Archive for the ‘Edebiyat’ Category

“ALDIRMA NİLGÜN MARMARA”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

uç’talık!

uç’talık’mı?

 

evet, ‘uç’talık’; ‘marjinallik’in türkçesidir..

‘nilgün marmara’, başka (güzelim ve canım) insan – insan boyutları bir yana; ‘uç’ta olmuş olmasıyla, hatta yaşamın ve yaşamının en uc’unda bulunmuş olmakla sanırım biraz kendi kendini açıklayabilir.. (ben belki de ‘caz çağı’na bayıldığı için ve işte bu yüzden kendisine ‘zelda’ diyordum..)

‘nilgün marmara’, gördüğüm ve bildiğim kadarıyla yakın ve uzak çevresinden ayrı, ayrılmış olarak sınırda, garip bir sınırda bulunur ve şiirde sahiden sınır çarpışmaları yapıyordur.. ‘demir maske’ çıkmaz! ama kurcalamak ve deşmek bence ancak buralarda ve buralardan yapılabilir yapılacaksa.. başka yerde pek açık olamaz!

‘marjinallik’ üzerine, ‘uç’ta bir dergi ve giderek topluluk olan ya da oluşturan ‘beyaz’ın 12. son sayısında, ‘marjinal bir insan  olarak ‘fikret ürgüp’ yazısında, bam teli olarak, şunları yazmışım :

‘oysa ve bence ve temelde ‘marjinallik’, herhalde, her türlü toplumsal cendere’nin ya da çember’in olabildiğince ve gerçekten de en ‘uc’unda, (bir ‘uçbeyi’ gibi kalarak) insanın kendi işlediği iş’e karınca kararınca bir katkı’da bulunması anlamına da alınmalı.. asıl böyle alınmalıdır..’

‘nilgün marmara’, evet, sözcüğün benim tasarladığım anlamlarında da, sözlüklerdeki anlamlarında da hem şiirleri, hem varlığıyla ‘marjinal bir insan’dır..

(beyaz dergisinin sözünü ettiğim aynı sayısında ‘nilgün marmara’nın 2 ilginç ve güzel şiiri var.. çarpıcı ve çok değişiktir.. ‘vahşet koşusu’ ve ‘beden’.. tarihten üç ay önce de şiir atı dergisine ilk kez 2 şiiri çıkmıştır..)

‘nilgün marmara’ ve kocası ‘kağan önal’ı, 1982 nisanında bodrum’un  iki koylu, ‘sarı yazlar’lı gümüşlük köyünde, iskele’de tanımıştım.. 22 nisan..

‘nilgün marmara’ o zaman 23-24 yaşlarında ‘boğaziçi üniversitesi ingiliz filolojisi’nde son sınıftaydı.. ‘kağan önal’ ise, ‘age’ kemal yalgın, hüseyin erişen.. gibi istanbul teknik üniversitesi’nde endüstri mühendisliği son sınıf arkadaşlarıyla birlikte, -denizi karşınıza alırsanız, soldaki kumsalın en sonundaki ‘sisyphos’ adlı bir pansiyonu sabahlara kadar cin içerek, müzik çalarak ve şiirler okuyarak öğrenci havasında işletiyordur.. (galiba bir güncemde ‘şiir ve cin içki – adamları’ demiştim..) hemen hemen hepsi de uzun boyluydular..

benim gümüşlük’te yazdığım defterler bir bakıma onlarla (ve bu arada) yeşim arıkut’la, lale müldür’le, patrick’le, boşnak ali’yle, sarışın süleyman’la, hades’çi selçuk’la,, balerin şûle’yle, hakan sayis’le, dr. erkan’la, çağatay önal’la, necla coşkun’la.. vs.yle doldur..

kısacası, iki yıla yakın bir zaman oturmak zorunda kaldığım gümüşlük benim için belirli bir açıdan bir çeşit ‘milat’, bir başlangıç olmuştur.. ‘nilgün marmara’yı (ve de seyhan sacide hanım’ı) orada tanımıştım çünkü!..

şu kadar yıllık (şimdi 10-11 yılı buldu) bir ‘kötülük dayanışması’ koşullarındaki istanbul’a 1984 yazında kesin olarak geldiğimde ya da ayak bastığımda kızıltoprak’ta, tam istasyonun karşısındaki o evde, ‘nilgün marmara’larda kalacaktım..

ve ekliyorum, ekleyeceğim :

‘nilgün marmara’nın annesi, babası ve ablası da, kendisi gibi, gerçekten de hem içerik, hem öz ve hem de biçim olarak güzel, yakışıklı ve ince insanlardır..

bende ‘nilgün marmara’dan dolu dolu anılar var elbet, kaldı.. ama nedense aşağı yukarı hepsi de üzünçlü ve ilginç :

bir gece.. ‘mehmet günsür’, çerkesköy’de yedek subaylık yapıyor.. ‘kağan önal’ da libya’da mısır yakınlarında küçük bir körfezde endüstri mühendisi olarak çalışıyor.. ressam ‘saba melikesi emel’in evinde (zelda fitzgerald olarak) ‘nilgün marmara, cihat burak ve cemal süreya’nın başlarına toz şeker dökmüştür!..

‘nilgün marmara’, geçen yıl topkapı’da sur içinde bir şoförle ayıcı bir çingen arasında çıkan tartışmayı bana anlatıyor.. çingene otobüse ayısıyla binmek ister, şoför de almaz onları, çingene direnir, ağız kavgası olur, çünkü çingene sabahleyin evdeki ‘köroğlu’na bir şey  bırakamamıştır, ekmek parasını çıkarmak üzere ne pahasına olursa olsun sultanahmet’e gidecektir! ‘taksi tutamam ya!’ diyormuş.. ‘nilgün marmara’ hemen çingene’nin, hızmalı kahverengi güzel ayının ve görmediği köroğlu’nun yanında olmuştur!

bir de rastlantı var, oldu :

şimdi, ‘cemal süreya’ ile birlikte ‘gergedan’da ‘çıkmalar’ı yazıyoruz.. ekimde başlayacaktı, kasıma kaldı.. ‘çıkmalar’ sözcüğünün ingilizcesi ‘marginalia’dır, ‘derkenarlar’ yani benim kullanışımla ‘marjinallikler’! işte o ‘marjinallikler’ çerçevesinde ‘nilgün marmara’nın adı geçiyor..

evet, aldırmayacaksın ‘nilgün marmara’, gerekirse ölüme de! (1987)

ECE AYHAN..

 

‘ŞİİRİN BİR ALTIN ÇAĞI.. (Yazılar, söyleşiler..) DİPYAZILARI..’, ECE AYHAN, YKY Yayınları, Nisan 1993, 286 Sayfa..

‘AŞK ve İSYAN..’ – KENNETH REXROTH

PARİS KOMÜNÜ’NDEN KRONSTAD AYAKLANMASI’NA

 

Hatırla bundan önce başkalarının da olduğunu:

Şimdi istenmeyen saatler dikelirken

Ve güneş yükselirken kıpkırmızı bilinmeyen köşelerde

Ve burçlar yer değiştirirken,

Ve bulutsuz gök gürültüsü silerken sabahın izlerini

Ve ay ışığı lekelenince ve kızınca yıldızlar.

Kokuşmuş olsa da hava, askere alınan babalar,

Ölü yüzlerinizin kara kabartılarıyla;

İnsanlar fabrikalardan çıkıp işsiz güçsüz dolanıyorsa,

Hem türbinler hem eller donmuşsa;

Ve hava açıyorsa sonunda bacaların üstünde;

Şilteler perde niyetine gerilmişse pencerelere

Ve her saat hırlaması duyuluyorsa infilakların;

Gene de kalkar biri tek başına, seslenir:

‘o pek çok olandan biriyim, duydum

Buyruklar savuran seslerin yükseldiği havada;

Parlayıp meşalelere döndüğünü gördüm gövdelerin;

Gördüm öldü hayvan ve genç kız hava baskınında;

Duydum parolaların söylendiğini kör geçitlerde;

Kanın akışını hızlandırdığını duydum nefretin ve

Korkunun çöreklendiğini sinir uçlarına.

Tanıyorum o son ağır leş kurdunu;

Ve tuza düşürülmüş kısırlık baş dönmesini.

Yol aldım başım öne eğik ve isteksiz

Sarsılan yollar boyunca sıkışık yürüyüş kollarında.

Böyle asılı kalmaya devam edecek miyiz gergin göbek bağlarında

Bozuk sonlara, kokuşuncaya değin;

Karga ve kerkenez kırana dek kafataslarımızı

Ve karıncalar üşüşünceye dek organlarımıza,

Saksağanlar toplayana dek dişlerimizi?’

Bir kahraman olarak ayaklanacaklar, sayısız olacaklar,

Sonunda kimse üstün gelemeyecek onlara.

 

‘Ben pek çoktan biriyim’ diyecekler giderlerken

Ellerinde bir şey olmayacak tarihten başka.

Köprülerde ölecekler, köprü kapılarında, açılan köprülerde.

Hatırla daha önce başkalarının da olduğunu,

Sığlıklar ve köprü başları mezarlıklarla dolu.

Çiçekli çocuklar olacak orada,

Ve kuzular ve altın gözlü aslanlar olacak,

Ve gelecekte hatırlayacak insanlar olacak orada.

 

KENNETH REXROTH

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAN VE KUM

 

Şımartılmış bir sevgili varsa,

O da sendin, Garcia Lorca.

Üç kıtanın heyecanı,

Sendin o, Garcia Lorca.

Her yere yemeğe davet ediliyordun.

Bir harikaydın, Federico.

Neler geçiyordu içinden, Federico,

Dwight Fiske yerini mi alıyordu Orestes’in?

Herkes boca ediyordu sevgisini tepeden aşağı,

O hasta sevgiler, Federico,

Çelenklerinde delik deşik eden bir kurt barındıran.

Kızgın İspanya sana çıplak göbeğini gösterdi.

Sense kapkara karın boşluğunu gördün

Çökük, ıvır ıvır kurt kaynayan. Orada aşk yoktu.

Aşk yok. Bir konser programı hazırladın

Acının anlamdaşlarıyla,

Lut’un karısının sevgililerinin

Korkunç paralayıcı acısıyla

Sen kendi sezaryenli çocuğunu doğuruyordun

Her gün ve kara taşlar.

Seni hep gebe bıraktılar, Federico,

Tutkusuzluklarının kimyalarıyla,

Çirkin, yiyip yutan spermleriyle

Cerahatli, eriten kanlarıyla.

Sen canavarı gözledin, Federico,

Yeats’in çölde sürünür gördüğü hani.

Hiç gözünü ayırmadın ondan.

O da senden ayırmadı gözünü, Garcia Lorca.

Sonra bir gün kalkıp yürüdü. Bir daha

Sana hiç aldırmadı Federico.

 

KENNETH REXROTH

 

‘AŞK ve İSYAN..’, KENNETH REXROTH, Çeviri : GÜVEN TURAN, İYİ ŞEYLER YAYINCILIK, Aralık 1991, 24 Sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KENNETH REXROTH (1905-1982)  kimdir :

 

‘çağdaş amerikan şiirinin her zaman gündeş kalmayı sürdürmüş şairidir.. adı, öncüler arasında anılmasa da 20’li yıllardan başlayarak amerikan şiirinin geçirdiği ingiliz yazınına bağımlılıktan çıkıp çok kültürlü bir derinlik kazanmasında etkin olmuştur. şiirleriyle olduğu kadar çin, japon, eski yunan, latin, fransız ozanlarından yaptığı çeviriler ile de tanınmaktadır..

rexroth, sözcüğün en felsefi tanımıyla ‘politik’ bir şairdir.. bir partinin, bir ideolojinin bağımlısı olmaksızın ‘partizan’ bir şairdir.. önceleri belirgin olan ‘felsefi anarşistliği’ giderek yerini daha öznel bir dünya görüşüne bırakmıştır.. güncelliği yakalayışındaki yalınlığın estetiği rexroth’un şiirinin en belirgin özelliğidir.. özellikle 50’li yıllardan başlayarak, amerika’daki bütün öncü akımların ‘gurusu’ olan rexroth henüz ne amerika’da, ne dünyada hak ettiği yeri alabilmiştir.. bunda kuşkusuz rexroth’un yaşlılığında bile başkaldıran, bağımsız, kurumlaşmaya olan kişiliğinin etkisi vardır..’ (kitaptan alınmıştır..)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(kitaplığımdaki binlerce kitabın arasında öyle ilginç dizayn edilmiş kitaplar vardır ki ne kadar ilginç olurlarsa olsun gördüğüm hiçbir kitap şaşırtmazdı beni.. hatta bir gün kitapçının birinde ön kapağında sadece ‘ayna’ olan bir kitap görmüştüm, içimden ‘ne etkileyici bre’ deyip dalga geçerek elime bile almadan geçip gitmiştim yanından.. oysa o kitabı gören herkes uzun bir ‘aaaaaaaaaa!’ çekip kitabı alıp mıncıklıyordu.. satışa yönelik bu tür dizaynlar hep etkili olur zaten.. kitabı alıp okumasalar bile karşısına geçip saçlarını tarayıp, makyajlarını, ya da sakal tıraşlarını yapabilirler örneğin.. komik mi, dalga mı geçiyorum.. yok, kesinlikle öyle bir niyetim yok.. nasıl olsa okumayacakları ya da birkaç sayfasını çevirip atacakları o kitap bari o işe yarayabilir.. bu aynalı kapak gibi işte yıllar önce mesela ant yayıncılıktan çıkmış kapağında üç tane kurşun deliği olan bir kitap görmüştüm.. o da gayet etkileyici kapağı olan bir kitaptı bence..

geçenlerde ‘zaferimin’ bir sahaftan aldığı kitapları beraber incelerken, bir zamanlar güzel şiir kitaplarının çıktığı ve genel yayın yönetmenliğini cevat çapan’ın yaptığı ‘iyi şeyler yayıncılık’ tarafından yayınlanmış olan ‘kenneth rexroth’un ‘aşk ve isyan’ (çeviri : güven turan..) adlı şiir kitabını elime aldım.. daha önce birkaç yerde şiirlerini okuduğum ‘kenneth rexroth’un bu kitabı beni oldukça heyecanlandırmıştı.. şiirlerine daldım hemen.. çok ufak harflerle basılmış olduğundan bir süre sonra gözlerim yoruldu ve kitabı kapattım.. kapatır kapatmaz da ön kapakta şairin isminin ve kitabın isminin bir yara bandına yazıldığını fark ettim.. evet evet bir yara bandı.. üzerinde delikleri olan gerçek bir yara bandı.. elinizle sökebilirsiniz isterseniz.. esas sürpriz ise yara bandının nereye yapıştığıydı.. kitabı tam olarak açıp kapak tarafını incelediğinizde görüyordunuz ki kitap kapağı insan derisi olarak tasarlanmış ve insan vücudunun göğüs kısmı kapağın tamamına alınmış.. bu göğüs kısmı sanki jiletle ya da kesici bir aletle defalarca kesilmiş gibi dizayn edilmiş.. arka planda alt kapağın kırmızılığı sanki kan gibi görünürken bu yaralardan birinin üzerine gerçek yara bandı yapıştırılmış ve yazar ile kitabın ismi oraya basılmış.. bu etkileyici tasarımı sanırım ‘tibet sanlıman’ yapmış, kapaktaki fotoğraf ise ‘azmi dölen’e ait.. ikisini buradan tebrik edip, teşekkürlerimi sunuyorum.. bu etkileyici tasarımla birlikte kitabın tek handikabı çok ufak puntolarla basılmış olması.. rahat bir okuma olanağı sağlamadığı gibi gözleri de hemen yoruyor.. ama yine de gerçekten hayatım boyunca gördüğüm en etkileyici kapaktı bu.. her elime alışımda sanki ilk defa görüyormuşçasına yine inceliyorum kapağı..

ha bu arada sakın bu da ticari bir düşünceyle hazırlanmış bir kitap deyip içindeki muhteşem şiirleri es geçmeyin.. ‘kenneth rexroth’ gerçekten etkileyici ve politik bir şair.. kitabın adı gibi ‘aşk ve isyan’ın yanı sıra her bir dizeden ‘paris komününden, kronştad’a, ‘ispanya’daki yaşanan acılardan, dünyanın dört bir yanındaki ayaklanmalara kadar izler bulunuyor.. acı, sevinç, ihanet, direniş ruhu, aşk gibi birçok insani ve bazen de kötü, duygu ve olayların anlatıldığı ‘rexroth’un şiirlerinin her birini tekrar tekrar okuyacağınıza eminim.. tabi bu kitabı bulabilirseniz çünkü yeniden basımının yapılıp yapılmadığını bilmiyorum.. bulursanız eğer çok şanslı birisi olduğunuza inanın.. gülüşlünüzle kalın.. Crockett..)

‘.. tıpkı iyileşmiş bir yaranın altında aranan bir kurşun gibi çok derinlerde aranması gereken bir hikâyedir bu, çünkü unutmak, olayların üstünde kabuk bağlayarak onları görmemizi engelleyen hatta nerede olduklarını bile unutturan canlı bir et parçası gibidir..’ – BARBEY D’AUREVILLY

‘öyle tutkular vardır ki durumun nazikliğiyle daha da alevlenirler ve yarattıkları bu tehlike olmadan var olamazlar… bir dönemin olabileceği en tutku dolu bir yüzyıl olan XVI. yüzyılda en fevkalade aşk nedeni, aşkın içinde bulunduğu tehlikenin ta kendisiydi.. bir metresin koynundan çıkarken hançerlenme tehlikesiyle burun buruna geliyordunuz; ya da koca, karısının o öptüğünüz ve üstünde akla gelecek her türlü saçmalığı yaptığınız manşonuyla (eldiven benzeri aksesuar) zehirliyordu sizi; ve bu dur durak bilmeyen tehlike, aşkınızı yıldırmak şöyle dursun, onu kızıştırıyor, alevlendiriyor ve dayanılmaz hale getiriyordu.. tutkuların yerini yasaların aldığı şu can sıkıcı modern yaşam biçimimizde yasada kabaca tanımlandığı gibi, ‘metresini evlilik hanesine sokmakla’ suçlanan kocaya uygulanan yasa hükmü oldukça rezil bir tehlikedir ama soylu ruhlar için sırf rezilce olduğu içindir ki, bu tehlike bir o kadar da yücedir; kendini bu tehlikeye atmakla belki de savigny, güçlü ruhları gerçekten sarhoş eden o tedirgin şehvete ulaşmaktaydı..’

‘evet.. ister inanın ister inanmayın, azizim, emin olduğum bir cinayetle lekelenen bu mutluluktaki saflığın bir gün, bir dakika bile solduğunu demeyeyim ama, gölgelendiğini görmedim.. mutluluklarının uçucu maviliğinde, kana bulanmak yürekliliğini gösteremeyen alçakça bir cinayetin çamurlu izlerini bir kez bile fark etmedim.. o hoş, cezalandırılan kötülük ve ödüllendirilen erdem ilkesini icat eden dünyanın tüm ahlakçılarını tepetaklak edecek bir şey bu, değil mi.. öylece terk edilmiş ve yapayalnızdılar, sadece benimle görüşüyorlardı ve gide gele, neredeyse bir dost olmuş bir hekimden fazla rahatsız olmadıklarından, kendilerini denetlemeyi bir yana bırakmışlardı.. beni unutuyorlar ve yanı başımda hayatımın hiçbir anısıyla kıyaslayamayacağım bir tutkunun sarhoşluğu içinde yaşıyorlardı, anlıyor musunuz.. demin siz de tanık oldunuz; şuradan geçtiler de beni fark etmediler bile, üstelik burunlarının dibindeydim.. hayatımın onlarla birlikte olduğum dönemlerinde de bundan fazla fark etmemişlerdi beni.. nazik, sevecen ama çoğu zaman mesafeli, bana karşı tutumları böyleydi işte, öyle ki onların inanılmaz mutluluklarını inceden inceye inceleyeceğim ve kendi araştırmalarım için, bir kum tanesi kadar bile olsa bir bezginlik, bir acı, haydi daha büyük konuşayım, bir vicdan azabı kırıntısı yakalayacağım diye tutturmasam, savigny’ye dönmezdim hiç.. ama yok, yok.. aşk onlardaki her şeyi, sizlerin dediği gibi ahlak ve vicdan duygusunu alıyor, her şeyi dolduruyor, her şeyi tıkıyordu; vicdan da söz ederken, şunları söyleyen eski dostum broussais’nin şakasındaki ciddiyeti ben bu bahtiyarlara bakarken anlamışımdır : ‘otuz yıl var ki didik didik ediyorum onu ama hâlâ bu küçük hayvanın tek kulağını bile bulmuş değilim..’

koca şeytan doktor torty, düşüncelerini okurmuşçasına, ‘bu söylediğim bir sav.. gerçekliğine inandığım ve broussais gibi vicdanı açıkça reddeden bir öğretinin kanıtı olarak düşünmeyin..’ diye devam etti.. ‘burada bir sav yok.. görüşlerinizi sarsmak iddiasında değilim.. beni de sizin kadar şaşırtan olaylar var sadece.. sürekli bir mutluluk, gitgide büyüyen ve asla çatlamayan bir sabun köpüğü vakası var karşımızda.. sürekli bir mutluluk zaten şaşırtıcı bir şeydir; ama suçlulukta yaşanan bu mutluluk insanı afallatıyor ve yirmi yıl oldu afallamam hâlâ geçmedi.. yaşlı doktor, yaşlı gözlemci, yaşlı ahlakçı (gülümsediğimi görünce ekledi) ya da ahlaksız, yıllardır tanık olduğu manzaradan şaşkına dönmüştür ve bunu size tek tek anlatamaz çünkü sakız gibi söylenip duran şu beylik söz ne kadar doğrudur.. mutluluk anlatılamaz.. tarif edilemez.. nasıl damarlarda dolaşan kanın resmi yapılamazsa, mutluluğun da, yaşama daha yüce bir yaşamın doluşunun da resmi yapılamaz.. atardamarların her atışında kanın dolaştığını hissederiz, demin gördüğünüz şu ikilinin mutluluğunu, nabzını nice zamandır tuttuğum o anlaşılmaz mutluluğu işte ben de böyle hissettim..’

 

‘JULES-AMÉDÉÉ BARBEY D’AUREVILLY’

‘SUÇTA MUTLULUK..’ , JULES-AMÉDÉÉ BARBEY D’AUREVILLY, Çeviri : AYSEL BORA, METİS Yayınları, Ekim 1992, 160 sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FURUĞ FERRUHZAD..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“furuğ ferruhzad’ın ismine ilk kez yıllar önce sevgili onat kutlar ustamızın bir yazısında rastlamıştım.. araştırdım, sağda solda bir iki şiirini buldum ve çok etkilendim.. ancak kitaplarına bir türlü ulaşamadım..

sonra bir gün ‘furuğ ferruhzad’ın ismiyle tekrar ‘abbas kiarostami’nin ‘the wind will carry us’ (rüzgar bizi sürükleyecek) adlı filminde karşılaşınca onun kitaplarına ulaşmanın artık şart olduğuna karar verdim..

türkçe’ye çevrilmiş kitaplarını büyük çaba sarf ederek buldum ve okudum..

son olarak da ‘furuğ’un elimde olmayan iki kitabını sevgili ‘zaferimiz’ yüce gönüllüğüyle seçkin kitaplığından çekip verince elimde toplam altı kitabı olmuş oldu ve sanırım türkçe’ye çevrilmiş tüm kitaplarını okumuş oldum..

bu kitaplar genelde çeşitli çevirmenlerin ‘furuğ’un kitaplarından derledikleri şiirlerinden oluşan kitaplar.. umarım bir gün tüm külliyatı da dilimize kazandırılır..

‘furuğ’u, türkçe’ye ilk kazandırmaya çalışan onunla aynı sene doğan ve yine onun gibi erkenden kaybettiğimiz sevgili ‘onat kutlar’ ustamızdır.. çok sevdiği arkadaşı ‘celal hosrovşahi’yle birlikte ‘furuğ’un şiirlerini çevirmek için büyük emek sarf etmişlerdir..

‘furuğ ferruhzad’ 33 yıllık kısa yaşamına dört şiir kitabı sığdırmış, sinema ve tiyatro alanında da çalışmalar yapmıştır.. 30 yaşına geldiğinde iran şiirini derinden etkilemiş ve unutulmazları arasına girmiştir.. 1952 yılında tutsak (esîr), 1957 yılında duvar (dîvar), 1959 yılında isyan (isyân) , 1964 yılında ise yeniden doğuş (tevelludî diger) adlı şiir kitapları yayınlanmıştır.. ‘furuğ ferruhzad’ın 33 yıllık kısa yaşamı en verimli çağında trajik bir trafik kazasıyla sona ermiştir..

istanbul günlerdir kar altında.. aslında bu toprakların doğusunda lafı bile edilmeyecek kadar az olan bu kar yağışı istanbul’da nedense hep bir felaketmiş gibi algılanır.. ben de bu kar taarruzu (!) altında yaklaşık altı gündür evde mecburi hapis hayatı yaşıyorum.. ihmal ettiğimiz grip başımıza iş açmaya ve ciğerlere inmeye başlayınca mecburen evde tedavimizi yapmaya başladık.. bu süreçte kendimi yormadan evin iki odasına yayılmış olan binlerce kitabı elden geçirmeye, yeni bir düzenleme yapmaya çalıştım fakat elime aldığım her kitabı en az on, yirmi dakika kurcalayıp oyalanınca bizim düzenleme işi kaplumbağa hızıyla devam etti.. aynı zamanda dün gece evde hasta halimle yalnızdım.. babam ufak bir operasyon geçireceği için hastaneye yatmıştı, annem de yanındaydı.. hasta halimle evin sessizliği içinde yapayalnız kalınca hüzün çığ gibi üstüme düştü.. hasta vücudum yorgun düştü kitaplarla uğraşmaktan, gidip cam kenarına oturup, perdeleri açtım..

sokak lambalarının ışığında yağan tipinin güzelliğini görünce birden aklıma ‘furuğ’un ‘yalnızlığın hüznü’ şiiri geldi..  koştum kitaplıktan ‘furuğ’un ‘yky’den çıkan ve ‘cavit mukaddes’in mükemmel çevirisiyle dilimize kazandırılan ‘sadece ses kalıcıdır’ kitabını açtım ve ‘yalnızlığın hüznü’ şiirini okumaya başladım arkada ‘natacha atlas’ın hüzünlü sesiyle : ‘camın arkasında kar yağıyor / camın arkasında kar yağıyor / bir el, yüreğimin sessizliğine / hüzün tohumları ekiyor..’

içim ‘furuğ’un hüzünlü dizeleriyle doldu taştı.. tüm kitaplarını elimin altına aldım sabaha kadar okudum ve okumamın sonunda ‘furuğ’un elimdeki tüm kitaplarından şiirler paylaşmak istedim aylaklarla..

‘furuğ ferruhzad’ı es geçmeyin, onun dünyasını keşfetmenizi ve bulabileceğiniz tüm kitaplarını edinmenizi öneririm.. ‘furuğ’, iran’ın bereketli topraklarının bizlere armağan ettiği en önemli şairdir bence..

şiirle ve ‘furuğ’la kalın..” 

Crockett..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GECENİN SOĞUK CADDELERİNDE

 

Pişman değilim

Düşünürken yenilgiyi, o acı yenilgiyi

Çünkü ölüm tepsinin doruğunda

Öptüm yazgımın çarmıhını

Gecenin soğuk caddelerinde

Hep tedirgin ayrılıyor çiftler

Birbirlerinden

Bir tek fısıltı duyuluyor : hoşça kal! Hoşça kal!

Gecenin soğuk caddelerinde

 

Pişman değilim

Zamanın ötesinde akıp gidiyor benim yüreğim

Yaşam yeniden doğuracak onu

Yeniden yaşatacak beni rüzgârların

Göllerinde yüzen haberci gülü

 

Bak, görüyor musun

Nasıl çatlıyor tenim

Süt nasıl oluşuyor mavi damarlarında soğuk memelerimin

Nasıl filizlenmeye

Başlıyor kan

O çok sabırlı çizgisinde belimin?

 

Ben senim

Seven

Ve kendi içinde olan kimse o

Belli belirsiz bir bağlantı buluyor birden

Binlerce garip ve belirsiz şeyle

Koyu isteğiyim ben toprağın

Yeşersin diye uçsuz bozkırlar

Kendine çeken bütün suları

 

Uzaklardan gelen sesimi dinle benim

Gör beni koyu sisinde sabah dualarının

Ve aynaların dinginliğinde

 

Bak, gene de nasıl dokunabiliyorum

Kalıntısıyla ellerimin karanlık düşlerin dibine

Nasıl bir dövme yapabiliyorum yüreğime kan lekesi gibi

Suçsuz mutluluklarından yaşamın?

 

Pişman değilim

Benden konuş ey sevgilim bir başka benle

Gecenin soğuk caddelerinde

Gene aşk dolu gözlerini gördüğün

Benden!

Ve hatırla beni, kederle öperken o

Gözlerinin altındaki çizgileri…

 

FURUĞ FERRUHZAD 

‘SONSUZ GÜNBATIMI..’ , FURUĞ FERRUHZAD, Farsçadan Çevirenler : ONAT KUTLAR, CELAL HOSROVŞAHİ, ADA Yayınlar, Şubat 1989, 61 Sayfa, 1600 adet basılmış ve tümü numaralandırılmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  

YALNIZLIĞIN HÜZNÜ

 

Camın arkasında kar yağıyor

Camın arkasında kar yağıyor

Bir el, yüreğimin sessizliğine

Hüzün tohumları ekiyor.

Sonumu böyle gördükten sonra

Saçların ağardı ey kar,

Ama yüreğime yağdın ne yazık

Mezarıma değil.

Bir fidan gibi titriyor gövdem

Yalnızlığın soğuğundan.

Süzülüyor kalbimin karanlığına

Yalnızlığın korkunçluğu

 

Artık içimi ısıtmıyorsun Aşk

Ey donmuş güneş

Gönlüm ümitsizlik çölü

Yorgunum, aşktan yorgun.

 

Ey aldatıcı şeytan, şiir

Senin de sevinçli goncan kurudu,

Sonunda;

Ruhum, bu kederli uykudan uyandı.

Ondan sonra neye baktıysam

Baş döndürücü

Şarabı görüm,

Ne yazık aradığım bir rüyanın hayaliydi.

 

Tanrım, cehennemi,n kapılarını benim için aç

Ne zaman kadar gizleyeceğim yüreğimde

Cehennem sıcağı arzumu.

 

Batıda batan güneşi çok gördüm,

Ne yazık güneyde soldu

Benim batamayan güneşim.

 

Ondan sonra ne arıyordum,

Ondan sonra neyi gözetliyorum?

Soğuk bir damla gözyaşı

Sıcak bir mezar gerek benim için uyumaya.

 

Camın arkasında kar yağıyor,

Camın arkasında kar yağıyor,

Bir el, yüreğimin sessizliğine

Hüzün tohumları ekiyor.

 

FURUĞ FERRUHZAD

‘SADECE SES KALICIDIR..’ , FURUĞ FERRUHZAD, Çeviri : CAVİT MUKADDES, YKY Yayınları, Ocak 1997, 42 Sayfa, 1000 adet basılmıştır..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GEREKSİNİMİN YENİLGİSİ

 

bir ateşti ve söndü

yürek senin bağlarından kurtulunca

bir bağdı ve koptu

üzüncün tılsımlı camı kırılınca

 

sarılayım diye sana geldim

oysa gördüm yapraksız bir dalsın

umudumun gözünde sen

ölümün gülümsemesisin

 

ah ne denli tatlıdır

mezarının başında senin, ey gereksinimli aşk

dans etmek

ah ne tatlıdır

ey yakan ölümcül öpüş,

senden vazgeçmek

 

ah ne denli tatlıdır

senden kopup başkasına varmak

kapıyı yürek üzüncüne kapamak

cennet burdadır

yemin olsun tanrıya, bulut gölgesi ve ekin kıyısı burdadır

 

sen hiç düşünme en iyisi

beni ve harlanan acımı

ben acıdan yakınmam

ben yalazdan yanmam

 

FURUĞ FERRUHZAD

 

‘YARALARIM AŞKTANDIR..’ , FURUĞ FERRUHZAD, Çeviri : HAŞİM HÜSREVŞAHİ, TELOS Yayınları, Mart 2002, 208 Sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

OYUNCAK BEBEK

 

Evet, daha fazla

daha fazla sessiz kalınabilir,

ölülerin donuk ve sönük bakışlarıyla

uzun saatler, bir sigaranın dumanına,

renksiz bir çiçeğe, bardağın şekline, halıya,

düş çizgisine, ve bir duvara bakılabilir.

 

Perdeyi bir kenara iterek görebilirsin sokaktaki hızlı yağan yağmuru;

renkli uçurtmalarıyla duran çocuğu,

ve köhnemiş at arabasının

büyük gürültüsüyle sokağı terk edişini,

ama, olduğun yerde

perdenin kenarında, hem kör, hem sağır

kalabilirsin de.

Bağırabilirsin, yapay, yabancı bir sesle:

‘Seni seviyorum’.

 

Bir erkeğin kollarında hoş bir kadın olarak

iri, tok memelerinle bir deri safra gibi yayılabilirsin;

veya bir sarhoşun, delinin, serserinin yatağında

aşkı kirletebilirsin.

Bütün sırları küçümseyerek, bir bulmacayı

boş yanıtlarla çözerek sevinebilirsin,

boş yanıt, evet BEŞ veya altı.

 

Bir ömür, boynu bükük

türbe önünde diz çökerek

tanrıyı görebilirsin meçhul bir mezarda,

küçük bir sikke ile imana gelip

cami avlularında yıpranabilirsin, dua okuyan

yaşlı adam gibi.

 

Artı, eksi ve çarpma işleminde hep aynı kalabilirsin,

tıpkı sıfır gibi.

Su gibi kendi çukurunda kuruyabilirsin de.

 

Gülünç vesikalık siyah-beyaz fotoğraf gibi

sandığında gizleyebilirsin  güzel bir anını.

Çarmıha gerilmiş, yenilmiş bir mahkûmun

resmini, boş kalmış bir günün çerçevesine

koyabilirsin, veya

camdan gözlerle

dünyaya bakabilirsin,

oyuncak bebekler gibi.

işe yaramaz ellere dokunduğunda,

Boş yere bağırabilirsin :

‘AH ÇOK MUTLUYUM’

 

FURUĞ FERRUHZAD

Çeviri : CAVİT MUKADDES

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘İBRAHİM GOLESTAN’a gönderilen mektuplardan..

“… derimin altında başımı döndürecek bir baskı olduğunu duyumsuyorum. her şeyi delmek istiyorum ve olabildiğince içime dalmak istiyorum. yerin derinliklerine varmak istiyorum. benim aşkım oradadır. tanelerin sürgün verdiği yerde, köklerin birbirine vardığı ve yaradılışın kendini çürümüşlükle sürdüren noktada. benim tenim sanki onun geçici bir biçimidir. temeline varmak istiyorum. kalbimi bir meyve gibi tüm ağaçların dallarına asmak istiyorum..”

FURUĞ FERRUHZAD

Çeviri : HAŞİM HÛSREVŞAHİ..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“… başkalarının tutsak olan benlerinden ayrı olarak kendi özgür ve dingin benine varmadıkça hiçbir şeye varmayacaksın.. kendini tam ve tüm bir şekilde yaşamını insanın ölümü ve yok oluşundan alan o güce bırakmazsan, kendi yaşamını yaratmayı başaramayacaksın.. sanat en güçlü aşktır ve insan tüm varlığı ile ona teslim olduğunda insanın onun tüm varlığına kavuşmasına izin verir..”

FURUĞ FERRUHZAD

Çeviri : HAŞİM HÛSREVŞAHİ..

‘AŞK ŞİİRLERİ..’ , FURUĞ FERRUHZAD, KIRMIZI Yayınları, Haziran 2006 , Yayıma Hazırlayan : FAHRİ ÖZDEMİR, Kitaptaki seçkinin çevirileri : FAHRİ ÖZDEMİR, HAŞİM HÛSREVŞAHİ, ONAT KUTLAR, CELAL HOSROVŞAHİ, CAVİT MUKADDES, 146 Sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SEVMEKTEN

 

bu gece gözlerinin göğünden

şiirime yıldız yağıyor

kâğıtların beyaz sessizliğinde

kıvılcım ekiyor pençelerim

 

sıtmalı, divane şiirim

arzuların yarığından mahcup

yeniden yakıyor vücudunu onun

ateşlerin ebedi susuzluğu

 

evet, sevmenin başlangıcıdır bu

gerçi belirsizdir yolun sonu

ama ben artık düşünmüyorum sonu

sevmektir güzel olan çünkü

 

karanlıktan sakınmak niye

gece elmas damlalarıyla doludur

geceden geriye kalansa

sarhoş eden leylak kokusudur

 

ah, bırak kaybolayım sende

benden iz sürerek bulamasın artık kimse izimi

yakıcı ruhun ve nemli ahın

şarkımın gövdesinde essin dursun

 

ah bırak bu açık pencerenden

rüyaların ipkeleri üzerinde uyuyarak

ışıltılı bir kanatla uçayım

dünyanın hisarlarından geçeyim

 

hayattan ne istiyorum biliyorsun

ben sen olayım, sen, tepeden tırnağa sen

bin defa gelmek mümkün olsa dünyaya

her defasında sen, her defasında sen

 

bir denizdir bende saklı olan

ne zaman güç bulacağım saklamaya kendimi

keşke sana bu korkulu tufanı

anlatacak gücüm olsaydı

 

öyle doluyum ki seninle

çöllerde koşmak

dağa taşa vurmak başımı

gövdemi dalgalara atmak istiyorum

 

öyle doluyum ki seninle

kendimden döküleceğim toz gibi

bastığın yere baş koyacağım usulca

uçarı gölgene asılıp kalacağım

 

evet, sevmenin başlangıcıdır bu

gerçi belirsizdir yolun sonu

ama ben artık düşünmüyorum sonu

sevmektir güzel olan çünkü

 

FURUĞ FERRUHZAD

‘YERYÜZÜ ÂYETLERİ..’ , FURUĞ FERRUHZAD, Farsça aslından çeviri : MAKBULE ARAS, CAN Yayınları, Şubat 2008, 112 Sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DUVAR

 

soğuk anların ivmeli geçişinde

yabanıl gözlerin senin,

kendi suskunluğunda

çevreme duvar örüyor

 

kaçıyorum senden yol sapaklarında

kırları ay ışığı tozunda göreyim diye

yıkanayım diye ışık pınarlarında

sıcak yaz sabahının alaca sisinde

eteklerimi kır çiçekleriyle doldurayım diye

köy kulübeleri damından horoz sesleri duyayım diye

kaçıyorum senden, çöl ortasında ölesiye

yeşilliklere basayım diye

otların soğuk çiyini içeyim diye

kaçıyorum senden, terk edilmiş bir kıyıda

karanlığın bulutunda yiten kayalar üstünden

deniz fırtınalarının dönen danslını göreyim diye.

 

uzak bir günbatımında

yaban güvercinler gibi kanatlarımın altına alayim diye

gökyüzünü, dağları, kırları,

kuru çalılar arasından

çöl kuşlarının sevinç şarkılarını

duyayım diye

kaçıyorum senden, senden uzak, açayım diye

istek kentinin yolunu

ve kentin içinde

düş sarayının ağır altın kilidini

 

ancak senin gözlerin suskun çığlıklarıyla

yolları gözlerimde bulandırıyor

gizinin karanlığında durmadan

çevremde duvar örüyor

 

sonunda bir gün…

kuşku gözünün büyüsünden kaçarım

saçılırım alaca düş çiçeklerinden saçılır gibi

gece esintisi saçlarının dalgasından süzülürüm

giderim güneş kıyılarına değin

sonsuz dinginliğinde uyuyan bir dünyada

usulca kayarım altın renkli bir bulut yatağına

dökülür ışık sevinçli gökyüzüne

dökülür yığınla şarkının tarhı

 

ben oradan,, esrik ve özgür

bakarım dünyaya, senin büyülü gözlerinin

yollarını gözümde bulandırdığı

bakarım dünyaya, senin büyülü gözlerinin

gizemli karanlığında durmadan

çevresinde duvar ördüğü.

 

FURUĞ FERRUHZAD

 

‘SES, SES, YALNIZ SES..’ , FURUĞ FERRUHZAD, Çeviri : HAŞİM HÜSREVŞAHİ, KAVİS Yayınevi KAR Kitaplığı, Şubat 2011, 116 Sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖLÜ SU

içsin mi kansıcağı ikindilerde

iki ucu denizsiz çay suyundan

dört boynuzlu yörük  öküzü

çıkamaz ininden yaz uykusunda çakıroğlan

duvarda çamursarısı sidikkızılı boynuzbozu bir ölüdoğa

sıvanın altında kim var

susuz aç

kim gizliyor olumlu tarhanayı sevimli ifritlerden

as kendini çakıroğlan

bir türküde oturacaksın yapayalnız

sabah çayları bir türküde üzüm

kısır tarlada gereksiz bir kaya

ya da iskender sininde bir kabartma taşdonuğu

(yaşadıydı karacaoğlan kızı yunus karıncası

kansıcağı ikindilerde harman kaşıntısı)

kendir saplarıyla asılmış uzarken yarı yolda

suçluyum sayın yargıç

bir zurnacı çingene ısmarlayın ipime

ya siz sayın yargıç ?

 

YUSUF ATILGAN

 

(Yazı Dergisi, 1978..)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(rakısını bir parça beyaz peynir ve iki diş sarımsakla susuz içen büyük ustamız ‘yusuf atılgan’ romanlarıyla, öyküleri dışında bir dönem şiir de yazmıştır.. iki şirinin dergilerde yayınlanmıştır. Crockett..)

AYRILIK

Doğu yeli esiyor karşıdan

kirpiklerim tozlu

Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan

         Sensiz

 

Bir serin denizde misin kumda mısın

Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu

                         Bensiz

 

Çorak tarlada geçkin bir at çakalı    

Bir telli kavak bir zeytin bir kuş

                             Sensiz

 

Evde misin masal söyleyenin var mı

Açık mı kapılar yataklar boş mu

                          Bensiz

 

YUSUF ATILGAN

(Milliyet Sanat Dergisi, Şubat – 1980)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘eksiksiz sistemlerin çığırtkanlığını yapmayın bana, fetih defilesi yapmayın önümde..’ – fernando pessoa

Lisbon Revisited (1923)

 

Hayır : hiçbir şey istemiyorum.

Hiçbir şey istemiyorum dedim.

 

Sonuçlarınızla gelmeyin bana!

Tek sonuç ölmektir.

 

Estetik getirmeyin bana!

Ahlaktan söz edilmesin!

 

Uzak tutun benden ne varsa metafizik adına!

Eksiksiz sistemlerin çığırtkanlığını yapmayın bana, fetih defilesi yapmayın önümde

 

Bilimler (bilimler, Tanrım! Bilimler) –

Bilimler, sanatlar, modern uygarlık!

 

Ne kötülük yaptım ben tanrılara?

Hakikat onlardaysa, kendilerine saklasınlar!

 

Teknisyenim ben, ama tekniğin içindedir benim tekniğim.

Deliyim ben bunun dışında, mutlak bir deli olma hakkıyla.

Mutlak bir deli olma hakkıyla , işitiyor musunuz beni?

 

Bunaltmayın beni, tanrı aşkına!

 

Evli, işe yaramaz, sıradan ve nazik olmamı mı istiyorsunuz benim?

Bunun tersi olmamı mı istiyorsunuz, herhangi bir şeyin tersi?

Başka biri olsaydım eğer, kapris yapardım hepinize.

Ama böyle, kendim gibi, sabırlı olun!

Bensiz gidin cehenneme,

Ya da bırakın beni tek başıma gideyim cehenneme!

Niçin beraber gidecekmişiz?

 

Koluma girmeyin!

Koluma girilmesini sevmem. Yalnız olmak isterim.

Söyledim size yalnızım ben!

Ah, ne sıkıcı size eşlik etmemi istemeniz!

 

Ey mavi gökyüzü  -çocukluğumunki gibi-

Boş ve kusursuz ezeli hakikat!

Ey ata yadigarı, sessiz, uysal tejo,

Gökyüzünün yansıdığı küçük hakikat!

Ey yeniden kavuştuğum acı, dünün ve bugünün Lizbon’u!

Bana bir şey vermiyorsun, benden bir şey almıyorsun, hissettiğim hiçliksin sen.

 

Rahat bırakın beni! Gecikmem, ben ki asla gecikmem…

Ve geciktikçe Dipsiz Derinlik ve Sessizlik yalnız kalmak isterim ben! 

‘FERNANDO PESSOA’ (Alvaro De Campos..)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘SAYISIZ varlıklar yaşar içimizde,

Düşünsem de, hissetsem de, bilmem

Kimdir düşünen hisseden kim.

Ben sadece bir mekânım

Hissedilen ya da düşünülen.

 

Birden fazla ruhum var benim.

Benden fazla ben var bende.

Yine de varım

Herkesten farksız olarak.

Sustururum onları : ben konuşurum.

 

Kesişen içgüdüleri

Hissettiklerimin ya da hissetmediklerimin

Tartışırlar içimde.

Bilmiyorum onları. Hiçbir şey yazdırmazlar

Var olduğum ben’e : ben yazarım

 

YALNIZSIN. Kimse bunu bilmiyor. Sus ve aldat.

Ama aldatıcı görünmeden aldat.

Asla umma sende daha önce var olmayan bir şeyi,

Herkes kendisiyle hüzünlüdür.

Güneş senindir güneş varsa, dallar eğer dalları arıyorsan,

Şans eğer şanssa sana düşen.

 

BEKLİYORUM, sakince, meçhulü-

Kendi geleceğimi ve her şeyinkini.

Sonunda her şey sessizlik olacak,

Hiçliğin yüzeceği denizden başka.

 

HİÇTEN hiç kalır. Hiçiz biz.

Biraz güneş biraz hava ardımızda bırakır

Üstümüze çöken solunmaz karanlığını

Mütevazı ve kaçınılmaz toprağın,

Ertelenmiş cesetlerdir yaratılan.

 

Yapılan yasalar, seyredilen heykeller, yazılar odlar-

Hepsinin kendi mezarı var. Eğer biz,

Bir iç güneşin kan verdiği tenler,

Yaşlanıyorsak, onlar niye yaşlanmasın?

Hikâyeler anlatan hikâyeleriz biz, hiç.

‘FERNANDO PESSOA’ (Ricardo Reis..)

‘SIRLARIN CEBRİ..’ , FERNANDO PESSOA, Çeviri :IŞIK ERGÜDEN, NİSAN Yayınları,38 Sayfa, Kasım 1995..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

fernando pessoa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“fernando pessoa,

dr. pancracio,

luis antonio congo,

eduardo lança,

a. francisco de paula angard,

pedro de silva salles,

jose rodrigues de valle,

pip,

dr. caloiro,

morris theodor,

diabo azul,

parry,

galliao pequeno,

accursio urbano,

cecilia,

jose rasteiro,

tagus,

adolph moscow,

marvell kisch,

gabriel keene,

sableton-kay,

dr. gaudencio nabos,

alvaro de campos,

nympha negra,

professor trochee,

david merrick,

lucas merrick,

willyam links esk,

charles robert anon,

ricardo reis,

horace james faber,

navas,

alexander search,

charles james search,

herr prosit,

jean seul de meluret,

pantaleao,

torquato mendez fonseca da chuna rey,

gomes pipa,

ibis,

joaquim moura costa,

faustino antunes (a. moreira),

antonio gomes,

vicente guedes,

gervasio guedes,

carlos otto,

miguel otto,

frederick wyatt,

rev. walter wyatt,

alfred wyatt,

bernardo soares,

antonio mora,

alberto caeiro,

sher henay,

barao de teive,

maria jose,

abilio quaresma,

pero botelho,

efbeedee pasha,

thomas crosse,

i.i. crosse,

a.a. crosse,

antonio de seabra,

frederico reis,

diniz da silva,

coelho pacheco,

raphael baldaya,

claude pasteur,

joao craveiro,

henry more,

wardour,

j.m. hyslop,

vadooisf..”

Kaynak : ‘SIRLARIN CEBRİ..’ , FERNANDO PESSOA, Çeviri :IŞIK ERGÜDEN, NİSAN Yayınları, 38 Sayfa, Kasım 1995..

(‘fernando pessoa’ bence dünyanın en yalnız insanlarının başında geliyor.. kalabalık yalnızlıklarda yaşamış, değişik isimlerle binlerce sayfa yazmıştı.. 1935’te öldüğünde arkasında yayınlanmamış sayısız eser bırakmıştı.. ölümünden sonra derlenmeye başlayan eserleri arasında tamamlanmamış yapıtlarda bulundu.. yapıtlarını yazarken kendi adının dışında kendi iç dünyasında yarattığı insanların adlarıyla yazdığı eserleriyle gelmiş geçmiş en gizemli yazardır kendisi..  iç dünyasında yarattığı başka isimlerle yazdığı eserlerinin çoğu ölümünden sonra yayınlanmıştır.. yarattığı bu kişilikler sadece birer isimden ibaret değildi, hepsi birer geçmişi,  dünya görüşü olan kişiliklerdi..

ben ‘pessoa’yı çok geç keşfeden insanlardan birisiyim.. ‘bernardo soares’ takma adıyla yazdığı ‘huzursuzluğun kitabı’yla tesadüfen  karşılaştığımda kendisinin iç dünyasından ve düş gücünden müthiş etkilenmiştim.. hele hele hayat hikayesini okuduğumda derinden bağlanmıştım ona.. gittiğim her yere benimle giden kitaplardan birisi olmuştu ‘huzursuzluğun kitabı..’

geçen ‘zaferim’i ziyarete gittiğimizde yıllar önce ‘ışık ergüden’ çevirisiyle zamanının en güzel yayınevlerinden ‘nisan yayınlarından’ çıkmış ‘sırların cebri’ adlı kitabıyla karşılaştım.. işte bu kitabın başında çok güzel bir çalışma yapılarak ‘fernando pessoa’nın yazarken kullandığı isimlerin bir kısmının listesi verilmişti.. bunu herkesle paylaşmak gerektiğini ve ‘fernando pessoa’nın neden çoğunlukla hayali isimler altında yazma gereğini duyduğunu hepimizin düşünmesi ve sorgulaması gerektiğini düşündüm.. huzursuzluğunuzla kalın.. Crockett..)

“su da önemli ama.. ateştir benim ustam..”

“Ömrüm diyorum şimdi ömrüm

Üzgün bir çocuksun sen ve yalnız

Öyle kal çünkü bu dünyada

Sana en çok mutsuzluk yakışıyor”

Ahmet Telli

Yılların koşar adım geçtiği,   hüznün her an hayatımıza hem sevinç, hem zehir akıttığı bir hazin geçit ömrümüz..  neyse ki vazgeçtim çoktan yılların adımlarını saymaktan.. otuzlu yaşlarda çok yıkıcı ve yorgun geçen bir beş yıldan sonra bir anda  kaç yaşında olduğumu  fark ettim..  unutmuştum  saymayı.. bir yaş hesabı iddiasıyla başlayan öylesine bir sohbet benim kaç yaşında olduğumu fark etmemi sağladı..  her aklıma geldiğinde ağız dolusu güldüğüm bir anıdır..  kendimden bu kadar çok uzaklaştığım için kendime üzüldüğüm bir yoğunluk yaşadım o anda. Oysa ne olursa olsun şimdi koca bir kadın olan, güzel gözleriyle etrafına umutla bakan, çok çalışkan, çok heyecanlı, dünyadan kendi payını isteyen o kız çocuğunu korumaya söz vermiştim  yıllar önce..  ne yazık ki hiç koruyamadım hayatın acılarına, darbelerine karşı.. çünkü hala küçük bir kız çocuğuydu o.. dünyayı hala anlayamıyordu..

“Ölüm hiç de ürkünç gelmiyor

Yaşanmışsa tüm yaşanacaklar

Acı yitiriyor anlamını ve renkler

Kül oluyor körleşirken gökboşluğu”..

Ya yaşanması gerekenler hep yarım kalmış ise..   yine de ölüm ürkünç değil midir.. ?

işte bu gel gitlerle uğraşırken, bir arkadaşımın mesajıyla ‘itü’de seyyar sahne tarafından ‘oğuz atay’ın ‘tehlikeli oyunları’nın sahnelendiği bilgisini aldım..

Erdem Şenocak bana göre çok başarılıydı.. tek kişilik bu performans ve bir de salıncak.. oğuz atay niyetine gidip sımsıkı sarılasım geldi kaç defa.. sahnede görmek masalsı bir duygu.. çok başarılı .. ve bu yürek işi bir çalışma.. ticari kaygıdan uzak.. seyyar sahne “tezer özlü -çocukluğun soğuk geceleri”ni de sahneliyor..

‘Oğuz Atay,  Tehlikeli Oyunlar’;  “ağzının, güzel dudaklarının kenarında bir gülümseme yaratmak için, ne uzun yollardan geçiyorsun. kendinden veriyorsun, durmadan eksiliyorsun. oysa bazı insanlar, oldukları gibi kalarak elde ederler istediklerini. ben, kanımı damla damla süzerek veriyorum” 

Evet, bazı insanlar hiç çaba harcamadan, oldukları yerden kıpırdamadan elde ederler dünyayı.. yoksa çok şey mi bildik, istedik ve hayal ettik .. ahh oğuz atay..

Bir de geçen gün Cemal Süreya öldü dediler..  öldüğü gün dediler..

 O en güzel, en mutlu, en mutsuz, en hüzünlü  anlarımın şairlerinden.. o bir dersim sürgünü..

 “Bizi kamyona doldurdular.

Tüfekli iki erin nezaretinde..

Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular..

Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar..

Tarih öncesi köpekler havlıyordu.” 

Her şeye rağmen, kendini doğuran  insanlık.. cemal süreya’yı doğuran hayat.. aşkın şairi.. her daim  hüzün verirken, derde derman olan kelimelerin büyücüsü..

‘aşk’ şiirinde beni benden alan.. işte o çok sevdiğim dizeler.. imgeler..

…..

 “Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek

Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken

Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti

Çünkü iki kişiydik..”

“Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya

Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız

Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu

İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük..”

hayat başka nedir ki..?  sadece ‘an’lar.. ‘Keşke yalnız bunun için sevseydim seni’

‘Taflan’

Okumak Üzerine

Her insanın ilk okuma çabaları kendine özgüdür ve içinde bulunduğu çevrenin de bunun üzerinde etkisi vardır. Benim ilk okuma çabalarım, bankaların reklam tabelaları ve eve alınan gazetenin içindeki  ‘Fatoş ve Basri’ karikatür yazılarını anlamaya çalışmaktı. Her sabah gazetenin o sayfasını açar, ilk önce resimlerden anlamaya çalışır, daha sonra en yakınımdaki kişiye, genellikle annem olurdu, okuturdum. Daha sonra, diğer sayfaları gözden geçirir, okuyup anlayacağım günleri iple çekerdim. Zamanla bu okuma isteğim, erken okula yazılma çabalarıma dönüştü. Bir yıl erken okula gidebilmek için, yalvardım yakardım. Annem babam bana yeni okula başlayacak bir çocuk gibi, tüm malzemeleri aldılar. Sıra okula kayıt olmaya gelmişti, o zaman da dışarıdan destek yarattım kendime. Çok becerikli, iş bilir bir teyzemiz vardı. Onunla okula gidip, kayıt olmak istedim hatta boyum büyük görünsün diye yüksek topuklu bir ayakkabı giydiğimi hatırlıyorum. Bu heyecan ve sevinç, okul müdürü tarafından yaşım küçük olduğu için reddedilmesine kadar sürdü. Sonraki bir sene annem için zordu ancak hiçbir zaman bana öff dediğini hatırlamam. Sabah erkenden okula gider gibi hazırlanır, kahvaltımı yaptıktan sonra, yazma ve okuma derslerim başlardı. Cin Ali serisi ezberlediğim ilk seriydi. En çok da resim derslerini iple çekerdim. Neyse ki bu okul özlemi birinci sınıfa kaydolmakla sona erdi. Her zaman öğrenmekten çok zevk aldım.

Okumak, bir insanın yapabileceği en güzel eylem. Mutluysam, mutsuzsam, üzgün veya sevinçliysem hiç fark etmiyor, mutlaka okumak için ihtiyaç duyuyorum. En hoşuma giden de kitabın içinde bir maden bulmuş gibi, o an hoşuma gidecek cümleleri keşfetmek. Ya da o an içinde bulunduğum ruh durumuma çare olabilecek bir şeylerle karşılaşabilmek.

Burada şuna da dikkat çekmek gerekir ki; ne okursan o kadar gelişiyorsun. Ne demek bu? Şiir okumak konusunda yeterli çabayı göstermedim, sevdiğim ve ezberlemeye çalıştığım şiirler oldu ancak, şiir apayrı bir dünya. Bu alanda sınıfta kaldığımı söyleyebilirim.

Şu günlerde okuduğum ‘Bir Çift Ayakkabı’ kitabında Sunay Akın’ın şu cümleleri bu kitapta bulduğum maden cümlelerden bir kısmıydı:

‘Edebiyat sınavlarının en beylik sorusudur: Şair burada ne demek istemiş? İşin aslını ararsanız, tarih boyunca hiçbir şair, yazdığı şiirlerde ne demek istediğini kendi de bilmemiştir. Şiirde anlam aramak, evin duvarlarına renk beğenmek için bir resim sergisi gezmekten farksızdır. Çünkü, şiirde anlam arayanlarla duvar örüp ufku daraltanlar aynı sığ suların balıklarıdır. Şairin derdi bir şeyler anlatmak olsa kağıda düzünden girer, yani düzyazıya başvururdu.’

Yine kitabın ilerleyen sayfalarında, zevkle yolculuk yaparken şiir ile ilgili şu cümleler dikkat çekici bir tarifti benim için;

‘Bir dağdan haykırırsanız sesiniz karşıdaki dağda yankılanır, öykü olur, roman olur. Yok, eğer bir fay kırığından dünyanın derinliğine haykırırsanız, sesiniz şiir olur. Şiir böyle bir sanattır; 70 sayfada ya da 1.500 sözcükle anlatamayacağınız duyarlığı, 7 dize ve 15 sözcükte verebilmek…’

Bu tariflerden şiir konusunda öğrendiğim, daha emekleme seviyesinde olduğum. Ne yapalım bir yerden başlamak gerekiyor demek ki. ‘Aylak Adamız’da şiir konusunda başlangıç yapılabilecek kara kuşak seviyesinde bir yer. Neyse ki, beyaz kuşak-yeşil kuşak ayrımını bilmeden, ileri 6-Sigma eğitimlerine inatla devam eden birisi olarak, şiir konusunda beyaz kuşak seviyesine ulaşmayı hedefliyorum. Yeni yıla girerken bu yönde duyumlar aldım, bu yılki hedefim budur.

Şiirinizle ve okumalarınızla kalın.

‘SKYCELL’

‘BİR ÇİFT AYAKKABI’  –  SUNAY AKIN , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1.Basım: Kasım 2011, 184 Sayfa…