Sevgili-m ütülenmemiş pantolonuyla evden çıktı, çıkarken ardına bile bakmadı. Oysa, oturma odası ile mutfak arasındaki kilimli boşlukta, tatlı bir serzeniş boylu boyunca uzanıyordu ve geceden beri gözünü kırpmamıştı. Uyursa, uyuyakalırsa, sevgili-m’i kaçırabilirdi. Kendisini gören göz olmayınca da bir anlamı, hikmet-i sebebi kalmazdı. İşte bu yüzden, o tatlı serzeniş, sevgili-m kapıyı hızla ardından çarpıp ışık hızıyla sokağa boşalınca, kendi kendisini havaya dönüştürdü. Tam o anda, köşeyi dönmekte olan ve kapıcının kızı Selma ile karşılaşan sevgili-m’in başı hafifçe döndü. Sallandı, az biraz sarsıldı ve “Halılarınız ve el dokuması kilimleriniz itinayla yıkanır…” ilanının çakıldığı, çınar ağacının gövdesine yasladığı sağ eliyle destek aldı. Kapıcının kızı Selma, kaçak bir bakış attı yüzüne ve içinden: “Yine geceden kalmış herhalde” diye geçirdi. Anlamadı, sevgili-m’in halden hale geçen Hava Kavminin son savaşçısı olduğunu. İnsanlar ahmaktır çoğu zaman sevgili-m, iyilik zehabıyla kötülük yaparlar ve bilirsin işte, yeryüzünde – çıkarına ters düşerse- kendi türü de dahil, hiçbir canlıya hayat hakkı tanımayan, tek akıl sahibi yine onlardır.
Sevgili-m az biraz soluklandıktan, kendisine bakış yapan Selma’nın gözlerine bir dehr esintisi yolladıktan sonra yoluna devam etti. Az gitti uz gitti, ana caddeyi, tütüncü dükkanıyla arasındaki iki tali sokağı, hızlı adımlarla geçtikten sonra, ilk sağdan döndü. İşte oradaydı, Doğu’nun en güzel tütünlerinin satıldığı harikalar diyarı. Nezaketle selamladı sevgili-m dükkan sahibi, yahudi gözlüklü dalgalı saçları şakaklarından kırlaşmış orta-yaşlı kadını. Kendine iyisinden yarım kilo, ballı Bitlis tütünü ve 500’lük 1 adet “Marla” marka boş tütün kağıdı aldı. Yapılacak çok iş vardı, bir an önce eve geri dönmeli, sigaralarını sarmalıydı çalışmaya başlamadan önce. Bir gün öncesinde yeterince çay-kahve-elma çayı stoğu yapmıştı. Açık bir bilince ihtiyacı vardı sevgili-m’in, o sebepten sinir sistemi hazımla uğraşmasın diye iki gündür yemek yemeyi de kesmişti. Apartman kapısının önüne geldiğinde, ufak bir poşet gördü, içinde çocuk giysileri vardı. Bir şey, yaşayan bir şey, poşetin kapalı kısmında hareket ediyordu. Sevgili-m önce ürktü, böcek-yılan vs. zannetti. Sonra,50 metrekadar batısından bir kız çocuğunun ağlayarak ona yaklaştığını farketti. Kedi gözlerine sahip kız çocuğu, 8-9 yaşlarındaydı ve ağlayarak diyordu ki: “Hayır ben büyüdüm, altıma falan kaçırmadım. Pantolonumdaki ıslaklık sudan, hepsi sudan sebeplerden işte. Git anneme söyle, üzerime giyecek kuru bir şeyler yollasın ve beni eve alsın.” Sevgili-m şaşırdı, “Bu ne?” diye düşündü. Etrafına bakındı, çocuk, hareket eden cismin olduğu poşet ve kendisinden başka hiç kimse yoktu etrafta. Sonra birden, poşetteki cismi zahir kılmak istedi; poşeti açtı ve içinden, ayşe kadın fasulye uzunluğunda yavru bir kedinin sersem sepelek çıktığını gördü. Birden boşlukta, bir şişe su belirdi. Şişeyi açtı, kapağına su doldurdu ve ayşe kadın kediye verdi. Kedi suyu kana kana içti. O anda beliren metalik gri, kel bir şoförün, içinde şoförü olduğu halde, park ettiği arabanın içine, sürücünün tarafındaki camdan girdi. Birdenbire kız çocuğu-kedi-araba gayb oldular. Sevgili-m hayretsiz bir şaşkınlıkla gözlerini bir kez ovuşturdu ve hızla apartman kapısından eve doğru süzüldü.
Eve girerken, müziği duydu: Adele söylüyordu bu sefer “Lovesong”u. Oysa The Cure’un yorumunu da severdi. Üstelemedi, inatlaşmadı, kendisini bıraktı, şarkının bağıntılarıyla kendi bağıntıları birleşsin diye. Buna ihtiyacı vardı, en büyük eylemini gerçekleştirmesinin arefesinde, şarkıların gücü elzemdi. Beni görmedi, ben o arada, Benjamin’in “Pasajlar”ı ile İbn-i Arabi’nin Fütuhat-ı Mekkiyye’sinin 1. cildinin arasında salınıyordum. Onun beni görmemesi, benimle kurduğu alakanın zorunluluğu idi. Dedim ya, aldırmadım işte. Ben bunları mırıldanırken o, kahve yaptı kendine; 10 adet sigara sardı ve geçen hafta aldığı üzerinde, “This is a valuable notebook” yazan kırmızı defteriyle dolma kalemini alarak, şehir manzaralı köşesine kuruldu. Kalem ve levha, akıl ve ruh… hazırdılar işte “ol”maya. Sosyalizmden sonra bir ilk olma iddiasındaki, sistematik düşüncesinin başlığını attı: “Hikmet … !”
‘İbn-i Zerabi’