Archive for the ‘Güncel’ Category

Minik Hayranımız

‘aylak adamlar ve babaaziz’ – Ankaralı CEVO..

‘sevgili aylak adamlar kısa bir süre önce sevgili arkadaşım(ız) ‘sarı’ sayesinde sizlerden haberdar oldum ve sizi takip etmeye başladım. öncelikle yazdığınız ufuk açıcı, entellektüel, afili, yararlı ve unuttuğumuz bazı şeyleri bizlere tekrar hatırlatıp öğrenimimize katkıda bulunan yazılarınızdan dolayı sizleri tebrik ediyorum. bir zamanlar içtiğim antidepresanlar kadar bağımlılık yaptınız diyebilirim, zira bilgisayarı her açtığımda aylak adamları ziyaret etme ihtiyacını hissediyorum.
yıllar önce ‘crockett’ hodja bana yusuf babanın kült eseri ‘’aylak adamı’’ hediye etmişti. aylak olduğumu gözlemlemiş sanırım aylak arkadaşım. zira aylak aylak yaptığım moda sahili gezilerimi bir düre sonra beraber yapmaya başlamıştık. ben gökyüzüne bakar, ‘crockett’ hodja denize. (deniz kızı mı beklerdi anlayamadım hiçbir zaman)
aylak adamlar güzel şeyler yazıyorsunuz , onlardan bir tanesi de bu hafta yayınladığınız babaaziz filminden pasajlar. bu bahaneyle tebrikleri ‘altın tepsi’ içinde olmasa da naçizane email yoluyla iletmek istedim. babaaziz benim de çok başarılı bulduğum bir film. film demek doğru mu bilmiyorum. başka birşey. tasavvuf deryasından damıtılmış damlaların kurgulanıp bir araya gelmiş hali. her bir sahne için günlerce konuşulabilir, yüzlerce kitap yazılabilir. diğer yazdığınız yazılarla aynı çizgide olmaması, farklı bir ideolojik görüşü temsil etmesine rağmen sayfanızda yer alması beni ayrıca sevindirdiğini söylemeliyim. hakikat inandırır, samimiyet dinlettirir.
bu ve benzeri yazılarınızdan dolayı tebrik ediyorum. aylaklığınız daim olsun….’

‘ankaralı’ cevo..

27.10.2010

(fotoğraf : ‘ankaralı’ cevo.. – peri suyu , bingöl..)

500. YAZI İÇİN GÜNÜN ŞARKISI : ANA ÖĞÜDÜ (SULH NAĞMESİ).. – SADIK GÜRBÜZ

500. YAZI İÇİN GÜNÜN ŞARKISI : ANA ÖĞÜDÜ (SULH NAĞMESİ).. – SADIK GÜRBÜZ

 

bu yazı yayın hayatımıza başladığımız 27 nisan 2009 tarihinden itibaren aylakadamız’da yayımlanacak 500. yazı oluyor.. özel bir şeyler yazmak istedim önce sonra vazgeçtim.. 500’ler 1000’ler önemli değil o kadar.. önemli olan süreklilik ve sonsuza kadar kalıcı bir şeyler verebilmek.. sıfırdan başladığımızda küçücük bir takipçi grubu ve dalga geçenler grubu vardı.. dalga geçenler hala var ama oblomov kılıklılarla da biz dalga geçiyoruz.. lafazanlık kolay , icraat önemli.. neyse esip yağmayı burada keseyim konuya döneyim.. işte küçücük bir takipçi grubuyla başladığımız yayın hayatımızda şimdi nerelere geldik biz de inanamıyoruz.. ailemiz büyüdükçe büyüdü.. yüzlerce profesyonel yazarın yazdığı benzer içerikli sitelerin takipçi sayılarını ve güncellenme sıklığını rüzgarıyla yerle bir etmiş durumda aylakadamız..

dahası mı.. yüzlerce yeni dostumuz oldu.. tanımadığımız onlarca insan mail yazıp hem teşekkür ediyor hem de destekliyorlar , kendi fikirlerini , eleştirilerini söyleyip , çeşitli önerilerde bulunuyorlar , sağ olsunlar , var olsunlar..

aylakadamız yolunda ilerliyor , vaatte bulunup da yazmayan dostlara gelince de halo dayı hasan abimiz öpsün sizi diyorum daha ne diyeyim..

reis.. reis.. reis.. ellerin dert görmesin , yüreğine sağlık diyorum.. sen var ettin , yola çıkardın bu bebeyi.. sana biz de varız deyip sonra tüyenler utansınlar.. yakında ‘sarı’da gelirse aramıza (tabi geceleri sabahlara kadar sanal alemde başka şeyleri kovalamayı bırakırsa) kimse bizi tutamaz..

bir çığlık olabildiysek ne mutlu bize..

daha özel bir şeyler yazmak isterdim fakat bu kadar yeter.. işte bu anlamlı 500. yazı bir günün şarkısı yazısı olsun ve azeri şair ali ekber tagiyev’in barış dolu şiirinin değişik bir yorumunu yapan sadık gürbüz üstad’dan : ana öğüdü’nü (sulh nağmesi) dinleyelim..

dünyada sulh olsun , insanlar kardeşçe yaşasınlar , kimse kimseye ve kimse hiçbir hayvana , bitkiye eziyet etmesin.. ali ekber tagiyev muhteşem yazmış , sadık gürbüz’de kadife sesiyle insanlara ettiği bir dua gibi , bir yakarış gibi söylemiş..

 sadece aylakadamız’la değil şiirle , müzikle ve barış içinde kalın.. nice 500’lere..

Crockett..

SULH NAĞMESİ.. (ANA ÖĞÜDÜ)

ana kalbim odlanır
söz düşende davadan
bes değil mi ey insanlar
döküldü kan , aktı kan
bes değil mi , ana toprak
su içti göz yaşından

yer yüzünde dostu olsun
gerek insan insana
kalbimdeki bu arzular
arzusudur zamanın
ben anayım bu sesimde
yerin göğün derdi var
sulha gelin ey insanlar
yoksa dünya mahvolur

silahları yandırın
arşa çıksın tütsüsü
her obada her bir evde
kanat açsın sulh sözü
yüzü gülsün insanların
bayram etsin yer yüzü..

ALİ EKBER TAGİYEV

UNTHINKABLE..

UNTHINKABLE..

 

kısa sürede bir klasik haline gelen behzat ç. dışında  son zamanlarda o kadar yoğun bir film trafiğine de maruz kaldım ki.. hangi birisini yazayım şaşırıyorum.. birbirinden ilginç ve güzel filmlerin yanı sıra birbirinden kötü filmlerde izledim.. tekrar izleme gereği ya da isteği duyduğum filmler de oldu.. umarım hepinizle kısa aralıklarla paylaşabilirim bu filmlerin bir kısmını..

bugün paylaşmak istediğim bir holywood yapımı ‘unthinkable’ adlı film.. filmin yönetmeni gregor jordan.. başrollerde ise tiyatro kökenli usta oyuncu samuel l. jackson var.. cari-anne moss ve michael sheen’in performansları da üst düzeyde..

filmin konusu ise 11 eylül saldırılarından sonra holywood’un da kurtarıcısı olan ve ırkçılık ve faşizm kokan ‘müslüman terörist’ hikayelerinden birisi.. ha bu cümlem üzerine ‘yine mi diyerek’ filmi izlemekten vazgeçebilirsiniz.. fakat bence midenize güveniyorsanız izlemeniz gereken bir film diyorum sizlere.. çünkü burada ‘müslüman teöristler’ martavalı bir üst seviyeye çıkarılarak ‘müslüman bir teröristin’ saldırısına karşı ‘ülken için en fazla , en ileri derecede neler yapabilirsine’ kadar vardırıyor film.. neler mi mesela : ‘çocuk katili olabilir misin , masum sivillerin katili olabilir misin , işkence yapabilir misin ülken için..’

filmde iyi karakterler işin ilginç yanı fbı ve cıa ajanları.. askerler bile masum.. sadece ülkesini çok seven bir işkence uygulayıcısı sorgucu : samuel l. jackson var filmde.. o da filmde o kadar şeker ve cici ki filmi izleyen mesela dünyadan bihaber amerikalı insanların büyük kısmı sempatiyle ve destekleyerek filmi izlemişlerdir..

üç amerikan şehrine sonradan müslüman olmuş amerikan vatandaşı bir eski asker tarafından üç nükleer bomba konuyor.. koca koca bombaları bu adam nasıl yapmış ya da nereden bulmuş senaryodan tam anlayamıyoruz.. kendisi eski bir bomba uzmanı emekli bir asker , bir yerlerden kelepir nükleer hammadde eline geçiyor ve bu bombaları yoktan var ediyor neredeyse..

ha bu arada sonradan müslüman olan terörist karakter amerikan vatandaşı bir zenci değil.. filmin yıktığı tek klişe bu.. kötüler hep zenci olur ya bu sefer hadi hadi demişler beyaz olsun.. neyse bu ‘sonradan müslüman teröriste’ yardım edenler de yok film boyunca.. sorguya getirilen sadece kendi ailesi.. tabi buralar önemli değil filmi yapanlar için , buraları kendiniz doldurabilirsiniz..

filmdeki bu terörist karakter bombaları koyduktan sonra videolar yapıp sağa sola yolluyor arkasından da kendisini yakalatıyor..

filmimiz de buradan sonra başlıyor aslında.. yakalanan bu teröristi micheal sheen canlandırıyor.. gerçekten üstün bir performansla bu karakteri canlandırıyor.. önce midenizi kaldıracak ön giriş işkence sahneleri var filmde , sonrasında sahte pazarlıklar başlıyor teröristle bombaların yerini söylemesi için.. teröristin koşulları oldukça anlamlı ‘abd , müslüman ülkelerdeki hegemonyasını sonlandıracak ,  bu ülkelerdeki ekonomik gücünü ve askeri gücünü geri çekecek..’ bu kadar net bir talep.. ancak pazarlık dahi söz konusu olmuyor.. işkencelerin ardı arkası kesilmiyor.. samuel l. jackson’ın işkencecilikte ki performansı çok şaşırtıcı , canlandırdığı karakterin ülkesi için yapamayacağı şey yok.. izlerken kanınız donacak..

filmin sorgulattığı , insanları yönlendirdiği nokta da burada başlıyor işte , üç bomba patlayacak , üç şehir yok olacak , milyonlarca insan ölecek , bunları önlemek için sen neler yapabilirsin.. film dönüp dolaştırıyor gerilimi yükselttiriyor ve düğümü bu noktada kilitliyor.. gel de çık işin içinden.. normal bir amerikan vatandaşı yaklaşık on yıldır yaşatıldıkları paranoya ortamında sizce nasıl hareket eder..  bir teröristten bombaları nereye sakladığına dair bilgi almak için işkence tipi sorgulama yöntemleri kabul edilebilir mi.. milyonların hayatı söz konusu olduğunda insanlık dışı yöntemlere başvurmak ne kadar doğru..  savaşta ne kadar ileri gidilebilinir.. işte bu yönüyle ilginç bir film.. bu filmi sanırım beş altı kere izledim.. her izleyişimde yanımda başka birisi vardı.. yanımda filmi izleyenlerin tepkilerine baktım ve sinemanın nasıl bir yönlendirme , ikna etme aygıtı olabileceğini bir kez daha gözlerimle gördüm , korktum..

ha bu filmi izleyip tam tersi şeyler söyleyen , yazan arkadaşlar da gördüm internette ve sinema dergilerinde..

tavsiyem sinirlerinize ve midenize hakim olarak bu filmi izlemeniz ve dünyanın öbür ucundaki amerika’daki insanların başka dilden , dinden , ırktan insanlara karşı nasıl bir paranoyayla , korkuyla yönlendirilip kandırıldıklarını görmeniz..

tüm ırkçı , şoven , emperyalist  propagandalara rağmen kardeşlik şiarını yılmadan seslendiren tüm dostların gülüşü daim olsun.. 

Crockett..

EY ÖZGÜRLÜK.. – ALİ ŞERİATİ

‘ey özgürlük ! seni seviyorum.. sana muhtacım.. sana aşığım.. sensiz hayat zordur.. sensiz ben de yokum.. senin sevgi , dostluk ve şefkatinle beslenmişim..

ey özgürlük ! ben zulümden bıkkınım , esaretten bıkkınım.. zincirden bıkmışım , zindandan bıkmışım , hükümetten bıkmışım.. zorunluluktan nefret ediyorum.. seni tutsak yapmak ve bağlamak isteyen her şeyden ve herkesten bıkkınım..

hayatım , senin içindir.. gençliğim senin içindir.. varlığım senin içindir..

‘ey özgürlük ! kutlu özgürlük !

seni tahta oturtmak istiyorum..

ya sen beni yanına çağır ,

ya ben seni yanıma çağırayım..’

ey özgürlük ! kırık kanatlı güzel kuşum ! keşke seni vahşet bekçilerinden , duvarları , sınırları , kaleleri ve zindanları yapanlardan kurtarabilseydim.. keşke kafesini kırıp seni sabahın temiz , bulutsuz ve tozsuz havasında uçurabilseydim.. fakat.. benim de ellerimi kırmışlar , dilimi kesmişler.. ayaklarıma zincir vurmuşlar ve gözlerimi bağlamışlar.. yoksa seni benimle mi karıştırıp birleştirmişler.. seni benimle aynı kalıba mı dökmüşler.. seni derinliğimde , en samimi ve en gerçek benliğimde buluyorum , hissediyorum.. senin tadını her an kendimde tadıyorum.. kokunu daima kendi yalnızlık fezamda kokluyorum.. çölün yaz gecelerinde , göğün küçük yıldızının gönlünde , melekûtî kanatların sürtüşmesiyle meydana gelen kalp ürpertici çan sesi gibi gürültü çıkaran sesini her zaman işitiyorum.. her sabah hayalimin şefkatli ve sevgili parmaklarıyla elimde kararsız olan canlı ve konuşan saçlarını yumuşak bir şekilde sevgiyle tarıyorum..’

ALİ ŞERİATİ

(Kendini Devrimci Yetiştirmek , Bütün Eserleri 2 , FECR Yayıncılık ,Çeviri : EJDER OKUMUŞ , Ocak 2009..)

dikkat askersiz bölge

Farklı olanı kendine benzetmek yahut görmezden gelinebilecek kadar marjinal ilan etmek iktidarcıkların, bizzat mevcudiyetleri için, sorgulanılamaz -sandıkları- yöntemleridir. Etrafında deniz olsun olmasın, adacıklardan vatan yaratmak, imal ettiği yavrucukların kayıtsız şartsız o mamul olmasını ve sadece kendisine ait olmasını istemek, iktidarın kurduğu hiyerarşide, hepimizi baştan bildik bir egemenlik kıskacına götürür.

Adacıklar hiçbir yere dönüşür; tarifini iktidarlardan, kurucularından, kurtarıcılarından alır, yabancılaşır, aynılaşır. Egemen, eşitsiz tahrip alanını böylece yaratır. Korku kokar, nefrete döner, neşe körelir, mana yiter, içten içe isyan eder. Yavrular kıskaçtadır ve özgürleşmek için çırpınır. Kanatları körpedir, yuvadan aşağı asla itilmez. Had safhada olan teşvik değil tehdit de olsa uçacağı anı kendi yaratır.

Faşizm kendini dayatır, en estetikleştirilmiş formlarda, şefkatliymişçesine, tam da gündelik yaşamda, sonsuzca.. Militarizm kokar her yer, çözümsüzlüktür tek muteber değer. Aksi dile gelmez, dile gelmedikçe düşlere girmez; umut kayıptır ve hiç kimse yalnızlaşır.

Coğrafyalar parsellenmiştir, hem de biz kimseciklere sorulmadan. Yüksek ve temsili iktidarlar arasına sıkışmış bir politika içinde yok olan insani, basit, tekil ve dolayısıyla kolektif yaşamlardır.

Süre giden çözümsüzlükse eğer, mevcut militer aparat sorgulanmalı ve askersiz bölgeler yaratılmalıdır. Sınır çoğalır ve yakınlaşır, daralır ve daraltır, sınıfsa uzaklaşır, gözden yiter; lakin sınırsızca oradadır ve bakmamızı bekler.

Doğru nota yok, notayı koymak, aramak, basmak yeter; silahsız bir dünya için şarkı söylemeye değer.


kayıt / recording: Bandista, Stüdyo Red / İSTANBUL editing: Bandista
miksaj / mixing:
Stüdyo Red / İSTANBUL mastering: Analog Dimension / Krakovany, PIEŠŤANY kapak / cover: Bandista ağustos / august 2010

… ya emperyalizmin zaferi, tıpkı kadim Roma’daki gibi tüm bir uygarlığın çöküşü, nüfussuzlaşma, perişanlık … büyük bir mezarlık. Yahut enternasyonal proletaryanın emperyalizm ve onun savaş yöntemleri karşısındaki şuurlu etkin mücadelesi demek olan sosyalizmin zaferi. Bu dünya tarihinin dilemması, tam bir ‘ya o ya o sorusu;’ ibrenin hangi yöne döneceği kararı sınıf-farkındalığındaki proletaryanın önünde duruyor. Uygarlığın geleceği ve insanlık, proletaryanın devrimci enstrümanlarını eline alıp bu terazi dengesini bozmasına bağlıdır. Bu savaşta emperyalizm kazandı. Onun kanlı soykırım kılıcı, ibreyi ızdırabın uçurumuna doğru gaddarca bükmüştür. Tüm sefaletin ve utancın yegâne telafisi proletaryanın kendi kaderinin hükmünü nasıl ele geçireceğini ve hâkim sınıflara uşaklık rolünden nasıl kurtulabileceğini kaybettiğimiz bu savaştan öğrenmemiz durumunda olabilir.

Fotoğraf çekmek , şarkılara eşlik etmek , işgallere karşı özgürlüğü haykırmak serbesttir  , gereklidir !

Daha fazlası ve albümü indirmek için lütfen ziyaret ediniz  : http://tayfabandista.org/blog/

BLACKHAWK

‘İçinde Yaşamayı Seçtiğimiz Hapishaneler..’- DORIS LESSING

‘siyasi liderler , insanları harekete geçiren ve eski zamanlardan beri icra edilen numaraları becerikli bir biçimde kullanıyorlardı : shakespeare’in jülyus sezar’ına bakınız.. şimdi , tüm bunları daha da etkili hale getirecek uzanmaları da görevlendirdikleri bir aşamaya geçtik.. ama bunun panzehiri , bize karşı kullanılan bu numaraları bizim de açık bir toplumun içinde inceleyebilmemizdir.. elbette dallas’ı yada başka bir şeyi izlemek yerine onları incelemeyi seçersek..

dikkat çekmek istediğim nokta bize , bireyler , gruplar , kalabalıklar , güruhlar olarak kendimize dair ulaştırılan bilginin , bilinçli bir biçimde ve kasten uzmanlar tarafından kullanılmasıdır.. dünyadaki neredeyse bütün hükümetler vatandaşlarının idaresini ellerinde tutmak için bu uzmanları kullanır.. hükümetlerin araştırma sonuçlarını beyin yıkamak için kullandıklarını gözlemeye gün geçtikçe daha da muktedir olacağız ; ancak bunu istersek , onların kurbanları haline gelmeme kararlığında olursak..

bu arada , kendilerini iyiliğin , iyi niyetliliğin orduları olarak görmeyi seven bu insanların böyle araçları küçük görmesi de ilginç.. onların bu araçları kullanması gerektiğini söylemiyorum ; ama genellikle bunları araştırmayı bile reddediyorlar ; böylece onlar tarafından manipüle edilmeye açık hale geliyorlar.. bunu sınamak için , örneğin greenpeace’de , sosyalizmin çeşitli akımlarında yer alanlar ; nükleer savaşa karşı , yurttaşlık hakları için , tutuklu hakları için , işkencenin durdurulması , vs. için mücadele edenler gibi günümüzün iyi niyetli hareketlerinde yer alan bir dizi arkadaşımla bu konu hakkında konuşmaya çalıştım.. hepsi aynı şekilde tepki verdi : insan davranışlarını , bizim davranışlarımızı tarafsız bir biçimde , önceden tahmin edilmesi öğrenilebilir gibi incelemek gerici , ya da anti-özgürlükçü , ya da anti-demokratik bir şeymiş gibi , duygusal isteksiz , ve güvensiz bir tepki verdiler..

bize  karşı olanların böyle çekinceleri yok..

eğer kendi tanımlarına göre haklı , iyi ve doğru olduğundan emin ve kendilerine karşı olanlar kötüdür gibi tutumlara uygun olarak kendilerinden hoşnut bir grubun üyesiyseniz ; doğal olarak , araya bir mesafe koyarak nesnelliğe giden yolda gerekli olan bu adımları atmak zordur..

ama bu bazen thatcher’in son seçimi tüm bunları tama anlamıyla toparladı gibi geliyor : bir sahne amirinin yönetimi altında , gayet incelikli bir toplumsal reçeteye uygun olarak her hareketiyle ; çıkışı , girişi , gülüşü ve sözüyle sahnedeydi.. bu sırada michael foot yüce gönüllü ve hırçın bir biçimde , bir tren penceresini bilgi alamaya çalışan muhabirlerin yüzüne kapatıyordu..

hindistan’ın rajiv gandi’sinin , seçimleri milyonlarca insanın idolü olan bir film yıldızı dostunun yardımıyla kazandığını gördük.. sizin güneyinizde , yüzyılın en popüler başkanı bir film yıldızıdır – böyle söylendiğini duydum.. reagan’ın neden bu kadar başarılı olduğu tartışılırken , insanların ona oy vermesinin bir nedenin de , onun zaten bilet gişesinde seçimi kazanmış biri olabileceğinden hiç söz edilmediğini duydum ; bu yüzden çok güçlü bir gerçek dışılık hissine kapılmadım da değil..

gösteri aracılığıyla yönetmek.. her otoriter hükümet bunu gayet iyi anlar.. hitler’in , milyonlarca insanın histeriye tutulduğu kitlesel gösterilerini aklınıza getirin ya da dans eden güzel kızları , çiçekleri , şarkıları.. korku ve tehdidi bir arada kullanan sovyetler birliği’nin devasa askeri geçit törenlerini düşünün..’

‘hayatınızın birçok döneminde size baskılara karşı durmanın bir anlamı yokmuş , yeterince güçlü değilmişsiniz gibi gelecek..’

‘ancak size , bu kitlesel fikirleri , bu görünüşte karşı konulmaz baskıları nasıl sorgulayacağınız , kendiniz hakkında nasıl kafa yoracağınız ve kendinizi nasıl gerçekleştireceğiniz öğretilecek..’

‘size , fikirlerin ne kadar kısa ömürlü olabileceğini , görünüşte en karşı konulmaz ve ikna edici fikirlerin bir gecede nasıl tarihe karışabildiklerini görmeniz için tarihin nasıl okunulacağı öğretilecek.. size , insanların ve halkların gelişimini anlamanız için , insan türünün kendi kendini sorgulaması olan edebiyatı nasıl okuyacağınız öğretilecek.. edebiyat antropolojinin bir dalıdır , tarihin bir dalıdır ve biz bir fikri uzun vadeli insan hafızasının bakış açısına göre nasıl değerlendireceğiniz bilmenizi sağlayacağız.. çünkü edebiyat ve tarih , insan hafızasının , kayıtlı hafızanın birer dalıdır..’

‘kendi davranışlarınızı ve dostlarınızla anlaşmazlığa düşmek her zaman acı verici olacağı için – seni grup hayvanı seni- tüm hayatınız boyunca hem teselliniz hem düşmanınız , hem destekçiniz , hem de en büyük caydırıcınız olacak olan grup davranışlarını anlayabilmeniz için , bu derslere , bu yeni bilgi dalları , yani psikoloji , sosyoloji , vs. bilimleri eklenecek..’

‘size görünüşte ne kadar uyum göstermeniz gerektiğine bakılmadan – çünkü yaşayacağınız hayat genellikle uyumsuzluğun bedelini ölümle ödetir- kendi varlığınızı , kendi yargılama gücünüzü , kendi düşüncenizi derinlerde canlı tutmanız öğretilecek..’

İçinde Yaşamayı Seçtiğimiz Hapishaneler , DORIS LESSING , Çeviri : BERNA KURT , ÇİTLEMBİK Yayınları , 2003..

‘çaya , çorbaya , adaya , modaya limon..’ – ‘HALO DAYI’

‘kadehim doluysa boşaltan ben, kadehim boşsa dolduran yine ben..’

William IRISH (‘The Bride Wore Black’ – F. TRUFFAUT)

dünya kupası bitti sonunda ve o zulmeden ‘vuvuzela’ mıdır nedir adı o zımbırtının sesi kesildi.. yırttık yani.. o neydi öyle ya.. evde maç izlerken annem her gün gelip televizyonda arıza mı var diye sorup duruyordu.. bitti , bitti artık.. arı vızıltısı da değil , dünyadaki tüm arı kovanları sanki statlara doluşmuştu.. ayrıca o kafası her daim bizden güzel top ‘jabulani’den de kurtulduk.. serseri mayından beter düştü mü yere nereye gideceği belli değil.. kesin içi hava değil alkol doluydu , kafasını kırmışlardı jabulani denen topun..

fitbol afyondur , çağımızın mükemmel kafa buldurucusu , kafayı kaybettiricisidir.. hem de günah değildir bildiğim kadar hiçbir yerde.. bunları kabul ediyorum fakat bizim gibi kafası güzel arkadaşlara pek etkisi olmuyor eğlenmek , kafamızı boşaltmak dışında.. bu yüzden topluca maç izlemenin hastasıyız.. dün akşam final maçının sadece uzatmalarını izleyebildim çünkü ‘reis’ ve ‘serdar’la kafaları yumuşatıyorduk.. adam başı ikişer kasa birayı afiyetle tarihe ve mideye gömdük.. bu yüzden ziftlenmeyi bıraktığımızda ancak maçın uzatmalarına yetiştik..

final maçında ve turnuva boyunca gönlüm portakallardan yanaydı.. ama olmadı azgın boğalar ispanyollar aldı maçı son dakikada.. o biraz tesellimiz oldu.. ne de olsa ‘halo dayımızın’ dediği gibi ispanyollar da ‘arkadişimiz , hepsi arkidişimiz ve kanımız aynı yere akıyor..’ kanımız aynı yere akıyor derken futbolu afyon olarak kullanan ve 3f si (futbol fado fiesta , kimisi de 3s der , buna girmeyelim koparız , dağıtırız ) ile tüm faşistlerin taptığı ispanyol diktatörü franco’yla alakamız yok tabi.. dünkü maçtan hafızalarda kalacak olan sneijder’in gözyaşları ve iki şey daha : ispanyol ve hollandalı seyirciler yan yana , omuz omuza maçı izledi ve yan yana gülüp , ağladılar ve ikinci güzel şey ise ispanya kupayı aldıktan sonra sahaya inen ispanyol futbolcular kupayla sahaya indiklerinde iki sıraya ayrılmış hollandalı futbolcular hem ellerini sıktılar hem de alkışladırlar.. her şeyin top , başarı , futbol , skor olmadığını gösterdiler , herkese örnek olur umarım..

neyse bir dünya kupasını daha kapattık , halbuki daha dün gibi başlamıştı ve hiç bitmeyecek gibiydi.. uzun süre sohbetlere meze olur.. epeyi malzeme çıktı dünya kupasında.. mesela alın size ‘dayı’mızla ilgili yakın zamanda yaşanmış komik bir anekdot dünya kupasından..

‘dayı’ , ‘abidin dayı’ , ‘ciğerim’ , bir urfalı ahbabımız ve ben kadıköy’de yıllardır takıldığımız bir mekanda oturmuş dünya kupası maçı izleme ayağına ziftlenip içiyoruz.. maç ‘almanya-arjantin’ maçı.. ben ve ‘abidin dayı’ hariç herkes arjantin’i tutuyor.. che hayranı , che dövmeli , castro’nun yakın arkadaşı ve fahri kübalı maradona’ya rağmen nedense ben almanya’yı tutuyorum.. her zaman olan kılçıklığımdan değil ama.. o sırada mekanda var yirmi kişi , aralarında ‘abidin dayı’yla birlikte almanya’yı tutan iki kişiden biriyim.. benimkisi belki de alman oyuncu philip lahm’a olan ‘aşkımdandır’..

her neyse aşklara meşklere girmeyeyim , maçı almanya’nın baştan zaten kopardığı açıkça belli olunca ben televizyona arkamı dönüp urfalı ahbabımızla kadehleri bir ileri iki geri seri şekilde tokuşturup havadan sudan konuşurken baktım ‘dayı’ yerinde duramıyor , kıpır kıpır , spikerin her sesi yükselişinde ayağa fırlıyor ‘dayı’.. bir ara ‘dayı’ bana dönüp sırtıma sağlam bir yumruk indirip ‘arjantin bastırıyor , geliyor goller’ diyince arkamı döndüm televizyona baktım fakat yine almanya atak üstüne atak yapıyor.. gülümsedim.. o sırada ‘dayı’ öyle bir ‘yuh’ çekti ki döndüm baktım tekrar televizyona almanya yine yüzde yüzlük gol kaçırmış ama ‘dayı’ bir bağırıyor ki sormayın : ‘allah belanızı versin bu golü atamayacaksanız da almanya’yı nasıl yeneceksiniz.. al şu kazmayı oyundan maradona daha ne duruyorsun’ diyince yenilgiden dolayı sinirli olan herkes ve abidin dayı , ben gülmekten yıkıldık yerlere.. meğer dayı maçı takip etmeye başladığı andan itibaren almanya’yı , arjantin diye izliyormuş.. kaç dakika güldük bilmiyorum ama ‘dayı’ bize küfür edip yandaki kahveye kaçtı , bir iki el kağıt oynayıp ikinci yarının ortalarında çaktırmadan yanımıza geldi.. fakat maç bitene kadar maçla ilgili tepki vermedi.. ‘dayı’ sen bizim her şeyimizsin..

Crockett..

CAFE BALZAC TERAS..

CAFE BALZAC TERAS..

günlerdir size güzel bir mekanı anlatmak istiyorum fakat bir türlü bu anlatmak istediğim mekandan kurtulup fırsat bulamıyorum size anlatmaya.. açıldığından bu yana sanırım yirmi gün geçti , işte bu süre zarfında hayatımızın akışını değiştiren sıcacık bir mekan oldu : cafe balzac teras..

cafe balzac teras kadıköy’de alkım kitapevinin terasında açıldı..

eşsiz bir manzarası var balzac cafe’nin.. istanbul önünüzde tüm ihtişamıyla.. haydarpaşa garı’ndan , galata kulesi’ne , sultanahmet’e , ayasofya’ya , topkapı sarayı’na , gelip geçen vapurlara kadar boğazın eşsiz güzelliğiyle tüm istanbul önünüzde.. dilerseniz sadece deniz ve gökyüzüne kendinizi hapsedebilirsiniz..

cafe balzac’ın sağlam , temiz ve güzel bir mutfağı var.. yemek menüsü geniş bir seçenek imkanı sunuyor size.. kaliteden ödün vermedikleri gibi yemekleri oldukça lezzetli.. isteyene fast food tarzı yemekler de var menüde.. sabahları bu eşsiz manzarada kahvaltınızı da yapabilirsiniz..

tabi bizi ilgilendiren en önemli konu doğal olarak cafe balzac’ın içecek menüsüydü.. bu mekanı ilk keşfeden pirimiz ‘halo’ yani ‘dayı’ gidip bu hususta keşif yapmış bizi götürmeden bir gün önce.. çünkü ne o ne de biz böyle güzel manzaralı bir yerde alkolsüz bir mekana tahammül edemezdik.. canımız çekerdi , kötü olurduk , yazık olurdu bizlere.. ama korkmayın yemek menüsü gibi içecek konusunda da çok geniş bir menüsü var cafe balzac’ın.. alkollü , alkolsüz istediğiniz içeceği bulabilirsiniz.. balzac’ın hayatını ve kahveye düşkünlüğünü bilmezdim ama cafe balzac’ta öğrendik ki balzac’ın hayatı boyunca elli bine yakın aşırı sert kahve içtiği tahmin ediliyor.. kahveye pek düşkünmüş balzac üstadımız.. hoş bizim tayfanın kahveyle değil de daha çok alkol çeşitleriyle arası var..

cafe balzac teras’ta çalışan personel arkadaşlarımız da çok sıcak ve cana yakın insanlar.. aylak aylak sekiz dokuz saat oturduğumuzda bile gözlemlediğimiz : saatlerdir ayakta olmalarına ve sağa sola koşturmalarına rağmen yüzlerinde sıcak gülümsemeleri hala arkadaşların yüzlerinden eksik olmuyordu.. hepsine verdiğimiz uzun rahatsızlıklardan dolayı buradan hem özür dileyelim hem de teşekkür edelim.. burada çalışan arkadaşların en çok merak ettikleri şuydu : bizim her gün aylak aylak saatlerce nasıl oturabildiğimiz ve işimizin gücümüzün olup olmadığıydı.. sonra onlar da vazgeçti bunu düşünmekten.. bizi sessizce anlayıp gülümsediler aylaklığımıza..

cafe balzac teras’ın bir özelliği de sanat , edebiyat çevrelerinden bir çok tanınmış ismin burayı mesken edinmesi.. sevdiğiniz yazarlarla , sanatçılarla kahve içerek güzel bir sohbet etmek istiyorsanız doğru adres kesinlikle burası..

tabi ki diyeceksiniz anlat anlat da sadede gel : önemli olan fiyatlar.. fiyatlar ne alemde.. fiyatlara da beş yıldız mı versem , on numara mı desem bilmiyorum , ya da manzaradan mı etkilenip diyorum bilmiyorum ama bu kalitede ve bu manzaraya sahip benzer mekanlara göre de oldukça uygun bir fiyat listesi var..

bu yazıyla kendimi biraz garip hissettim.. bir an ne oluyorum ya dedim mehmet yaşin ve vedat milor’a mı öykünüyorum ne.. haddime değil kesinlikle.. sadece bu hoş mekanı tanıtayım istedim..

işte neyse biz yirmi günü geçtik belki ama bu mekanla yatıp bu mekanla kalkıyoruz.. dayı bir bulaştırdı bizi yörüngemiz değişti.. çevremizdeki insanlara da anlatınca ya da onları oraya götürünce müptelası oluyor herkes.. bazen gittiğimizde bakıyoruz cafe balzac teras  ‘dayı’nın müritlerinin mekanına dönmüş.. ah ‘halo’ ah senin için mekan önemli değil önemli olan içmek ama bizim aklımız havada bulaştırdın bizi bu mekana kendin tüydün gittin.. bir oradasın bir burada.. neyse ki ben mücbir sebeplerden beş altı gündür kendimi kurtardım mekandan.. ama inanın zor tutuyorum kendimi , çok özledim cafe balzac’ı ya da terasımızı ya da çatımızı , ya da damımızı..

uzun ömürlü ve hep aynı kalitede olması dileğiyle cafe balzac teras’ın yolu açık olsun diyelim ve son olarak ayhan sicimoğlu üstadım gibi ‘hastasıyız’ diyerek bu karışık alkollü yazıya bir son vereyim..         

Crockett..

‘beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta.. / beni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder..’ – RIFAT ILGAZ (24 Nisan 1911 – 07 Temmuz 1993)

DEFNELER ÖLMEZ..

Bir mevsim var ki üşütür yeşilliğimi

Ben geceyle gündüzü bilirim yılları değil.

Ölümsüzlüğü getirdim kıyılarınıza

Düşlerimde hep uzak denizler… Kıyılar…

Gidemem, bağlıyım toprağıma.

 

Dalımla yaprağımla, ben

Bir savaş simgesiyim oysa

İnsan kardeşlerimin gözünde!

Utkular düşleyen başlar için

Bir çelenk..

 

Savaşlar, soykırımlar gördük,

İskenderler, Sezarlar,

Ne atlar kaldı onlardan, ne meydanlar…

Gittiler, yıkılıp birer birer,

Biz kaldık.

En kıraç topraklarda tutunduk,

Biz defneler.

 

Dal kırılır, yaprak dökülür

Ölür mü acılara katlanmasını bilenler,

Direnenler tüm kırımlara karşı…

Ölmez sevgiden yana olanlar

Defneler ölmez..

RIFAT ILGAZ

GİDİŞİNİ ANLATIYORUM.. 

Sen gidiyorsun ya işine yetişmek için

Saçlarını, gözlerini, ellerini

Neyin varsa toplayıp gidiyorsun ya

Her seferinde bir şey unutuyorsun sıcak

Termometrede yükselen çizgi çizgi

Kim bilir nerelerde soğuyorsun

 

Senin gözbebeklerin var ya kadın kadın gülen

İnsan insan bakan gözbebeklerin

Beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta

Beni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder

 

Ne gelirse onlardan gelir bana

Çalışma gücü yaşama direnci

Mutluluk gibi kazanılması zor

Mutluluk gibi yitirilmesi kolay

 

Bir açarsın ki mutluyum

Bir kaparsın her şey elimden gitmiş

 

RIFAT ILGAZ

SON ŞİİRİM..

Elim birine değsin,

Isıtayım üşüdüyse

Boşagitmesin son sıcaklığım !

RIFAT ILGAZ