İKİ BACAKLI AT (TWO LEGGED HORSE / ASBE DU-PA..)
‘iranlı başarılı genç bayan yönetmen samira makhmalbaf’ın iki bacaklı atı’nı izlemeyen var mı aranızda hala.. tabi bu filmi izlemek biraz güçlü bir kalp ve sağlam bir psikolojik yapı gerektiriyor.. sizi yıkıcak kadar sert , acı dolu ve umutsuz bir film..
dün ulus baker’in yazılarını okurken samira makhmalbaf’tan bahsedince ‘iran sineması’ üzerine olan bir yazısında açtım dvdyi tekrar izledim filmi..
filmi sanki ilk defa izliyormuşum gibi etkiledi yine..
iran sineması filmlerinin eskimezliğini bir türlü anlayamıyorum işte bu yüzden.. kaç kere izlersen izle herhangi bir iran filmini sanki ilk defa izliyormuşsun gibi çiviliyor perdenin karşısına seni..
değindiği konulardan mı , oyuncuların kabiliyeti mi , yönetmenlerin başarısı mı , iran’daki politik baskı ve şiddet mi ya da iran’ın suyundan mı bilmiyorum , bulamıyorum bunun cevabını.. aklım hiç kavrayamıyor bazı şeyleri.. bir ülke sinemasının bu kadar sarsıcı ve güçlü olmasının sebebi nedir.. anlayan varsa anlatsın , yazsın , öğretsin bana lütfen..
kötü bir film izleyemeyecek miyim ben bu ülke sinemasında.. var mı kötü film.. izleyeniniz oldu mu..
yönetmen samira makhmalbaf’ın ‘iki bacaklı at’ filminin senaryosu da kendisi gibi ünlü bir iranlı yönetmen olan babası ‘mohsen makhmalbaf’a ait..
samira makhmalbaf bu filmi nasıl çekmeye karar verdiğini ve çekerken neler yaşadığını şöyle anlatıyor bir röportajında : ‘bir sabah babam elinde bu filmin senaryosuyla geldi , oku ve istersen filmini yap dedi.. senaryoyu okudum ve şok oldum.. neden bu kadar acı, öfke dolu , şiddet dolu ve umutsuz bir senaryo diye sorduğumda babam şöyle cevap verdi ‘iran’da yaşıyoruz ve bu güç politik sosyal durum içinde benden daha farklı nasıl bir senaryo bekleyebilirsin ki..’
daha sonra günlerce kabuslar yaşadım bu senaryo ile.. sabahları gözlerimi açtığımda ise hala beynimde ‘iki bacaklı at’ın kabusu devam ediyordu.. bir sabah uyandım ve kendime haykırdım görmüyor musun çevrendeki tüm atları ve onların sırtındaki sürücüleri ve karar verdim bu filmi yapmaya..’
makhmalbaf şöyle devam ediyor filmini anlatırken : ‘film afganistan’da çekildi.. orada yaptığımız araştırmalar sonucu oradan yerel çocukları seçip onlarla birlikte çalıştık.. filmdeki bacaklarını kaybetmiş olan çocuk gerçekten savaşta bacaklarını kaybetmiş bir çocuk.. diğeri ise yoksulluk içinde araba yıkayarak geçimini sağlayayan bir genç çocuk.. tüm afganlı çocuklar gibi çok yoksul ve perişan bir yaşamları içinde türlü çileler içinde yaşıyorlar.. filmde rol yapmıyorlar belki fakat hayatlarından kesitler ortaya koyup , filmde yaşıyorlar adeta..’
filmin konusu gerçekten çok etkileyici.. bize nasıl iki bacaklı atlar olduğumuzu gösteren , suratımıza haykıran bir film.. çoğumuz sırtımızdaki sürücüleri bile göremiyoruz , farkına varmıyoruz.. oysa filmde en azından ‘mirvais’ adlı delikanlı sırtındaki ‘sahibini’ görüyor , onunla güçte olsa konuşuyor..
‘mirvais’ yoksulluk içinde eski bir tuğla fabrikasının bacalarının kalıntıları içerisinde yaşamaktadır.. ne annesi ne babası ne bir akrabası vardır.. yaşlı bir adamın meydanda ‘günde bir dolar para kazanmak isteyen beni takip etsin’ diye çığırtkanlık yapması üzerine adamın peşinden diğer onlarca çocuk gibi koşar.. bir evin avlusuna girer çocuklar.. orada kendilerini işe girebilmek için zor bir sınav beklemektedir.. verilecek iş savaşta annesini ve kendi bacaklarını kaybetmiş on yaşında bir çocuğu sırtında okula getirip götürmek ve ona diğer ihtiyaçlarında yardımcı olmaktır.. ancak işe girmeye çalışan çocuklar içindekli en hızlı koşanı ve çocuğun en çok rahat edeceği birisi olacaktır.. ‘sahip’ konumundaki çocuk sırasıyla işe girmek isteyen çocukların sırtına oturur.. kimisi yavaştır , kimisinin de kemikleri ona yaslanırken rahatsız eder.. sonra sıra birden ‘mirvais’e gelir.. konuşma güçlüğüne sahip ‘mirvais’ çok hızlı koşmakta ve ‘sahip’ onun sırıtında çok rahattır.. böylece işe ‘mirvais’ alınır ve film işte orada başlar.. iki çocuk arasındaki sahip-at ilişkisi ilerleyen süreçte film , dehşet ve acı sahnelerin yaşanacağı ve insanlığımızdan utanacağımız , kendimizi sorgulayacağımız ve arkamızı dönüp kendi sırtımızda kimin olup olmadığına bakmak zorunda kalacağımız boyuta taşınıyor.. hele bir sahne vardı ki orada kalbime çakıldı tüm çiviler her izleyişimde.. film boyunca ‘mirvais’in çektiği tüm acıları , umutsuzluğunu sonuna kadar hissettim , yaşadım..
yukarıda da yazdım eğer hala izlemediyseniz bu filmi ve yüreğiniz yetiyorsa ‘aynaya bakmaya’ bulun ve izleyin samira makhmalbaf’ın 2008 yapımı bu filmini.. ve filmde oynayan erkek çocuklar ‘ziya mirza mohamad’ ve ‘haron ahad’ ve kız çocuğu oynayan ‘gol-ghotai’nin oyunculukları karşısında ise ne kadar şaşırsanız az olacak..
filmle ilgili çok önemli bir anekdot anlatarak yönetmen samira ve babası mohsen makhmalbaf’a saygılarımızı sunalım..
bu iki usta binbir zorluk , engel ve yoksulluk altında bu filmi çekmeye çalışırken filmin çekildiği mekanlardan bir tanesinde çekimler sırasında etraftaki çatılardan birinden setin ortasına bir bomba atılarak saldırı düzenleniyor..
saldırıda oyunculardan bazıları yaralanırken , çekimlerde kullanılan at ve eşeklerden bir kısmı can veriyordu..
savaş kurbanı bir çocuğun yine savaş kurbanı bir çocuğu canlandırdığı filmin setine bombalı bir saldırı.. ne kadar acı değil mi..
saldırının direk ‘makhmalbaf’ ailesini hedef aldığı çok açıkça biliniyordu.. sinemanın güçlü dilinden korkan , beyinsiz , örümcek kafalı savaş bezirganı kan içicilerin bu saldırısına rağmen yönetmen samira makhmalbaf ve babası hayatları pahasına korkmadan filmi tamamlayıp bizlere kazandırdılar.. filmi izlemeden sadece bunun için bile bu iki sinema ve sanat insanına ne kadar saygı duysak ve teşekkür etsek azdır..
hepiniz sinemayla ve gülüşünüzle kalın.. ha arada sırtınızı kontrol etmeyi de unutmayın..’
Crockett..