Archive for the ‘Güncel’ Category

2 Temmuz 1993.. Sivas.. Unutmadık.. Unutmayacağız.. U-nut-tur-ma-ya-ca-ğız..

‘erkek biyolojik bir kazadır..’ – VALERIE SOLANAS

‘birkaç gün önce aylakadamız’da JACQUES BREL’in söyleşilerinden bir kesit vermiştik MARİO LEVİ’nin kitabından.. orada JACQUES BREL’in söyleşisinde geçen BREL’in kendisine ait kadınlar hakkındaki düşüncelerinden dolayı epeyi bir mail aldım çevreden.. eleştiri dozu yüksek sert mailler de vardı.. güldüm hatta açıkça söyleyeyim eleştiriye çok açığım ama kahkahadan koptuğum anlar oldu.. çünkü görüşler aylakadamız’ın yada bizim görüşlerimiz değil BREL’in görüşleri.. aylakadamız’da bu görüşlerin ya da kitaptan o bölümlerin yayınlaması da o görüşlere destek verdiğimiz manasına gelmez.. bunları yazarken bile yıkılıyorum gülmekten.. ki ayrıca BREL aşk adamıdır ve kadınları da çok sever.. naçizane kendi görüşleridir..

yine de bombardımana tutan arkadaşlar için belki de hiç duymadıkları SCUM MANİFESTOSU’nun yazarı ve erkek neslinin yok olmasını isteyen , yok etmek isteyen VALERIE SOLANAS’ın sel yayıncılıktan çıkmış ‘ERKEK DOĞRAMA CEMİYETİ MANİFESTOSU’ kitabından tadımlık bazı alıntılar paylaşacağız sizinle aşağıda..

bazılarınızı BREL’den dolayı kırmışsak da özür dileriz ama BREL’siz hayat kadınsız bir dünyaya benzer diyelim ve aylakadamız’ın sınırının olmadığını da bir kez daha VALERIE SOLANAS paylaşarak tekrarlayalım..’ 

Crockett..

 

‘toplumumuzda yaşamın tam bir can sıkıntısı olması ve toplumun hiç bir yönüyle kadınlarla ilgili olmaması sebebiyle, toplumsal kaygıları olan, sorumluluk sahibi, heyecan arayan kadınlara yalnızca hükümeti devirmek , parasal sistemi ortadan kaldırmak, tam otomasyonu sağlamak ve eril cinsi yok etmek kalmaktadır.

artık eril yardımı olmadan (ve aynı nedenle kadınların da yardımı olmadan) çoğalmak ve yalnızca kadın üretmek teknik olarak mümkündür. bunu yapmaya hemen başlamalıyız. erilin varlığını sürdürmesi için, üreme bile geçerli bir sebep olmamaktadır. eril biyolojik bir kazadır : y (eril) geni, eksik bir x (dişi) genidir, yani eksik bir kromozom grubuna sahiptir. başka bir deyişle , eril eksik bir dişidir, yürüyen bir başarısızlıktır , daha gen aşamasında vazgeçilen bir başarısızlık. Eril  olmak yetersiz olmaktır, duygusal olarak eksik olmaktır; eril olma durumu, eksiklik hastalığıdır ve eril duygusal açıdan özürlü yaratıklardır.

eril  tam anlamıyla benmerkezcidir, kendi içinde hapsolmuştur, başkalarını anlama, sevme başkalarıyla özdeşleşme, arkadaşlık kurma, duygulanma, şefkat yeteneğinden yoksundur. tamamen izole edilmiş, başka biriyle ilişki kuramayan bir birimdir. tepkileri tümüyle midesindendir, beyninden değil; zekası, yalnızca güdülerine ve ihtiyaçlarına hizmet eden bir araçtır; akılsal tutku, akılsal etkileşim yeteneğinden yoksundur; kendi fiziksel duyuları dışında bir şeyle bağlantı kuramaz. yarı ölü, tepkisiz bir kütledir, zevk, mutluluk veremez ve alamaz; sonuç olarak, en iyi haliyle tam anlamıyla bir can sıkıntısı, zararsız bir yığındır, çünkü yalnızca başkalarıyla ilgilenenler çekici olabilir. o, insanlar ile maymunlar arasındaki alacakaranlık kuşağından hapsolmuştur, ve maymunlardan da kötü durumdadır, çünkü maymunların aksine pek çok olumsuz duyguya sahiptir – nefret, kıskançlık, hor görme, iğrenme, suçluluk, utanç, kuşku – ve dahası ne olduğunun ve ne olmadığının farkındadır.

tamamen fiziksel duyularıyla hareket etse de, eril  damızlık olarak da uygun değildir. mekanik becerisi olduğu varsayılsa da, ki pek az eril buna sahiptir, her şeyden önce, lokmasını şevkle, şehvetle ısıramaz, bunun yerine suçluluk, utanç, korku ve güvensizlik duyguları, eril doğasında kökleşmiş olan duygular onu yer bitirir ve yalnızca en ileri eğitim bu duyguları azaltabilir; ikinci olarak, sahip olduğu fiziksel duygular sıfıra yakındır; ve üçüncü olarak partneriyle duygusal yakınlık kurmamaktadır, nasıl becerdiği, nasıl a kalite bir performans sergilediği, boru döşeme işini nasıl başardığı düşünceleri ile bozmuştur. bir erili hayvan olarak nitelemek, onu övmektir; o bir makinedir, yürüyen bir vibratördür. sık sık erilin kadınları kullandıkları söylenir. kullanmak? ne için? tabii ki zevk için değil..’

‘tamamen ben-merkezci ve kendi dışında herhangi bir şeye bağlanmaktan aciz olan eril’in konuşması , kendisi hakkında olmadığında herhangi bir insani değeri olan herhangi bir şeyden kopartılmış şahsiyetsiz bir vızıldanmadır.. eril ‘entelektüel konuşma’ , zoraki ve uzatılmış bir dişiyi etkileme denemesinden ibarettir..’

 edilgen , erile saygılı , ona uyum sağlamaya hazır ve ondan korkan babasının kızı , onun tahammül edilmez sıkıcılıktaki gevezelikleri kendisine dayatmasına izin verir.. bu onun için çok zor olmaz çünkü babanın kafasına soktuğu gerilim ve endişe , sükunet eksikliği , emniyetsizlik , kendine güvensizlik , kendi duygu ve düşüncelerinden emin olmama hali , onun değerlendirmelerini batıl kılar ve onun , erilin gevelemelerinin gevelemeden başka bir şey olmadığını görmesini engeller ; ‘büyük sanat’ adı verilmiş bulamacı ‘takdir eden’ estet gibi , babasının kızı da , kendisini sıkıntıdan patlatan şeye bayılır.. sadece erilin gevelemelerinin egemen olmasına izin vermekle kalmaz , kendi ‘konuşması’nı da buna göre ayarlar..

daha küçükten , erilin kendi hayvansılığını gizleme ihtiyacı karşısında tatlı , terbiyeli ve ‘vakur’ olmak üzere eğitildiği için babasının kızı ‘konuşması’nı havadan sudan denilen şeyle sınırlı tutmak mecburiyetindedir ki bu herhangi bir önemi olan her şeyin ihmal edildiği boş , tatsız bir şeydir – ya da eğer ‘eğitimli’ ise , ‘entelektüel’ tartışmaya indirger konuşmasını , yani alakasız soyutlamaların şahsiyetsiz bir söylemine – gayrı safi milli hasıla , ortak pazar , rimbaud’un sembolist resme etkisi.. babasının kızı , erile yaltaklanma konusunda o kadar uzmanlaşmıştır ki bu zaman içinde onun ikinci doğası halini alır ve sadece dişilerle birlikte olduğunda ağabeyle yaltaklanamaya devam eder..

yaltaklanmanın dışında ‘konuşması’ sapkın , orijinal fikirler öne sürme konusundaki güvensizliği ve bu güvensizlik sebebiyle kendi içine gömülmesiyle sınırlanır.. bu durum babasının kızının konuşmasının çekici olmasını engeller.. tatlılık , terbiye , ‘vakar’ , güvensizlik ve kendi içine gömülmenin yoğunluk ve zekaya yol açması zordur , bir konuşmayı dinlenmeye değer kılan özellikler de bunlardır.. bu tür konuşma aslında pek de yaygın değildir çünkü sadece kendine güvenen , mağrur , dışadönük , gurulu ve sağlam kafalı dişiler , yoğun , akıllı ve edepsiz bir konuşma yapabilir..’

‘Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu’ , VALERIE SOLANAS , Çeviri : AYŞE DÜZKAN , SEL Yayıncılık , Ağustos 2002..

İlhan Abiyi kaybettik..

ilhan abiyi kaybettik..

rahatsız paranoyak beyinler , hastalıklı ruhlar , kişiliksiz ve onursuz bireyler arasında , kafka’nın romanlarını aratmayacak saçma sapan düzmece gündemler ve kendi hayat maceramızdaki debelenmelerimiz ve keşmekeşimiz içinde ilhan abimizi de dün kaybettik.. dün bir şeyler yazmak istedim ama elim varmadı.. oturdum kaldım sadece.. eve gittim ilhan abinin ‘düşünüyorum öyleyse vurun’ kitabını elime aldım ve onu okudum tüm gece.. en kötü en gergin zamanlarda , en sert yazıları yazdığında bile gülümseyen ama hiçbir zaman bağırdığı görülmeyen ilhan abinin yumuşacık sıcacık kalbinden , aydınlık beyninden dökülen kelimelere gömdüm acımı..

ilhan abiye , tırnak içinde ‘solcular’ın , solcu geçinenlerin faşist demediği mi kalmadı , has darbeci ve darbe yalakalarının , liboşların ‘darbeci’ demediği mi kalmadı , asıl kendileri kafatasçı olanların kafatasçı demediği mi kalmadı.. demediklerini , yazmadıklarını bırakmadılar ilhan abi hakkında.. her dönemin bu cahil cühela fır döndü menfaat takımının kendileri tarihin karanlıklarında kaybolup gittiklerinde ilhan abi cumhuriyet tarihinin ve aydınlanmanın sönmeyen , yılmayan ışığı olarak 1962’de açtığı ‘pencere’den aydınlatmaya devam edecek ve gülümseyişi ısıtmaya devam edecek kalplerimizi..

güle güle ilhan abim..

Crockett..

‘İlhan Selçuk’u kaybettik

Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk’u kaybettik. Bir süredir Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde tedavi gören Selçuk saat 13.15’de çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi. İlhan Selçuk için Çarşamba günü 11.00-15.00 saatleri arasında İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Salonu’nda, ardından Cumhuriyet Gazetesi önünde bir “veda töreni” yapılacak. Selçuk, perşembe günü saat 13.00’de Hacıbektaş’ta Çilehane bölgesindeki Yıldızlar Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Selçuk’un ölümü Cumhuriyet ailesini yasa boğdu. Cumhuriyet çalışanları gruplar halinde Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’ne gittiler. Yarım asırdır  Cumhuriyet’te köşe yazarlığını sürdüren Selçuk, aynı zamanda gazetenin Yayın Kurulu Başkanı’ydı. Berin Nadi’nin 2001 yılında  ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz sahipliği görevini üstlenmiş, gazetesinin yaşatılabilmesi için yıllarca mücadele  vermişti.
Cumhuriyet okuru ona “Aydınlanmanın Bilgesi” adını takmıştı. İlhan Selçuk Atatürk ilkelerinin savunucusu bir devrimci ve yurtseverdi. Adı Cumhuriyet Gazetesi’yle özdeşleşen İlhan Selçuk Cumhuriyet okurunun her sabah bir pusula gibi doğru yönü gösterdiği inancıyla izlediği bir yazardı.
İlhan Selçuk 11 Mart 1925’te İzmir’de doğdu (Nüfusunda Aydın yazılı). Babası subaydı. Bu nedenle Aydın’da başlayan, Yıldızeli ve Keskin’de süren, Şişli 43. İlkokul’da tamamlanan ilköğreniminin ardından, ortaokul ve liseyi İstanbul Taksim, Silifke ve Adana’da okudu.
1950’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kısa bir süre avukatlık yaptı. Ardından ağabeyi Turhan Selçuk’la birlikte 41 Buçuk ve Dolmuş mizah dergilerini yayımladı. İlk yazıları bu dergilerde yayımlandı. 1958’de Karikatür, 1959’da Taş_Karikatür dergilerinin yayıncıları arasına katıldı. Semih Balcıoğlu ile birlikte Ulus’un mizah sayfasını düzenledi.
1961’de Akşam Gazetesi’nde yazarlığa başladı. Aynı yıl Tanin’e oradan da Vatan’a geçti. 1962’de Doğan Avıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu’yla birlikte Yön’ün kurucuları arasında yer aldı ve burada da yazılar yazdı.
1962’de Nadir Nadi’nin çağrısı üzerine Cumhuriyet’te köşe yazarlığına başladı.
12 Mart 1971 öncesinde Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim dergisinde de yazan İlhan Selçuk, bu tarihlerde, geniş bir kesimin büyük ilgi duyarak okuduğu bir yazardı.
12 Mart sonrasında “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazısı nedeniyle Cumhuriyet kapatıldı. İlhan Selçuk tutuklandı. Açılan davada aklandı.
Ziverbey’de İşkence
Çok geçmeden sıkıyönetimce yeniden gözaltına alındı. “Ziverbey Köşkü”nde işkence gördü. “Madanoğlu Davası”ndan Sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı ve aklandı. Yazdığı “Ziverbey Köşkü” kitabıyla, Ziverbey’deki işkence iddiaları ilk kez anlatılmış oldu. İlhan Selçuk, Ziverbey’de işkence altındayken verdiği ifadede akrostiş yöntemini kullanmıştı. İfadesinde, her tümcenin sondan ikinci sözcüğünün baş harfi yukarıdan aşağı sıralandığında “işkence altındayım” tümcesi çıkıyordu.
Demokrasi Ödülü
1991’de Nadir Nadi’nin ölümünden sonra gazetenin iflasa sürüklendiği, yazarlarının uzaklaşmak zorunda kaldıkları dönemde İlhan Selçuk, Berin Nadi ile birlikte Cumhuriyet yazarlarının bir arada tutulmasında önemli rol üstlendi. Ardından Berrin Nadi ile birlikte Cumhuriyet Gazetesi’nin bağımsızlığını koruyarak sürdürebilmesi için Cumhuriyet Vakfı’nı kurdu.
Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) kurucu üyesi olan İlhan Selçuk, “Türk basınında demokrasi için verdiği savaşımdan” ötürü 1997’de Sertel Demokrasi Ödülü’ne değer görüldü. 1989’da Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin “Onur Ödülü”ne, 1994’te Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Basın Özgürlüğü Ödülü”nü aldı. Yaklaşık yarım asırdır Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan İlhan Selçuk’un 15 kitabı bulunuyor.
Ergenekon’dan Gözaltı
21 Mart 2008 günü saat sabah 04:30 sıralarında Ergenekon davası operasyonları kapsamında gözaltına alınan Selçuk, iki gün sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
30 Mart akşamı, göğüs ağrısıyla Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’ne getirildi. 15 Nisan’da yaklaşık 6 saat süren bir by-pass ameliyatı geçirdi. Selçuk’un ameliyatını gerçekleştiren ekibin başı Doç. Dr. Atıf Akçevin, ameliyatın ardından basın mensuplarına yaptığı açıklamada, İlhan Selçuk’un 1978 ve 1984 yıllarında kalp krizi geçirdiği belirterek, hastalığın son seneye kadar tıbbi tedaviyle sabit seyrettiğini söylemişti. İlhan Selçuk’un doktorlarından Oryal Gökdemir ise gazetecilerin “İlhan Selçuk’un şu anki durumunda gözaltına alınmasının bir etkisi var mıdır?” sorusuna “Etkilememiş diyemeyiz, ama ‘tek neden budur’ demek de yanlış olur” karşılığını vermişti.
25 Mayıs’ta hastaneden taburcu olan Selçuk, 14 Ağustos 2009 günü yeniden rahatsızlanarak Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde yoğun bakıma alındı. Selçuk’a ilk müdahaleyi daha önce kalp rahatsızlığı sırasında da tedavisini yapan ekipteki doktorlar Doç. Dr. Atıf Akçevin, Dr. Genco Yücel ve Dr. Zekiye Kural yaptı. İncelemeler sonucunda, Selçuk’un beyninin sağ tarafına bir kan pıhtısı gittiği ve bunun damarlarda beslenme bozukluğuna neden olduğu saptandı.
İlhan Selçuk, hastanede kaldığı süreçte okurlarıyla bağını sürdürdü. Hikmet Çetinkaya, 26 Kasım’dan başlayarak her hafta “Pazar Sohbetleriyle” Selçuk’un görüşlerini Cumhuriyet okurlarına aktardı.
Selçuk’u Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde tedavi gördüğü süreçte kardeşi Ülfet Ertel hiç yanından ayrılmadı. Ağabeyi Turhan Selçuk ve Cumhuriyet çalışanlarının yanı sıra, aralarında politikacı, gazeteci, yazar, sanatçıların da olduğu pek çok kişi ve sivil toplum örgütü Selçuk’un ziyaretine geldi. Tarık Akan, Rutkay Aziz’in yanı sıra 14 Şubat’ta CHP Eski Genel Başkanı Deniz Baykal da Selçuk’u ziyaret edenler arasında yer aldı.
Selçuk hastanede kaldığı sürede sıkça gazeteye gelmek istediğini söylüyordu. Hikmet Çetinkaya ile sohbetinde, “Gazetedeki çocuklarımı çok özledim. Tümünün gözlerinden öperim… Türkiye’nin önünde başka bir dönem var. Demokrasi ve temel hak ve özgürlükler mücadelesi. Onun için Deniz Baykal’ı eleştirin ama vurmayın! Bu dönemde yol haritamız demokrasi, temel hak ve özgürlükler olacaktır. Atatürk milliyetçiliği de budur zaten.” diyordu.
Selçuk, son olarak 23 Mart Salı günü Cumhuriyet Gazetesi’ni ziyaret etti. Yedişer sekizer kişilik gruplar halinde Selçuk’un odasına gelen Cumhuriyet çalışanlarıyla sohbet etti, şakalaştı. Bu “Aydınlanma Bilgesi”nin Cumhuriyet’i son ziyareti oldu.

Hacıbektaş’ta defnedilecek

İlhan Selçuk için Çarşamba günü 11.00-15.00 saatleri arasında İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Salonu’nda bir veda töreni yapılacak. Daha sonra Cumhuriyet Gazetesi önünde bir tören gerçekleştirilecek.

Selçuk’un cenazesi daha sonra Hacıbektaş’a götürülecek. Selçuk, perşembe günü saat 13.00’de Hacıbektaş’ta Mahsuni Şerif ve ağabeyi Turhan Selçuk’un mezarları ile Aşık Veysel, Pir Sultan Abdal ve Yunus Emre’nin heykellerinin bulunduğu Çilehane bölgesindeki Yıldızlar Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

 

İkisini de Eyvallah…

Arabayla asfalt yolda giderken birden karşına bir levha çıkar..
‘Yol kapalı’
Bozulursun…
Ama yapacağın bir şey de yoktur.
Bugün Pazar!..
Pazartesi günü yürekten ameliyat olacağız., söylenenlere bakılırsa epey gıllı gışlı bir operasyonmuş, nalları havaya dikersek bozulmayalım, olur böyle şeyler…

Nalları dikmezsem…
Daha görüşürüz…
Dikersem, her ne kadar kusurumuz da olsa, affola…
İkisine de eyvallah…

İlhan Selçuk’

(www.cumhuriyet.com.tr)

‘bir atasözü der ki; kimin elinde çekiç varsa sorunlar ona çivi gibi görünür..’ – Amos Oz

askeri gücün sınırları.. 

yahudiler, iki bin yıl boyunca şiddeti sırtlarında şaklayan kırbaç olarak tanıdılar. ancak geride bıraktığımız on yıllar boyunca şiddet uygulayan biz olduk. bu güç bazen başımızı döndürdü. sürekli olarak sorunları güç ve şiddetle çözebileceğimize inanmaktayız. bir atasözü der ki; kimin elinde çekiç varsa sorunlar ona çivi gibi görünür.

filistin’deki yahudi halkının büyük bir bölümü için israil devleti kurulmadan önce, şiddetin sınırları diye birşey yoktu; şiddet istenilen her amaca ulaşmak için bir araç olarak görülüyordu.

şükür ki, israil’in ilk yıllarında, david ben-gurion and levi eshkol gibi devlet adamları, gücün de bir sınırı olduğunu biliyorlar ve bu sınırı aşmamaya dikkat ediyorlardı. ancak, 1967’deki altı gün savaşları’ndan sonra israil, askeri güce kilitlendi. mantra (slogan) şuydu: şiddetle başarılamayanı başarmak için daha çok şiddet..

israil’in gazze şeridi’ni işgale varan taşkınlığı da bu tarz bir düşüncenin sonucuydu. dayandıkları yanlış kabul ise hamas’ın sadece silah zoruyla bertaraf edilebileceğiydi. yani daha açık bir anlatımla: filistin sorunu çözülmek yerine, sopa zoruyla bastırılabilir.

ancak hamas sadece bir terör örgütü değil. o bir fikir; umutsuzluk ve hayal kırıklıklarından doğmuş çaresiz ve fanatik bir fikir. henüz hiçbir fikir şiddetle alt edilememiştir. ne işgalciler, ne bombalar, ne panzerler, ne de deniz kuvvetleri bunu başarabilmiştir. bir düşünceyi yenebilmenin yolu daha cezbedici, daha ikna edici ve daha iyi bir düşünceden geçer.

hamas’ı bertaraf edebilmek için israil’in süratle, filistinlilerle 1967’deki sınırlar çerçevesinde doğu kudüs’ün başkent olduğu batı şeria ve gazze şeridi’nde bağımsız bir devlet için anlaşmaya varması gerekiyor. ayrıca israil, filistinlilerle israilliler arasındaki sorunu, israil ile gazze şeridi sorununa indirgemek için, mahmud abbas hükümetiyle bir barış anlaşması imzalamak zorunda..

sonuncusuna hamas da dahil edilebilir ya da daha akıllıcası abbas’ın yönettiği el fetih’le hamas’ın birleşmesi olur.

aksi durumda israil gazze yolundaki daha yüzlerce gemiye el koyabilir ya da işgal ettiği bölgelere gönderdiklerinin 100 misli daha fazla asker gönderebilir, askeri gücünü, emniyet ve gizli servis çalışmalarını kat be kat artırabilir ancak yine de çözüme ulaşamaz.

çünkü sorun bu ülkede yalnız olmamamızdan kaynaklanıyor. tıpkı filistinlilerde olduğu gibi. biz kudüs’te de yalnız değiliz. filistinlilerin yalnız olmadığı gibi. biz; filistinliler ve ısrailliler bu çok basit durumun mantıksal sonuçlarını tanımazsak, karşılıklı olarak işgal altında yaşamaya devam ederiz: gazze’de israil işgalinde, israil’de uluslararası işgal ve arap işgali altında.

askeri gücün önemini küçümsemek istemiyorum. askeri güç israil için hayati önem taşıyor. o güç olmadan yarına çıkamayız. böylesi bir gücün etkisini küçümseyen ülkelerin vay haline.

ama bir an bile unutmamalıyız ki bu güç, sadece caydırıcılık rolü üstlenmeli: bu güç israil’i, parçalanmaktan, işgal edilmekten korumalı; hayat ve özgürlüğümüzü güvence altına almalı. eğer güç, koruyucu bir görev üstlenmeyip, savunma görevini yerine getirmez, aksine sorunları bastırmaya ve düşünceleri ortadan kaldırmaya çalışırsa, gazze önlerinde açık denizde uluslararası sularda, içine düşülen bu felaket son olmayacak..
Amos Oz

(israilli yazar , barış yanlısı aktivist ve israildeki barış örgütü ‘şimdi barış’ın kurucularından..) 

İngilizceden çeviren Hülya Sancak

Editör: Erkan Budak/ Qantara.de

(daha fazlası için http://tr.qantara.de)

RACHEL CORRIE..

RACHEL CORRIE..

 

israil hükümetinin yedi mi sekiz mi kaç aptalı bu sefer RACHEL CORRIE’nin isminin verildiği irlanda bayraklı yardım gemisine bugün müdahale etti.. gemiden haber alınamıyor yine.. gemi de okul araç ve gereçleri , ilkyardım malzemeleri ve yıkılan evlerin tekrar inşasında kullanılmak üzere inşaat malzemesi vardı.. 750 tonluk yardım malzemesine tahammül edemedi yine israilin faşist hükümeti..

kendi medyalarını , kendi insanlarını , tüm dünyayı karşısına almasına rağmen bu aptal faşistler fren tutmuyor.. dünyayı yokuş aşağı yuvarlamaya çalışıyorlar hiç çekinmeden..

gazzede vicdanını silah olarak kullanan ve gözünü kırpmadan buldozerlerin önüne yüreğini koyan RACHEL CORRIE’yi nasıl katlettilerse yine aynı pervasızlıkla katletmeye devam ediyor.. insanlığın vicdanının sesi olan RACHEL CORRIE’nin ismine bile tahammül edemiyorlar.. çünkü saklayamadıkları kanlı elleri kan dökmeye doyamıyor aptal faşistlerin..

amerikalı RACHEL CORRIE’nin isminin verildiği irlanda bayraklı gemiden bakalım ne haberler gelecek.. gemide bulunan tüm aktivistler müdahale edilmesi durumunda direnmeyeceklerini açıklamışlardı.. ancak bu açıklama onlara müdahale edecek aptal faşistlerin kan dökmesini engelleyemeyebilir.. çünkü bu aptal faşistlerin tasmaları çıkarıldığında tıpkı mavimarmara’da ellerini kaldırıp teslim olmak isteyen 19 yaşındaki fidanımız FURKAN’a bir metreden kafasına 4 göğsüne 1 kurşun sıkan yaratıklara dönüşüveriyorlar..

RACHEL CORRIE gemisinden umarım kötü haberler gelmez..

bu arada tüm dünya mavimarmaraya düzenlenen kanlı operasyona ve bu operasyonun sorumlularına tepki gösterirken ve tek yumruk olmuşken amerikanın pensilvanya cenahlarında çiftliğinde ahkam kesen ‘f.g.’ adlı şahsiyet amerikan gazetesi wall street journal’a : ‘gemiler israil’den izin almalıydı , dostane bir şekilde israil hükümetiyle uzlaşma aranmalıydı’ diye buyurmuş… tek bir şey diyeceğim YAZIKLAR OLSUN.. YAZIKLAR OLSUN.. YAZIKLAR OLSUN..

SON BİR SÖZ GEMİLER İSRAİL’E DEĞİL FİLİSTİN TOPRAKLARI OLAN GAZZE’YE GİDİYORDU.. İSRAİL’İN KARASULARINDAN GEÇMEYECEKTİ.. MISIRIN KARASULARINI KULLANARAK GAZZE KENTİNE YANAŞACAKTI.. YAZIKLAR OLSUN..

bu konuda şimdi merak ediyorum : televizyonlarda , gazetelerde ‘içimizdeki israilliler’ diye ahkam kesen islamcı basın nasıl tavır alacak.. göreceğiz..

ee kolay değil ta kendi ülkesi amerikadan eski ülkesine sesleniyor ağa.. artık bir yorum getirin ağanın bu azarlamasına.. israil vatandaşları tel aviv meydanlarında katliamı kınıyor ama ağa pensilvanyadan sallıyor izin alınmalıydı diye.. PES..

‘hemen tüm gemilerdeki aktivistler israilli hükümetteki aptallardan filistin topraklarına gitmek için izin almadıkları ve israil kurşunlarına hedef oldukları için operasyon düzenleyen askerlerden özür dilesinler ve ayrıca şehit olan katledilen insanların aileleri kaybettikleri canlarının vücutlarına isabet eden kurşunların maliyetlerini israil hazinesine ödeyip tazmin etsinler..’ böyle olur mu pensilvanyalı ağa.. ha ne dersin.. artık sen de kusurlarına bakma ağa bu gemileri yola çıkarmadan önce senden de izin almadıkları için..

yukarıdaki fotoğrafa bak da biraz vicdanın varsa biraz da onlar için ağla..

O GEMİLER FOTOĞRAFTAKİ ÇOCUĞUN VE ONUN GİBİ  YÜZBİNLERİN YIKILAN EVLERİNİ , YIKILAN OKULLARINI ,  YIKILAN HASTANELERİNİ ONARABİLMEK İÇİN FİLİSTİNE GİDİYORDU..

Crockett..

(ha pensilvanyalı ağa , crockett miami’li biliyorsun değil mi.. miami plajlarına beklerim , bir ara uğra.. okyanus görür , biraz gemi görür ve ufuk denilen şeyi görür de belki biraz ufkun açılır..)

 

3 Haziran 1963..

‘Nazım,

Sen bizi öyle çok sevdin

Biz seni öyle çok sevdik ki

Küçük adınla çağırır herkes seni

Herkes sen der sana

Fransa da, Rusya da, Yunanistan da,

Aragon da Nazım

Neruda da Nazım

Ben de Nazım

Özgürlük ki adlarından biridir senin

O senin en güzel adın

Merhaba Nazım..’

YANNİS RİTSOS

HAZİRANDA ÖLMEK ZOR   

işten çıktım 
sokaktayım 
elim yüzüm üstümbaşım gazete 
  

sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sokakta tomson 
sokağa çıkmak yasak 
  

sokaktayım 
gece leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
yaralı bir şahin olmuş yüreğim 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor! 
  

havada tüy 
havada kuş 
havada kuş soluğu kokusu 
hava leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
ne anlar acılardan/güzel haziran 
ne anlar güzel bahar! 
kopuk bir kol sokakta 

çırpınıp durur 
  

çalışmışım onbeş saat 
tükenmişim onbeş saat 
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım 
anama sövmüş patron 

ter döktüğüm gazetede 
sıkmışım dişlerimi 
ıslıkla söylemişim umutlarımı 
susarak söylemişim 
sıcak bir ev özlemişim 
sıcak bir yemek 
ve sıcacık bir yatakta 
unutturan öpücükler 
çıkmışım bir kavgadan 
vurmuşum sokaklara 
  

sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki 
dallarda insan iskeletleri 
  

asacaklar aydemir’i 
asacaklar gürcan’ı 
belki başkalarını 
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim 
dökülüyor etlerim 
sarı yapraklar gibi
 

asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!
 

sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı
 

işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi

güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini

ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak
 

ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n’eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?
 

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?

kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:

‘oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,  memet!’

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa

uy anam anam
haziranda ölmek zor!
 

bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?

‘uyarına gelirse tepemde bir de çınar’
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki ‘manda gönü’
demek ki ‘şile bezi
demek ki ‘yeşil biber’
bir de memet’in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de ‘saman sarısı’
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara
 

nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?
 

yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran ’63’ü

bir kırmızı gül dalı 
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
eğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı

eğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı 
nazım ustanın
 

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor !

 

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

zamanın durduğu.. sözün bittiği an..

zamanın durduğu.. sözün bittiği an..

ne yazacağımı bilemiyorum.. saatlerdir bilgisayarın başında oturmuş bir gözüm bilgisayarda bir gözüm televizyonda..

bir yanım içimde kabaran öfkemi kusmak istiyor bir yanım içime gömüp sabahın erken saatlerinden beri yaptığım gibi ağlamak istiyorum..

israil devleti tarafından 36 aya yakındır dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönüştürülmüş filistin’in gazze bölgesine insani yardım taşıyan 6 gemiye uluslararası sularda israil devleti’nin yaptığı akıl almaz , insanlık dışı , vahşi saldırısını sabaha karşı tesadüfen canlı şekilde izledim.. gözlerime inanamadım..

dün çok güzel bir gün geçirmiştim.. lise arkadaşlarımdan bazılarıyla çok güzel bir şelalenin dibinde saatlerce oturup sohbet edip , içmiştik.. su akıyordu ama zaman durmuştu sanki.. keşke zaman hep dursaymış..

eve geç vakit geldim , hemen yattım yüzümdeki tebessümle..  sabaha karşı beşe doğru anlatamayacağım korkunç bir kabusla uyandım.. bir süre sessizce karanlıkta oturdum.. elim televizyonun kumandasına gitti , gitmeseymiş keşke..

ekran açıldığında ilk gördüğüm altyazıda iskenderun’da şehir merkezinde askeri birliğe saldırı 6 şehit haberiydi.. tüylerim diken diken oldu.. ne oluyor dedim memleketimin bu ilçesinde.. diğer kanallara saldırdım baktım.. şehir merkezindeki askeri birliğe roketatarlı büyük bir terörist saldırı düzenlendiğini öğrendim.. telefona sarıldım iskenderun’daki hayattaki tek dayımın numarasını çevirdim hemen ama kapalıydı.. meraktan çatlıyordum.. annemleri de uyandırmak istemedim telaşlanmasınlar diye.. yıkıldım.. evlerine ateş düşen aileleri düşündüm.. anaları düşündüm.. ağlamak istedim..

ama kör terörün yok ettiği yurdumun gencecik insanlarının acısını daha yaşayamadan televizyon kanallarındaki  alt yazılar birden değişti ve insani yardım taşıyan gemilerden mavi marmara’ya canlı bağlantı yapıldı çünkü çağımızın acımasız , katil haydutları , sadece insani yardım taşıyan silahsız sivillerin bulunduğu gemilere uluslararası sularda silahlı operasyon düzenliyordu.. inanamıyordum gördüklerime.. canlı yayında her türlü görüşten , dinden ve 50 farklı ülkeden 600’e yakın sivile ‘israil’in resmi komando birlikleri’ adı altında ‘silahlı teröristler’ acımasızca silahlı saldırı düzenliyordu.. ilk haber canlı yayında verildi 1 şehit ve 30’a yakın yaralı olduğu söylendi.. yıkıldım.. iki inanılmaz haberi arka arkaya yaşamanın şokuyla ekranın karşısında dondum kaldım.. hele bir an helikopterden inen ‘bir terörist israil komandosunun’ elindeki silahla sağa sola saldırırken gemideki silahsız sivillerden birisinin elinde muhtemelen güverte temizliğinde kullanılan paspas ya da süpürge sopasıyla silahlı saldırıya karşı koyuşunu görünce sabahın sessizliğinde çığlık atmak istedim.. ama her şey dondu etrafımda , zaman durdu o karede.. insanlığın bittiğini , insanlığın kendi kökünü kurutmaya başladığının , dünyanın sonunun gelmekte olduğunun ispatlarından birisiydi bu kare..

sonra haberler arka arkaya gelmeye başladı , insanlar ayaklanmış protesto gösterilerine başlamış değişik ülkelerde , ölü sayısı şu kadar , yaralı sayısı şu kadar olmuş , iskenderun’daki terörist saldırıda bir asker daha hayatını kaybetmiş.. kusmak üzereydim.. insan olduğum için nefret ettim kendimden..

udi aloni’nin , david’in  , zeina’nın , tony’nin  , karim’in ve daha milyonlarca insanın onlarca yıldır attığı çığlıklar yetmemiş , kana doyamamış faşist israil hükümetinin şerefsiz , onursuz , insanlık dışı adi faşist yetkilileri bu operasyonla biraz daha kan içmek istemiş ki bu operasyonu düzenlemişti..

tüm yahudiler , israil de dahil olmak üzere dünyanın tüm ülkelerinde yaşayan yahudiler kardeşimdir.. bunu sonsuza kadar da tüm kalbimle ve tüm ırkçı şovenist kişilere karşı ve tüm atılan kin tohumlarına , dökülen kanlara karşı inatla söyleyeceğim.. çünkü yahudi , müslüman , hristiyan , budist , ateist vs tüm insanlar kardeştir..

suçlular belli : faşist ırkçı politikalar , politikacılar ve bu politikalardan palazlanıp nemalanan adi yaratıklar.. on yıllardır süren faşist siyonist terörün ve bu son operasyonun altında imzası olan tüm yetkililerden ve dünyada buna göz yuman tüm ‘kukla sever’ diğer ülke yöneticilerinin hepsinden nefret ediyorum ve hepsine ağız dolusu en ağır küfürlerimi sunuyorum.. hepiniz şerefsiz birer adi yaratıksınız , insan kılığındaki onun bunun yaratıp ortaya attığı pisliklersiniz..

onurlu ‘yahudi’ ismini lekelemeye çalışıyorsunuz.. ama eminim onurlu yahudi halkı hepinizi tükürükleriyle boğacaktır ey faşist israil yöneticileri..

lanet olsun hepinize..

yukarıda yazının başında duran fotoğrafa bakıp da utanın israilin şerefsiz yönetici vampirleri.. bu bebe silahlıydı ve size saldırdı değil mi..

cevap vermeyin , cevabınız bellidir sizin pis yaratıklar : bu bebe ‘elinde süpürge sapıyla ya da kılıç büyüklüğünde bıçaklarla size saldırdı ya da saldırmayı planladı ve başarılı şekilde sizin tarafınızdan etkisiz hale getirildi..’ değil mi..

kan damlıyor her tarafınızdan , kanla beslenen yaratıklarsınız.. faşist köpek hitlerden , faşist köpek mussoliniden hiçbir farkınız yok.. aynısınız..

sedyelerde yatan ağır yaralılara bile kelepçe takacak kadar korkak ve adisiniz..

amerika birleşik devletlerinin onuru ‘rachel corrie’yi buldozerle ezip öldüren acımadan katledenler , filistini , lübnanı acımasızca defalarca vuran , insanları ayırt etmeden katleden faşist israil yöneticilerine sadece şunu söylemek gerek : ‘ey bu saldırının ve yüz yıla yakın süren acımasız saldırıların altında tüm imzası olanlar , sıktığınız kurşunlar , attığınız bombaların hepsi yukarıdaki fotoğraftaki bebeye değil , dünya barışına değil , insanlığa değil kendinize sıkılmıştır.. sıkılan her kurşun sizin faşist saldırılarınızın ve sonunuzun altına attığınız kendi kanlı imzalarınızdır..’

hepinize lanet olsun..

sözün bittiği yer bugündür..

kelimeler anlamsız , cümleler saçma.. her şey boş..

kendim için ise söyleyecek tek şeyim var : utanıyorum..

crockett..

‘terörist israil komandolarına’ saldırdığı öne sürülen bu bebeğin yüreği tüm insanlığın yüreğinden hepimizden daha cesur.. tarihe noktayı bu bebek koydu..

iskenderun’da katledilen kardeşlerimizden ikisi..

YAHUDİ-FİLİSTİNLİ , ARAP – İBRANİ DEVLETİ İÇİN MANİFESTO.. – UDİ ALONİ

YAHUDİ-FİLİSTİNLİ , ARAP – İBRANİ DEVLETİ İÇİN MANİFESTO.. – UDİ ALONİ

‘orta doğu’da bir hayalet dolaşıyor – filistinli – yahudi ikiulusluluğun göz korkutucu hayaleti.. tüm dünya güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdi.. bölgenin bütün bir modern tarihi bu hayaleti yok saymak ve defetmek için şiddete dayalı sonu olmayan bir çatışmanın tarihi gibi okunabilir..

yüz yıllık çatışmanın ardından görünürde çözüme ilişkin bir ışık yokken , ikiulusluluğu bütün görkemiyle sunmanın zamanı geldi çattı artık.. 21. yüzyıldan on yıl aldık neredeyse , hala ortadoğu’da görünen tek değişiklik yozlaşmadan ibaret.. bu ortak topraklarda yaşayan iki ulus – yahudi ve filistin ulusları – arasındaki sıradan ilişki , şiddet ve toprak kapmayı, aşağılamayı , ırkçılığı , sömürüyü ortaya koyarak açık ve günden güne kötüleşen işgalci ile işgal edilen , tahakküm ile zayıflığın ilişkisidir.. imgesel düzeyde ilişkilerin çok daha karmaşık olduğu doğrudur doğru olmasına ama sonuçta bağımsız teritoryal bir birlik için demokratik , ekonomik ve kültürel özgürrlüklerden faydalanıyor olan yahudi ulusudur..

filistin ulusu ise , bunun tersine coğrafi , ekonomik ve kültürel olarak beş ayrı bölgeye bölünmüş , birbirleriyle ilişkisiz bırakılmış , siyasal bir cemaat olarak varlığına izin verilmemiştir.. batılı dünyanın bu durum karşısında sessiz kalışı ve israile sağladıkları büyük destek , ayan beyan illegale olan bu durumu ebedileştirmiştir..’ 

UDİ ALONİ

‘daha fazlası için encore yayıncılıktan çıkmış olan Slavoj Zizek , Alain Badiou , Judit Butler ve Udi Aloni’nin yazılarının bulunduğu ‘bir yahudi ne ister’ adlı kitabı ve yanında udi aloni’nin filmi ‘forgiveness’ı almanız gerekiyor.. özellikle yukarıdaki biraz alıntıladığım udi aloni’nin manifestosu ve udi aloni’nin leonard cohen’e yazdığı mektup mutlaka okunmalı.. diğer yazılarda sonsuza kadar sürecek bir barış için düşünceler , fikir üretimleri içeriyor..’

Crockett..

‘BİR YAHUDİ NE İSTER ? – MUSA , FREUD VE SAID’İN ARDINDAN UDI ALONI SİNEMASI BAĞLAMINDA BİR TARTIŞMA..’ – SLAVOJ ZIZEK , ALAIN BADIOU , JUDIT BUTLER , UDI ALONI – Çeviri : BAHADIR TURAN , ÖZNUR TUNA , ENCORE Yayıncılık , Kasım 2009..

madenci..

madenci..

 

‘önce bursa mustafakemalpaşa , sonra balıkesir dursunbey’de arka arkaya meydana gelen maden ocağındaki grizu patlamaları ve göçüklerde onlarca işçimizi kaybettik.. dün ise yeni bir üzücü haber geldi.. 30 işçi zonguldak’daki madende meydana gelen grizu patlaması ve sonrasında meydana gelen göçükte mahsur kaldılar..

tuzlada tersanelerdeki katliam gibi kazalar hafızalarda.. iş kazaları hala emekçinin temel gündemi.. ama ‘pek değerli rıza üretim aygıtları’ medyamızın ve ‘sevgili siyasetçilerimizin’ ülke gündemi saçma sapan konular.. başka amaçlarla yapıldığı gün gibi ortada olan , yalan dolan göz boyamadan başka bir şey olmayan anayasa revizyonları , siyasetçilerin yatak odaları , top peşindeki ülkemin futbolda ‘anadolu ihtilali’ masalları , magazin geyikleri.. koskoca ülkenin gündemi bunlar-mış.. madencilere ve diğer iş kazalarına değinenlerde sabun köpüğü misali.. iki artistin bir yerde yemekte görülmesi onlarca dakikalık flaş spotlarıyla verilip saatlerce , günlerce gündemde tutulurken iş kazaları yarım dakikalık haberler olarak ya yer buluyor ya da hiç bulmuyor.. hatta aralarında bazı medya borazanları var ki akıllara zarar.. dursunbey’deki grizu patlaması sonrası bir haber spikeri kalkıp olayı ergenekonculara da yüklemişti ya gülelim mi ağlayalım mı çatlayıp yarılalım mı.. pes.. olayı iş güvenliği , iş yeri güvenliğine , alınmış yada alınmamış tedbirlere , ihmallere bağlayacağına nerelere götürüp bağlıyor arkadaş helal olsun ne diyelim..

ama ezilen emekçiler , memurlar , köylülerin gündemi , hayatı belli ; kelle koltukta günlük nafakasının , ekmeğinin peşinde hepsi..

iş kazaları olmasın artık , gerekli tedbirler alınsın ve beylik laflarla geçiştirilmesin bu katliam gibi kazalar.. ve şu lafı duymak istemiyoruz artık ‘devletimiz büyüktür , gereğini yapacaktır..’ her kazadan , her olaydan sonra çıkarlar aynı lafı ederler : devletimiz büyüktür.. devletimiz değildir büyük olan insanımız büyüktür.. devlet insanımız için vardır.. insanımız olmadan devlet olmaz.. insansız devlet olmaz.. devletin görevi insanların güven ve refahıdır.. devletin görevi büyük olmak değil insanının güvenliğini sağlamak , hayatını korumaktır..

zonguldak’daki 30 işçiden aldığımız üzücü haberler umarım kara habere dönüşmez , 30 işçimiz sağ salim evlerine , ailelerine dönerler ve kömür karası elleriyle çocuklarının başlarını okşarlar..’

 

Crockett..

MADENCİNİN ŞARKISI

Gider, gelir, iner, çıkarım

Bunların hiçbiri

Kendim için değil

Madenciyim ben

Madene giderim

Ölüme giderim

Madenciyim ben.

 

Kazar, çıkarır, terler, kanarım

Her şey patrona gider

Bir damla acı olsun değil

Madenciyim ben

Madene giderim.

 

Görün, duyun, düşünün, ağlayın

Bunda ne kötülük var

Her şey yolunda gidiyor

Madenciyim ben

Madene giderim

Ölüme giderim

Madenciyim ben.

VICTOR JARA

Çeviri : ADNAN ÖZER

MADENCİDEN

indim maden ocağına kara elmas diyarına
yeryüzü sıcak olsun diye dost
yıllar boyu kazma salladım suskunca bu zindanda
çocuklarım gülsün diye dost
oysa bizim evde gülen yok

yürü derler yürü derler açlığa yürü derler
kara elmas tabut olmuş gerekirse ölün derler
günü gelir utanmadan ağlaşana gülün derler
yalanlara artık sabrım yok

bugün maden ocağına kara elmas diyarına
inmedik selam olsun sana dost
ölesiye ışık hasretiyle solmuş bu yüzlere
grev grev güneş doğmuş dost
artık kaybedecek bir şey yok

 
yeraltında ezilenler yeryüzüne seslenirler
madenler bizim derler gerekirse ölüm derler
günü geldi grev derler dost
artık kaybedecek bir şey yok..

GRUP YORUM

6 Mayıs 1972……

 

Baba ;

Mektup elinize geçtiği zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin desem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum.
İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki; benden önce giden arkadaşlarım, hiç bir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun ölüm karşısında aciz yada çaresiz kalmış değildir.O bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu.
Seninle düşüncelerimiz ayrı ama, beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil , Türkiye’de yaşayan Türk ve Kürt halklarının da anlayacağına inanıyorum.
Cenazem için avukatlarıma gereken talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma. Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir. Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım.

Oğlun Deniz Gezmiş
Merkez Cezaevi
6 Mayıs 1972

‘onlar el sıkıştıklarında , bütün insanlık için parlar güneş..

onlar gülümsediklerinde , küçük bir kırlangıç fırlar gür sakallarından..

onlar uyuduklarında , on iki yıldız düşer boş ceplerinden..

onlar öldüklerinde , onların bayrakları ve davullarıyla yokuşu tırmanır hayat.’

YANNIS RITSOS