(resim : edvard munch , SCREAM..)
kıldan tüyden sayıklamalar..
‘hepimiz bazen sıkıldığımızda saçma sapan abuk sabuk şeyler yaparız değil mi.. neden yaptığımız o anda belki meçhuldür.. bir içgüdü , bir refleks belki bir anlık öfke.. ben bu duyguyu beş altı senede bir dinlendirmek için bıyıklarımı kestiğimde yaşarım.. ne alaka demeyin çok alakası var.. bıyık kesmek uzun saçı kesmek gibi çok zordur , düşündürür insanı uzun uzun.. makası alırsın eline saatlerce düşünürsün kessem mi kesmesem mi diye aynaya bakarak.. çünkü bıyık , saçınız gibi sizinle özdeşlemiştir.. ama kesmek gerekir bazen dinlendirmek için ve yine de el makasa ya da makineye gitmez..
ben lise ikinci sınıfın yaz tatilinde ilk defa bıyık bırakmıştım.. herkes dalga geçmişti.. ben de onlarla dalga geçmiştim.. bir de bıyık pistir diye bir safsata vardır.. evet pistir bakmazsan bıyığa pis olur.. ama kafanıza her gün tonlarca jöleyi , briyantini boca edip pisliğin dumanın tozun toprağın , egzoz dumanının içinde dolaşırsınız.. ne olduğunu bilmediğiniz kimyasalları sıkarsınız ya da sürersiniz parfüm , bakım kremi vs diye.. onlar pis değildir ama bıyık nedense hep pistir..
valla bıyık çok temizdir ve güzeldir.. bir kere her gün belki sekiz on kere kere yıkanırlar bol sabun ve suyla.. sonra da tararsınız.. gülmeyin.. hele bazı yaşlı amcalar , dedeler bir de nerden bulurlar bilmem güçlendirmek için kremler filan sürerler , ben hiç kullanmadım krem mrem.. kim bilir belki çok yaşlanınca mecbur kalıyorlar.. bıyık temizdir , elimizden ağzımızdan daha temizdir , abartma değil 19 senedir bıyıklı birisinin söyledikleri bunlar..
hele bıyıkla bira içmek ne büyük zevktir.. yazık bayanlar bu zevki hiç tadamayacaklar.. gülüyorum şimdi kahkahalarla..
lise iki de yaz tatili bitip okul başlayınca bıyıklarımı kestiğimde moralim çok bozulmuştu.. tam da yeni oturmuştu bıyıklarım kestiğimde.. ilk kestiğim günlerde nasıl da yağıyordum hep nefret ettiğim eğitim sistemine.. okullardan ve eğitimden nefret ediyorum.. bence torna tezgahları daha az şekilcidir eğitim sisteminden ve okullardan.. ne vardı yani bıyıkla okula gitsem ne olurdu ki.. kime ne zararı var iki parça kıl , tüyün..
neyse ki son sınıfa geçmiştim.. liseyi üniversiteye gitmek için ya da iş hayatına atılmak için bitirmiyordum sanki bıyık bırakma özgürlüğü içindi tüm yaşananlar.. erkekler için konuşuyorum çoğu okul bitsin üniversite başlasın hemen saç uzatacağım hayalindedir.. hiç hayatımda saçımı uzatmadım , uzatmakta istemedim.. hep kısacık kestiririm saçlarımı.. neden bilmiyorum öyle seviyorum.. çünkü berber koltukları ayrı bir hikaye konusu benim için.. berber dükkanlarını ve berber koltuklarını tam bir işkence yeri olarak görürüm.. o koltuğa oturmamla kalkmam arasındaki süre bana yıllar gibi geliyor.. hele o berberlerin özenmeleri , saçma sapan şeylere takmaları of of..
keşke saçım hiç uzamasa ya da bir makine icat etseler biz kafamızı soksak böyle anında içinden kafamız tıraşlı çıksa.. oh ne güzel olurdu..
ya nerde böyle icatlar.. saçma sapan şeyler icat ediyorlar mesela ‘cep telefonu’ gibi.. yazı biraz uzayacak belki fakat biraz da cep telefonu konusunda yağayım sağa sola , kime değerse artık..
‘cep telefonu hayat kurtarıyormuş..’ yok ya ne hayat kurtarması cep telefonu yüzünden kaç hayat kararıyor , kaç ailenin ocağına incir ağacı dikiliyor biliyor musunuz.. cep telefonu hırsızlığı , gaspı , gasp amaçlı cinayetler , kıskançlıklar vs vs.. cep telefonu yüzünden bozulan ilişkiler..
‘bana neden çağrı atmadın’ , ‘seni aradım niye cevap vermedin’ , ‘mesajıma niye cevap vermedin’ , ‘bana niye dönmedin’ vs vs.. dön baba dön bu ne yahu..
eskiden cep telefonu mu vardı.. bizim kibrit kutularından ve iplerden yaptığımız telefonlar vardı sadece.. bir de o ahizeli telefonların güzellikleri , şıklıkları vardı..
şimdi nasıl ama herkesin cebinde bir bazen , iki üç telefon.. baz istasyonu gibi geziyor herkes.. neymiş şirket hattıymış , özel hatmış , gizli numaraymış.. ha benim de iki tane var telefonum da , telefondan benim kadar nefret edip , ulaşılamayan insan yoktur.. sonra cep telefonlarının yaydığı radyasyon.. o apayrı bir akıllarla durgunluk verecek konu.. çocuklar artık okuma yazmayı kalemle kağıtla değil cep telefonundan öğreniyorlar..
sonra en önemlisi de insanların özgürlüklerini sıfıra indirişi var cep telefonunun.. en önemlisi de bu.. bu.. bu..
adam arıyor ‘niye telefonun kapalıydı’ diyor ya çıldırıyorum.. ‘sen kimsin la.. sana ne la-n..’ kapatırım kapatırım.. kural mı var.. beğenmezsen beğenme bana ne.. ben böyleyim kardeşim..
belki kenefteyim , belki banyodayım tövbe tövbe.. tutacaksın atacaksın kubura sifonu çekeceksin , kurtulacaksın bu esaretten..
sonra belki ge-ber-mi-şim , toprağın altına boncuk gibi yatırmışlar beni.. açamam telefonu nasıl açayım öbür tarafta.. öbür taraf henüz kapsama alanı dışındaymış.. reklamlarında anayasa , manayasa yapmaya başlayan gsm operatörleri henüz öbür tarafı kapsama alanına alamamışlar kusura bakmayın..
bir de geceleri aranmalar vardır.. tüm gün aramazlar hava kararır , tam böyle günün stresini atmak için gevşemeye çalışıyorsundur zırttttttttt telefon çalar.. nefret , nefret , nefret..
bakarım numaraya bakarım , bakarım , bakarım.. düşünürüm yahu arkadaş arayan gündüz niye aramaz.. neden.. tüm güne kıran girmiş sanki.. hele bizi gecenin hangi saati olduğu fark etmez ararlar ya biterim o aramalara..
‘alo arkadaşlarla oturuyorduk da bizim işin bahsi geçti arayalım bir durumu soralım dedik ne alemdeyiz diye..’ o anda ben yağmaya başlarım ‘senin ben işini de..’ neyse boş verin..
hele içki sofralarından sizi ararlar ya aman aman evlere şenlik.. ben karşı tarafın alkollü olduğunu hissedince direk küfür eder kapatırım.. ben ‘aksırıp tıksırıncaya kadar içmeyi’ şiar edinmiş birisi olmama rağmen nefret ederim böyle rakı masalarına meze olmaktan..
sonra bir de gece yarıları abuk sabuk mesajlar atılır size.. uykularınızı kaçıracak cinsinden.. onlara direk telefon açar yağarım zaten..
daha fazla uzatmayayım telefon hikayesini bir anımla bitireyim bu bahsi.. ben üniversite yıllarım sırasında bir yandan çalışıp işi öğrenmeye çalışırken yanında çalıştığım adam bana bir telefon vermişti , ilk çıkan cep telefonu markasından.. yaklaşık bir , bir buçuk kilo ağırlığında , telsiz gibi.. sanırım şimdi tarih oldu o marka.. o telefon abartısız evdeki ahizeli telefonlar kadar ağır ve ‘tır dorsesi’ gibiydi.. güvenlik kapılarından geçerken polisler ya da güvenlikçiler kafa bulurlardı : ‘adam öldürür bu beyefendi , silahtan tehlikeli , almasak mı içeri girerken bu telefonu’ diye.. o telefondan bir sene de zor kurtulmuştum , bayram etmiştim kurtulduğumda..
nereden nereye geldik neyse işte bu cep telefonu icat edilmeyeydi de berberler yerine bir makine icat etselerdi kafamızı içine sokup bir dakikada tıraşımızı olsaydık ne olurdu sanki..
işte ben de böyle bir berber , saç kesme fobisi ve yanlış anlaşılmasın sadece kendim için uzun saç nefreti olan bir çatlağım.. hadi çık çıkabilirsen işin içinden..
benim 1989’dan beri berberim aynı adam.. lisede bir arkadaşım orayı tavsiye etmişti.. ben de hep oraya gittim şimdiye kadar.. beni , ne istediğimi bilen tanıyan birisi bu ustamız.. az laf çok hızlı iş istiyorum.. ama nerede..
saçımın çoğu yerini makineyle aldırmama rağmen bir saç tıraşı bir buçuk saat sürer mi kardeşim.. deliriyorum , her defasında on kere kalp krizi geçirir gibi oluyorum.. bayılacakmış gibi hissediyorum kendimi.. hele yazları.. of of..
bir de gözlerini kapatamazsın hiç berberde.. hep tetikte olacaksın.. seni yirmi senedir tanısa bile bir abuk sabukluk yapar hemen bıyığınıza ya da saç şeklinize kendi kafasına göre el atar.. değişiklik yapmak ister.. hele bıyığıma dokunduklarında deliririm.. bir de tutarlar kulağınızdaki , yanağınızdaki , burnunuzdaki kılınızı tüyünüzü çakmakla yakmaya kalkarlar psikopat gibi , delirmemek elde değil..
bıraksana kardeşim ben maymundan geliyorum , bırak kulağımdaki kılı tüyü.. vardır bir hikmeti o tüylerin ne yakıyorsun.. sen saça bak saça.. olmazsa bir ara geleceğim sana bir ağda yap kafama komple , yüzüver tüm kılları tüyleri sana da bir daha iş kalmasın yahu.. delirtmeyin beni..
ama eminim ben yaşlılığımda delireceğim bu berber meselesi yüzünden , öyle görünüyor.. alakası pek yok ama dün gece yarısından sonra romain gavras’ın (costa gavras’ın kendisi gibi yönetmen olan oğlu) ilk uzun metrajlı filmi ‘notre jour viendra’yı izledim.. başrolde en sevdiğim yabancı erkek oyuncu ‘vincent cassel’ oynuyordu.. cassel sevgimi , itiraf ediyorum ‘aşkımı’ anlatırım bir gün..
neyse bu vincent cassel son iki üç filmdir bayağı bir kıllı tüylü bir şeydi , saç sakal birbirine karışmış şekilde boy gösteriyordu..
en son aronofsky’nin siyah kuğusunda portman’a eşlik etmişti.. orada yine saçlar uzundu.. halbuki cassel hep kısa saçın hastasıdır benim gibi..
ancak dün izlediğim romain gavras’ın ‘notre jour viendra’ filminde saç sakal birbirine girmiş bir psikanalisti oynuyordu..
‘patrick’ adlı bu adam aynı zamanda yön-len-di-ri-le-bi-lir ve yön-len-di-re-bi-lir bir sosyopattır..
cassel yine bu karakteri canlandırırken on numara bir oyunculuk çıkarıyordu..
ırkçılığın kıçına tekme atan , attıkça da coşan coşturan bir film bu.. aidiyet kavramını sorgulayan , bireyselleşme mücadelesinde yaşanan savaşları da derinlemesine inceleyen nihilist ve anarşist öğelerin doruğa çıktığı bir yol filmi bu.. filmin çok sarsıcı anları var.. izlerken pataklandığınızda anlarsınız..
‘gaspar noe’ ve ‘haneke’den sonra tokat atan , sarsan , tartaklayan filmler yapan biri daha sinema dünyasına girdi ya romain gavras’la birlikte aman da ne güzel oldu.. çoğalın çoğalın.. tokatlayın insanları kendilerine getirene kadar..
konuya döneyim işte dünkü filmin ikinci bölümünde , ben ‘delirme evresi’ diyorum bu bölüme – bazıları isyan evresi diyor (isyan , delirmeyle birlikte olur , delirmezsen isyan edemezsin , delilik güzelliktir bir gün insanlık bunu anlayacak) – işte orada cassel öyle bir halde ekrana yansıyor ki saç , sakal , kaşlar kesilmiş halde bir anda ortaya çıkıyor.. dehşete düştüm.. beş on dakika sonra patrick’in himayesine aldığı ‘remy’ adlı gencin delirme sahnesinde ‘remy’nin eline jileti alıp saçlarını ve kafasındaki kılı tüyü kesmesi sahnesi vardı ki işte korkarım gözlerimden yaşların aktığı o sahnedeki gibi ben de bir gün öyle yapacağım bu berber işkencesinden kurtulmak için..
türkçesi ‘bizim de günümüz gelecek’ olan film mutlaka izlenmesi gereken filmlerden birisi olacak sinema tarihinde.. cassel ise yine en büyük oyuncu olduğunu ispatlıyor bu filmiyle..
ha bu arada filmi ‘ümo’ da izleyecek.. ‘ümo’ eminim gelip kafama kakacak filmi ama umurumda değil.. sinemaya bakış , hayata bakış gibidir.. değişir kişiden kişiye göre..
neyse efendim esas konumuza tekrar giriyorum.. (bu arada çaktırmayın esas konumuz neydi iki saattir onu düşünüyorum..)
işte uzun uzun 19 senelik ‘bıyıklı’ ben , geçen ay saatlerce düşünerek geçtim aynanın karşısına elimde makas uğraştım durdum kesebilmek için bıyığı.. en son yedi sene önce dinlendirmiştim sanırım.. kesemedim.. gittim uzandım..
birden aklıma iki sene önce izlediğim yine bir fransız filmi olan yönetmen emmanuel carrere’nin ‘la moustache’ (bıyık) adlı filmi geldi.. onu izleyeyim biraz belki ilham gelir gider kesebilirim sonra bıyığımı dedim..
neyse benim çok sevdiğim ama yine ‘ümo’ ve diğer bazı arkadaşların ‘bu ne lan , film mi bu’ diye sert tepki verebileceği güzel bir psikolojik gerilim film ‘la moustache’..
başrollerinde ise gözlerine aşık olduğum , kendisine ise uzun süre vurulduğum ‘emmanuelle devos’un ve ‘vincent lindon’un başrollerinde oynadığı 2005 yapımı bir film bu.. filmdeki baş karakter ‘marc thiriez’ adeta kendisiyle özdeşleşmiş olan , yıllardır hiç kesmediği bıyığını kesmeye karar veren başarılı bir mimardır.. karısı ve arkadaşları kendisindeki bu değişikliği fark etmediklerinde , kendisini kendi akıl sağlığından bile şüphe eder hale getiren bir girdabın içinde bulur kahramanımız.. ‘marc’ özenle planlanmış bir komplonun kurbanı mıdır yoksa dünya da korkunç değişiklikler mi olmaktadır.. cevaplarını filmin ilerleyen sahnelerinde belki bulabileceğiniz sürükleyici bir gerilim filmi bu..
hele bir vapur iskelesi sahnesi vardır ki dakikalar boyunca aynı sahne tekrar eder.. bir an kendinizi o vapur iskelesinin içinde sanırsınız.. o kadar özdeşleşirsiniz o sahneyle.. ben yeter bitsin diye neredeyse bağıracaktım o sahnede..
işte ben filmi tekrar koydum , izlemeye başladım.. hayran hayran bir süre ‘emmanuel devos’un gözlerinde kaldım , izledim , durdurdum filmi gözlerinde , sonra başlatıp tekrar izledim.. birazını izlerim diyordum sonra film aldı gene izletti kendini sonuna kadar..
film bittiğinde makası bırakıp kalktım bir hışımla elektrikli sakal makinesini çalıştırıp bıyığın dibine vurdum.. kendimi şekilden şekle soktum bıyığımı keserken.. içim kan ağlarken bir yandan da eğleniyordum..
ve işte bitmişti işkence.. gözlerimden bir damla yaş döküldü.. kestiğim anda özledim bıyığımı.. filmdeki gibi garip bir adam oluverdim o anda.. fakat yanımda ‘emmanuel devos’ yoktu , tek farkım buydu.. gülüyorum yine..
bıyıksız halimi ilk gören annem oldu bir çığlık attı , ‘oğlum ne yaptın’ diye bağırdı.. ‘sakin ol’ dedim ‘kökü bende , dinlendirmek için kestim..’ ‘bir sorun mu var’ dedi hemen.. ‘evet bir sorun var.. sorun hayat , sorun nefes almak’ diye bağırarak söylemek istedim ama anneme kıyamam , onun suçu yok hayatın böyle iğrenç , tekdüze , saçma sapan olmasından.. içimden bağırdım hayata..
sonra babam gördü , gülümsedi o da ‘hayırdır’ dedi.. ‘hayır hayır’ dedim.. beraber güldük..
sabah ‘ciğerim’ arabada yanıma oturduğu anda öyle bir kahkahayla çığlık attı ki ben de dikiz aynasına bakarak kahkaha attım..
sonra pirimiz ‘halo dayı’ gördü arabaya bindiğinde , ‘bu ne müdür , hayırdır niye kestin’ diye sordu.. ‘seni daha güzel öpebilmek için’ dedim , dediğim anda okkalı bir küfür savurdu öksürüklere boğularak gülerken..
ama hemen özledim bıyığımı ve kestiğim günden beri sakalımı kesmedim yine bıyık bırakabilmek için..
bıyık bir yaşam tarzı.. alışan onsuz yapamıyor.. zaten beyazlayınca keseceğiz.. ki sakala bıyığa ak düşmeye başlayalı çok oldu.. bari bırakın bizi kınamayı da bıyığımızı sakalımızı özgürce bırakalım be yahu.. ben bazen espri yaparım ‘ciğerim top sakallı , ben de bıyıklı doğmuşuz’ diye.. gerçekten bizi kimse bıyıksız , sakalsız bilmez , tanımaz..
ha bugün epeyi sayıkladım burada ama size tavsiyem yukarıdaki filmleri bulun izleyin.. ‘saçma film , böyle film mi olur lan’ diyin ama izleyin sonlarına kadar.
hadi size kıldan , tüyden bir film daha söyleyip sizi gene gıcık edeyim diyorum yunan bir yönetmenin filmi var onu da bulun izleyin.. değişik , değişik olduğu kadar da rutinin dışında bambaşka bir aşk hikayesi izleyin diyecektim ki vazgeçtim yine gıcıklık yapıp.. sonra anlatırım..
bu arada ‘aylak adamız’ benim tabirimle kelimelerle dövüşülen insanların pek birbirini tanımadığı bir çeşit ‘dövüş kulübü’ haline gelmeye başladı.. bu çok sevindirici.. herkes bilsin ki yazarların çoğunu görmedik , sesini duymadık ve tanımıyoruz.. burası insanların kelimeleriyle hayatla ‘dövüştüğü’ ve yalnızlıklarını , umutlarını , acılarını , sevinçlerini , öfkelerini ve paylaşmak istediği şeyleri paylaştığı bir sahneye dönüşmeye başladı.. ne güzel.. ayrıca ‘lucy in the sky’dan sonra aramıza katılan ‘ciğerim’e ve ‘bulut’a hoş geldin diyorum buradan.. ve sırada gelecek olanlara hazırlanın , sürprizler devam edecek..
bitirirken yukarıda o kadar anlattık hadi bari romain gavras’ın ‘notre jour viendra – bizim de günümüz gelecek’ adlı filminden bir replikle bitireyim : ‘hareketlerim, davranışlarım sizi rahatsız mı ediyor.. güzel.. onları daha fazla yapacağım.. böylece nihayet olmam gereken kişiye dönüşebilirim.. ve bu nefrete , bu utanca rağmen beni olduğum gibi seveceksiniz..’
gülüşünüzle ve sinemayla kalın..’
Crockett..