kendinden başkasına inanan yok..

hiç ilişki kalmadı gerçekle söz arasında…

ANKHU (m.ö. 2000 yılları..)

‘ESKİ MISIR ŞİİRİ’ , TALAT S. HALMAN , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , 1972..

‘TERS’e..

‘yürüdü.. işte onu çağırıyorlardı.. aralarında olsun , taşıtlara binsin , ilaç içsin , işesin , yemek yesin istiyorlardı.. elindeki gazeteyi yanından geçtiği direğe bağlı bir çöp kutusuna attı.. ama bu çağrı süreksizdi.. onu bir bildiler mi gitsindi , yaşamasındı.. birden kafasına bugün saat ikide bir şeyler yapacağı düşüncesi gelip takıldı.. saatine görmeden baktı..

ikiye çeyrek kala , taksim’de , köşedeki kahvenin üst katında , önündeki pencereden alana bakıyordu.. yemeğini isteksiz , ödev yapar gibi yemiş ; çıkıp buraya oturmuştu.. arkasından konuşmalar , tavla şakırtıları geliyordu.. alanın berisinde , altından buluşacakları saatin yelkovanı kendini sıkıp biraz kıpırdayarak ikiye on kalayı gösterdi.. gitmeyecekti.. onu buradan seyredecekti.. ne kadar bekleyeceğini merak ediyordu.. tramvaylar durup gidiyor , gene de durakta kalanlar oluyordu.. onu görür görmez – başka türlü giyinmişti.. neredeyse tanımayacaktı – altında durduğu saate baktı : ikiyi yedi geçiyordu.. geç geldi diye kızdı.. iyi ki gitmemişti.. yoksa dudaklarını da mı boyamıştı.. belli olmuyordu.. uzakçaydı.. bakınıyordu.. sonra ileri geri gezindi.. onunsa midesi ekşiyordu.. kursak kaynaması dedikleri bu olacaktı.. ‘gecikmesi bindiği taşıtın bir aksaklığından olamaz mı..’ saatin direğine yaslandı.. ‘en kötüsü bile , yedi dakikalık bir kendine önem verdirme yapmacığı değil mi.. ya benim bu yaptığım.. düpedüz hergelelik..’ güler sol bacağını büküp topuğunu elledi ; iki yanına baktı ; başı az eğik bekledi.. o zaman içine acımsı bir yumuşaklık , gevşeme ; esirgeyen , erkekçe buruk bir duygu yayıldı.. ‘beni bekliyor o.. bense..’ kalkerken sandalyesi devrildi.. basamaklardan atlayıp durağa seğirtti.. yüzünü , güler’in onu görünce ışıyan yüzüne yaklaştırdı..

–         haydi vur , vur bana ! dedi..

güler’in ona nerede kaldığını sormaya açılan dudakları kapandı , gözleri büyüdü.. yakınlarda duranlar dönmüş onlara bakıyorlardı..

–         ne oluyorsun.. yapma..

–         önce vur bana.. hergelenin birisiyim ben..

–         yapma gülünç oluyoruz..

çevresindeki suratları görünce – ikisi kadındı – onu kolundan tutup karşı kaldırıma koşturdu..’

‘AYLAK ADAM’ , YUSUF ATILGAN , Yapı Kredi Yayınları , Ekim 2009 , (1. Baskı Varlık Yayınları , Şubat 1959..)

‘ters’e aramıza hoş geldin demek istiyordum.. birden aklıma ‘ters’in bana yazarken ‘aylak adam’dan anımsattığı bir bölümü yazarak ona hoş geldin demek geldi.. reis’e (blackhawk) , sarı’ya ve diğerlerine örnek olur umarım (bunu başka bir şekilde yazmıştım ama sonra çok kaba olduğunu fark ettim , ama bunu arkadaşlar anladı ,  anladınız değil mi la..) çünkü ‘ters’ gerçekten büyük bir hızla giriş yaptı.. yazıların ardı arkası kesilmeyecek gibi görünüyor.. yakında sırf onun yazılarını görürseniz şaşırmayın , okuyun yazılarda keyifle boğulun.. hoş geldin ve iyi ki geldin ‘ters’..’

Crockett..

‘ben ve daha bir çok şey…’

‘ben ve daha bir çok şey…’

‘merhaba

benim rengim mümkünse mavinin bir tonu olsun, ve adım ters olsun.

ya neden ters di mi…

hayatta hep neden sorusunu sordum durdum ve aldığım tüm cezaları hep bu nedenden dolayı aldım.

öğretmenlerim, arkadaşlarım ve tabi ailem sürekli “neden bu kadar muhalefet ediyorsun?” dediler okumayı öğrendiğimden beri…,

ama inanamıyordum insanların bu kadar hızlı ve sorgulamadan kabullenişlerini. mesela neden sadece 1. sınıfta tuvalete gidebilme izin hakları vardır öğrencilerin, 2. sınıfta artık tuvaleti gelmediğinden mi yoksa o kocamaan(!) sınıfın önünde rezil olmaktan duydukları korkunun mesanelerinin patlamasından korktuklarından daha çok olduğundan mı?

ya da neden bizim dediğimizi yap yaptığımızı yapma gibi saçma sapan bir atasözümüz var…

bunlar sadece bir başlangıçmış sonradan öğrendim.

mesela hala cevabını bulamadığım belki bulduğum ama kendime bile cevaplarını itiraf edemediğim sorularım var.

neden insanlar çalışıp kazanabilme yada emekleriyle elde edebilme yetileri varken çalmayı tercih ederler? kimi zaman paradır bu kimi zaman aşk kimi zaman hayat.

ya da neden atasözümüzde deveye atfedilen mantığı her gün yüzlerine baktığım insanlarda görüyorum? ( deve ye demişler senin mi kamburun olmasın yoksa bütün dünya mı kambur olsun bütün dünya kambur olsun demiş.)

ya da doğurduğu çocuğa bakamadığı ortadayken neden menopoza kadar illa yılda 1 kez doğum yapar bazı kadınlar?

insanların bazıları neden acıyla beslenir hatta acıyla nefes alır?

yada nasıl bir insan sevdiğine bir kelam etmeden yok olur gider? aslında vardır ama artık onun konuştuğu dil bir başkadır…

evet bu insanlar aramızda, belki yanımızda belki bakkalımız manavımız her gün selam. verdiğimiz komşumuz…( gerçi o eskilerde kalmıştı artık komşulara pek selam verilmiyordu di mi.)

peki biz ya da ben neredeyim tüm bunlar olurken

tepkisiz bir şekilde işten eve evden işe…

ben bu değildim peki nasıl bu hale geldim(k).

tabi ki susarak.

yada aptalca bir dizi için binlerce şikayet telefonu açarak , siyasi ve sosyal hakların için bir kez bile kıçını kaldırmayarak…

ah evet tercih meselesi.

uyuyoruz sevgili dostum.

işin özü bu.

aslında ihsan oktay anar’ın ‘suskunlar’ını anlatacaktım bu yazıda ama böylesine saçma sapan ve daldan dala konan bir yazı oldu.’

‘TERS’

Günün Şarkısı ve Bu Vesileyle Sayıklamalar..

Günün Şarkısı : ‘Because The Night’ – PATTI SMITH..

‘canım hep sıkkın.. nasıl yenilmez , bitmez , tükenmez bir sıkıntı bu anlamıyorum.. canımın sıkıntısı artık nereden , kimden kaynaklanıyor düşünemiyorum bile..

eski adıyla ‘ikizim’ yeni adıyla ‘yalanım’ belki en büyük can sıkıntısı sebebim.. belki de tek sıkıntım.. yüklenmek de istemiyorum ona fazla.. o benden kırılgan.. gülüyorum işte şimdi hin hin.. hem onun için canımın sıkılmasının belki tek sebebi diyorum , hem yalanım diyorum , bir de ona hala üzülüyorum , çok kırılgan diyorum..

kırılgan insan yalan söyler mi.. boş ver bunu başka zaman tartışırız..

‘ikizim’ yada  yeni adıyla ‘yalanım’la müzik dinlemeyi çok severdik.. herhangi bir gölün kenarına (en çok da o kara şehrin yanındaki göl) ya da boğazın en yüksek noktasında bir uçurum kenarına arabayı çekip konuşmadan saatlerce müzik dinlerdik..

bazen bazı şarkıları onlarca defa dinlerdik.. o dalıp giderdi başka yerlere.. maviliğe bakarak ben de ona dalar giderdim.. bazen de onun kafasının içinde gezinmeye çalışırdım bir salak gibi..

omzuma yaslanır ya da dizlerime uzanır uyurdu , yanımdaydı ama sonra anladım ki hiç yanımda değilmiş , çok uzağımdaymış..

yakalayamamışım hiçbir zaman onu ve düşüncelerini..

en çok şiir okurken severdim onu.. ya da araya bir iki dize sokuşturduğu zaman edip’ten ya da turgut’tan..

‘saatlerce konuşsa keşke derdim , hiç susmasa..’ bu cümle aynı zamanda onun benim için en çok söylediği ve yazdığı cümleydi.. ne tesadüf , ne komik ve ne acı..

hele sayfalar uzunluğundaki şiirleri elinde kitap varmış gibi ezbere okuması ve sonra gülümsemesi..

sadece o gülümsemesi ve susuşu üzerine yazmak isterim binlerce sayfa.. ve bitmesin o yazdıklarım , sona gelmeyeyim hiçbir zaman.. son nefesime kadar sadece onun o gülümseyişini yazayım..

ona bir kere çok ağır yazmıştım.. bana bir kalp borçlusun diye.. gerçekten o zamanlar buna inanıyordum.. kalbimi delik deşik eden , ona en çok zarar veren ve her geçen saniye kalbimi kemirmeye devam eden oydu.. öyle düşünüyordum..

sonra lütfetti onu gördüm bir ara.. gözlerine baktım.. bana ‘sana gerçekten bir kalp borçlu muyum’ diye sordu.. kıyamadım kendisine , evet diyemedim.. hayır dedim.. borçlu değilsin.. kim bilir belki bir karaciğer ya da pankreas ya da mide borçludur.. yazarken bunları yine gülüyorum , gülerken bir yandan da gözlerimden yaşlar akıyor.. bizim ‘güneşe’ benziyorum böyleyken.. hem ağlarım hem gülerim hesabı..

‘yalanıma’ kıyamadım işte o anda , kendimi inkar ettim , kendime ‘yalan’ söyledim.. oysa suratına haykırmak istiyordum..

şimdi yine diyorum bana bir kalp borçlusun ‘yalanım’.. çünkü öyle bir hale getirdin ki bu kalbi.. kalp denmez.. bir enkaz bile değil..

pazar günü kitaplarımın arasında dolanırken elime bana verdiğin kitaplardan biri geçti.. bulunduğum her yerde karşıma çıkıyorsun ya evde de çıktın işte..

edip’in kitabı.. hatırlarsın..  kitabın sayfalarını ayakta karıştırırken birden sanki bir el kalbimi avuçladı ve güçlü bir şekilde sıkıp bıraktı.. belki de senin elindi.. dedim tamam.. buraya kadarmış.. son.. the end.. khalas..

elim ayağım boşaldı.. tutunacak bir yer aradım.. uzandım hemen.. dakikalar değil saniyeler geçmiyordu.. o el bir daha sıkacak mıydı.. bekliyordum.. hayatımda böylesini yaşamamıştım sanırım..

uzandığım yerde bu bir uyarı mıydı acaba dedim.. hoyratça kullandığım vücudumun bir uyarısı.. demir olsa dayanamazdı bu uykusuzluğa , içkiye.. hemen karar verdim içkiye uzun bir ara yine.. çok kararlıydım.. çok kararlar veririm böyle içkiyle ilgili.. bazen beş dakika sonra o kararı ezer geçerim.. işte o gün böyle düşüncelerle boğuştum durdum , hiç evden çıkmadım..

ertesi gün sabah korkarak çıktım çöplüğüme , kadıköy’e geldim.. hep tetikteydim , sanki bir şeyler yapabilirmişim gibi bekledim o elin kalbimi tekrar sıkmasını..

ama bir şey olmadı..

kadıköy’de gün boyu abidin dayı ile dolaştık , modaya çıktık.. çay bahçesinde ayazda dışarıda denize karşı oturup eskilerden konuştuk denize bakarak.. modadan dönüşte ümo kesti yolumuzu.. yürürken kendi kendime devamlı ‘ yanımda abidin dayı ve ümo varken kalbimi kimse sıkamaz’ diyordum.. rahata aldım yani bir anda..

halbuki gece bir düğün vardı.. esas o canımı sıkıyordu.. düğünleri hiç sevmem.. katılmak istemem.. yanlış anlaşılmasın evlenenlerden dolayı değil düğün ortamları sıkıyor beni.. bir de çok şey yapmacık geliyor.. tüm düğünler özünde aynı.. hep aynı nakarat..

bu aralar sanki benim inadıma düğünler arka arkaya.. ama hepsi sevdiğim kardeşlerimin mutlu günleri , katılmamak olmaz.. memo’nun nişanında olanları ‘halo’ burada anlatmış ayrıntılarıyla.. bana laf etmek düşmez o yazı üzerine.. sadece memo’ya ve neslihan kardeşime ömür boyu mutluluklar diliyorum buradan tekrar.. ve son söz olarak ‘halo’muzun eşine ‘halo’ya aldığı o sağlam çoraplar için tebriklerimi iletiyorum buradan.. gerçekten yarım saat boyunca bir çorabın lastikleri nasıl bir yetmişlik rakı şişesini tutar hala hayretler içindeyim-z..

neyse bu hafta başında olacak düğün içkili ve yemekliydi.. ama ben karar vermiştim içmemeye ya.. pehh.. akşam kalktık gittik düğüne.. oho kimler yoktu ki.. yirmi yıl öncesinden arkadaşlar.. masamıza kurulduk.. mükellef bir meze tabağı zaten hazır bekliyordu.. ne ararsan var tabakta.. yarısı memleketten mezeler..

ben yan gözlerle girişeyim mi hemen tabağa diye bakarken işte o an geldi.. garson bey yaklaştı.. ‘içecek ne alırdınız..’ rakı , şarap vs.. ne istersen var sınırsız..

bir an zaman durdu.. yanımda bizim oralı canım arkadaşlarımdan ‘tt’ vardı , benden önce yerime cevap verdi : ‘rakı içer o rakı’ dedi.. göz kırparak ‘la bugün kandil’ dedim.. hemen başladı harabi’den ‘kandil geceleri kandil oluruz’ diye türküye.. sonra arkadaş ‘hem bugün sevgililer günüymüş my honey’ diyince ben kahkahayı patlatmadan önce garsona kafamla getir dedim..

masamız oldukça kalabalıktı.. bazı arkadaşlar eşleriyle gelmiş doğal olarak.. biz de üç erkek arkadaş yanlarına oturmuşuz.. artık bizi idare edeceklerdi..

neyse az sonra garson elinde ‘şerbet’ şişesiyle geldi.. yanımdaki hemşerimle ben aynı ekoldeniz.. garsonun elinden şişeyi kaptık.. canım suyu da getir dedik.. hiçbir zaman garsonlara ya da başka birisine rakı doldurtmaz gerçek demci.. (‘demci’ lafını da güzel insan aydın boysan üstattan öğrendim.. aydın boysan bir derya.. gerçi bizim ‘halo’ onu beğenmiyor.. içmeyi bilmiyor diyor onun için ve biz gülüyoruz bunu dediği zaman..)  çünkü bilen var bilmeyen var.. bir de her demcinin kendine göre bir içişi ve ayarı var..

önce arkadaş doldurdu kendi kadehini sonra ben aldım , önce kendiminkini sonra yanımda oturan diğer arkadaşın rakısını doldurdum.. ben doldurdum diğer arkadaşınkini çünkü o içmeyi zaten bilmiyor.. sonra verdik garsona şişeyi..

yanımdaki hemşerimle en son üç ay önce yine bir düğünde boğaza karşı içmiştik.. düğün içkisizdi.. biz düğünden kaytarıp yandaki işletmeye gidip orada bir büyüğü yirmi dakikada devirip sonra düğün mekanına dönüp düğüne neşe saçmıştık..

ve işte yine biz başlıyorduk içmeye.. ama benim hep aklım göğsümde.. el sıkar mı diye bekliyorum tetikte.. sonra ‘tt’ hadi sağlığına kardeşim dedi ve kadehler kaktı , ilk kadehlerimiz hep fondiptir ‘tt’yle.. masadakilerin şaşkın bakışları ararsında rakı kadehleri boş olarak masaya iniş yaptı.. ‘tt’ arkada duran garsona sadece ‘canım’ dedi ve şişe tekrar geldi.. ikinci kadeh , üçüncü kadeh ve tam gaz devam.. ‘tt’yle durmaksızın içeriz istesek , bayılana kadar ya da ölene kadar belki.. şimdiye kadar bayılmadık ya da ölmedik hiç onunla.. ama hiç bozmadık kendimizi.. belki de hemingway’in ‘alkolik , kendisinden fazla içemeyen adamdır’ sözündeki gibiydik.. kim bilir..

içtikçe unuttum gelip kalbimi sıkacak eli.. bir ara sanırım masaya damatla gelin gelmiş , tebrik etmişiz , gülücüklerle dolu fotoğraflar çektirmişiz.. hatırlamıyorum.. sadece ‘tt’nin o kara gözlerini gülümseyerek kısması ve sağlığına diyişi aklımda kalmış.. zaman nasıl akıp gitmiş anlamadım bir baktık masada ikimiz kalmışız , bir de göğsümde sımsıcak ‘yalanım’..

(göl fotoğrafları : crockett..)

canım arkadaşım ‘tt’ gece yarısından sonra uçacaktı memlekete.. ‘hadi biz de ikileyelim’ diyip , bir başka düğüne kalmasın görüşmelerimiz temennileriyle kalktık masadan.. düğün sahipleriyle vedalaşıp attık kendimizi sokağa.. sonra sarıldık birbirimize gecenin ayazında..

sabah olduğunda rakının lezzeti hala damağımda geziniyordu.. ama arkası kesilmeyen öksürüklerden sonra karar verdim tekrar bir süre içmemeye.. tabi canım içmeyiz..

kahvaltı etmeden çöplüğüme geldim.. kimse yoktu.. çayı demledim ve pastanelerimden pastane seçip gidip ne kadar zararlı şey varsa aldım geldim , tıkınmaya başladım..

sonra günlük rutinler başladı.. her şey aynı.. gün boyu içmemek için kendimi motive ediyordum.. ama akşamüstü olduğunda hüzün çöktü yine..

canım nasıl bir kadeh rakı ya da buz gibi bir bardak bira çekti kimse anlayamaz.. bir alkoliğin çırpınmaları ya da istekleri değil bunlar.. ‘yalanım’la tartışmalarımız hep bana ‘alkoliksin’ demesi üzerine başlardı.. ben alkolik değilim derdim o da ısrar ederdi.. ben de ona ‘sen sigara bağımlısısın , ben alkol almadan durabilirim ama sen sigara içmeden duramıyorsun’ derdim.. ‘halo’ ekolünden gelenler alkolik değildir , kabul edemem bunu.. ayrıca herkes bilir içkiye verdiğim radikal ara verişleri.. bu bambaşka.. ama yendim kendimi , hemen gittim bir tur attım moda’da..

sonra döndüm çöplüğüme müzik dinleyeyim dedim.. hep yanımda duran ‘yalanım’ gülümseyerek fısıldadı birden.. ‘deep purple dinlemek istiyorum’ dedi.. gülümseyen yüzüne dokunmak istedim hep öpmek istediği parmaklarımla.. ama elim boşlukta kayboldu.. ve deep purple çalmaya başladım.. sonra jefforson airplane’e geçtim ve sonra patti smith’de takıldım , kaldım..

patti smith’in yorumuyla white rabbit’i dinledim defalarca.. çaldı çaldı.. patti smith çalıyor ve ben daha beter hüzünleniyorum..

hüzün , isyan , öfke  dolduruyor içimi.. içmek istiyorum..

kahretsin diyorum ve içmek istiyorum.. 

patti smith..

çok şeyi alevlendiriyor içimde yine..

adela’dan sonra beni en çok heyecanlandıran , içimde bir şeyler uyandıran kadın herhalde patti smith’dir..

white rabbit’le artık uçuşa geçiyorum.. uçmaya başlıyorum gökyüzünde yalanıma doğru.. arkamdan adela kollarını açıp kendisine çağırıyor.. adela’ya ‘üzgünüm’ diyorum ve denizin üstünden ‘yalanım’a doğru yol alıyorum..

o an aklıma yine saçma sapan düşüncelerimden birisi geliyor.. dünyanın en güzel şarkı söyleyen  kadını kim janis joplin mi , patti smith mi karar veremiyorum.. karar vermek de istemiyorum zaten.. neye karar verdiysem altında kalmadım mı o kararların..

içmedim..

zaten patti smith sarhoş etmişti beni yeterince..

dedim yarın bir günün şarkısı yazısı yazayım.. epeydir yazmıyorum günün şarkısı ve içmediğim bugünün anısına günün şarkısı olarak patti smith’den seçeyim..

ama hangisini seçeyim ki.. işte yine bir karar verme işkencesi..

‘dead man walking’ filminin şarkılarından olan ‘walkin blind’mı olsun , jefforson airplane coverı ‘white rabbit’mi.. karar veremedim uzun süre..

ama sonunda tabi ki ‘because the night’ta karar kıldım..

bugünün şarkısı dünyanın en güzel şarkı söyleyen iki kadınından birisi olan patti smith’den ‘because the night’.. müzik kutumuzdan hem  ‘because the night’ şarkısını hem de ‘white rabbit’i dinleyebilirsiniz..

bir bruce springsteen şarkısı ve patti smith yorumu.. 

sonsuzluğun şarkısı ise yine onun yorumuyla ‘white rabbit’ olsun..

ve son sözler..

‘yalanım’ bana bir kalp borçlusun..

sizler ise aylaklar hiçbir şey borçlu değilsiniz , biz size çok şey borçluyuz..

‘adela’m seni unutmadım.. kırılma.. ben sana hayatımı borçluyum adela.. başka bir yazımda bitirdiğim gibi bitireyim yine.. senin dizelerinle.. ‘ayaklarının dibindeyim hep ben.. uzun bir süredir nefes alamıyordum zaten..’

müzikle ve gülüşünüzle kalın..’

 

Crockett..

 

(Patti Smith , ‘Horses’ albümünü ‘marjinallere , ucubelere ve toplumdan dışlanmışlara yapılmıştır bu albüm’ diyerek bizlere armağan etmiştir..)

BECAUSE THE NIGHT.. 

take me now baby here as i am
hold me close, try and understand
desire is hunger is the fire i breathe
love is a banquet on which we feed..

 

come on now try and understand
the way i feel when i’m in your hands
take my hand come undercover
they can’t hurt you  now,
can’t hurt you now, can’t hurt you now..

 

because the night belongs to lovers
because the night belongs to lust lovers
because the night belongs to lovers
because the night belongs to us..

have i doubt when i’m alone
love is a ring, the telephone
love is an angel disguised as lust
here in our bed until the morning comes..

come on now try and understand
the way i feel under your command
take my hand as the sun descends
they can’t touch you now,
can’t touch you now, can’t touch you now..

with love we sleep
with doubt the vicious circle
turns and burns
without you i cannot live
forgive, the yearning burning
i believe it’s time, too real to feel
so touch me now, touch me now, touch me now..

because tonight there are two lovers
if we believe in the night we trust
because tonight there are two lovers
because the night belongs to lust
because the night belongs to lovers
because the night belongs to us..

DOĞU ASYA SİNEMASI , DAVID CARTER..

DOĞU ASYA SİNEMASI , DAVID CARTER..

‘kalkedon yayınları türkiye’deki sinema kitaplığının bir eksikliğine son verecek bir kitap yayınladı yakın zamanda : doğu asya sineması.. david carter’in derleyip yazdığı kitap nejat ağırnaslı’nın çevirisiyle raflarda yerini aldı..

kadıköy’de olanlar şanslı diyeceğim kalkedon yayınları diplerinde caferağa spor salonunun karşısında , oradan indirimli şekilde alabilirler.. her ne kadar ben orada kitapla ilgili küçük bir komedi yaşasam da..

ben genelde tanımadığım , girmediğim kitapçı ya da mağazalardan alışveriş yapmayı sevmem.. sıkıntı basar.. sanırım bir psikiyatriste görünmem de yarar var bu konuda.. gülüyorum.. neyse kalkedon yayınevi de böyle pek uğramadığım ama her gün vitrinine geçerken bir iki kere baktığım bir kitapçı.. işte böyle geçişlerimden birinde baktım ula o ne kapağında ‘old boy’dan bir sahnenin olduğu bir kitap duruyor vitrinde.. neyse binbir zorlukla kendimi ikna ederek içeri girdim.. masalardan birinden bir hanımefendi kalkıp buyrun dedi.. ‘doğu asya sineması’ kitabından bir adet istediğimi söyledim.. bayan bana anlamayan gözlerle baktı , hangi kitap dedi.. ben tekrar ettim.. bilgisayardan bakmaya başladı.. off en sevmediğim sıkıcı anlar bunlar.. ama beni bir gülümseme tuttu , gülümsemem bayanın aramasının uzun sürmesi ve kitabı bulamamasıyla arttı..

tam kahkahaya dönüşecekken kendimi tuttum çünkü o sırada bayan bana dönüp üzgünüm böyle bir kitap yok dedi.. ben ağzımı açayım mı , ağzımı açarsam kahkaha atar mıyım diye düşünürken yahu ben yanlış mı girdim acaba diye de kendimi sorguluyordum.. kalkedon kitapçısı değil mi diyeceğim ama orası , ki olmasa bile vitrinde zaten var kitap..

vitrinde duran kitabı bilgisayarda arıyoruz.. kendimden şüphe ettim bir ara , la yine mi ayakta uyuyup rüya görüyorum diye düşünürken bayan yan odadaki yine bilgisayar başında oturan bir beyefendiye dönüp kitabın adını söyleyince o bey de bilgisayarda aramaya başladı.. o an bir yok olmak istedim yeryüzünden bir de geri dönüp çıkıp dükkan dışında iyicene bir gülüp geri dönmek istedim.. ama o beyefendi de yok böyle bir kitap dedi.. ben artık koptum , dayanamayıp gülerek dedim ki tamam kitap yok bilgisayarda ama ben vitrinde duran kitabı alabilir miyim , orada bir tane var dedim..

bu sefer ikisi birden güldü ve bayan hızla vitrine koştu , gülerek kitabı getirdi.. bizim kitapmış dedi , evet dedim kalkedon’un kitabı ve gülümsedim.. kahkaha atmayı dışarıya bıraktım..

ben yoğunluklarına verdim onların.. hem kitap hazırlamak , yayınlamak hem de kitapçı ve cafe işletmek zor işler bu devirde.. böyle yoğunlukta olur böyle aksilikler dedim.. hem ne güzel işte asık suratımıza bir an olsun gülümseme yayıldı.. neyse teşekkür edip çıktım.. arkadaşlar belki beni hatırlamazlar ama üç hafta önce filan yaşanan bir olaydır bu.. not düşeyim dedim tarihi..

neyse poşetten hemen çıkarıp yolda inceledim biraz.. güzel bir kitaba benziyordu.. mekana gittiğimde daldım kitaba..

gerçekten güzel bir derleme.. tayvan , çin sinemalarından tutun her iki kore’nin sinemalarına kadar doğu asya’daki sinema sanatına ve yapıtlarından geniş bir alanı anlatıp , örnekleriyle sunmuş.. bazı bölümleri biraz yavan ve sırf bahsetmiş olmak için bahsedilmiş gibi dursa da kitap yine de büyük bir açığı dolduruyor.. özellikle bu coğrafyanın sinemalarına ilgi duyan ankaralı cevo’ya (ki cevo bu hafta sonu bana sürpriz yapıp beni ziyaret etti , çok sevindim gelişine) , ‘entekyeli’ yönetmen gökhan kardeşime ve bana oldboy’un müziklerini hediye ederek büyük güzellik yapan ama sonra beni nedense unutan beyoğlu’ndan deniz kardeşime tavsiye ederim bu kitabı.. mutlaka edinsinler..

bizim ‘japon sülo’ya gösterdim kitabı ama beyefendi animelerle , mangalarla ve kore dizileriyle kafayı bozduğundan kitap pek ilgisini çekmedi.. ee ne de olsa 90 gençliği böyle oluyor.. kitaba değil görsel bakıyorlar , yani kolaya kaçıyorlar diyeceğim ama bu japon sülo için geçerli değil çünkü japon sülo okumanın da hastası.. o kadar yetenekli ki okuma konusunda okurken uçan tekme bile atabiliyor istediğiniz kişiye..

bu arada yakında ‘japon sülo’nun bana verdiği ‘death note’ üçlemesi filmle ilgili yazacağım tabi o kadar ısrarıma rağmen eğer o yazmazsa ‘aylak adamız’a bu filmlerle ilgili.. bence gayet başarılı bir üçleme.. her açıdan başarılı filmler.. animelerini izlemedim.. animeleri de çok başarılıymış , belki vakit bulursam izlerim bir gün ‘death note’un animelerini de..

death note’un özellikle ilk iki film sürükleyiciliğiyle hollywood yapımlarını ezer geçer.. hele ‘l’ karakteri unutulmaz bir karakter.. ‘l’ canlandıran ‘kenichi matsuyama’ ile ‘light yagami’yi canlandıran ‘tatsuya fujiwara’ müthiş performans sergiliyorlar ilk iki filmde.. son filmde ‘l’ karakterini canlandıran   ‘kenichi matsuyama’ oyunculuk kariyerinin sanırım doruğuna ulaşıyor..

gerçi duyduğum kadarıyla hollywood bu filmlere de el atmış filmlerin tekrar çekimi için.. ama ellerine yüzlerine bulaştırırlar eminim.. tıpkı yakın zamanda izlediğim ‘tzametti-13’ filminin gela babluani tarafından tekrar hollywood için çekmesiyle.. film kuru , yavan olmasının yanı sıra sırf gişe için yapıldığı o kadar belli ki.. çok merak ediyorum.. gela babluani’ye bir fırsatım olsa keşke sorsam :  ‘daha üç dört sene geçmeden ve senin ilk filmin olan  ‘tzametti-13’ ü sen niye durup dururken tekrar çekersin kardeşim’ diye.. gerçekten anlamıyorum.. ve sen o ilk filminle gayet başarılı bir iş çıkarmışsın.. bence bir başyapıttı ilk ‘tzametti-13’.. ama durup dururken gela babluani gitmiş filmi bir de amerika’da çekmiş.. ee ne ortaya çıkmış koca bir hiç.. filmin tekrar çekiminde oynayan ‘fifty cent’ gibi parayı gerçek hayatında bıçakla kesip yediğini gösteren fotoğrafları medyaya dağıtan görmemişliğin abidesi adamlar oynuyor diye çok kişi izleyecek sanmışlar herhalde tekrar çekimde.. ama bir fiyasko.. gela babluani yeni yapımlarla uğraşsaydı keşke.. çok ümitliydim kendisinden..

konuyu epeyi dağıtık sanırım.. ‘doğu asya sineması’ndan , ‘death note’ filmine oradan gela babluani’ye kadar uzandım.. ne beyin var kardeşim bende de.. rahatsız bir beyin.. konuşurken de böyleyim.. alakasız konular arasında çok güzel bağlantılar kurar daldan dala sıçrarım.. ama yine de seviyorum kendimi ya.. koptum burada gülmekten.. hayatta hiç kendime seni seviyorum dememiştim.. püff..

neyse yazı konusu kitabı bence doğu asya sineması’na meraklıysanız alın.. meraklı değilseniz bile alın sinema dünyanızda yeni bir ufuk açar.. kalkedon yayınlarına ve kitapta emeği geçen başta çevirmen nejat ağırnaslı olmak üzere herkese teşekkür ederiz..

kitaplarla ve gülüşünüzle kalın..’

Crockett..

Kitap Arkası :

‘bölgedeki bütün ülkelerden pek çok film, kendi ortak budist ve konfüçyanist miraslarının izlerini yansıtır.. çin toprakları ve kuzey kore filmleri de komünist ideoloji ile şekillenmiştir.. bazı büyük yönetmenlerin yapıtlarında doğu asya’ya özgü görsel sanatlardaki geleneksel çizgilerin etkisini izlemek de mümkündür : imgelem, çerçeve içindeki kompozisyon, boşluk algısı gibi.. dövüş sanatlarının biçimleri de, en popüler eğlence ürünlerinden en başarılı sanatsal kazanımlara, filmlerin başarısına büyük oranda katkıda bulunmuştur.. her ülke filmleri aracılığıyla kendi özgün dövüşü sanatları formunu popülerleştirebilmiştir.. çince konuşan bölgelerde kung-fu ve tai-chi, japonya’da kendo ve karate, kore’de (özellikle güney kore’de) tekvando ve taekgyeon öne çıkmıştır..

güney ve kuzey kore sinemalarının ortak başlangıçları olduğu ve ikinci dünya savaşı’nın sonrasına kadar ortak bir tarihi paylaştıkları için bu kitaptaki tarihsel dökümde bunlar süreğen bir anlatının parçası olarak japon hakimiyeti altındaki dönem, güney kore ve kuzey kore başlıklarında üç parçaya bölünerek sunulmuşlardır.. tayvan örneğinde anakara çin’den mülteciler tarafından kurulan yeni bir ülke olduğu ve japon hakimiyeti boyunca çok az sayıda film üretildiği için bu ülkenin sinema tarihini çin sinemasından bağımsız olarak sunmak mümkün olmuştur..

bu kitap, doğu asya sinemasında başlangıcından günümüze kadar olan gelişmelere geniş bir bakış getirmeye çalışıyor.. seçilen yönetmenlere ve onların filmlerine sağlanan özet bilgilerin bu yönetmenlerin filmlerinin bütününü daha derinlikli incelemeleri için okuyucuları teşvik edeceği düşünüldü.. yazarın seçkisinde tarihsel önem, sanatsal başarı, yenilikçilik, tanrının önemli örneği olma, bir açıdan özgünlük, bir akımı temsil etme, kendi ülkelerindeki sosyal ya da kültürel bir temayı yansıtmak ya da bir yönetmenin kariyerindeki dönüm noktalarını yansıtmak gibi kriterlerin bir ya da daha fazlasını sağlayan filmlere yer vermiştir..

DOĞU ASYA SİNEMASI , DAVID CARTER , Türkçesi : NEJAT AĞIRNASLI , KALKEDON Yayınları , Ocak 2011 , 259 sayfa..

‘BENİM ADIM RACHEL CORRIE..’

‘Biz başka çocuklar için endişe duyan çocuklarız..’ – RACHEL CORRIE

‘BENİM ADIM RACHEL CORRIE..’

23 yaşındayken 16 mart 2003 tarihinde israil buldozerleri tarafından filistinli  bir ailenin evinin yıkılmaması için buldozerin önüne kocaman yüreğini koyan ama insanlıktan nasibini almamış canavarlar tarafından buldozerle ezilerek katledilen barış elçisi , insan hakları eylemcisi , amerikan vatandaşı  RACHEL CORRIE’nin kendi kaleminden yazdıklarından oyunlaştırılan ve hayatından kesitler sunan oyun artık türkiye tiyatro sahnelerinde.. oyunun galası geçen günlerde yapıldı.. bizce mutlaka izlenmesi gereken kaçrılmayacak bir oyun..

RACHEL CORRIE aylakadamız’ın her zaman en büyük ilham kaynaklarından , yol göstericilerinden birisi oldu yola çıktığımızdan beri  ve olmaya da devam edecek.. ona karşı boynumuz bükük ve ona çok şeyler borçluyuz.. en azından insan olduğumuzu ve insan haklarının insanların gözleri önünde normal bir olaymış gibi yok sayılmasına , yok edilmesine sessiz kaldığımız için utanmamız gerektiğini bizlere hatırlattı..

hiçbir şey yapamıyorsak , sesimizi de çıkarmaktan korkuyorsak hala en azından bu oyunu izleyelim.. bu oyunu izleyerek ondan af dileyelim..

a-z kültür sanat ajansının yapımını üstlendiği ve hem türkçe’ye çevirip hem de oynayan setenay yener ile diğer tüm emek verenlere çok teşekkür ediyoruz..

‘BENİM ADIM RACHEL CORRIE’ oyunu tek perdelik bir oyun.. RACHEL CORRIE’nin kendi yazdıklarından oyunlaştırılmış bir oyun.. uyarlamayı yapanlar alan rickman ve katharine viner..

oyun programını , oyunla ilgili istanbul dışı turne programını , RACHEL CORRIE’nin yazdıklarını , katledilmesiyle ilgili açılan davayla ilgili gelişmeleri ve ailesinin onunla ilgili yazdıklarını da   www.benimadimrachelcorrie.com adresinden takip edip bilgi alabilirsiniz.. oyunu kaçırmayın , mutlaka izleyip destek olalım..

 Crockett..

 

BENİM ADIM RACHEL CORRIE..

 

Yazan : Rachel Corrie

Uyarlayan : Alan Rickman & Katharine Viner

Oynayan ve Çeviren : Setenay Yener

Yöneten : Turgay Kantürk

Dekor-Kostüm-Işık Tasarım : Cem Yılmazer

Müzik : Tolga Çebi

Yardımcı Yönetmen : Emrah Eren

Reji Asistanı : Gökhan Bozkurt

Yapım : AZ KÜLTÜR SANAT AJANSI

Yapımcılar : Adnan Kılıç , Fatih Bolcan , Mehmet Yalçın.

Görsel Tasarım : Serkan Arslan

Prodüksiyon Asistanı : Merve Adıyaman

Basın Danışmanı : Kübra Doğru

Dekor Realizasyon : Zeki İlyas Kızılışık

Aksesuar Realizasyon : Aslı Ersüzer

Oyun Fotoğrafları : Muhsin Akgün

Şarkı Sözü : Turgay Kantürk

Afiş ve Broşür Tasarım : Savaş Çekiç

Efekt Kumanda :  Hakan Çetiner

Işık Kumanda : Kerem Duralar

Sesleriyle katkıda bulunanlar :
Zeyno Eracar
Beyti Engin
Gürsu Gür
Turgay Kantürk
Emrah Eren
Gökhan Bozkurt

 

Oyunla ilgili daha ayrıntılı bilgi için :

www.benimadimrachelcorrie.com
Turunçlu Sokak Mesa Plaza No: 25/4 Merter İstanbul
Tel: +90 212 677 20 80 pbx
Faks: +90 212 677 20 88
info@adanzyereklam.com
info@benimadimrachelcorrie.com

 

‘çoğumuz hatta aslında hiçbirimiz, bu kadar duyarlılığa ve cesarete sahip olmadık. içimizde hissettiğimiz acının peşinden gitmedik. durduk. sonuçlarına katlanamazdık çünkü. televizyondan seyretmesi daha kolaydı. gazetelerden okumak da öyle. oturduğumuz yerden bir şeyler karaladık en fazla. öfkelendik, kaleme/klavyeye davrandık… ha, şu anda ben de farklı bir şey mi yapıyorum? hayır… bu durumda seyircilerden biri miyim? evet… insan olmak, en çok böyle durumlarda acı geliyor işte. onurdan çok zulme yakın olup bu olanlara alıştığımız zaman… umursamamaya, gazetede görünce sayfa çevirip televizyonda denk gelince kanal değiştirmeye başladığımız an… orda ölenler biz olmadığımız için mi bu kadar rahatız? yoksa kanıksadığımız için mi? ölen her herde ölüyor, giden hiçbir yerde geri gelmiyor oysa…’ – RACHEL CORRIE

‘neredeydik , neredeyiz , nereye..’

‘babam ve annem okuma yazma bilmiyordu.. benim üniversite okumam için çok çalıştılar.. 15 yaşında hayata başladım.. 5 kardeştik.. 15 yaşında aileme bakan bir kişiydim.. ortaokulda mahalle arasında oynarken , büyüklerin baskısıyla kaleye geçtim.. 24 yıl kaleciliği sevmeyerek yaptım..

ben o zaman fakir bir ailenin çocuğu olarak , denizde yüzüyordum , kumsalda geziyordum , özgürdüm , organik meyve yiyordum.. bugün ekonomik durumu iyi olan bir baba olarak çocuğumu yüzmeye götüremiyorum , organik meyve yediremiyorum..

ben hiç kaleci eldiveni giymedim.. zonguldak maden işçilerinin eldivenleriyle toprak sahada antrenman yapıyordum. eskiden fakirler oynuyordu , zenginler seyrediyordu.. yani açlar oynarken , toklar seyrediyordu.. şimdi ise toklar ve zenginler oynuyor , fakirler seyrediyor..

sadece sonuçsal kaygı ve ekonomik beklenti var.. o zaman olmaz.. eskiden yokluktan çıkarırken , şimdi eskisi gibi başarılı sporcular çıkaramıyoruz..’

ŞENOL GÜNEŞ

Türkiye Spor Yazarları Derneği’nde yaptığı konuşmadan..

(Daha fazlası ve başka yazılar için : Express , sayı 116 , Ocak 2011..)