‘..genelgeçer ahlak anlayışlarını, durmuş oturmuş olanları ve gelişmeyi , serpilmeyi engelleyenleri, hayatı engelleyenleri tabii ki aşmayı isterim.. ancak bir sanatçı hiçbir zaman tam olarak yıkıcı değildir.. ahenkli bir cümle kurma kaygısı bile bir ahlakı, yani yazarla muhtemel okur arasındaki bir ilişkiyi gerektirir.. okunmak için yazıyorum.. laf olsun diye yazılmaz.. her estetikte bir ahlak vardır.. bana öyle geliyor ki benim hakkımda, yirmi yıl önce yazılmış bir esere bakarak bir kanıya varıyorsunuz.. kendimle ilgili tiksindirici ya da göz kamaştırıcı ya da kabul edilebilir bir izlenim vermeye çalışmıyorum.. işimi yapıyorum..’
‘..uyuşturucu müptelalarına karşı neredeyse ta içimin derinliklerinden gelen bir nefretim var.. uyuşturucu müptelası bilinci reddeder.. uyuşturucu larvaya özgü bir durum yaratır : ben diğer yapraklar arasında bir yaprak, diğer tırtıllar arasında bir tırtılım, farklılaşmış bir varlık değilim.. evet uyuşturucu almayı denedim ve bu bana hiçbir şey sağlamadı, bir teslimiyet duygusunun sıkıntısı dışında.. hiç içki içmedim.. çünkü ben Amerikalı bir yazar değilim.. geçen akşam sartre ve simone de beauvoir’la yemek yiyordum, duble viski içiyorlardı.. beauvoir bana şöyle dedi : ‘her akşam alkolde azar azar yitip gidişimiz sizi ilgilendirmiyor çünkü siz tamamen yitmişsiniz..’ alkolle küçük çaplı kendinden geçmeler beni pek etkilemiyor.. ben uzun süredir uzun bir kendinden geçiş yaşıyorum..’
‘..hayır yalnızlıktan çıkmak için yazmaya başlamadım.. hayır çünkü beni daha da yalnız kılan şeyler yazıyordum.. hayır yazmaya neden başladığımı bilmiyorum.. derinde yatan sebepleri bilmiyorum.. belki de şu sebeptendir : yazının gücünün bilincine ilk kez , o sırlar amerikada bulunan bir alman kız arkadaşıma bir kartpostal gönderdiğim zaman vardım.. ona ne diyeceğimi pek bilemiyordum.. yazacağım yüzeyin beyaz pürtüklü bir görünüşü vardı, kar gibi biraz , ve bana hapishanede doğal olarak olmayan karı hatırlatana , noeli hatırlatan şey bu yüzey oldu ve arkadaşıma herhangi bir şeyden bahsetmek yerine mukavvanın niteliğinden bahsettim.. yazmamı sağlayan tık sesi, buydu.. harekete geçiren güç bu değildir şüphesiz, ama bana ilk özgürlük tadını veren bu oldu..’
‘karşıtlarım bir aziz camus’ye karşı çıkmazlardı.. neden azizi genet’ye karşı çıkıyorlar.. bakın.. çocukken devlet başkanı , general ya da herhangi başka bir şey olduğumu ya da olabileceğimi hayal etmem –hayal gücümü biraz zorlamadıkça- çok zordu.. bir piçtim, toplumsal düzende yer almaya hakkım yoktu.. ayrıksı bir kader istediğimde geriye bana ne kalıyordu.. özgürlüğümü , imkanlarımı ya da sizin dediğiniz gibi yeteneklerimi –yazarlık yeteneğimin olup olmadığını henüz bilmezken- azami kullanmak istediğimde ? bana bir aziz olmayı istemek kalıyordu , başka bir şey değil , yani insanın inkarı olmayı istemek..’
‘azizle suçlu arasındaki benzeşme : yalnızlık.. en büyük azizler , biraz yakından bakıldığında suçlulara benzerler, size de öyle gelmiyor mu ? azizlik korkutur.. toplumla aziz arasında görünür bir uyuşma yoktur..’
(piçlik , ihanet , toplumun reddi ve yazı ; madeleine gobeil ile söyleşiden.. / AÇIK DÜŞMAN , JEAN GENET , Metis yayınları ,1994..)
‘..yargıçların şöyle düşünmediği görülüyor : hapishaneye giden bir çocuk, orya döner çünkü kendi kendine şöyle der : sonuçta neden olmasın ? hapishaneyi tanımadıkça, oradan korkar.. oraya döndüğünde, kendi kendine şöyle der : dert değil , oraya dönebilirim.. hapishaneden , orayı tanıdığımız zaman , tanımadığımız zamankinden çok daha az korkarız..
Öyleyse ne yapmak istiyorsunuz , ya da namuslu insanlar veya hükümettekiler küçük suçluları topluma ‘kazandırmak’ – hep bu kelimeyi kullanırlar- istediklerinde ne yapmak istiyorlar.. onları hadım etmek istiyorlar.. nelerini hadım etmek , hangi şiiri ? içlerinde olan bir şiiri.. eğer hırsızlık yaptılarsa , küçük ya da büyük , aşırdılarsa, küçük ya da büyük , kaçtılarsa, serserilik yaptılarsa , on beş yaşındayken yapılanlar ve bu yüzden üç ya da altı ay ceza alınan şeyler , toplum size uymadığındandır. O halde onları ‘kazandırmak’ istendiğinde , bu yapılan hakaret gibi bir şey olmuyor mu?’
‘..bir şeyler kaybettiğim zaman, yazdığım ve yazmış olduklarımdan parasal kazanç elde ettiğim zamandı : bir tazeliği kaybettim kesinlikle.. bana biraz tazelik veren şey , eğer bir tazeliğim olduysa, güvensizlikti..’
‘gelişigüzel bir açıklamaya girişiyorum : yazmak , ihanet ettiğimizde elimizde kalan son çaredir.. size söylemek istediğim bir şey daha var : ancak serseri veya hırsız , kötü bir hırsız elbette , ama sonuçta hırsız olabileceğimi çok çabuk aşağı yukarı on dört , on beş yaşında öğrendim.. toplumsal dünyadaki tek başarım şu nitelikte idi , olabilirdi diyelim : otobüs biletçisi ya da belki kasap çırağı , ya da buna benzer bir şey.. ve bu çeşit bir başarı tiksindirdiğinden , sanırım çok genç yaşta kendimi , beni ancak yazıya vardırabilecek türden heyecanlara sahip olmak üzere eğittim.. eğer yazmak , tüm hayatınızı çizebilecek kadar güçlü heyecanlar ya da duygular duymak demekse , eğer sırf tasvirleri, anılmaları ya da tahlilleri sizi gerçekten izah edebilecek kadar güçlüyse , o zaman evet , yazmaya mettray çocuk cezaevinde ve on beş yaşında başladım.. yazmak , verilen sözün alanından kovulduğunuzda size kalan şeydir belki de..’
‘..size kara panterlerden bahsetmek isterdim, onlar abd’de çok önemli bir olayı, hem siyasi hem şiirsel bir olayı doğuran bir olgu değillerdi yalnızca.. metroda ya da asansörde uzun saçlılarla ve sakalılarla birlikte olan o zavallı beyazları düşünmek lazım , dikey saçları , yatay sakalları , kıvır kıvır mütecaviz saçları ve sakalları olan ve çekip gitmek isteyen ama gidemeyen beyazları kaşındıran erkeler ve kadınlar..
bir gün new york’a sekiz kilometre uzaklıktaki stony-brook adlı bir Amerikan üniversitesinde konuşma yapacaktım.. üniversite ormanın içindeydi, çok şirin bir köşe , arabadaydık, içinde panterler’in ve benim olduğumuz üç-dört araba vardı.. david’e bizimle geliyor musun dedim.. david hiç cevap vermedi.. ama sonradan şu cevabı verdi : ‘hayır , henüz çok fazla ağaç var..’ bu ancak amerikalı bir siyahın verebileceği bir cevaptı.. ona göre ağaç , her şeyden önce eskiden dalına zencilerin asıldığı bir bitkiydi..
Siyahlardan bana kalanlar mı ? Amerika beni birazcık ilgilendiriyorsa , siyahlar beyaz bir sayfanın üzerindeki siyah harfler gibi oldukları içindir.. onlar amerikanın solgun beyazları üzerindeki siyah harflerdir..’
(zaman, kutsal şey ; antoine bourseiller ile söyleşiden../ AÇIK DÜŞMAN , JEAN GENET , Metis yayınları ,1994..)
‘duyarlılık biçiminin ne olabileceğini size böyle belirtiyorum.. doğa beni kaygılandırıyordu. silitano’ya olan aşkım , mutsuzluğumun içine onun ansızın girişinin gürültüsü patırtısı, bilmiyorum başka neler, beni doğa güçlerine teslim etti.. ama bu güçler kötü huyluydular.. onları alıştırmak amacıyla içimde bulundurmak istedim. Her türlü acımasızlıklarından kaçınmayı reddettim; tam tersine bunca acımasızlıklarından ötürü onları kutladım , pohpohladım..’
‘geceleri kentte dolaşıyordum.. bir duvarın dibinde, rüzgardan uzak, uyuyordum.. tanca’yı düşünüyordum; yakınlığı beni büyülüyordu ; daha çok , hainler yatağı olan bu kentin çekiciliği de. mutsuzluğumdan kurtulmak için , soğukkanlılıkla yapabileceğim en cesurca ihanetleri icat ediyordum.. ‘
‘.. belki , ama hangi utanç pahasına , ruhumun içinin çürümüş olduğunu bildiğimi kabul ederdim, çünkü ruhum insanları burunlarını tıkamak zorunda bırakan bir koku çıkarırdı..’
‘..kendimle birlikte öyle bir üzüntü yükü taşıyordum ki , tüm yaşamım eminim başıboş dolaşmakla geçecekti.. serserilik benim için artık yaşamı süsleyecek bir ayrıntı değildi , bir gerçeklik olmuştu.. ne düşündüğümü artık bilmiyordum , ama tüm mutsuzluklarımı tanrıya sunduğumu anımsıyorum.. insanlardan uzak , yalnızlık içinde , sırf aşk, sırf yürekten bağlılık olmaya çok yakındım..
insanlardan o denli uzağım ki , demek zorunda kalmıştım kendime , artık onların yanına gitme umudum kalmadı.. onlardan tümüyle uzak olayım.. onlarla aramda daha az ilişki olacak ve beni küçük görmelerine karşılık, onlara olan aşkımı ortaya koyarsam, son ilişki de kopacak..
böylece , düşünceme yön değiştirterek, size acımamı veriyorum işte.. umutsuzluğum kuşkusuz bu biçimde dile gelmiyordu.. gerçekten de , düşüncelerimdeki her şey dağılıyordu , ama sözünü ettiğim bu acıma güneşin kavurduğu başımın içinde tam ve saplantılı bir biçim alan belirgin düşünceler halinde kristalleşmiş olmalıydı.. bezginliğim –bunun yorgunluk olduğunu sanmıyordum- dinlenmemi engelliyordu.. artık su içmek için çeşmelere gitmiyordum.. boğazım kuruydu .. gözlerim yanıyordu.. karnım açtı.. güneş sert sakallı yüzümde bakır renginde yansımalar yapıyordu.. kuru , sarı ve üzgündüm.. nesnelere gülümsemeyi ve onlar üzerinde düşünmeyi öğreniyordum..’
(Hırsızın Günlüğü , JEAN GENET , Ayrıntı yayınları ,1998..)