Archive for the ‘Güncel’ Category

ROSA.. ROSA.. ROSA..

ROSA

Benim adım Rosa

Çatıların üzerinde

Rüzgarın ötesinde esen

Ruhun şarkısıyım

Dünyayı değiştirmeye çalıştım

Ve rüyamızı kurtarmak için bir şarkı oldum sonra..

ELENI KARAINDROU

‘..burada uyuyor
rosa luxemburg
alman işçileri için savaşan
polonyalı bir yahudi
çelişkilerinin mazlumlarca gömüldüğü
alman zorbalarının
emriyle öldürülmüştü..’

BERTOLT BRECHT

(Rosa Luxemburg’un başı dipçikle ezilerek öldürüldükten sonra atıldığı kanaldaki yere yapılan anıt..)

‘..yabancılaştırılan ve aşağılanan, yalnızca ekmeği olmayan değil, aynı zamanda, onunla paylaşacak bir dilimi olmayan büyük ve güzel insanlıktır..’ – ROSA LUXEMBURG

‘..insan olmak, esas meseledir. ve bunun da anlamı; dik, açık ve aydınlık olmak, her şeye rağmen mutlu, umutlu olmaktır, çünkü ağlamak, sızlamak zayıflığın bir göstergesidir..’ – ROSA LUXEMBURG

‘Bir insanı ancak ümitsizce seven tanır..’ – WALTER BENJAMIN

‘Bu ana kadar hep galip gelenler, bugün hükmedenlerin altta kalanları çiğneyerek ilerlediği zafer alayında yerlerini alırlar. Her zamanki gibi ganimetler de alayla birlikte taşınır. Kültürel zenginlik denir bunlara.. 

Kültürel zenginlikler, hiç istinasız dehşet duygusuna kapılmadan düşünülmeyecek bir kökene sahiptir. Varlıklarını sadece onları yaratan büyük dehaların çabalarına değil, aynı zamanda o çağda yaşamış nice adı sanı bilinmeyen insanın katlandığı külfetlere de borçludurlar. Hiçbir kültür ürünü yoktur ki , aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın. Ve kültür ürününün kendisi gibi , elden ele aktarılma süreci de nasibini alır bu barbarlıktan..

KISA GÖLGELER – I

Platonik Aşk

Bir aşkın tipi ve niteliği , onun insanın adı -ön adı- için hazırladığı alınyazısında en keskin çizgileriyle belli eder kendini. Kadının elinden kızlık soyadını alıp onun yerine erkeğinkini oturtan evlilik , kadının önadına da bulaşmadan edemiyor, bu adı bir daha yıllar, hatta on yıllar boyu anılmayacak biçimde sarıp sarmalayıp cilveli bir sevgi sözcüğüne dönüştürüyor. Bu geniş anlamdaki evliliğin –ki gerçekte ancak böyle, yani bedenin yazgısında değil de, ismin yazgısında belli oluyor- tam ters yönünde yer alıyor platonik aşk, biricik has ve yücel anlamıyla. Bu, coşkusunun kefaretini veya karşılığını isimlerle ödemeye kalkışmayan, tersine sevgilinin ismin kendisinde sevdiği , onda sahiplendiği ve bu isimle el üstünde taşıdığı bir aşktır. Bu aşkın , sevgilinin adını, önadını hiç dokunmadan korur olması, tek başına bu , platonik aşk denen gerilimin, uzaktan eğilimin ifadesidir. Bu aşk , ateşinin korundan çıkan kızgın dalgalar halinde nasıl ışıyıp durursa , sevgilinin yaşanan varlığı da öylece ışıyıp durur onun isminden. Aşık erkeğin tavrı ve eseri de oradan o ateşten beslenir. Bu nedenledir ki Divina Comedia , Beatrice adını çevreleyen ışıklı bir taçtır, başka bir şey değil. Evrendeki tüm kuvvet ve yaratıkların, aşkın yücelttiği isimden meydan çıktıklarını sergileyen dev bir anlatım..’

WALTER BENJAMIN – Parıltılar ( Illuminationen , 1955)

(Çeviren : Yılmaz Öner – Belge Yayınları , 2003)

Wild Wood

Kırılır mısın dokunsam , dedi .
Donmadım sadece üşüdüm , dedim .
Isıtır mısın , dedim .
Sıcak değilim sadece üşümüyorum , dedi .

Sen .

Sen benim içime saplanmış bir bıçaksın,çıkartsam ölürüm,çıkartmasam yine ölürüm .

SÜRÜ yetim kaldı.. ZEKİ ÖKTEN’i kaybettik..

zekiöktenn

Sürü , Faize Hücum , Pehlivan , Davacı , Ses , Kan ve daha onlarca güzel filmin yönetmeni üstad ZEKİ ÖKTEN’i kaybettik. Tüm sevenlerinin başı sağolsun..

zekiökten

(1941-2009)

zekiökten-1jpg

Sinemaya 1963 yılında ÖLÜM PAZARI’nı çekerek başladı..

KAPICILAR KRALI adlı filmiyle  1976 yılında Antalya’da en iyi yönetmen dalında Altın Portakal ödülünü aldı.. 

Senaryosu YILMAZ GÜNEY tarafından yazılan SÜRÜ adlı filmiyle ZEKİ ÖKTEN  1978 yılında LOCARNO FİLM FESTİVALİ’nde  ALTIN LEOPAR ödülünü kazandı..

Yine 1982 yılında Antalya Film Festivali’nde FAİZE HÜCUM filmiyle en iyi yönetmen dalında Altın Portakal ödülünü kazandı.. 

ZEKİ ÖKTEN 2000 yılında bu kez GÜLE GÜLE filmiyle Antalya Film Festivalinde en iyi film dalında Altın Portakal ödülünü kazandı..

Onlarca filmin yönetmeni olan ZEKİ ÖKTEN sinemamızın yeri doldurulmayacak isimlerinden birisiydi..

Yıkanmak istemeyen çocuklar olalım..- ÜNSAL OSKAY

ÜNSAL HOCAYI KAYBETTİK……………………

unsaloskay-3 

( Fotoğraf : Uğur Bektaş )

ÜNSAL OSKAY

Ünsal Oskay , 1939 yılında Şanlıurfa’da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. İlk yazısı, 1959-1960 yılında, Pazar Postası’nda yayınlandı. Sonraki yıllarda Son Baskı, Yeni Tanin, Akis ve Milliyet gazetelerinde çalıştı.

1966-1967’de, ABD’de Stanford Üniversitesi İletişim Araştırmaları Merkezi’nde, ’özel öğrenci’ olarak 37 kredilik bir eğitim gördü. Ankara Üniversitesi SBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu’nda asistanlığa başladı. 1972 yılında TRT Toplumsal Araştırma Büyük Ödülü’nü kazandı. Aynı yıl, Kültür Değişimi Modelleri teziyle, doktorasını tamamladı. 1982’de 19. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri tez çalışmasıyla doçent, 1989 yılında profesör oldu. Ankara SBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu’nda, Bursa Akademisi’nde, Anadolu Üniversitesi’nde, Marmara Üniversitesi’nde, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Oluşum, Forum, Akis, 7 Gün, Devrim, Yeni Gündem, Somut, Birikim, Argos, Varlık, Hürriyet Gösteri, gibi dergilerde yazdı.

Kitapları : Gelişim Açısından Kültür Değişimi, (doktora tezi, Ankara, 1971), Toplumsal Gelişmede Radyo ve Televizyon,(1972 TRT Büyük Ödülü), Göç ve Gelişme 1976, XIX. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri 1982, Çağdaş Fantazya 1982, Müzik ve Yabancılaşma 1982, Estetize Edilmiş Yaşam 1983, İletişimin ABC’si 1992 , Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım ( kuramsal denemeler) , Tek Kişilik Haçlı Seferleri ( deneme)

Çeviri Kitapları : Walter Gellhorn, Amerikan Hakları Anayasasının Uygulanması 1965, Kitle Haberleşme Teorilerine Giriş 1968, Bertrand D. Wolf, Devrim Yapan Üç Adam 1968, T.B. Bottomore, Toplumbilim 1972, Maurice Duverger, Metodoloji Açısından Sosyal Bilimlere Giriş 1973; Wright Mills, İktidar Seçkinleri 1974, John King Fairbank, Çin’in Sömürgeleşmesi ve Amerika’nın Çin Politikası 1976, G. Osipov, Toplumbilim Teori ve Yöntem Sorunları 1977, Wright Mills, Toplumbilimsel Düşün 1979, Ernst Bloch, Georg Lukacs, Bertolt Brecht, Walter Benjamin, Theodor Adorno-Derleyen Fredric Jameson, Estetik ve Politika 1985, Lewis Henry Morgan, Eski Toplum 2 cilt 1987, Martin Jay, Diyalektik İmgelem 1989, Bernard Lewis, İslâm’ın Siyasal Söylemi 1993.

unsaloskay-5

Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım 

Kaiser geziye çıkmadan önce, ‘bütün kuşbeyinli uyruklarını +yıkanmış paklanmış olarak’ görsün diye nazırları, gözcüleri, teşrifatçıları Almanya’nın dört yanına haber saldığında, kaiser’in buyruklarına göre düzenlenmiş uydurma bir hayatı yaşamaktansa kendi oyunlarını sürdürmek isteyen çocuklar direnir, yıkanmak istemezlermiş.

Günümüzde hayatın “nesnesi” değil “öznesi” olabilmemiz için “yıkanmak istemeyen çocuklar”a ihtiyacımız var.-ÜNSAL OSKAY

unsaloskay-1

(Fotoğraf : Uğur Bektaş)

’20 yaşına gelmiş ve Marx okumamış biri eşşektir. Marx okuduktan sonra marksist olmamış biri eşşoğlueşşektir..’ – ÜNSAL OSKAY 

unsaloskay-6

SURLARDA AÇILAN GEDİK.. TARİH , TARİHİ ESER NEYİMİZE , MANZARA ŞAHANE :))

YORUMSUZ..

Yer ülkemizde bir yer fakat ismini vermeyelim.. Üstte vatandaşın açtığı büyük gedik , altta belediyenin açtığı gedik.. Yoruma gerek var mı :)) 

 

05022008(017)

 

‘Senin’ okumanı istediklerimden : ANNA KAVAN , Buz..

annakavan-5

Anna Kavan

(Helen Woods), 1901’de bir İngiliz ailesinin çocuğu olarak Fransa, Cannes’da doğdu. Zengin bir baba ile çocuğunu hem ezen hem de inkâr eden bir annenin kızıydı. 14 yaşındayken, babası ona “hayat boyu yalnızlık” bırakarak öldü. Kavan’ın müreffeh ama sevgisiz çocukluğu Avrupa ve California’da geçti. Yazmaya ilk kocası Donald Ferguson’la birlikte yaşadığı Burma’da (şimdiki Birmanya) başladı. Anna Kavan adını “Women’s Liberation için öncü bir çaba” olarak nitelenen Beni Rahat Bırak romanının kadın kahramanından aldı. Kavan, kahramanın nefret ettiği ve küçümsediği kocasının soyadıydı. (Bu soyadı, ayrıca, Kavan’ın hayran olduğu Kafka’ya da açık bir göndermeydi.) Yaptığı iki evlilik de başarısızlıkla sonuçlanan Anna Kavan, 1925’ten ölümüne kadar iyileşmez bir eroin bağımlısıydı. 1968’de Londra’daki evinde kalp krizi sonucu ölmüş olarak bulunduğunda, elinde yazdıklarında “bazuka” adıyla geçen şırıngası vardı. Anna Kavan, egzotik hayatını yazdıklarına yedirişi, düş dünyası ve kâbus dolu muhayyilesi dolayısıyla sık sık benzetilip kıyaslandığı Anaïs Nin gibi kültleşmiş bir yazar. Düş, mesel, alegori ve masal gibi araç-formlar kullanarak otobiyografik yanları belirgin, ama iyi sindirilmiş, öykü ve romanlar yazdı. Buz, sağlığında yayımlanan en son kitabı ve en iyi üç romanının en iyisi (diğerleri Kartal Yuvası ve Sen Kimsin?).

Buz (YKY) , Kartal Yuvası (MERKEZ KİTAPLAR) Türkçeye çevirilmiştir.

Başlıca eserleri:

Helen Ferguson adıyla: Let Me Alone (1930, Beni Rahat Bırak), The Dark Sisters (1930, Esmer Kızkardeşler), Rich Get Rich (1937, Zengin Zengini Alsın);

Anna Kavan adıyla: Asylum Piece and Other Stories (1940, Tımarhane Parçası ve Başka Öyküler), I Am Lazarus (1945, Ben Lazarus’um), Sleep Has His House (1948, Uykunun Evi Vardır), Eagle’s Nest (1957, Kartal Yuvası), Who Are You? (1963, Sen Kimsin?), Ice (1967, Buz).

 

annakavan-6

 

annakavan-4

annakavan-1

 

BUZ’dan (Çeviri : Selahattin Özpalabıyıklar , Yapı Kredi Yayınları , Mayıs 1995 baskısından) :

            ‘..Birlikte dışarı çıkıp karın saldırısının içine daldık , kaçışan hayaletler gibi dönenen beyazın içinde kaçıyorduk. Karın donuk fosfor parıltısından başka ışık olmaksızın, patikayı tutturmak zordu. Arkamızdaki rüzgarla bile , yürümek güç bir işti. Arabaya olan uzaklık düşündüğümden daha fazla görünüyordu. Ona yol göstermek ve yol boyu yardım etmek için kolunu tutuyordum. Sendelediğinde kolumu ona sarıyor, onu sağlamlıyor , sıkıca tutuyordum. Kalın yün ceketin altında buz kadar soğuktu, ağır eldivenlerimden ellerini donmuş gibi hissediyordum. Ovarak biraz ısıtmaya çalıştım onları, bir an üstüme eğildi, yüzü bir aytaşı, karanlıkta ışıl ışıl, kirpikleri karla beyaz. Yorgundu, yeniden yürümeye başlamak için gösterdiği çabayı seziyordum. Onu yüreklendirdim, övdüm, kolumu belinin çevresinde tuttum, onu kaldırdım ve yolun son bölümünde taşıdım.

            Arabaya girdiğimiz zaman , başka bir şey yapmadan önce kaloriferi çalıştırdım. Bir dakikadan daha az bir zamanda içerisi ısındı, ama o gevşemedi, yanımda sessiz ve gergin oturuyordu. Şüpheci bir yan bakışı yakaladığımda , kendimi haklı olarak suçlanmış hissettim. Ona davranış şeklimden sonra, hak ettiğim tek şey şüpheydi. Şefkatte yeni bir zevki henüz keşfetmiş olduğumu bilemezdi. Aç olup olmadığını sordum; başını salladı. Yiyecek paketinden biraz çikolata çıkardım, ona tuttum. Siviller uzun zamandır çikolata bulamıyordu. Bu markayı sevdiğini hatırlıyordum. Çikolataya kuşkuyla baktı, reddedecek gibiydi, sonra birden gevşedi, onu aldı, çekingen ve dokunaklı bir gülümsemeyle bana teşekkür etti. Ona karşı nazik olmak için neden bunca zaman , nerdeyse çok geç olana kadar, beklediğimi merak ediyordum. Ona nihai kaderimiz hakkında, ya da gittikçe daha yakına, daha yakına gelen buz-duvar hakkında bir şey demedim. Onun yerine , buzun ekvatora varmadan önce hareketini durduracağını söyledim. Bunun uzak ihtimal olduğunu düşünmüyordum , onun inanıp inanmadığını bilmiyordum. Son nasıl gelirse gelsin, beraber olacaktık; onun için bunu hiç değilse çabuk ve kolay hale getirebilirdim.

            Buzsu gecede büyük arabayı sürerken nerdeyse mutluydum. Özlemiş ve kaybetmiş olduğum öteki dünya için üzülmüyordum. Benim dünyam şimdi kar ve buz içinde sonra eriyordu, geride kalan hiçbir şey yoktu. İnsan hayatı bitmişti, astronotlar yeraltında , tonlarca buzla gömülmüş, bilginler kendi felaketleri tarafından silinmiş. İkimiz canlı olduğumuz ve tipide birlikte yarıştığımız için, kendimi neşelenmiş hissediyordum.

            Dışarıyı görmek gittikçe daha da zorlaşıyordu. Don-çiçekler , ön camdan temizlenir temizlenmez daha mat desenler halinde yeniden oluşuyorlardı, ben onların arasından yağan kardan başka bir şey göremez hale gelene kadar ; durmaksızın hiçbir yerden hiçbir yere çullanarak geçen , hayaletimsi kuşlar gibi kar tanelerinden bir sonsuzluk.

            Dünya çoktan bir sona varmış gibiydi. Sorun değildi. Araba bizim dünyamız olmuştu; küçük, parlak, ısınmış bir oda ; engin, duygusuz , donan evrendeki yuvamız. Vücutlarımızın ürettiği sıcaklığı korumak için birbirimize yakın duruyorduk. Artık gergin ya da şüpheci görünmüyordu, omzuma yaslanmıştı.

            Müthiş soğuk bir buz ve ölüm dünyası hep bildiğimiz yaşayan dünyanın yerini almıştı. Dışarıda sadece öldürücü soğuk , bir buz çağının donmuş boşluğu, mineral kristallerine indirgenmiş hayat vardı; ama burada, aydınlatılmış odamızda, güvende ve sıcaktık. Yüzüne baktım, yüzü gülümsüyordu, sıkıntısızdı; şimdi orada korku da keder de göremiyordum. Gülümsedi ve daha yanaştı, yuvamızda benimle olmaktan memnun.

            Kaçarcasına , sanki kaçabilirmişiz gibi yaparak, hızla sürüyordum. Buzdan , bizi kaplayan sürekli-azalan zaman artığından hiç kaçış olmadığını bildiğim halde. Dakikalardan alabildiğine yararlanıyordum. Tebessümler ve dakikalar uçup geçiyordu. Cebimdeki silahın ağırlığı güven vericiydi..’ 

annakavan-2

 

annakavan-3

Carlo’ya..

carlo-17

“delikanlım !
iyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin
belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin
delikanlım !
senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
yıldızlar ve senin kafan
kainatın en güzel şeyidir.
delikanlım !
sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından gebereceksin
ya da bir darağacında can vereceksin.
iyi bak yıldızlara
onları göremezsin bir daha….”

NAZIM HİKMET

 carlo-16

‘‘alnını
dağ ateşiyle ısıtan
yüzünü
kanla yıkayan dostum
senin
uyurken dudağında gülümseyen bordo gül
benim kalbimi harmanlayan isyan olsun..’’

ARKADAŞ ZEKAİ ÖZGER

DEHŞET- Filistinli çocuklara ‘hediye’..-YORUMSUZ..

YORUMSUZ..

cocuklar-dehset-1cocuklar-dehset-2cocuklar-dehsetcocuklar-dehsett