Archive for the ‘Güncel’ Category

SARIIIIIIIIII.. KIRMIZI..

SARIIIIIIIIII.. KIRMIZI..

‘günler geçiyor.. aylar , yıllar geçiyor.. şairin dediği gibi ‘yırtarak geçiyor kalbimizden hayatı da törpüleyen zaman..’

sessizce oturuyorum günlerdir.. çevremi , dünyayı izliyorum.. nereye doğru bir gidiş demiyorum zaten cehennemin tam ortasında yol alıyoruz..

başlamadan ‘aylakadamız’ın yeni sunucuya taşınması için günlerce emek harcayan ‘reis’e teşekkürlerimi sunuyorum.. sitenin fikir babası ve yaratıcısı kendisiydi , yaşaması için de elinden gelen her şeyi sonuna kadar yapıyor ‘reis’..

günlük oynanan tiyatrolar üzerine bir şeyler yazmak istiyorum kaç zamandır.. yazıyorum siliyorum.. tıpkı senin gibi ‘yalanım..’ hani yazardın da sonra birden tuşlara basıp silerdin ya , vazgeçtim yazmaktan derdin ya ona benziyor işte..

ama benimkisi öfkemden dolayı vazgeçişler.. yazıyorum yazıyorum sonra siliyorum.. kocaman kocaman yağmak istiyorum.. işte o an ne yapılmak istendiğinin farkına varıyorum ve susup duruyorum.. küçücük dünyalarımıza hapsedilmiş biz insanları artık son noktaya getirip toplu şekilde çıldırtmak ya da toplu şekilde teslim almak istiyorlar..

böyle öfkeli anlarımda kendime daha fazla zarar vermemek için kendi dünyamın derinliklerine doğru inerim , kitaplardan filmlerden oluşan küçücük yaşam alanıma çekilirim işte.. ya kitap ya müzik ya dergi ya filmlere dalarım..

gerçi bu gidişle yakında oralara da el atacaklar.. anayasadan ve milletten aldıkları yetkiyle bizim için ‘zararlı’ dergi , kitap , müzik ve filmleri de ya yasaklayacaklar ya da yaş sınırı getirecekler.. çıldırmamak ve gülmekten kırılmamak elde değil..

koskoca adamlar çıkmış ‘biz gençlerimizi , insanlarımızı düşünüyoruz ve onları koruyoruz’ diyorlar.. 

yalan bu cümlelerin her yerinden fışkırıyor.. siz kimsiniz kardeşim , insanları koruyoruz diyorsunuz.. insanların anası babası mısınız , insan terbiyecisi misiniz.. özgürlük , özgürlük dediğiniz hikayeler bunlar mı.. yaşam alanlarını gasp etmek mi..

insanlar 18 yaşında size ya da başkasına oy verebiliyor , anayasa değişikliği için evet ya da hayır oyu verebiliyor bunda mahsur yok.. askere 20 sinde gidebiliyor.. silah ruhsatı almak isterse alabiliyor , sonra o silahla istediğini ya da kendisini vurup katil olabiliyor.. bunda da mahsur yok.. ehliyet alıp olası trafik canavarı ya da mağduru olabiliyor.. şirket kurabiliyor.. istediği dine inanıp ,  her türlü dini vecibelerini yerine getirebiliyor.. internete girebiliyor.. siyasi partilere üye olabiliyor.. sigara içip kanser olabiliyor.. hormonlu ya da genetiğiyle oynanmış katkılı yiyecekler yiyip kanser olabiliyor.. evlenebiliyor ve 18inde evlenince 3 sene içinde emir üzerine 3 çocuk yapabiliyor ve bu çocukları büyütmeye onları yetiştirmeye başlayabiliyor vs vs.. bunlar yapabildiklerinin sadece bazıları..

ama ne yapamıyor artık içki içemiyor , bir bira alamıyor.. niye burada yüce devlet mekanizması giriyor devreye ve ‘aman cicim diyor sana , sağlığına , ruh sağlığına zararlı olabilir , accük daha bekle 24’üne kadar.. sonra iç..’

ya komedi işte komedi.. her türlü abuk subuk ölümün yaşandığı ülkemizde sağlığımız bir alkolden korunuyor.. ha bu arada sigara mı , isteyen alabiliyor sigara , sonuna kadar serbest.. ona yasak yok.. çünkü sigaradan korumaya gerek yok gençleri de insanları da.. koydular gösterme yasakları ; toplu yerlerde , kapalı yerlerde içilemiyor filan diye.. hikaye herkes her yerde içiyor.. yazın sonuna doğru bir iş için gittiğimiz urfa’nın çok güzel ve yeni adliye binasında memurları ya da vatandaşları ellerinde yanan sigarayla ya da altınlı gümüşlü tabakalarından urfa tütünüyle sigara sararken koridorlarda gördüğümüzde arkadaşımla gülmekten kopmuştuk.. sonra bir mübaşire sorduğumuzda ‘burada yasak yok ve uygulanması imkansız’ demişti..

sonra bir gün sorulunca ‘ee biz ne yaptık ki , aksırıncaya tıksırıncaya kadar zaten içiyorlar’ diyor.. bu haberi de internetten tam biz mekanda topluca aksırıp tıksırıncaya kadar içerken okudum.. haber yeni düşmüştü ajanslara.. sesli olarak okuyunca kendileri okumaya başladılar tüm arkadaşlar yanıma yanaşıp çünkü kafa buluyorum zannettiler.. okuduklarında gözleri faltaşı gibi açıldı.. hemen esip gürleyip yağanlar oldu , susup içinden daha beter yağanlar oldu.. kardeşim etki tepki meselesi işte.. sempatik olmayı bileceksiniz.. madem bir şey yapıyorsunuz insanları incitmemeye çalışın.. özgürlük özgürlük diyorsunuz sonra ne farkınız kalıyor böyle yapınca eleştirdiğiniz kesimlerden.. hikaye..

şimdi trilyonluk yalılarında ya da residance mıdır nedir oralarda oturup sıcak şaraplarını içerken bu haberleri yorumlayan ve devamlı size tam gaz destek veren liberal geçinen ama kendilerine liberal olan liberaller ve sarı solcuları merak ediyorum.. tek başlarına kaldıklarında yani kendi içlerine konuşup düşündüklerinde ne düşünüyorlar , ne diyorlar çok merak ediyorum.. çünkü onlarda yürek yoktur çıkıp kamuoyunun önünde bu durumu eleştirsinler..

her neyse bu meseleye fazla takılmayayım diyeceğim ama geçenlerde zap yaparken tesadüfte olsa çıldırma noktasına geldiğim anlardan birisi oldu.. mürekkep yalamış , okumuş , eserler vermiş birisi olarak bildiğimiz pek sayın murat bardakçı hazretleri canlı yayında fatih altaylı ile  yaptıkları programda şöyle buyurdu ‘alkol meselesi zapturapt altına alınmalı..’ evet evet aynen böyle dedi.. birçoklarınızın severek okuduğu ya da dinlediği murat bardakçı böyle dedi.. pek demokrat fatih altaylı bile bu söz üzerine durumu toplamaya çalıştı , sözü geri alması için yada düzeltmesi için manevralar yaptı ve onu da sonunda sinirlendirdi bu laf.. bilmiyorum , bilmek ve anlamak da istemiyorum murat bardakçı’nın derdini bu lafı söyledikten sonra..

gelelim aksırıp tıksırma meselesine.. kardeşim yaşam tarzı , giyim kuşam , özgürlük falan diyorsunuz bari samimi olun.. 8 senedir iktidarda olan partisiniz , şimdi mi aklınıza geldi anayasadan aldığınız yetkiyle insanları gençleri korumak.. 8 senedir neredeydiniz.. 8 senedir siroz olan , karaciğer yetmezliği yaşayanlar veya içki nedenli diğer hastalıklara yakalananlar ne olacak.. şimdi onlar yada yakınları kalkıp size dava açmasınlar yahu.. aman bu konuda da bir düzenleme yapılsın tez vakit lütfen.. yeminlen sizi düşünüyorum.. maazallah tazminatların altından kalkamazsınız sonra benden söylemesi..

ayrıca neden 24 yaş.. ben bir de buna çok taktım.. neden 25 yada 23 değil.. 24 yaşına kadar ne oluyor kardeşim.. ha diyorsunuz ki 24’e kadar içirmezsek sonra hiç içmez mi.. böyle mi diyorsunuz.. böyle bir bilimsel çalışma mı yayınlanmış , bilimsel bir makale var mı kardeşim.. varsa biz de okuyalım da.. 24 e kadar içmeyen insan 24 ünden sonra daha beter içer be agalar.. hem öyle aile terbiyesi , insan eğitimi filan boş işler bunlar.. biz iki kardeşiz , babamız 65ine merdiven dayamış , hayatı boyunca hiç içki içmemiş olduğunu söyler ve söylerler.. bununla da gurur duyar.. ha biz iki kardeş ne durumda mıyız aksırıncaya tıksırıncaya kadar içeriz.. üstelik benim kardeşim koyu bir alkol karşıtı olmasına rağmen kendiliğinden 20 sinden sonra içmeye başladı.. ne teşvik eden ne de yasak koyan vardı ona.. ha biz iki kardeş kötü insanlar mıyız kesinlikle değiliz.. insanlığa , topluma her şekilde faydamız oluyordur biraz eminim..

her neyse agalar hükümetsiniz dilediğinizi yaparsınız.. kimse bir şey diyemez.. çünkü o sizin takdirinizdir.. seçimle gelip iktidar olmuşsunuz kimsenin müdahale şansı yok bu konuda.. yarın başka parti gelir başka türlü ülkeyi yönetir.. bu böyle gelir gider..  kimse ilelebet oturamıyor malum o koltuklarda.. 37 yaşımdayım kimler geldi geçti gördük bu ülkede.. bir daha gitmez diyenler unutuldu gittiler.. o yüzden kimse sizin iktidardayken yaptığınız icraatlara eleştiri getirmek , tartışmak dışında bir şey diyemez.. ama o icraatlar arasına insanların yaşam alanlarına yönelik müdahaleler (saçma sapan , hukuka dayanmayan , bilimsel gerçeklerle örtüşmeyen nedenlerle) girerse o icraatlara karşı sesler yükselmeye başlar..

hani şimdi tarih pek moda ya ve şimdi dizilere de müdahale ediliyor ya.. o yüzden tarihten örnek vereyim diyeceğim ama pek bir bilinen şey olacak.. dördüncü murat mı kimdi bilmiyorum , bana zorla okutulan tarihte öğretilmişti.. bu padişah asmış kesmiş ama engelleyememiş içki , sigara içenleri.. aynı hızla devam etmiş içenler ve çoğalmışlar toplumda.. ee ne oldu dördüncü muradı neyle hatırlıyoruz şimdi tarihte.. içki , sigara yasakçısı vs..

işin uygulama kısmına gelince bu yasaklar içki kullanımını azaltmaz agalar beyler.. tersine arttırır.. hele 20 cclik içkilerin satışının yasaklanması tam komedi.. şimdi adam 20 cclik rakı alıp içiyordu.. yetiyor bu diyordu.. 20 cclik rakısı bitince içki de bitiyordu yani adam istese içemiyordu.. ee şimdi ne olacak adam ya da kadın evine giderken 35 lik ya da 70lik alacak ya da daha ekonomik diye litrelik rakı alıp götürecek.. işte mesele burada başlayacak adam ya da kadın 20 lik içerken şimdi masada kuzu gibi 35 lik yada 70 lik duruyor olacak gözünün önünde ve ver bir duble daha , ver bir tek daha filan derken alkol tüketim oranı günde 20 likten 70liğe litreliğe kadar varıp ‘aksırıp tıksırıncaya’ kadar içmiş olacaklar.. ha bunun tek çözümü var komple yasaklayacaksınız.. ama o zamanda ne olur biliyor musunuz o pek mükemmel dediğiniz ama icra dosya sayılarının ecevit hükümeti döneminin kat be kat üstüne çıktığı günümüzde sahte geçici önlemlerle ayakta duran ekonominiz çöker komple.. bu ülkede en yüksek vergileri alkol , sigara ve benzinden alıyorsunuz malumunuzdur.. hadi komple yasaklayın görelim sizleri.. o zaman benzini herhalde 20 lira yaparsınız toparlayabilmek için.. içki içenlere en azından bu vergiler yüzünden biraz saygı lütfen , saygı..

bu içki muhabbeti çok uzadı ve ben başka meselelere giremedim daha.. devamlı aksırıp tıksırarak içtiğimden içimdekileri biraz kusmak istedim sadece.. yoksa şükür 24 ü çoktan geçmişim , öyle galalara ya da kokteyllere filan da gittiğim yok.. işim olmaz.. yani kısacası bu yasağınız bana değmiyor , şimdilik.. ama yine de rahatsız ediyor insanı işte.. umarım bu konuda daha fazla rahatsız etmezsiniz insanları..

alkol meselesini ancak bitirdik.. oysa daha heykel ve büyük galatasaray meselesi vardı.. hele galatasaray vakası yok mu ah ah durup dururken tekrar cimbom aşkımı körükledi.. kendimi bildim bileli galatasaraylıyım.. sarı kırmızı renklere küçükken vurulmuştuk.. lise yıllarımda hiçbir maçını kaçırmazdım.. ta ki kar altında oynanan werder bremen avrupa kupası maçına kadar.. o maç öncesi ve sonrasında sekiz saat boyunca tipi yağan sulu kardan ıslanıp çok fena hasta olmuştum , ses tellerim geri dönüşü olmayacak şekilde zarar görmüştü.. bir ay boyunca konuşmam yasaklanmıştı çünkü ses tellerimi tamamen kaybetme riski vardı.. iyileştim ama o maçtan sonra gelen bu hastalıkla tribünlerden jübilemizi aile zoruyla yapmıştık..

sonraları da top meselesinden soğumuştum politik nedenlerle.. iç ve dış politikada futbol sonuna kadar kullanılmaya başlanmıştı egemenler tarafından.. bu soğumaya rağmen galatasaraylılık kalbimizde yaşıyor , damarlarımızda kan kırmızı akıyordu.. neyse işte geçenlerde cimboma yeni stadyum yapmışlar , onun açılış töreni sırasında bazı ıslıklı filan protestolar olmuş.. sonra da çeşitli çevrelerden malum açıklamalar arka arkaya geldi..

kafama en çok takılan sanki sadaka veriliyormuş gibi galatasaraya stadın verilmesiydi.. yıllar boyunca bu ülkenin asla kimse tarafından yapılamayacak reklamını yapmış olan galatasaraya bir lütufmuş , bir sadakaymış gibi stat veriliyordu.. galatasarayın hiçbir katkısı yokmuş falan filan.. 70 milyonluk ülkede en azından 30 milyon galatasaraylı var , bu stadın inşaatı da işte o galatasaraylıların ve diğer vatandaşların vergileriyle yapılıyor.. cebinizden yapmıyorsunuz o statları.. galatasaray’ın üst hakkı olan ali sami yen stadını ihaleyle verdiniz işte başkalarına.. o yeter zaten on stat yapmaya.. benim tavsiyem milletin içkisiyle filan oynayın ama galatasaraylılarla uğraşmayın bence.. nerden baksan 30 milyon galatasaraylıdan en az 15 milyon oy kullanan vardır.. bu oylardan kaybetmek istemezsiniz değil mi.. bu konuda birkaç laf da sayın başkan adnan polat’a.. başkan yakışmadı size.. galatasaraylılık bu değildir.. galatasaray tarihine biraz baksın.. öyle kameraya bakıp stada sokmayacağız ıslık çalanları demek galatasaraylılık ruhuyla bağdaşmaz.. yakışmadı sayın başkan..

neymiş ıslıklama olmuş.. ne yapmaları gerekiyordu , insanların damarına basan konuşmalar nedeniyle tepki vermesi gerekiyorsa..

benim sizlere önerilerim var çünkü bu tür ıslıklamalar filan devamlı olmaya başladı.. daha öncede bir milli basket maçında da olmuştu.. önerilerim şöyle : bu tür vakalar olunca derhal stadın ya da salonun kapıları kapatılsın , tüm stat veya salon gözaltına alınsın.. eğer kulüpler düzeyinde bir maçsa ev sahibi takım derhal küme düşürülsün , yönetimleri tutuklansın.. tarihte statlarla da ilgili acı anılar var.. gerek latin amerika gerekse irlanda da statlarda acı olaylar yaşanmıştı.. işte bu olaylardan hareketle örnekler alınarak statlarda bu tür olaylar olunca açık hava hapishanesine çevrilsin statlar ve içindekiler gözaltına alınıp salıverilmeden derhal yargılanıp o stadyumlarda ömür boyu hapse mahkum edilsinler..

 diğer bir önerim statlara maç izlemeye gidenlere olası ıslıklı protestoları önlemek için stada girerlerken zorla hepimizin çocukken yediği leblebi tozu yedirilsin ve sıvı namına stadyuma hiçbir şey sokulmasın.. böylece ıslıklı protestolar önlenmiş olur.. malum leblebi tozu yiyen sıvı bir şey almadan zor ıslık çalar.. hem bu ıslıklama önlenirse karşı takım da ıslıklanmaz , böylece takımlar arasında kardeşlik ve barış sağlanır..

yine stadyumlara müsabakaları izlemeye gelenlerden sabıka kaydı istensin ve geniş gbt taramaları da yapılsın..

ayrıca aksırıp tıksırıp içerek stadyumlara gelen ve protestocu olma olasılıkları yüksek insanları önlemek için turnikelerde  alkol kontrolü yapılsın , geçemeyenler içeriye alınmasın..

sonra mı süt liman baba ortalık oh ne güzel.. gir maçını izle gör bak var mı ıslıklayan.. ha bu projeler tutmadı mı o zaman yine kökten çözüm seyircisiz oynatın maçları herkes evinden izlesin yahu.. hem böylece sadaka olarak verilecek stadyum yapmaya da gerek kalmaz.. oldu da bitti maşallah..

(mehmet aksoy – insanlık anıtı..)

son olarak da accük heykel meselesine gireyim.. ya agalar beyler yapmayın bakın seçim zamanına geliyoruz.. yeterince antipatik hareketler yapıyor her kesimden herkes.. bir de siz  taşlara kafayı takmayın.. tüm illere gidiyoruz , her ille ilgili illa ki bir şey söyleyeyim mantığıyla hareket etmeyin.. ne gereği vardı işte heykel meselesinin.. daha yakın zamanda allonoi meselesi olmuştu.. ondan ders alınmadı şimdi kars’ta eski kendi belediye başkanınızın ön ayak olup ve kendi kültür bakanınızın onay verdiği insanlık anıtı heykeli meselesi hortladı.. benim şahsen sevmediğim bir şarkıcı allonoi’nin baraj suları altında kalacak olmasına tepki verdi , adamı nefes aldığına pişman ettiler.. bakanın teki kalkıp o şarkı söylemeye , müziğine baksın , anlamadığı işlerle uğraşmasın dedi.. güler misin ağlar mısın.. yahu adam kendi çapında bir sanatçı hem de dünyaca ünlü.. adamı sev sevme , adam tarihi bir yer katledilmesin diye fikrini söylüyor.. vay vay , vay babam vay.. adamı bin pişman ettiler.. herkes susacak bu ülkede , bir kendileri konuşacak.. biz şakşakçılık yapacağız.. tıpkı kendi milletvekilleri gibi.. başkanları kürsüden karayolları haritası gösteriyor , hurra alkış tufanı.. ‘durun yahu’ diyor , ‘bu esas harita değil , niye hemen alkışlıyorsunuz..’ alkışlayacak tabi , adam alışmış şakşaka.. ezbere alkış hurra.. bence bu tip parti toplantılarında a partisi olsun b partisi olsun tüm partiler için önde amigolar gibi ya da televizyon programlarında alkış işareti veren görevliler gibi bir şakşak görevlisi istihdam edilsin.. böylece olası alkış kazalarının önüne geçilmiş olur..

(mehmet aksoy – 1 mayıs 1977 heykeli..)

neyse meseleden yine kaydık başka yerlere , biz heykele dönelim.. işte malum ‘ucube’ kelimesi söylendi orada.. ya heykeli sen yaptırtmışsın , anıtlar kurulu , kültür bakanlığı onay vermiş.. heykelin kaba inşaatı bitmiş.. sonra politik ayrılıklar oluşmuş ve heykel yarım kalmış.. simgesel olarak ve fikir olarak çok güzel bir girişim.. tamamlanınca daha da güzel olacak eminim.. hemşerim mehmet aksoy’u fazla tanımam.. eserlerini denk geldikçe gördüm.. özel bir ilgim olmadı.. bu olaydan sonra iyi bir daldım mehmet aksoy’un eserlerine.. bunda ‘sarı’nın katkısı var biraz.. gerçekten mükemmel eserleri var ustanın.. hayran kalmamak elde değil.. insanlık anıtı heykeliyle ilgili konuşmalarını da dinledim ve gerçekten ona yapılan bu haksızlığa çok üzüldüm..

(mehmet aksoy – anlamak..)

heykele daha önce izin veren anıtlar kurulunun bu kez yıkılması gerekir diye karar vermesi daha da korkunç bir olay..

hele bir partinin il başkanının konuşması vardı ki ağlamak istedim.. bu beyefendiye göre efendim heykelin bir parçası türk’ü simgeliyormuş , diğeri de ermeni’yi.. türk kısmı mahçup bir şekilde elini ermeni’ye sanki özür dileyerek uzatıyormuş , bu da bizim ülkemizi küçük düşürüyormuş.. muş muş muş muş muş muş muş muş muş muş.. ne dersiniz bu çözümlemeye.. kimse kimseye değil artık heykeller bile el uzatamayacak birbirlerine bu ülkede.. o bile yasak.. taş kesilsen ne yazar , yassah kardeşim işte..

(mehmet aksoy – kayıp anaları..)

bu saydığım acayiplikler kafka’nın romanlarında , cronenberg’in filmlerinde bile rastlamadığım derecede acayiplikler.. gerçi mehmet aksoy’un başına yıllar önce de ‘tükürürüm böyle heykellerin’ içine olayı gelmişti.. kendisi alışkın biraz bu ülkede bir sanatçı olarak aşağılanıp , horlanmaya..

ne acı olaylar bu çağda değil mi.. ben hep susmak istiyorum bu durumlarda üzüntümden.. susup içime içime ağlamak istiyorum.. hele bu heykel meselesinden sonra devamlı gözlerimin önüne talibanların afganistan da binlerce yıllık buda heykellerini dinamitle havaya uçurması geliyor.. insanlığın hafızasına kazındı o görüntüler.. şimdi mehmet aksoy diyor ki dinamit koymadan zor yıkılır o heykeller.. ne olur ‘ucube mucube’ filan diyin ama aynı görüntüleri yaşatmayın bu ülkeye..

(mehmet aksoy – nelson mandela..)

daha yazılacak onlarca konu var , çok doluyum ama oturup artık biraz mola verip aksırıp tıksırıncaya kadar içerek ucubeleşmek istiyorum müsaadenizle..

gülüşünüzle , sanatla ve heykelle kalın aylaklar..’

Crockett..

Teşekkürlerimizle

27 Nisan 2009 ‘ da başlamış olduğumuz bu serüvene siz değerli takipçilerimizin  desteği ve ilgisinden dolayı sitemizin bulunduğu sunucu yetmemeye başladı ve bugün aylakadamiz.com artık yeni sunucusuna taşınmış bulunuyor .

Siteyi kurarken önce kimse girmez takip etmez diye düşünüyordum ama bugün geldiğimiz noktayı inanın bende kestiremiyorum . İnanılmaz bir hit sayısı ve takipçi kitlesine ulaştı aylakadamiz.com sayenizde .

Burada bu siteyi her zaman beni destekleyen biricik ağabeyim , sevgili dostum güzel insan Crockett ‘ e huzurlanırzda teşekkürü bir borç bilirim . O’nun bu desteği olmasaydı bu site olmazdı .

Biz var oldukça , siz var oldukça aylakadamiz.com sonsuza kadar yaşayacaktır . Yakında aramıza katılmasını beklediğim sevgili kardeşim “Yüco” da burada yazılarıyla ve paylaşımlarıyla aramızda olacak . Kendisine şimdiden aramıza , ailemize hoş geldin diyorum  .

Normalde bu kadar uzun yazamam aslına bakarsanız ama bugün bir ayrı mutluyum , çok değişik duygular içindeyim . İlk defa bu hayata bir gol attım . Aylakadamiz.com bugün geldiği bu durumda en güzel şeyleri hak ediyor .

İyi ki varsınız sevgili dostlar .

BLACKHAWK

 

 

 

19 OCAK 2007..

Ruh Halimin Güvencin Tedirginliği


Başlangıcında, “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım.
Bu ilk değildi. Benzer bir davaya zaten Urfa’dan aşinaydım. 2002 yılında Urfa’da gerçekleşen bir konferansta yaptığım konuşmada “Türk olmadığımı… Türkiyeli ve Ermeni olduğumu” söylediğim için “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla üç yıldan beri yargılanıyordum. Duruşmaların gidişatından dahi habersizdim. Hiç ilgilenmiyordum.Urfa’dan avukat arkadaşlar gıyabımda yürütüyorlardı celseleri.
Şişli Savcısı’na gidip ifade verdiğimde de hayli umursamazdım. Sonuçta yazdığıma ve niyetime güveniyordum. Savcı, yazımın sadece birbaşına hiç bir şey anlaşılmayan o cümlesini değil, yazının bütününü değerlendirdiğinde, benim “Türklüğü aşağılamak” gibi bir niyetimin bulunmadığını kolaylıkla anlayacaktı ve bu komedi de bitecekti.
Soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordum
Kendimden emindim
Ama hayret işte! Dava açılmıştı.
Yine de iyimserliğimi kaybetmedim.
O kadar ki, telefonla canlı olarak bağlandığım bir televizyon programında, beni suçlayan avukat Kerinçsiz’e “Çok heveslenmemesini, bu davadan herhangi bir ceza yemeyeceğimi, eğer ceza alırsam bu ülkeyi terk edeceğimi” dahi dile getirdim. Kendimden emindim, gerçekten yazımda Türklüğü aşağılamak gibi bir niyetim ve kastım -hiç ama hiç- yoktu. Dizi yazılarımın tamamını okuyanlar bunu çok net olarak anlayacaklardı.
Nitekim işte, bilirkişi olarak tayin edilen İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyetin mahkemeye sunmuş olduğu rapor da bunun böyle olduğunu gösteriyordu.
Endişelenmem için bir sebep yoktu, davanın şu ya da bu aşamasında muhakkak yanlıştan dönülecekti.
“Ya sabır” çeke çeke…
Ama dönülmedi.
Savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmamı istedi.
Ardından da hakim altı ay mahkumiyetime karar verdi.
Mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum. Şaşkındım… Kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı.
“Bak şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınız” diye dayanmıştım günlerce, aylarca.
Davanın her celsesinde “Türkün kanı zehirlidir” dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında.
Her seferinde “Türk düşmanı” olarak biraz daha meşhur ediliyordum.
Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle.
Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. Yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu.
Tüm bunlara “Ya sabır” çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum.
Karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı.
Tek silahım samimiyetim
Ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı.
Gayrı, bir insanın olabileceği en sıkıntılı konumdaydım.
Hakim “Türk Milleti” adına karar vermişti ve benim “Türklüğü aşağıladığımı” hukuken tescillemişti.
Her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi.
Benim anlayışımla, bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılaması ırkçılıktı ve bunun bağışlanır bir yanı olamazdı.
İşte bu ruh haliyle, kapımda hazır bekleyen ve “Daha önce dile getirdiğim gibi ülkeyi terk edip etmeyeceğim”i teyit etmek isteyen basın ve medyadan arkadaşlara şu açıklamada bulundum:
“Avukatlarıma danışacağım. Yargıtay’da temyize başvuracağım ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de gideceğim. Bu süreçlerden herhangi birinden aklanamazsam ülkemi terk edeceğim. Çünkü böylesi bir suçla mahkum olmuş birinin benim kanaatimce aşağıladığı diğer yurttaşlarla birlikte yaşama hakkı yoktur.”
Bu sözleri dile getirirken yine her zamanki gibi duygusaldım. Tek silahım samimiyetimdi.
Kara mizah
Ama gelin görün ki beni Türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç, bu açıklamama da bir kulp buldu ve bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan hakkımda dava açtı. Üstelik bu açıklamayı tüm basın ve medya vermişti ama onların gözüne batan ille de AGOS’takiydi. AGOS sorumluları ve ben, bu kez de yargıyı etkilemekten yargılanır olduk.
“Kara mizah” dedikleri bu olsa gerek.
Ben sanığım, bir sanıktan daha fazla kimin yargıyı etkileme hakkı olabilir ki?
Ama bakın şu komikliğe ki sanık bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan yargılanıyor.
“Türk Devleti adına”
İtiraf etmeliyim ki Türkiye’deki “Adalet sistemi”ne ve “Hukuk” kavramına olan güvenimi fazlasıyla yitirmiş durumdaydım.
Nasıl yitirmeyeyim? Bu savcılar, bu hakimler üniversite okumuş, hukuk fakültelerini bitirmiş insanlar değiller mi? Okuduklarını anlayacak kapasitede olmaları gerekmiyor mu?
Ama gelin görün ki, bu ülkenin Yargı’sı bir çok devlet adamının ve siyasetçinin de dile getirmekten çekinmediği gibi bağımsız değil.
Yargı yurttaşın haklarını değil, Devlet’i koruyor.
Yargı yurttaşın yanında değil, Devlet’in güdümünde.
Nitekim şundan bütünüyle emindim ki, hakkımda verilen kararda da her ne kadar “Türk Milleti adına” deniyor olsa da, şu çok açık ki “Türk Milleti adına” değil, “Türk Devleti adına” verilmiş bir karardı bu. Dolayısıyla, avukatlarım Yargıtay’a başvuracaklardı, ama bana haddimi bildirmeye karar vermiş derin güçlerin orada da etkili olmayacaklarının garantisi neydi?
Hem sonra zaten, Yargıtay’dan hep doğru kararlar mı çıkıyordu?
Azınlık Vakıfları’nın mülklerini elllerinden alan haksız kararlara aynı Yargıtay imza atmamış mıydı?
Başsavcının çabasına rağmen
Nitekim işte başvuruda bulunduk da ne oldu?
Yargıtay Başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatimi istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu.
Ben yazdığımdan ne kadar eminsem Yargıtay Başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı Genel Kurul’a taşıdı.
Ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı. Nitekim Genel Kurul’da da oy çokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi.
Güvercin gibi
Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık “Türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular.
Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü.
(Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.)
Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil.
Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.
“Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?” sorusu asıl beynimi kemiren.
Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların “A bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum.
Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.
Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.
Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.
Tıpkı bir güvercin gibiyim…
Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.
Başım onunki kadar hareketli… Ve anında dönecek denli de süratli.
İşte size bedel
Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek?
“Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?”
Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi…
İşte size bedel… İşte size bedel…
İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..?
Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?
“Ölüm-Kalım” dedikleri
Kolay bir süreç değil yaşadıklarım… Ve ailece yaşadıklarımız.
Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.
Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında…
O noktada hep çaresiz kaldım.
“Ölüm-Kalım” dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım.
İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı.
Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı.
“Gidelim” dersem geleceklerdi, “Kalalım” dersem kalacaklardı.
Kalmak ve direnmek
İyi de, gidersek nereye gidecektik?
Ermenistan’a mı?
Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi?
Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.
Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?
Rahat bana batardı!
“Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi.
Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.
Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.
Kalacaktık ve direnecektik.
Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama… Tıpkı 1915’teki gibi çıkacaktık yola… Atalarımız gibi… Nereye gideceğimizi bilmeden… Yürüyerek yürüdükleri yollardan… Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı…
Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere… Her neresiyse.
Ürkek ve özgür
Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten.
Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorum.
Bu dava kaç yıl sürer, bilemem.
Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye’de yaşamaya devam edeceğim.
Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım.
Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak.
Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?
Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.

HRANT DİNK

Agos Gazetesi , 19 Ocak 2007

‘müzik özgürlüktür..’

‘son zamanlarda devamlı iran’la ilgili sanatsal üretimlerden bahsetmemden dolayı bazı arkadaşlar iran’la kafayı bozduğumu düşünmeye başladılar.. ama gerçek şu ki ortadoğu coğrafyasında insanların bu kadar baskı altında olmalarına rağmen bu kadar kaliteli ve güzel sanatsal üretimler yaptıkları devamlı bahsedilecek başka bir ülke yok..

‘furuğ ferruhzad’ , ‘sadık hidayet’le başlayan ve ‘kiarostami’ , ‘majidi’yle devam eden iran’ı keşif maceram son iki yıldır yoğunlaştı.. burada dikkatimi çeken bir olay olarak şunu söylemek istiyorum tanıdığım veya eserlerini incelediğim insanların yarısından fazlası iran’la ilgili sanatsal üretimlere girişi furuğ ferruhzad’la yapıyorlar ve kiarostami’yle daha derinlere dalıyorlar.. iran’da yapılan geçmişteki üretimlerle , yeni üretilenlere yetişip okumak, izlemek ,  dinlemek ve bu deryayı bitirmek mümkün değil.. bugün sadece bir isim ve iki filmiyle beraber kendi yaşadığı trajediden bahsedeceğim kısaca size..

ustamız ‘sarhoş atlar zamanı’ ve ‘kaplumbağalar da uçar’ adlı filmlerinden tanıdığımız iranlı kürt yönetmen : ‘bahman ghobadi’..

mutlaka izlemenizi istediğim iki filmi ise : ‘half moon (2006)’ ve ‘no one knows about persian cats.. (2009)’

iki aydır bahman ghobadi’yle yatıp kalkıyorum.. ondan kurtulabildiğim zaman onu ve tüm filmlerini uzun uzun yazacağım.. benden başka yazmak isteyen olursa ya da yazan olursa daha da mutlu olurum.. çünkü çok sevdiğim sanat eserlerinden başkalarının da benzer hazları almasından ve onlarla ilgili yazılanları okumaktan çok mutlu oluyorum..

her neyse tırıvırıya dalmayalım.. ikisi de müzikle nefes alan insanların hikayelerini anlatan ‘half moon’ ve ‘no one knows about persian cats..’ filmlerini mutlaka bulup izleyin..  her filmi izledikten sonra eminim ‘yaşasın müzik , yaşasın özgürlük’ diye haykırmak için kendinizi tutamayacaksınız..

‘half moon’ adlı filmde ‘kak mamo’ , iran ve ırak kürtlerinin yanı sıra dünyaca da tanınan meşhur bir besteci ve müzik adamıdır.. iran ile ırak arasındaki yıllardır süren sorunlar sebebiyle bir türlü gidemediği ırak’a , saddam hüseyin’in devrilmesiyle sonunda konser vermeye gidebilecektir. uzun bir bekleyişten sonra ırak’a gitmesi için izin de çıkar.. konsere oğullarım adını taktığı diğer müzisyenlerle beraber gidecektir.. kak mamo’nun vize almasından sonra bir nevi menejeri gibi olan ve horoz dövüşüyle geçimini sağlayan ‘kako’ya haber verir ve kako bir servis otobüsü ayarlar bu zorlu yolculuk için.. otobüsün karşılığında her şeyi olan tüm dövüş horozlarını feda eden kako yola koyulur..

kako yolda önce kak mamo’nun oğullarını toplamaya başlar değişik şehirlerde.. kak mamo’yu da aldıktan sonra zorlu konser macerası tam anlamıyla başlar.. kimi zaman acıklı kimi zaman komik sahnelerin birbirini takip ettiği filmde arka fonda çalan müziklerle gözlerinizden yaşlar akarken takip eden sahneyle bazen kahkahaya boğulacaksınız..

yukarıdaki fotoğraflarda bazı oyuncuları ve sahneleri görülen ‘no one knows about persian cats’ filminde ise genel olarak iran’da müzikle uğraşan insanların karşılaştığı zorluklar ‘negar ve ashkan’ın çevresinde gelişen olaylarla anlatılıyor.. müziklerini daha özgür ortamda yapabilmek için yurt dışına çıkmaya karar veren negar ve ashkan bir müzik stüdyosunda nader’le tanışırlar.. nader bu ikilinin müziklerini dinlediğinde kulaklarına inanamaz.. nader , ashkan ve negar’a ‘tamam sizlere yurtdışına çıkabilmeniz için gereken her yardımı yapacağım ama lütfen iran’da da hem kendiniz hem hem aileniz için bir konser verip öyle yurtdışına gidin’ der.. nader kahramanlarımıza konser için her türlü izni alacağını , konser yeri de bulacağını ve istedikleri orkestra için çeşitli müzisyenlerle tanıştıracağını söyler.. ve müzik için her şeylerini vermeye hazır bu üçlünün macerası başlar.. tamamen gerçek olaylardan senaryosu kurulan bu film bahman ghobadi’nin bence doruğa ulaştığı filmidir.. slogan atmadan , abartmadan , irrite etmeden ve mesaj verme kaygısı olmadan en sert şekilde nasıl politik film yapılacağını çok güzel gösteriyor ghobadi bu filmiyle.. çekim tarzıyla da doğallığı yakalayan filmin müziklerini adım gibi eminim hemen arayıp bulmak isteyeceksiniz.. indie-rock’tan , heavy metal’e ve rap müziğine  kadar uzanan bir müzik dünyasında dolaşırken iran’da yapılan müziğe ve müzik için her şeyi yapan , her türlü baskı ve cezayı göze alan sanatçılara hayran kalacaksınız..

half moon’da ‘kak mamo’nun zorluklarla geçen masalsı serüveni ile ‘no one knows about persian cats’de ‘negar , ashkan ve nader’in trajik hikayeleri neden ısrarla iran dediğimi biraz olsun açıklayacaktır..

son olarak half moon’da ‘kak mamo’ ile ‘şoför kako’ ve persian cats’de ‘nader’ karakterlerini oynayan oyuncuların performanslarına lütfen dikkat edin izlerken diyorum..

üreten , kendileri ve toplumları için bir şeyler yapamaya çalışan tüm insanların başına geri kalmış , baskıcı sistemlerde neler geliyorsa yani tıpkı cafer panahi’nin başına ne gelmişse benzer şeyler bahman ghobadi’nin başına da geçen sene geldi.. yönetmenlik hayatı boyunca devlet yardımlarından yaralanamayan bahman ghobadi film çekmek için evindeki eşyaları satan bir sinema sevdalısı.. her türlü zorluk ve baskıya katlanan bahman ghobadi’nin başına en kötü şey geçen sene geliyor ve bahman ghobadi’nin can yoldaşı , sevgilisi japon asıllı amerikalı gazeteci ‘roxana saberi’ 2010’nun ocak ayında iran aleyhine casusluk suçlamasıyla tutuklanıp sekiz yıl hapis cezasına çarptırılıyor.. uzun süre olayın şokunu üzerinden atamayan bahman ghobadi tüm dünya kamuoyuna seslendiği acıyla gözyaşıyla dolu bir mektupla bu sessizliğini  bozdu.. akabinde 2010’nun mayıs ayında temyiz duruşmasıyla roxana saberi serbest bırakılmıştı.. roxana saberi için internette milyon tane abuk subuk yorumda bulabilirsiniz.. ama bahman ghobadi’nin yüreğinin kapılarını açmış olduğu bir insandan zarar gelmeyeceğine adım gibi eminim..    

her şey için yüreğine sağlık bahman ghobadi.. iyi ki varsın..

gülüşünüzle kalın aylaklar..’

Crockett..

‘no one knows about persian cats filmini internette paylaşım ortamlarında  paylaşıyorum çünkü iran’da sinemada gösterilmesi yasak.. istediğiniz kadar paylaşın.. yalnız iki şey istiyorum , birincisi büyükçe bir ekranda iyi bir ses sistemiyle izleyin , ikincisi paylaşıyorum çünkü filmde anlattığım gibi çocuklar var ya onlar gibilerini gördüğünüzde lütfen ellerinden tutun.. çünkü iran’ın kurtuluşu onların elinde, sanatçıların elinde.’ – BAHMAN GHOBADI

BAHMAN GHOBADI’nin ROXANA SABERI için yazmış olduğu mektup..

‘amerikan pasaportlu iranlı sevgilim roxana saberi için,
şimdiye kadar sessiz kaldıysam, bu o’nun iyiliği içindi. eğer bugün konuşuyorsam, bu yine o’nun iyiliği için.
o benim dostum, nişanlım, yoldaşım… her zaman hayran olduğum, zeki ve yetenekli genç bir kadın.
31 ocak günüydü. doğum günüm olan gün. o sabah, beraber dışarıya çıkmayı planladığımızdan beni alacağını söylemek için aradı. hiç gelmedi. cep telefonunu aradım, ancak kapalıydı ve 2-3 gün boyunca ona ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. evine gittim ve anahtarlarımız birbirimizde olduğu için evine girdim, fakat orada da yoktu. iki gün sonra telefon etti ve “beni affet canım; zahedan’a gitmek zorunda kaldım,” dedi.
sinirlendim, neden bana hiçbir şey söylememişti ki? ona inanmadığımı söyledim, ancak o yineledi: “beni affet canım, gitmek zorundaydım”. sonra, hat kesildi. tekrar araması için bekledim. aramadı.
zahedan’a gitmek için yola çıktım. her otelde o’nu aradım, ancak ismini duyan olmamıştı. 10 gün boyunca, babasından tutuklandığını öğreninceye kadar, binlerce kara düşünce gelip geçti aklımdan. bunun bir şaka olduğunu varsaydım.
bunun bir yanlış anlaşılma olduğunu ve birkaç gün içinde salıverileceğini düşündüm. ancak günler geçti ve ondan tek bir haber bile almadım. endişelenmeye başladım ve ne olduğunu idrak edinceye kadar yardım için mümkün olan her kapıyı çalmaya başladım. ve şimdi kalbim acıyla dolu. çünkü onu iran’da kalmaya teşvik eden bendim. ve şimdi onun için hiçbir şey yapamıyorum. roxana, iran’ı terk etmek istiyordu. bunu ben engelledim.
ilişkimizin başında, birleşik amerika’ya dönmek istiyordu. oraya beraber gidelim istiyordu. ancak ben yeni filmim bitinceye kadar kalması konusunda ısrar ettim.
burada kalabileceği ve buna bütünüyle dayanabileceği ölçüde, filmim bitinceye ve beraberce buradan gidinceye kadar; yazdığı kitap onu içine çekmişti.
roxana’nın kitabı iran’a bir övgüydü. kitabının müsveddeleri duruyor ve elbette bir gün yayınlanacak ve bizler de bunu göreceğiz. fakat neden kimse bir şey söylemedi? onunla konuşan, çalışan, oturup sohbet eden ve ne kadar suçsuz olduğunu bilen onca kişi…
bu mektubu o’nun için endişelendiğimden yazıyorum. sağlığından endişeliyim. sürekli ağladığını ve bunalmış olduğunu duydum.
roxana çok hassas biridir. yemeğine dokunmayı reddedecek kadar…
mektubum devlet adamlarına, politikacılara ve yardım etmek için herhangi bir şey yapabilecek herkese seslenen çaresiz bir haykırış…
okyanusun ta diğer ucundan, amerikalılar onun hapsedilmesini protesto ettiler, çünkü o bir amerikan vatandaşı. fakat ben “hayır” diyorum, o bir iranlı, ve o, iran’ı seviyor. size yalvarıyorum, gitmesine izin verin! onu politik oyunlarınızın ortasına atmamanızı rica ediyorum!
roxana siyasi oyunlarınızda yer almak için çok zayıf ve saf. davasında benim de bulunmama, babası ve nazik annesiyle beraber yanı başında oturmama, suçsuz ve ayıpsız olduğuna tanıklık etmeme izin verin.
yine de, serbest bırakılacağı konusunda iyimserim ve yargının, davanın bir sonraki aşamasında iptal edileceğini kesinkes umut ediyorum.
benim japon gözlü, amerikan vatandaşı, iranlı sevgilim hapiste. utanç duyuyorum! utanç duymalıyız!’
BAHMAN GHOBADI

METİN GÖKTEPE.. (10 Nisan 1967 – 8 Ocak 1996)

metin’e metin bir metin..

metin’in kafasında bir darp var
polis karakolundan morga kadar
mosmor
bir darbe var
yüreğimizde beynimizde
soruyor bir işaret fişeği
biz ölerek mi yaşamayı
öğreneceğiz hala..

CAN YÜCEL

‘ÜLKEMİZİN DEMOKRASİ HAVARİLERİNE DUYURULUR : ARJANTİN DİKTATÖRÜ ‘JORGE VIDELA’ FAŞİSTİNE ÖMÜR BOYU HAPİS CEZASI VERİLDİ.. ‘NETEKİM’ DARISI BİZİMKİLERE..’

‘ÜLKEMİZİN DEMOKRASİ HAVARİLERİNE DUYURULUR : ARJANTİN DİKTATÖRÜ ‘JORGE VIDELA’ FAŞİSTİNE ÖMÜR BOYU HAPİS CEZASI VERİLDİ.. ‘NETEKİM’ DARISI BİZİMKİLERE..’

‘soruyorum size.. nasıl oluyor da bir babanın , bir ananın en büyük sevinci onların hala işkence ettiklerini öğrenmek oluyor çocuklarına..’ JOHN BERGER

‘nasıl john berger ustanın yukarıdaki cümlesi kalbinizi acıtıyor mu.. insan olduğunuzdan dolayı üzüntü duymanıza yol açıyor mu.. ben ağlamaktan ve ağladığımı söylemekten çekinmem ve utanmam.. bu cümleyi her okuyuşumda ya da hatırlayışımda tüylerim diken diken oluyor ve arkasından ağlıyorum ve ağlamamla beraber içimde müthiş bir kusma isteği duyuyorum.. çünkü kendimden iğreniyorum.. çünkü tüm yaşanmışlıklarda bir birey olarak benim payım da var.. çünkü tüm insanlık tarihi bizlere devredilen insanlık mirasları..

işte bu acı cümlenin söylenmesine sebep olayların faili , arjantin’de 1976-1983 arasında süren darbe döneminde cezaevlerinde onlarca mahkumu öldürten ve resmi kayıtlara göre 13.000 kişi , tahminlere göre 30.000 kişiyi kaybedip , katlettiren , askeri uçaklardan okyanusa canlı canlı atan arjantin’in faşist diktatörü 85 yaşındaki jorge videla’ya birkaç gün önce arjantin’in cordoba federal mahkemesince ömür boyu hapis cezası verildi.. 1985’teki yargılamasında da ömür boyu hapis cezası alan pis faşiste arjantin’in eski demokrasi havarilerinden el turco lakaplı carlos menem af çıkarmış , ancak bu af olayına arjantin yüksek yargısı el koyarak bu affı iptal etmişti..

darbe döneminde sol muhalefete karşı giriştiği kirli savaş ve kaybettiği insanlarla tam bir insanlık düşmanı olduğunu ispat eden jorge videla savunmasında ‘arjantindeki olası bir marksist devrimi önlemek amacıyla görev yaptığını , ne yaptıysa ülkesinin geleceği için yaptığını’ belirtti.. ancak arjantin’in onurlu cesur hakimleri bu komik savunmayı kabul etmeyip , ömür boyu hapis cezası vererek bu pisliğe gereken cezayı verdi..

arjantin dünyaya yol gösteriyor.. ama bizde ses yok , herkes sus pus.. oysa gözlerimiz , kulaklarımız aylar boyunca ülkeye tam demokrasi geliyor , demokrasiye karşı çıkmayın diye iğfal edilmişti.. ne oldu da ülkemizde bu sene boyunca timsah gözyaşlarıyla demokrasi havariliği yapanlardan artık ses çıkmıyor anlamıyorum.. behzatım gibi soralım : ‘ne oldu la.. tırstınız mı la.. demokrasicilik oynamak kolay fakat demokrasi zor iş değil mi aga..’ 

bizim faşist eli kanlı diktatörlerimiz ve yardakçıları ellerini kollarını sallaya sallaya keyiflerinin ve akarlarının tıkırındalar.. ne oldu hani yargılanacaktı askeri darbeciler ve yardakçıları.. ‘netekim’ unutuldu sanırım ağlamalar , zırlamalar , sızlanmalar , demagojiler , yalan vaatler.. sizler yalansınız , hayatınız yalanlardan örülmüş..  hepiniz boş karakterlersiniz..asıl sizlere inananlara yazıklar olsun.. sizin peşinizde koşan sarı solculara , liberallere yazıklar olsun.. her konuda yasal düzenlemeler hızla yapıldı ama bu konuda tık yok.. bekliyoruz hala.. darbecilerin başı daha düne kadar televizyonlara , gazetelere demeçler vererek yine olsa yine yapardım diyerek pişman olmadığını söyleyerek tehditlerine devam ediyordu.. hatta sevgili yurdumun üniversiteli gençleri bu eli kanlı faşistin katıldığı ve bir üniversitede yapılan canlı televizyon programında ‘yine olsa yine yapardım ve hepsini yine asardım’ sözlerini dakikalarca ayakta alkışlamıştı.. alan paton’nun güney afrika’da apartheid dönemlerinde geçen romanının ismi hep aklıma gelir bu durumlarda : ağla sevgili yurdum.. onlarca kişiyi asmış , 17 yaşındaki bir çocuğu darağacında büyütmüş bir faşisti bu ülkenin sözde okumuş aydın gençleri dakikalarca ayakta alkışlıyor ve sonra bu ülke cunta anayasasında komik değişiklikler yaparak demokratik oluyor öyle mi..

hani yargılayacaklardı , hani içeri tıkacaklardı hepsini.. yalan..

hepsi artık birer tescilli yalancı..

tekrar gelelim arjantinli faşiste.. jorge videla aynı zamanda yine başka bir latin amerika diktatörü (büyük ozan victor jara ve şili’nin seçilmiş sosyalist meşru başbakanı allende gibi binlerce solcunun katili) faşist pinochet’in de yakın dostu ve destekçisiydi..

işte arjantin’in sadece maradona’sı , kempes’i , eva peron’u , messi’si yok.. tüm geri kalmış ülkelerde olduğu gibi topun yüceltildiği ülkelerden biri olan arjantin’in on binlerce aydın beyni okyanus sularına atılırken arjantin ve dünya çılgınca maradona’yı ve şampiyon arjantin’i konuşuyordu.. son ses açılmış radyolardan spikerlerin gol çığlıkları şehirlerin göbeğindeki ‘garage olimpo’ gibi işkencehanelerinde yankılanırken elleri gözleri bağlı solcu aydınların sessiz çığlıkları insanlığın sağır kalbine maalesef ulaşamıyordu.. (cronica una de fuga ve garage olimpo adlı başyapıtlar o günleri anlatan ve ilginç anekdotlarla dolu izlenmesi gereken filmler.. ayrıca politik sinemanın usta yönetmeni costa gavras’ın çektiği ‘missing’ de şili’de askeri darbe dönemine ait müthiş bir ağıt.. gavras’ın ‘z’ adlı filmini halen izlemeyenler ise zaten kendileri için üzülsün.. büyük kayıp.. bunları bulun ve izleyin derim..)

kayıp anneleri olan ‘cumartesi anneleri’ ilk olarak arjantin’de yapılanmıştı : plaza del mayo anneleri.. darbe döneminde kaybolan evlatlarını her türlü baskı ve şiddete rağmen buenos aires başta olmak üzere tüm şehirlerde arıyor ve unutturmamaya çalışıyorlardı..

ve gün geldi anneler kazandı işte.. arjantin’in faşist katil diktatörü jorge videla bir kez daha ömür boyu hapis cezası aldı..

darısı başımıza ‘netekim’ diyeceğim fakat boşuna lakırdı olacak bu çünkü demokrasi bir yalanlar ve vaatler toplamıdır..

bitirirken arjantin’in tüm gözü yaşlı cumartesi annelerinin acılarını bir nebze olsun dindiren bu yargı zaferi kutlu olsun ve bizlere örnek olsun bu onurlu direnç abideleri diyorum..’

Crockett..

CAFER PANAHİ’YE HEMEN ŞİMDİ ÖZGÜRLÜK !

CAFER PANAHİ’YE ÖZGÜRLÜK !

 

‘aylakadamız bugün sadece cafer panahi’nin ve o özgür olana kadar hepimiz cafer panahi’yiz..

yoğunluğumdan ve geçirdiğim rahatsızlıktan dolayı pek haber takip edemiyorum bu ara.. bugün tesadüf eseri gözüme çarptı bu haber: iran’ın yüz aklarından olan cafer panahi’ye hapis ve film yapmama cezası verildi..

gözlerim doldu , boğazıma bir yumruk oturdu..

‘mevcut yönetime karşı çalışmak ve muhalefeti desteklemek’ gibi komik suçlamalar nedeniyle yargılanan cafer panahi’ye 6 yıl hapis ve 20 yıl boyunca film yönetmeme , yazı yazmama , yurt dışına çıkmama ve yerli-yabancı basına demeç vermeme cezaları verildiği avukatı tarafından açıklandı.. panahi’nin avukatı kararı temyiz edeceklerini söylemiş , ancak o temyizden de ne çıkar malum zaten..

iran insan hakları ihlalleri konusunda dünya gündeminin hep birinci sırasında.. politik konumu nedeniyle nedense hep iran birinci sırada gösteriliyor.. oysa ortadoğu’daki diğer ülkelerle , diğer bazı dünya ülkeleriyle birlikte ülkemizin de pek sicili temiz değil ve siciline her gün yeni ihlaller katılıyor ama güdümlü medya sayesinde hep iran ön planda..

recm cezası verilen sakine , rejim muhaliflerine uygulanan işkence ve bastırma yöntemleri ile sanat , düşün adamlarına karşı sansür ve baskı politikaları ile medyada her gün bir iran haberi görebiliyoruz..

cafer panahi mart ya da nisan ayıydı sanırım ilk tutuklandığı zaman gözümün önüne ‘beyaz balon (white balloon)’ filmi gelmişti.. bu kadar ince , sevgi dolu bir filmi yapan insan nasıl bir suç işlemişte demir parmaklıklar arkasına atılmıştı diye düşündüm..

sonra suçlamalar beklendiği gibi çıktı : politik nedenler dolayısıyla tutuklandığını ve rejim karşıtı hareketlere destek verdiği gerekçesiyle yargılanacağı açıklanmıştı..

üzüldüm , kıyameti koparsan ne yazar artık.. yargılanacağının açıklanması öyle bir ülke için şu demeye geliyor artık : cezası kesildi , geçmiş olsun..

uluslararası baskılar , protesto gösterileri neye yarar ki.. iki aylık tutukluluğunun ardından ev hapsinde tutularak sadece bir süre sözde tutuksuz yargılanması sağlandı.. neticede bir ülkenin gözbebeklerinden birisi olan koskoca yönetmene muhalif olduğu gerekçesiyle verilen cezaya bakın..

hapis cezasını zaten geçin , cafer panahi gibi adamları hapis cezaları sindiremez.. esas acımasız ceza onun için ‘yirmi yıl boyunca sen sesini çıkarmayacaksın , hiçbir şey yapmayacaksın’ cezası..

koskoca 20 yıl susacak..

neredeyse 20 yıl boyunca düşünme diyecekler adama ama beceremiyorlar düşünmesini engellemeyi..

esas ceza bu işte ,  cafer panahi’yi yaşama bağlayan damarları sinema ve düşünsel faaliyetleri.. cafer panahi’yi yok edemediklerinden ölümden beter böyle bir cezayı düşünüp tasarlamışlar iran’ın mollaları..

günümüzde faşist , baskıcı rejimlerin örtülüsünü örtüsüzünü her an dünyanın her yerinde yaşıyoruz.. demokrasi yalanları söylenerek uygulanan faşist yönetimlerde aynı , iran’daki örtüsüz açık faşist rejimlerde aynı.. değişen bir şey yok.. bazıları demokrasi yalanını kullanıyor bazıları kullanmıyor.. demokrasi sever ülkemizde filmlerin yakılıp yok edildiği günler az yaşanmadı.. sinemacıların sansür kurullarının önünde senaryolarının denetimden geçmeyi beklerken çektikleri işkenceler unutulmadı.. hele sansür kurullarında çalışmış profesör ve bilumum unvanlı uzmanların o akıllara zarar denetim raporlarını şimdilerde okudukça geniş geniş yağıyorum kendilerine..  neyse şimdi demokrasimiz gelişti  gitti sansür kurulları yerlerine daha güzel , daha cici isimleri olan denetim mekanizmaları geldi.. yıkılıyorum burada sinirimden gülmekten..   

cafer panahi’nin haberini okuduğumdan beri öyle öfkeliyim ki.. ne yapacağım , ne yapabilirim diye düşünüyorum taşınıyorum.. sinirimden doğru dürüst bir şeyler de yazamıyorum..

sayısız düşün ve sanat adamı yetiştirmiş ; dünya sanatının ve düşün hayatının gelişmesinde büyük katkıları olmuş bir ülkede böyle faşist bir yönetimin olması akıl alacak şey değil ama somut gerçek bu..

bu ceza aynı zamanda diğer iranlı sanat ve düşün adamlarına verilen bir gözdağı aslında.. şimdi onların alacakları tavır önemli.. bakalım susup sinecekler mi yoksa cafer panahi’nin yanında durup ona omuz mu verecekler..

cafer panahi iran sinemasını keşfedip sevmemi sağlayan şimdinin ankaralısı ‘cevat hocamdan’ sonra ikinci kişiydi..

ilk ‘beyaz balon’ filmiyle tanımıştım onu.. arkasından diğer filmleriyle sağlam bir yeri oldu panahi’nin sinema sevgimde.. ondan çok şey kapıp öğrendim ama ben şu dandik yazı dışında bir şey yapamıyorum onun için..

atlamadan şunu da sizlerle paylaşayım , yine bir başka sinemacı , film yapımcısı ‘muhammad rasoulof’ da iran’da benzer nedenlerle 6 yıl hapis cezasına çarptırıldı panahiyle birlikte..        

şimdilik bitirirken saatlerdir sesli sessiz yağdığım kan içici şahtan daha faşist olan iran’ın malum faşistlerine ve onların her ülkedeki yardakçılarına diyorum ki :  bir gün cafer panahi ‘beyaz balon’un ipine tutunup o faşist rejiminizden kurtulacak ama sizler o faşist ‘daire’nizde suratlarınızdan akan insanlık düşmanlığını görüp gururlanmak için ‘ayna’ya bakarken dünyanın tüm halkları önünde ‘ofsayt’a düşmeye devam edeceksiniz ve umarım en kısa zamanda da faşist şah gibi tarihin çöplüğüne gömüleceksiniz.. iran’ın güzel insanları , halkları bir gün elbet  özgür olacak ve ben tahran meydanında gökyüzüne yükselen beyaz balonlara cafer panahi’yle beraber bakacağım..’

Crockett.. 

CAFER PANAHİ..

11 temmuz 1960 miyana , iran..

iran sinemasının yeni dalga hareketinin en etkili isimlerinden birisi olan cafer panahi’nin ilk uzun metrajlı filmi ‘beyaz balon’ 1995 yılında cannes film festivalinde camera d’or ödülünü , ‘daire’ filmi ise venedik film festivalinde altın aslan ödülünü kazanmıştı.. 2010 cannes film festivaline jüri üyesi olarak seçilen ama tutukluluğu nedeniyle katılamayan cafer panahi’nin festivale gönderdiği mektup açılışta okunmuştu.. cafer panahi’nin filmleri :  

beyaz balon (1995) ,

ayna (1997) ,

daire (2000) ,

kanlı altın (2003) ,

ofsayt (2006)..

CAFER PANAHİ

DERHAL SERBEST BIRAKILSIN !

ERDAL EREN.. (25 Eylül 1964 – 13 Aralık 1980)

‘çocuktu.. tek suçu çocukların idam sehpalarında büyütüldüğü bir ülkede doğmaktı..’

Crockett.. (13 Aralık 2010)

Yüzün

güz sabahı buğusunda bir salkım üzüm mü avuçlarımdaki ne ?
ayışığı yansıyor yüzüne.
ben böyle bulutsu yüzü , ben böyle ışıksı yüzü
bir ONYEDİ yaşındakinde gördüm,
bir de şimdi düşümde..

 AZİZ NESİN

‘delikanlım !
iyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin
belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin
delikanlım !
senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
yıldızlar ve senin kafan
kainatın en güzel şeyidir.
delikanlım !
sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından gebereceksin
ya da bir darağacında can vereceksin.
iyi bak yıldızlara
onları göremezsin bir daha..’

NAZIM HİKMET

Bazen

 
 
Bazen
Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar,
Arkan dönüktür.
Ciğerine kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun,
Anlamazsın
Uçar gider, koşsan da tutamazsın…
 
William Shakespeare

‘HOŞ GELDİN BEBEK.. HOŞ GELDİN GÜNEŞİMİZ..’

‘uzun zamandır yazmıyorum , yazmak da istemiyorum.. sağ olsunlar sarıyla , reis idare etmeye çalışıyorlar aylakadamız’ı..

iş dışında hiçbir şeyde tutunamazken ve iş dışındaki hiçbir şeyde ‘yedek’ bile olamazken , hayalet bile olamayacak kadar yokken yazmak için hiçbir isteği olmuyor insanın.. günlerim 24 saat BEHZAT Ç. izlemek , okumak , seyahat etmek ve spor yapmakla geçiyor.. sporum da ilginç : alkol dolu poşetleri taşımak , onları içmek , içerken yaptığım en büyük egzersiz ise eğer bira içiyorsam bira kapaklarını bükmek (çok zor bir egzersiz bu , aman beyin fıtığı olanlar yapmasın doktorlarına danışmadan) , daha sonra da boş alkol şişelerini çöp kutusuna kadar taşıyıp onları ağzına kadar dolu çöpe fırlatmak.. hayatım tükettiğim alkolle birlikte şehrin lağım sularına akıp karışıyor.. BEHZAT Ç. ile yatıp kalkıyorum , onunla karşılıklı içiyorum sabahlara kadar.. benim kadar yok ve benim kadar öfkeli , benim kadar umutsuz ve tükenmiş..

işte bu kadar ‘güzel , neşeli ve  hareketli’ günler geçirirken bugün yazmak için dünyanın en güzel sebebi var artık : aylakadamız ailesinin en küçük ferdi GÜNEŞİMİZ doğdu.. en küçük AYLAK aramıza katıldı bugün..

içimdeki tüm öfkeyi haykırıcasına bağırarak , çığlık atarak doğdu GÜNEŞİM.. onu ilk camların arkasından çığlığını duyup gördüğümde gözlerim doldu , arkamı döndüm koridora çıktım , derin derin nefes aldım sonra tekrar döndüm yanına..

içim dolup taştı bugün , onun için çok şey yazacağım kafamı biraz daha toparlayınca..

bugün arayıp soran ve gelen tüm dostlara çok teşekkür ediyorum.. hastaneye kadar gelen halo dayı , abidin dayı , ciğerim ,  gürselim , ahmet baba ve ümo’ma da ayaklarına , yüreklerine sağlık diyorum..

annesine ve babasına GÜNEŞİMİZLE birlikte sağlık , mutluluk dolu nice yıllar diliyorum..

GÖZÜMÜZ AYDIN , HOŞ GELDİN BEBEK , HOŞ GELDİN GÜNEŞ..’ 

Crockett..