Archive for the ‘Edebiyat’ Category

‘benim için çölsün sen, denizsin, sır olan her şeysin..’ – INGEBORG BACHMANN

1970 yılında paris’te seiné ırmağına kendini atarak yaşamına son veren şair PAUL CELAN ile 1973 yılında evinde çıkan yangında ağır yaralanarak hayatını kaybeden INGEBORG BACHMANN arasında yaşanan ve 1948-1958 arasında yıllarca süren ve bir süre mektuplarla devam eden hüzünlü aşka ait mektuplar KALP ZAMANI adı altında TURKUVAZ KİTAP tarafından ülkemizde okurlara sunuldu..

Ingeborg Bachmann’dan Paul Celan’a.. 

‘canım

hiç aklıma getirmediğim için , bugün öğleden önce –geçen yıl da aynı böyle olmuştu- kartpostalın tam  anlamıyla uçup geldi, kalbimin içine kondu, evet öyle , seni seviyorum, eskiden hiç söylememiştim bunu. gelinciği yine hissettim , derinde, çok derinde; harikalar yarattın, asla unutamamam bunu..

bazen buradan ayrılmaktan ve paris’e gitmekten , ellerimi tuttuğunu, bana çiçeklerle dokunduğunu hissetmekten başka bir şey arzulamıyorum, sonra nerden geldiğini, nereye gittiğini de bilmek istemiyorum. benim için sen hindistanlısın ya da daha da uzak, karanlık, kahverengi bir ülkeden; benim için çölsün sen, denizsin, sır olan her şeysin. hala hiçbir şey bilmiyorum senin hakkında ve bu yüzden senin için korkuyorum, bizlerin burada yaptığı herhangi bir şeyi senin yaptığını hayal edemiyorum, ikimiz için bir saray kurmalı ve o sarayın içinde benim sihirli efendim olabilmen için seni yanıma almalıydım, orada halılarımız ve müziğimiz olacak, orada aşkı bulacağız..

 

sık sık düşündüm , senin en güzel şiirin ‘corona’ , her şeyin mermere dönüştüğü ve ebedileştiği bir anın çok önceden kusursuz bir biçimde gerçekleşmesi o. ama buradaki ben için ‘zaman’ olmuyor. elime geçmeyecek bir şeye açlık duyuyorum, her şey sığ ve tatsız , yorgun ve daha kullanılmadan yıpranmış.. 

ağustos ortasında paris’te olacağım, birkaç günlüğüne. neden , niye sorma bana, ama benim için orada ol, bir akşamlığına ya da iki, üç.. beni seine nehri’ne götür, küçük balıklara dönüşene ve birbirimizi yeniden tanıyana kadar bakalım sularına..’ (24 Haziran 1949, Viyana)

  

Paul Celan’dan Ingeborg Bachmann’a..

 

‘sevgili inge’m,

Görünüşe göre bu hayat kaçırılan fırsatlardan oluşuyor, belki de en iyisi bunların üzerinde pek uzun durup düşünmemek, yoksa kelimeler yerinden kıpırdamıyor.. kelimeleri kıpırdatmaya kalkışan mektuplar, kasılarak yolunu bulmaya çalışan parmakların altından çekilip, çıkarılmış olmaları gereken bölgeye geri döndüler.. ve şimdi sana derinden borçlu kaldım, londra’dan gönderdiğim o resmi yazı – senin mektuplarının, hediyelerinin , çabalarının karşısında duran her şey- kafamın içinde çırpınıyor.. bağışla beni, bırak da nihayet birbirimizle konuşalım..’ (30.10.1951, Paris)

(Kalp Zamanı , Ingeborg Bachmann – Paul Celan , Mektuplar , Çeviri : İlknur Özdemir , Turkuvaz Kitap , 335 Sayfa , 2009 )

  

‘ne kadar uzağım ben her şeyden..’ – SEVİM BURAK – Beni Deliler Anlar

‘..Bu dünyayı izleyenlere bir halt yok.

Açıkgözler için hiçbir şey yazmayacağım.

Dünyalarını kaybetmişler için..

Kendim için yazacağım. Erken bunamışlara , hayalperestlere, çok acıklılara, bu dünyadan gitmek üzere hazırlık yapanlara yazacağım..

Yalnız aklını kaybetmişlerle bu dünyayı paylaşacağım. Aşktan aklını oynatanlara, şizofrenlere, aşırı romantiklere ve aşırı sadistlere. Delilere yazacağım..’ 

SEVİM BURAK – Beni Deliler Anlar

Hayykitap , Kasım 2009

‘Kimse önünü görmüyor. Herkes birbirini çiğniyor. Ne tuhaf değil mi?

Kimse gittiği yeri bilmiyor. Herkes hayretle bunu birbirine soruyor. Herkes kendi kendine konuşuyor. Malum her insanın altında başka bir insan yatıyor. İnsan inanmak istemiyor. Biliyorsun hayatta her şey gizlidir. Her hadise bir sırdır. Başka ne yapabiliriz. Daha nasıl olabiliriz? Mutlu olmak için ne diyebiliriz? Bu yüzden herkes birbirine bakıyor ve herkes birbirinden şüpheleniyor..

Tek düşünebildiğim ve anladığım sözler bunlar. Aydınlıkta olan tek şey bilincim. Kendi kendimin önüne bir karartı gibi düşüyorum. Kendimin de düş olduğuna inanıyorum. Düş gördüğüme o kadar eminim ki, şu başkalarının hayatını görmesem. Kapalı perdelerin arkasında düş-uyku-korku geçiriyorum. Sanatımın düş olduğunu biliyorum. Birdenbire aydınlığa çıkınca deli oluyorum. Kimsenin suratını görmek istemiyorum. Benim yazdıklarımla bu suratların ne ilişkisi var? Düş görerek bir yandan da uyanık yaşayamam. Tek çelişkim insanlar. Dünya , benim. Her şey yalnızlığıma bağlı. Kimseyle bağ kuramam artık. Nasıl yaşayabilirim onların arasında hikayelerim gibi. Nasıl düşünebilirim Bilal Beyin not defterinde olduğu gibi, insanların arasında? Nasıl yerlerde emekleyebilirim? Benden şu dünyada beklenebilir mi yarattığım şeyler gibi yaşamam? Yazdıklarıma bakarak benden ne beklenir? Ne kadar uzağım ben her şeyden..’ 

SEVİM BURAK – Beni Deliler Anlar

Hayykitap , Kasım 2009

‘Baştan sona mutlu ya da mutsuz, içi ve dışıyla tutarlı bir yol çizebilendir yazar. Ama herkes masal anlatıyor. Alıştığı şeyleri tekrar tekrar dinliyor. Benim yazarlığımın kendi kendini kandırır bir yanı yok..’

‘Gözlerimi , kulaklarımı , kalbimi kapatmalıyım bütün güzelliklere, zenginliklere ki, aklım herkesin görüp sevdiği şeyleri görmesin, güzelliklere dalıp yanlış düşüncelere kapılmayayım. Sevgi mevgi isteyip kendi kendimi kandırmayayım. Sonra yaşam beni cezalandırır, yazamam..’ 

SEVİM BURAK – Beni Deliler Anlar

Hayykitap , Kasım 2009

‘başlayacak her savaşa sözcük taburları öncülük eder..’ – JEAN BLOT

‘Başlayacak her savaşa sözcük taburları öncülük eder.. Çatışmanın temelinde yatan çıkar ilişkilerini çözmek yazarların üstesinden gelebileceği bir iş değildir.. Ama savaşa öncülük eden, onu maskeleyen, allayıp pullayan sözcük taburları doğrudan denetimimiz altındadır, burada sorumluluğumuz birincildir. Geçmişte birçok kez yeteneklerimiz savaşı körüklemek için kullanıldığından sorumluluğumuz daha da büyüktür. Savaş barıştan önce gelir. Çünkü kökeninde korku yatar. Savaş korkunun bir çeşit yansıması, sahnelenmesidir ve korku cesaretten önce var olmuştur.. Eğer çıkar , kendisine hizmet edecek eli silahlandırmak için bir maskenin ardına gizlenecek bu ele hükmeden kalbi ve zihni kandıracaksa, ilk destekçisi, başkasından yani yabancıdan duyulan korku olacaktır. Bir başka deyişle, çıkar, daha doğrusu onun hizmetinden olanlar, yüzyılların korkusunu işlerinin geldiği yöne çevirip harekete geçireceklerdir..’

JEAN BLOT (ALEXANDRE BLOKH) – Kalıtımsal Düşman , 1986

(Kaynak : Şiirde Barış Teması , NURŞEN AYDOĞAN , İnsancıl , Ocak 2010 sayısı)

‘gökyüzünün ipek örtüsü altında yaslanarak yosuna ve kitaba / kayına..’ – FRIEDRICH NIETZSCHE

‘Ancak dans edebilen bir tanrıya inanırım ben..’ -FRIEDRICH NIETZSCHE

‘Ancak dans edebilen bir devrime inanırım ben..’ -EMMA GOLDMAN

 

‘güzeldir, birlikte susmak,

daha da güzeldir, birlikte gülmek,

gökyüzünün ipek örtüsü altında

yaslanarak yosuna ve kitaba / kayına

sevimli kahkahalar atmak dostlarla

ve beyaz dişlerini göstermek

 

iyi yaptıysam, susalım

kötü yaptıysam – gülelim

hep daha da kötü yapalım,

daha da kötü yapıp, daha da kötü gülelim,

kara toprağa girene kadar.

 

dostlarım ! hu ! böyle olsun mu ?

amin ! ve hoşçakalın ! ..’

FRIEDRICH NIETZSCHE

‘devlet mi ? nedir bu ? pekala ! şimdi kulak verin bana. çünkü şimdi size halkların ölümü hakkında bir çift sözüm var.

devlet tüm soğuk canavarların en soğuğudur.. soğuktur söylediği yalanlar da ; ve şu yalan dökülür dudaklarından : ‘ben , devlet , halkın ta kendisiyim..’

devlet diyorum, herkesin, iyilerin ve kötülerin zehir içtiği o yere ; devlet , iyilerin ve kötülerin, herkesin kendini kaybettiği yer; devlet , herkesin yavaş yavaş intihar etmesine ‘YAŞAM’ adı verilen yer.

tahta geçmek ister hepsi; onların deliliğidir bu – sanki mutluluk tahtta otururmuş gibi! genellikle çamur oturur o tahtta ve genellikle taht da çamurda..

orada devletin bittiği yerde başlar fazlalık olmayan ilk insan ; orada başlar lüzumsuz olmayan kişinin şarkısı, bircik eşsiz ezgisi..

oraya devletin bittiği yere oraya bakın kardeşlerim! görmüyor musunuz gökkuşağını ve üstün insana giden köprüleri!

böyle söyledi zerdüşt..’ – FRIEDRICH NIETZSCHE 

‘Hayat hakkında tek bir kötü söz edemeyiz çünkü onu hiçbir şeyle kıyaslayamayız..’- CHARLES BOKOWSKI

Şarap ve klasik müzik eşliğinde yazıyorsunuz; neden jazz ya da rock değil ve esinlenmek için ne kadar şarap içmeye ihtiyaç duyarsınız?

Jazz ve rock beni klasik müzik kadar yükseltmiyor. Klasik müzikte yüzyılların izi var bir kere. Daha çok kan , daha çok biçem.. yerinden kalkar yürür ve gitmiştir. Jazz sızlanıp durur. Rock ise daha gürültülü ve yapmacıktır, o büyük ve heyecan verici kumardan uzaktır..

Yazarken ufak ufak içerim. Bir şişe şarabı bitirmek iki saatimi alabilir. Bir buçuk şişeden sonra yazının kalitesi düşer zaten. Ondan sonra barlardaki sarhoşlardan farkım kalmaz; kendini tekrar eden sıkıcı bir ahmak..

Alkol, atlar ve daktilo benim gerçeklerden kaçış yollarımdır diyorsunuz; gerçekler sizin için nende bu kadar korkunç? Canınız çok mu yandı da şimdi herkesten kaçmaya çalışıyorsunuz?

Gerçek herkes için hayli korkunç olabilir. Çoğu hayat mutlu değil. Çoğu insan hayatını nedensiz yaşar. Ya da nedeni başka kaynaklarda, başka yerlerde, başka kurumlarda ararlar. Kendine özgü ve doğal ruhların sayısı çok değil.

Ben münzeviyim. İnsanlardan kaçıyorum çünkü ilgi alanları genellikle sınırlı ve bayağı, ayrıca kötü niyetli ve can sıkıcılar.. hayvanlar , öte yandan harikulade yaratıklar. Gözlerindeki ve beden dillerindeki güzelliği fark etmek yeterli. İnsanlar o kadar iyi görünmüyor, o kadar güzel ya da sahici davranmıyor..

Peki gerçeklerden kaçmak istiyorsanız kitaplarınızın çoğu neden otobiyografik ?

Kitaplarımın çoğu neden mi otobiyografik? Neden sabahları başkalarının değil de  kendi ayakkabılarımı giyiyorum ? Neden komşularımın değil de kendi düşlerimi görüyorum ? Ben sadece yapay ihtiyaçlar yüzünden çarpıtılmış sıradan gerçeklikten kaçmaya çalışıyorum.. Hayat hakkında tek bir kötü söz edemeyiz çünkü onu hiçbir şeyle kıyaslayamayız.. İnsanların hayatta ve hayata karşı yaptıkları asıl tatsız olan..

Alkol birçok Amerikalı yazarın sonu oldu (O’Neill , Faulkner, Hemingway, London ) , sizin sonunuzun da aynı olacağına dair kaygınız var mı? İçkiyi bırakmayı hiç düşündünüz mü ?

Saydığınız yazarların sonunun alkol yüzünden geldiğinden hiç de emin değilim.. Belki başka bir şey yüzünden geldi sonları.. Bir yazarı mahvedebilecek o kadar çok şey var ki.. Bunlar büyük şeyler de olabilir, ardı ardına gelen küçük şeyler de.. Ya da bizim farkında bile olmadığımız şeyler .. Yaratıcılığın kaynağı çok gizemlidir.. Hiçbir şey bilmiyoruz hakkında..

Hayır, içkiyi bırakmayı hiç düşünmedim. Benim için son derece memnuniyet verici, makul ve yaratıcı bir faaliyet.. Yakında yetmişime basacağım ve çoğu insanın içtiği su miktarından daha fazla alkol tükettim..

İleriye dönük umutlarınız var mı ?

Daktilonun başına geçip kağıt takmayı umuyorum; tuşların takırtısı, radyoda klasik müzik, solumda kırmızı ve harikulade şarap şişesi.. Bundan da iyi, daha şanslı ne olabilir? Bu her şey..’

CHARLES BUKOWSKI – GÜNEŞE UZAN

(Parantez Yayınevi , 2005)

‘savaşta bütün insanların kanı siperlerde birbirine karışır..’ – VICTOR SERGE

‘yazmak çok yönlü bir kişiliği araştırma, bir kaç kaderi birden yaşama, onların iç dünyalarına girme, onlarla bir bağ kurma aracıdır. yazar , hayata getirdiği dünyanın bilincine varır. bu dünyanın bilinci kendisidir. böylece her zaman ki sınırlarının dışına taşar, ruhunu zenginleştirip keskinleştirirken , bir yandan da mutluluktan sarhoş olur..’ 

‘bu kentte, yaşamı, günün sonunda öldürülmeyeceğinin güvencesi – o günlerde avrupa topraklarında otuz milyon insan tarafından en büyük mutluluk olarak düşlenen bir durum ile doldurmanın yeterli olmadığını öğrendim. montjuich kayasındaki dolaşmalarımda , sık sık , dünyanın en uç noktasında duruyormuşum duygusunda kapılırdım ve garip bir keder kaplardı içimi. orada, ufka bakarken , ya da mutlu kentin içindeki gece yürüyüşlerinde bu duygu – genellikle belirsiz olmasına rağmen- gittikçe belirginleşmeye başladı. tattığımız bu barışın eşi yoktu ve açlıktan kırılan kenar mahallerindeki  ya da tarif edilemeyecek kadar sefil callejita’lardaki mücadelelere , acıya ve yoksulluğa rağmen bu kent, sırf yaşadığı için mutlu olmanın da ötesinde bir coşkuyla doluydu..’

‘savaşta bütün insanların kanı siperlerde birbirine karışır..’

‘yarının cesetlerinden bazıları kısık kısık gülüyorlardı..’

‘nöbetçiler , ölümün izlediği kardeş nöbetçiler , birbirlerini gözlüyorlar, yaşantının sınırlarında gece gündüz nöbet tutuyorlardı..’

VICTOR SERGE – BARSELONA PETROGRAD 1917

(Çeviri: Gülen Fındıklı , HABORA Kitabevi – 1977)

‘..aynı noktaya gelinecekse hep niçin savaşmalı ? ‘- SEVGİ SOYSAL

‘..İşte şimdi, bu tatil gününde de , ‘dışarısı’nı aslında hiç tanımadığını, gereklilikleri, kendinden beklenenleri yerine getirmek için çıktığı ‘dışarı’yı başka bağlantılar içinde hiç düşünmediğini fark etti. Şu anda , alışılagelmiş gidip gelmelerle kendisi için çizdiği bu çemberin ortasında , evde yalnız olduğunu duymak, büyük, temel bir yanlışın doğal sonucundan başka ne? Çemberi çizmek , bu çember içinde alışılagelmişleri sürdürmek için çıktığım, bazı ilişkiler kurduğum, birilerine bir şeyler verip birilerinden bir şeyler aldığım ‘dışarı’sı , bir tatil gününde beklenmedik bir yabancı gibi geliyorsa bana , en önemli boyutlarını hiç düşünmediğim bir cisim , derinliği hakkında hiçbir bilgim olmayan bir deniz gibi ürkütüyorsa beni , buna şaşmamalı..!’

 

‘.. Divana uzandı. Çemberine , kurmak , çizmek için bir şeyler yaptığı , çalıştığı, hareket ettiği çemberine baktı, yeni gözlerle. Masa , iskemle , koltuklar , hep gerekli şeyler , üstünde yemek yenilen , oturulan , uyunulan şeyler. Tabaklar , bardaklar yararlı şeyler. Kütüphane , kitapları , plakları , bir çember içinde yaşamak, gelişerek, ilerleyerek yaşamak için hepsi gerekli ,yaralı. Ama çember , çizgisi tamamlanmış bir çember içinde ne kadar ilerlenebilir ? Ne kadar gelişilebilir ? Yaşanır ya da ? Sonra sınıra dayanmak. Artık genişlemeyen bir daireyi dönmek, dönmek. Üşüdü. Örtündü. Bir dairenin gelişmeyen sürekliliğini hiç düşünmemiş olmak ne ahmaklık ! ‘dışarısı’nı sadece bir daireyi sürdürmek, dural bir döngüyü var kılmak için gerekli saymak ne büyük yanılma ! sonra beklenmedik bir tatil gününde , güneşli ‘dışarı’sı hiç beklenmedik bir yabancı gibi şaşırtır işte kişiyi. Şimdiye kadar hep bu çemberin içindekileri düşündüğünü, onları daha rahat , daha kullanışlı , hatta daha güzel kılmak için çabaladığını biliyordu artık..’

 

‘..aynı noktaya gelinecekse hep niçin savaşmalı ?’

 

‘.. birkaç telefon numarası geldi aklına. Bu numaraların hangisini çevirirsen çevir ,  ‘dile benden ne dilersin’ diyecek bir dev çıkmaz karşına. Bu numaralardan birini çevirince, kendi sesini duyacak, kendi bıkmışlığının, vazgeçmişliğinin, uyuşukluğunun yankısını duyacak ‘gel’ , ‘geliyorum’ , ‘gelme’ , ‘gelmiyorum’. Telefonu kapatınca bir çıt sesinin ardından ‘geliyorum’da , gelmiyorum’da unutuluverecek.. kim aynadaki görüntüsünü usanmadan seyredebilir ? Kim kendi sesini dinleyebilir saatlerce çıldırmadan ?’

 

‘usanmak her şeye gebedir..’

SEVGİ SOYSAL – YÜRÜMEK

(Bilgi Yayınevi – 1996)

‘İyi yok , ama kötü bana görünüyor ve beni ürkütüyor..’ – M. V. MONTALBAN

‘Hayır. Biricik gerçekler , son mücadeleler yoktur, ama yine de kendimizi gerçekleşmesi mümkün gerçekler aracılığıyla kesinliklerin karşısında yönlendirmek ve onlara karşı mücadele vermek mümkündür. Gerçeğin bir kısmını görüp onu tanıyamamak mümkündür , ama kötü üzerine düşünmek ve onu tanımamak mümkün değildir. İyi yok , ama kötü bana görünüyor ve beni ürkütüyor..’

MANUEL VAZQUEZ MONTALBAN

(Maymunlar Gezegeninden Dilekçe)

(Çeviri : Pınar Savaş – Agora Kitaplığı)

 

‘medeniyet yavaş yavaş üzerimden dökülüyor..’-PAUL GAUGUIN

‘medeniyet yavaş yavaş üzerimden dökülüyor.. yalın bir şekilde düşünmeye ve komşum için pek az nefret hissetmeye başlıyorum , daha doğrusu onu sevmeye başlıyorum. özgür bir yaşamın tüm keyifleri – hayvani ya da insani – artık benim.. yapay olan , geleneksel , alışılmış olan her şeyden kaçtım. gerçeğe , doğaya giriyorum..’ 

PAUL GAUGUIN (Noa Noa – İthaki – Çeviri:Niran Elçi)

 

‘paris’te okumanın ormanda okumaya benzemediğini bir yerlerde yazmıştım , o düşüncem de değişmedi.. 

 paris’te insanlar telaş içinde oluyor. restoranda yemek yerken gazeteden başka bir şey okuyamam. mektuplarımı daha sonra defalarca okuyacak olsam bile postanede , hemen oracıkta okurum. trende ise hep ‘üç şövalyeleri’. evde sözlük okurum. bu arada eleştirilerini okuduğum kitapları hiç okumadım. görebildiğim kadarıyla , reklam çöpe gidiyor. posterlere bakıp da yapabileceğim en fazla şey, bornibus hardal’ı tatmak olurdu. hardal sevmediğim için size acımasızca yalan söylemiş oldum. fakat uyarı insanın cephaneliğidir.

 

epeyce güvenli bir yerde değilseniz , edgar poe okumaya kalkmayın. ne kadar cesur olursanız olun, siz daha bunu gösteremeden (verlaine’in dediği gibi) üzülürsünüz…’ 

PAUL GAUGUIN (Mahrem Günlük – İthaki – Çeviri:Ebru Kılıç)

  

‘salaklığın gerçekten ne olduğunu , kendi üzerimizde tecrübe etmediğimiz sürece anlayamayız. bazen kendi kendinize ‘tanrım , ben nasıl bir geri zekalıymışım!’ dersiniz. çünkü yaptığınızın tam tersini yapmanız gerektiğini anlamışsınızdır. maalesef düşünme vakti geldiğinde çoktan kocamışsınızdır. bu yüzden bırakalım her şey olduğu gibi kalsın ; ne de olsa artık başka türlü yapmamız mümkün değil ; gelin okulların dışında ve böylece baskıdan uzak yaşayalım..’

PAUL GAUGUIN (Mahrem Günlük – İthaki – Çeviri:Ebru Kılıç)

Gece gibi geçiyorum.. – JONATHAN AMES

jonathanames-4

‘..Aynada kendime baktım , kızarmış gözlerime ve yağlı burnuma. Ve kendi kendime , bütün dünyada insanı en hızlı kendine getiren şeyin aynaya bakıp gerçekte ne kadar çirkin olduğunu görmek olduğunu düşündüm..’

‘..Tek bildiğim kendimim. Savaşın bitiminden yirmi yıl sonra doğdum. Ben doğduğum sıralarda babam kısa , siyah saçlarıyla çok yakışıklı bir adamdı. Annem ışıltılı bir sarışındı ve ben onun aşkıydım. Şimdilerde bana sık sık ‘o kadar iyi huylu bir bebektin ki , hep uyanmanı beklerdim. Çoğu anneler bebeklerinin uyumasını isterler’ diyor. Genellikle bunu söylemesinden hoşlanırım, bu övgü hatırlamadığım bir zamandaki bana ilişkin bile olsa. Ama bazen öyle bir iç çekmeyle söylüyor ki , içimden artık sevilesi biri değil miyim , anne ? ‘ diye soruyorum. Sorsam ‘ tabii ki öylesin , sana bir şey olsa hayatım sona erer , seni seviyorum’ diye cevaplar. Ama sormuyorum..’

jonathanames-1

jonathanames-2

ARKA KAPAKTAN :

Alexander Vine, gündüzleri New York’un Dört Mevsim lokantasının iki numaralı kapıcısı olarak çalışır, zenginlere taksi çağırıp onların bahşişlerini cebe indirir, bunlarla karnını doyurur. Geceleriyse kenti arşınlar; rastlantı, tehlike, cinsellik ve kurmacanın yurdu olan Kent’i. Jonathan Ames’in Kuzey Amerikalı’ Aylak Adam’ında, Gece Gibi Geçiyorum’un genç erkek kahramanında dünyanın bütün kentlerinde yaşayan genç erkek ve kadınlardan bir şeyler var. Belki de daha fazlası: karşıtlıklar ve onların zenginliği. Camus’nun ‘Yabancı’sını hatırlatan mutlak bir yitmişlik ama duygunluluk, cinselliğin karmaşası ama onu algılayıştaki mutlak doğallık, her şeyi anlatırken takınılan inanılmaz serinkanlılık ama köklerinden kesinkes kopmuşluk ama gene de kopamayış… Gece Gibi Geçiyorum, blucin reklamlarından ya da başka bir yerden tanımadığınız ama aslında çok iyi tanıdığınız çağdaş bir genç insanın portresini çizen , alışılmamış bir ilk roman. 20.Yüzyıl’ın son on yılı için gerçek bir ‘Kent Romantiği’ yaratma denemesi…

‘Jonathan Ames’in toplumun kıyısında yaşayan genç kahramanı sanki Jean Genet ile Gönülçelen’in, Holden Caufield’inin AIDS çağındaki bir karışımı. Güçlü, duru ve renk vermez üslûp gerçek bir başarı.’ – PHILIP ROTH 

İLETİŞİM YAYINLARI , Çeviren: Fatih Özgüven, Murat Tüfekçioğlu – 156 sayfa, Ciltsiz. hamur, Baskı Tarihi: 1993
Özgün Dili: İngilizce; Özgün Adı: I Pass Like Night

jonathanamesjpg

ROMANLARI :

I PASS LIKE NIGHT – 1989 (GECE GİBİ GEÇİYORUM – İLETİŞİM YAYINLARI-1993)

THE EXTRA MAN – 1998 (FAZLADAN BİR ADAM –  İLETİŞİM YAYINLARI-1999)

WAKE UP SIR ! – 2004

DENEMELERİ :

I LOVE YOU MORE THAN YOU KNOW – 2006

THE DOUBLE LIFE IS TWICE AS GOOD : ESSAYS AND FICTION – 2009