Archive for the ‘Edebiyat’ Category

‘kendi rahatınız için kim olursa olsun herkesin ruhunu gözden çıkarırsınız..’ – Palmiyelerin Altında Stevenson.. – ALBERTO MANGUEL

‘bize içecek bir şeyler getir ,’ diye seslendi bay baker , sonra da iskemlelerden birine oturup konuğuna diğerini işaret etti.. stevenson ayak sesleri ve kap-kacak tıngırtısı duydu ; sonunda arkalarındaki karanlıktan siyah bir el uzandı ve masanın üstüne bir sürahiyle iki bardak bıraktı..

bay baker içkileri koyup bardaklardan birini stevenson’a doğru itti..

‘için.. bu cehennemde yaşamak istiyorsanız , hem bedeniniz , hem ruhunuz güçlü olmalı..’

‘içki içmezsiniz diye düşünmüştüm,’ dedi stevenson..

‘ben içerim , ama onlar içmemeli,’ diye yavaşça yanıtladı bay baker.. ‘ben önümde uzandığını bildiğim yoldan şaşmadan ilerleyebilirim ; onlar içinse her bir damla , yoldan çıkma nedenidir.. kendi cehennemlerinde yanmalarını  , o çok sever gözüktükleri alkole hepsini iyice bulayıp ateşe vermeyi çok isterdim.. bu yitik insanlıktan nefret ediyorum..’

‘ben ne oluyorum öyleyse.. ben de içkiye yenik düşmüş biri değil miyim..’

bay baker güldü..

‘buna kendiniz karar vermelisiniz..’

‘iyi bir bardak içkiden ve bir tabak yemekten mahrum bırakmam kendimi.. başka bir insanı da bırakmam.. yaşam sevgisi güçlü bir tutkudur , yiyecek içecek gibi basit şeylerde bile bu tutkunun peşinden hep gitmişimdir..’

‘öyle mi..’ dedi bay baker.. ‘ben sevginin güçlü bir tutku olduğuna inanmıyorum.. korku güçlü bir tutkudur ; yaşamın en yoğun sevinçlerini tatmak istiyorsanız korkuyla aşık atmalısınız..’

‘ben de korkarım , ama bunu , yaşamı daha da yoğun bir şekilde sevmek için kullanırım..’

ciğerlerinizi eprimiş bir tüle çeviren ve sizi mendiliniz kanlanana kadar öksürten yaşamı mı..’

‘mendillerimdeki kan bir kazadır , yaşama bakışımı belirlemez.. beni incitmiş ya da köklü bir şekilde değiştirmiş değildir..’

‘öyle diyorsunuz.. bu zavallıları yalnızca içkiden değil , ekmek ve sudan da mahrum bırakma pahasına sağlıklı bir yaşam sürebilecek olsanız , bunu yaparsınız.. kendi rahatınız için kim olursa olsun herkesin ruhunu gözden çıkarırsınız..’

‘bunun doğru olmadığını biliyorsunuz..’

bay baker gülümsedi.. ‘ neyse ki bu iddiayı sınama imkanınız yok..’

‘olmasını isterdim ama , sizin adınıza.. nerede durduğumu size göstermek istiyorum..’

uzun bir sessizlik oldu , stevenson , masanın öbür tarafındaki bay baker’in , ışık halkasının kenarındaki ince , sevimsiz gülümsemesine baktı.. sessizliği bölme gereksinimi duydu..

‘aslında haklısınız.. uygarlığımız içi boş bir sahtekarlık.. yaşamın bütün eğlencesi kayboluyor onun yüzünden.. becerdiği tek şey , dünya yüzeyinde daha büyük sayıda insanı aynı anda mutsuz kılmak.. ama bir de sonsuz mutlulukla dolu pek çok an var , cenneti görebildiğimiz anlar , bunlar için yaşıyorum ben.. yine de bu anların bir teki için bile başka bir insanın acı çekmesine neden olmayı kabul edemem..’

Palmiyelerin Altında Stevenson.. – ALBERTO MANGUEL , Çeviri : Cem Akaş , YKY , Mayıs 2004..

‘insan mutsuzluktur, dedi hep, diye düşündüm, yalnızca budala olan bunun aksini savunur..doğmak mutsuzluktur, dedi, yaşadığımız sürece de bu mutsuzluğu sürdürürüz..’-BİTİK ADAM..-THOMAS BERNHARD

‘var olmak umutsuzluğa düşmekten başka bir şey değildir ki , dedi.. uyandığımda iğrenerek düşünüyorum kendimi ve başıma geleceklerin hepsi tüylerimi diken diken ediyor.. yattığımda ölmekten , bir daha uyanmamaktan başka bir isteğim olmuyor , ama sonra gene uyanıyorum ve korkunç süreç yineleniyor , yineleniyor sonuçta elli yıl boyunca , dedi.. elli yıl boyunca ölmekten başka bir şey düşünmediğimizi düşünerek gene de yaşıyor olmamız ve bunu tamamen tutarsız olduğumuz için değiştiremememiz , dedi.. çünkü biz kendimiziz acınacak olan , alçağın ta kendisiyiz..’

‘bizi cezbeden şeylerle doğal olarak pratik bir ilişki kurmak isteriz , demişti bir keresinde , yani en çok da hastalar ve deliler ve yaşlılar ve ölülerle , çünkü teorik ilişkiye bağımlıyızdır , tıpkı müzikte olduğu gibi uzun süre teorik ilişkiye bağımlıyızdır, dedi diye düşündüm.. onu çeken , insanların mutsuzlukları içindeki halleriydi , insanların kendileri değildi , mutsuzluklarıydı ve insanın olduğu her yerde buna rastlıyordu , diye düşündüm , insankolikti o , çünkü mutsuzluk özlemi çekiyordu.. insan mutsuzluktur , dedi hep , diye düşündüm , yalnızca budala olan bunun aksini savunur.. doğmak mutsuzluktur , dedi , yaşadığımız sürece de bu mutsuzluğu sürdürürüz , bir tek ölüm kesip atar bunu.. bu , hep mutsuzuz demek değildir , mutsuzluk yoluyla mutlu olabiliriz, dedi , diye düşündüm..’

‘akıl nerede ortaya çıkarsa çıksın yok edilir ve hapsedilir ve doğal olarak her zaman akılsızlık olarak damga yer , dedi , diye düşündüm lokantanın tavanına bakarken.. ama konuştuklarımızın hepsi saçma , dedi , diye düşündüm , ne dersek diyelim saçma ve yaşamımızın tümü de başlı başına bir saçmalık.. ben erken kavradım bunu , düşünmeye başlar başlamaz kavradım , biz yalnızca saçma şeyler söylüyoruz , söylediğimiz her şey saçma , ama bize söylenen şeylerin de hepsi saçma , yani söylenen şeylerin hepsi de saçma  , yani söylenenlerin hepsinin saçma olduğu gibi , bu dünyada yalnızca saçma şeyler söylendi şimdiye kadar , dedi , gerçekten ve doğal olarak da yalnızca saçma şeyler yazıldı , elimizdeki yazılı metinlerin hepsi saçmalık , tarihin kanıtladığı gibi yalnızca saçmalık olabilecekleri için , dedi , diye düşündüm..’

‘daha kesin söylemek gerekirse biz , yanlış anlamalar içine doğuyor ve var olduğumuz sürece bu yanlış anlamalardan bir daha kurtulamıyoruz , istediğimiz kadar çaba gösterelim boşuna.. bu gözlemi herkes yapıyor zaten , dedi , diye düşündüm , çünkü herkes durmadan bir şey söylüyor ve yanlış anlaşılıyor , işte bir tek bu noktada herkes gene anlaşıyor , dedi , diye düşündüm.. bir yanlış anlaşılma , bizi  yanlış anlaşılmalar dünyasına sokuyor , ona bir yığın yanlış anlaşılmadan oluşan bir şey olarak dayanmak zorundayız ve büyük bir yanlış anlaşılmayla da onu terk ediyoruz , çünkü ölüm en büyük yanlış anlama , dedi , diye düşündüm..’

‘dostluklar , diye düşündüm , deneyimlerin gösterdiği üzere , eninde sonunda kişilerin ancak benzer çevrelerine kurulu olduğu zaman sürekli olabiliyor , diye düşündüm , bunun dışındaki her şey aldatmaca..’

‘bu odalardan nefret ediyordum ve bu odakların içindekilerden nefret ediyordum ve evden dışarıya çıktığımda evin önündeki insanlardan nefret ediyordum , birden bu insanların hepsine aksi davranmıştım , oysa onlar benim yalnızca iyiliğimi istiyorlardı , ama işte zamanla bu sinirime dokunmuştu , hiç bıkmadıkları yardıma hazır oluşları birden beni derinlemesine itmişti.. çalışma odama kapanıp pencereden dışarıya diktim gözlerimi , kendi mutsuzluğum dışında başka bir şey görmeden dışarıya koşup herkese bağırıp çağırdım.. ormana koşup bitkin bir halde bir ağacın dibine çöktüm..’

‘kuramda anlıyoruz insanları , ama uygulamada onlara katlanamıyoruz , diye düşündüm , onlarla çoğunlukla isteksiz birlikte oluyor ve onlara kendi bakış açımızla davranıyoruz.. oysa insanlara kendi açımızdan değil her açıdan bakmalı ve ona göre davranmalıyız , diye düşündüm , onlara öyle davranmalıyız ki, onlara önyargılı davranmadığımızı söyleyebilelim , ama bunu beceremiyoruz , çünkü gerçekten de herkese karşı önyargılıyız..’

BİTİK ADAM , Thomas Bernhard , Çeviri : Sezer Duru , YKY , Aralık 2000..

‘insanlar isterlerse her şeyi , ama hemen her şeyi bir tür silaha dönüştürebilirlerdi çünkü.. en çok da sevgiyi elbette , alışılan yaşam biçimlerini , alışılacakları..’ – Sonsuzluğa Nokta.. – Hasan Ali Toptaş

‘ilkin , insanların büyük kötülüklere yol açan iyilik anlayışlarından korkuyorum , dedim sözgelimi.. sonra , kendini çocukların varlığında yenileyen hayatın acımasızlığından , bu acımasızlığın üstünü örten masumiyetin derinliğinden ve kapı kilitlerinden korkuyorum dedim.. sonra canlı olmanın aczinden , bu aczin doğurduğu kaçınılmaz sonuçlardan , sokaklardan ve insanların içinde uğuldayıp duran çok ağızlı kuyularla bu kuyuların karanlığından korkuyorum dedim.. sonra hızımı alamadım ve insanların varlığını eksilterek onları tamamlamış gibi gösteren şehrin  abuk sabuk görüntülerinden korkuyorum dedim.. sonra hızlandıkça hızlandım ve patronlarının diliyle konuştuklarını fark edemeyen ezik ruhlu kapı kullarının gururundan ve bu gururun girebileceği çeşitli kılıklarla bu kılıkların insana alçakgönüllülükmüş gibi gözüken kıvamından korkuyorum dedim.. sonra artık kendimi frenleyemedim ve hayatımızın içinde gezinip duran tanklardan , helikopterlerden ve uçaklardan korkuyorum dedim.. sonra aniden hatırladım ve bir insanın her şeyi bilebileceğini sanan kıt akıllı adamların , geçmişlerini başkalarının geleceğinden geri almaya çalışan kırkını aşmış çocukların ve hemen her fırsatta yaralı güvercin rolü oynayan kadınların yanı sıra ben uzun ömürlü neşelerle uykulardan da korkuyorum dedim..’

Uykuların Doğusu.. – Hasan Ali Toptaş

 

‘insanlar isterlerse her şeyi , ama hemen her şeyi bir tür silaha dönüştürebilirlerdi çünkü.. en çok da sevgiyi elbette , alışılan yaşam biçimlerini , alışılacakları..’

Sonsuzluğa Nokta.. – Hasan Ali Toptaş

‘şimdi arkanda bıraktıklarını , neler bırakabileceğini , neler bırakman gerektiğini düşün ; rastlantının yeryüzüne gelmiş gelecek en büyük katil olduğunu da düşün..’ – ROBERTO BOLANO

‘o zaman , ben max değilim , diyeceğine , grubunla yola devam etmeye çalışıyorsun.. bir an paniğe kapılıyorum , öyle bir panik ki insan zihninde gülmeyle korkuyu birbirine katıştırıyor.. tam ne yapacağımı bilemeden peşinden gidiyorum.. ama sen ve üç kişi daha duruyorsunuz , boş gözlerle beni süzüyorsunuz.. konuşmamız lazım max , diyorum sana.. o zaman sen , ben max değilim , benim adım max değil , diyorsun , beni bir başkasıyla karıştırıyor olmalısın.. ben de sana , kusura bakma , max’a öyle çok benziyorsun ki , ama seninle de konuşmak istiyorum , diyorum.. ne konuşacaksın.. max’ı , diyorum.. gülüyorsun , bu kez kararlı bir edayla arkadaşlarının gerisinde kalıyorsun , onlar ilerlerken gittikleri barın adını söylüyorlar , bu kentten o bardan yola çıkarak ayrılacaksınız.. tamam diyorsun , orada görüşürüz.. arkadaşlarının siluetleri gitgide küçülüyor , arkamızda kalan stadyumda küçülüyor.. motosikleti ben kullanıyorum , gaz pedalına sonuna kadar basıyorum , büyük bulvar o saatte neredeyse bomboş , sadece stadyumdan çıkanlar var , sen arkamdasın , belime sarılıyorsun , sırtıma bir midyenin kayalara yapıştığı gibi yapıştığını hissediyorum.. bulvarda hava gerçekten yumuşakçalara çarpan dalgalar kadar soğuk.. bana daha sıkı yapışıyorsun , denizin sadece düşmanca olmayıp bir zaman tüneli olduğunu kavrayan birinin doğallığıyla.. daha önce boynuna sardığın gömlek gibi şimdi de sen belime sarılıyorsun.. ama bu kez dans eden conga , uzun bir tüpü andıran büyük bulvar’da esen rüzgar oluyor.. gülüyorsun , bir şeyler söylüyorsun , kim bilir belki ağaçların altında yürüyen insanların arasında arkadaşlarını görmüştün , belki tanımadığın birilerine hakaretler yağdırıyordun.. ah , max , sen ne hoşçakal dersin , ne merhaba , ne de görüşelim , sen sadece kan davası kadar eski sloganları tekrarlarsın , evet eski ama tutunduğun kayadan daha eski değil.. hani o dalgaları , geceleri derindeki akıntıları hissederek , sürüklenmeyeceğinden emin tutunduğun kaya..’

‘şimdi arkanda bıraktıklarını , neler bırakabileceğini , neler bırakman gerektiğini düşün ; rastlantının yeryüzüne gelmiş gelecek en büyük katil olduğunu da düşün..’

KATİL OROSPULAR , ROBERTO BOLANO..

’18- bataille bir yazısında gözyaşlarının en uç iletişim biçimi olduğunu söyler.. ben de ağlamaya başladım, ama normal , öyle bildiğimiz gibi ağlamıyordum , yani gözyaşlarım yavaşça yanaklarımdan süzülmüyordu , vahşice , hıçkıra hıçkıra ağlıyordum , biraz alice harikalar diyarında da olduğu gibi , her yanı  seller götürüyordu..’

’40- hüzünden ölünür mü.. evet , hüzünden ölünür , açlıktan ölünür (çok sancılı bir ölüm) , hatta kin beslemekten bile ölünür..

41- aynı işkence ve ölümün tekrarlandığı , aynı partiye mensup , aynı güzellikte , bu tanımadığım şili’li kız aynı kişi miydi , yoksa üç ayrı kadın mıydı.. bir arkadaşa göre aynı kadındı , vallejo’nun ‘kitle’ şiirinde olduğu gibi öldükçe çoğalıyordu , hala ölü kalsa da.. (aslında vallejo’nun şiirinde ölü adam değildi çoğalan , çoğalanlar onun ölmesini istemeyenlerdi..)’

DANS NOTLARI , ROBERTO BOLANO..

KATİL OROSPULAR , ROBERTO BOLANO (öyküler) , Çeviri : PERAL BAYAZ , METİS Yayınları , Şubat 2010..

KİTLE.. – CESAR VALLEJO

KİTLE..

sona ermişti savaş,

asker ölmüştü, bir adam geldi yanına,

‘seviyorum seni ; ölme !’ dedi.

ama asker dirilmedi.

 

iki kişi geldi sonra, yalvardılar :

‘bırakma bizi ! yürekli ol ! n’olur diril !’

ama asker dirilmedi.

 

yirmi kişi, yüz kişi, ben, beş yüz bin kişi,

bağırarak geldiler : ‘bunca sevgimiz var ölüme karşı !’

ama asker dirilmedi.

 

milyonlar toplandı başına,

hep birden konuştular: ‘gitme kardeş, gitme !’

ama asker dirilmedi.

 

sonra bütün insanları yeryüzünün

koştu yanına ; kederle baktı onlara asker,

doğruldu ağır ağır,

kucakladı ilk adamı, yürüdü gitti..

 

CESAR VALLEJO

Çeviren : ÜLKÜ TAMER

‘yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu..’ – AYLAK ADAM , YUSUF ATILGAN

‘güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi..’

‘çabuk kurtulma özgürlüğü insanın elindeyken kişinin dayanamayacağı kötü durum yoktu..’

‘ya insanlar.. onların yaşamasında her şey ayrıntı. önemli olan yemek değil , yenecek yemeğin çeşididir ; giysi değil , giysinin çeşidi ; ayakkabının çeşidi. günlerin adı bile.. belli günlerde belli yaşamları vardır.. pazar günleri pazarlık yaşamalarını kuşanırlar, çarşambaları çarşambalık! hep ayrıntılar! paranın sayısı gibi.  güler’in mavi gözlü oluşu gibi..’

‘yaman adamdı bu dilenci. insanların işten dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu..’

‘yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu..’

‘bir genç horoz konuşabilseydi ancak bu sesle konuşurdu. neden insanlar susmayı bilmiyor.. ‘o bilir. susulacak zamanı o bilir.’ birden içinde ona karşı dayanılmaz bir sevgi, bir özlem duydu. elini biri nerde çekti aldı.. yerinden kalktı. işte gidecek. filmi görmese de olur. sinemadan çıkarken yarın gelip yine beklemeyi kuruyordu. bu gece günlüğüne ne yazacak.. bu günü nasıl özetleyecek.. ‘bir horozun vakitsiz ötüşü’ diye yazsa olmaz mı..’

‘doğru, hep başkayız. ayak bastığımız her yer dünyanın merkezi oluyor. her şey bizim çevremizde dönüyor..’ 

AYLAK ADAM , YUSUF ATILGAN , Yapı Kredi Yayınları , Ekim 2000..

‘yaşamayı sevmediğim için ölüm baş dönmemdi benim..’ – JEAN-PAUL SARTRE

‘karanlıklardan hoşlandım , onu sürdürmek için , ondan kendime bir değerlilik çıkarmak istedim.. hücrelerde , mum ışığında kitap yazmış ünlü mahkumları kıskandım.. bunlar , çağdaşlarının günahlarını bağışlatmak görevini sürdürmüş , ama onlarla düşüp kalmak olanağını yitirmişlerdi.. törelerdeki değişimler , yeteneğimin kaynağını hapsedilmekte bulma olasılığını azaltıyordu , ama büsbütün de umudumu kesmiyordum : tutkularımın alçak gönüllüğünden etkilenen tanrı , onları gerçekleştirmek isteyecekti.. bu arada ben , daha şimdiden , tek başıma yaşamaya koyulacaktım..’

 

‘yaşamayı sevmediğim için ölüm baş dönmemdi benim : bende uyandırdığı büyük korkuyu açıklayan şey budur işte.. ölümü ün ile özdeş kılarak , onu kendime erek edindim.. ölmek istedim ; kimi zaman tiksinti sabırsızlığımı donduruyordu : ama hiçbir zaman uzun süreli değil ; kutsal sevincim yeniden doğuyor , iliklerime kadar yanacağım o yıldırım an’ını bekliyordum.. içimizdeki derin tasarı ve kaçışlar ayrılmamacasına birbirine bağlıdır : varoluşumu kendi kendime bağışlatmak için giriştiğim çılgınca yazma işinde , kendini beğenmişliklere ve yalanlara karşın , bir gerçeklik bulunduğunu çok iyi görüyorum : kanıtı şu ki , elli yıl sonra hala yazıyorum.. ama işin köklerine uzandığım zaman , bir ileri doğru kaçış iyi düzenlenmemiş bir intihar buluyorum ; evet efsane’den çok , din fedaisinden çok ölümdü aradığım.. uzun zaman , tıpkı başladığım gibi , belirsiz bir yerde , belirsiz bir biçimde sona ereceğimi ve bu belirsiz ölümün , belirsiz doğumumun yansıyışından başka bir şey olamayacağını düşünüp durmuştum..yeteneğim her şeyi değiştirdi : kılıç darbeleri uçup gider , yazılar kalır ; gördüm ki yazı alanında , bağışlayıcının iletisi , kendi özbağışı , yani katkısız bir nesne biçimine dönüşebilir.. rastlantı beni insan yapmıştı , eli açıklık kitap biçimine sokacaktı ; ileti’mi , bilincimi bronzdan harflere dökebilir , yaşamımın gürültülerini silinmez yazılarla , etimi bir biçem’le zamanın gevşek örgülerini ölümsüzlükle değiştirebilir , kutsal-tin’e dil’in bir çökeleği gibi gözükebilir , insan soyu için bir saplantı , kısacası bir başkası , kendimden , bütün öteki insanlardan , her şeyden başka biri olabilirdim..’

 

‘değiştim.. hangi asitlerin beni çevreleyen biçim bozucu saydamlıkları kemirdiğini , kabalığı ne zaman ve nasıl öğrendiğimi , çirkinliğimi – ki bu çirkinlik uzun bir süre benim olumsuz ilkem , harika çocuğun içinde eriyip gittiği bir kireç kuyusu oldu – evet , çirkinliğimi ne zaman ve nasıl bulguladığımı , hangi nedenlerin beni , bir düşün’ün apaçıklığını onun bende uyandırdığı hoşnutsuzlukla ölçecek kadar dizgeli biçimde kendime karşı düşünmeye götürdüğünü ilerde anlatacağım.. geçmişe dönük yanılsama tuz buz olmuştur ; din şehidi , kurtuluş , ölümsüzlük , her şey yıkılıp gitmekte , önemli yapı yıkıntıya dönüşmektedir ; kutsal-tin’i yer altı bodrumlarına köşeye sıkıştırdım ve kovdum oradan ; dinsizlik yavuz ve uzun soluklu bir girişimdir : bu işi sonuna dek vardırdığımı sanıyorum.. her şeyi açık açık görüyorum şimdi , yanlış yoldan döndüm , gerçek görevlerimi biliyorum , bir yurtseverlik ödülüne layığım ; aşağı yukarı on yıldan beri uyanan , bir uzun , acı , tatlı çılgınlıktan kurtulan ve hala bu iyileşmenin şaşkınlığı içinde bulunan , eski yanılgılarını gülmeden anımsayamayan ve artık yaşamını nerede kullanacağını bilmeyen bir adamım ben..

kılık değiştirdim , ama kişiliğim değişmedi : hep yazıyorum.. başka ne yapabilirim ki..

‘nulla dies sine linea..’ (yazısız tek bir gün bile geçirmeden..)

hem alışkanlığım , hem de uğraşım bu benim.. uzun zaman bir kılıç gibi gördüm kalemimi : şimdi ikimizin güçsüzlüğünü de biliyorum.. ne önemi var : kitap yazıyorum , yazacağım ; onlar da gerekli ; gene de bir işe yarıyorlar..’

SÖZCÜKLER , JEAN-PAUL SARTRE , Çeviri : BERTAN ONARAN , PAYEL Yayınevi , Ocak 1996..

‘man muss flügel haben , wenn man den abgrund liebt.. – kanatları olmalı kişinin , uçurumu seviyorsa..’ – Friedrich Nietzsche

YIRTICI KUŞLAR ARASINDA..

burada aşağıları isteyeni

nasıl da çabucak

yutuyor derinlikler..

ama sen , zerdüşt ,

seversin uçurumu gene de,

çama mı benziyorsun..-

 

o kayaların bile

derinliklere titreyerek baktığı yerlerde

salar köklerini – ,

her şeyin çepeçevre

aşağıyı istediği

uçurumlarda dikelir

vahşi heyelanların , çağlayan çayların

sabırsızlığı ortasında

sabırla sebatlı , sert , sessiz ,

yalnız..

 

yalnız..

kim göze alabilirdi ki

burada konuk olmayı , sana konuk olmayı..

bir yırtıcı kuş belki,

çılgın kahkahalarla,

yırtıcı kuş kahkahalarıyla,

durgun sabırlının

başına hınzırca

tebelleş olmayı seven..

 

niye böylesine durgun..

-diye alay eder haince

kanatları olmalı kişinin , uçurumu seviyorsa..

asılıp kalmamalı

senin gibi , ey asılmış..

 

ah zerdüşt

zalim nemrut..

daha düne dek avcısıydı tanrının bile ,

tuzağıydın her türlü erdemin

okuydun fenanın..

şimdi

kendi kendinden kaçmış

kendi kendine av olmuş

kendi kendine saplanmış..

 

şimdi

tek başına kendinle

iki başına kendini bilmenle

yüzlerce aynayla çevrili

kendine sahte

yüzlerce anıyla çevrili

belirsiz,

yaralardan bezgin

üşümekten soğuk

kendi iplerine dolaşmış

kendini bilen

kendini asan..

 

ne sarıp sarmalıyorsun kendi kendini

bilgeliğin sicimleriyle..

ne ayartıyorsun kendi kendini

kocanmış yılanın cennetine

ne kaçırıyorsun kendi kendinden

kendi kendine – kendi kendine..

 

bir hasatsın şimdi

yılan zehiriyle zehirlenmiş

bir mahkumsun şimdi

en zorlu kaderi çekmiş

kendi çukurunda

iki büklüm taş kıra kıra

kendi kendine gömülü

kendi kendini gömmüş

onmaz

katı ,

bir ceset -,

yüzlerce ağırlıkla yüklü ,

kendi kendisiyle yüklenmiş

bir bilen

bir kendini bilen

bilge zerdüşt..

 

en ağır yükü aramıştın

işte kendini buldun -,

şimdi de atamıyorsun kendini sırtından..

 

saklı

gizli

artık dik durmayan biri..

kendini mezarınla karıştırıyorsun artık ,

karışmış kafa..

 

oysa daha düne dek nasıl da kibirli

kibrinin tahta bacakları üstünde

daha düne dek nasıl da tek başına tanrısız

iki başına birilik

her burnubüyüklüğün parlak prensi..

 

şimdi-

iki hiçlik arasında

bükülmüş

bir soru işareti

yorgun bir bilmece –

yırtıcı kuşlara göre bir bilmece..

 

‘çözecekler’ seni , bekle bak ,

can atıyorlar senin ‘çözümüne’ ,

çevrende uçuşmaya başladılar bile , sen ey bilmece ,

çevrende , sen ey asılmış..

ah zerdüşt..

kendini bilen..

kendini asan..

Friedrich Nietzsche

Dionysos Dityrambosları , Friedrich Nietzsche , Çeviri : Oruç Aruoba , İTHAKİ Yayınları , 2003..

‘sadık olmak uçurumdur , sadakatsiz olmak hiçliktir..’ – ALBERT CAMUS

‘aşkın öldürdüğü de olur , hem de kendinden başka hiçbir gerekçe olmaksızın.. birini sevmenin başkalarını öldürmek olduğu bir sınırı bile vardır.. bir bakıma aşk , kişisel ve mutlak suçluluk olmadan olmaz.. ama bu suçluluk yalnızdır.. aklın tanıklığından yoksun , ağır bir yüktür..

insan seviyorsa ,  yalnızca karar vermesi ve gerçek aşkın pek sonucuna yapayalnız karşılık vermesi gerekir.. bu serüven dolu yalnızlığı , insan isteksiz bir kalbe ve ahlaka yeğler.. insan kendinden korkar ve kendisi için korkar.. durumunu reddederek , kendini esirgemek ister.. başlıca kaygısı , suçluluğunun ağırlığını biraz dindirecek bir gerekçe aramaktır.. madem ki suçlu olmak gerekiyor , en azından , yalnız kalmasın..’

ALBERT CAMUS

 

‘onur pamuk ipliğine bağlıdır.. korunabilmesi genellikle şans eseridir..’

ALBERT CAMUS

 

‘mesleğim ve yeteneğim hakkında duyduğum korku.. sadık olmak uçurumdur , sadakatsiz olmak hiçliktir..’

ALBERT CAMUS

 

‘aşktaki ölçüsüzlük azizlere özgüdür , gerçekten istenen tek şeydir.. toplumlar , nefrette ürettikleri ölçüsüzlüğün dışında bir ölçüsüzlüğü asla üretemediler.. bu nedenle , onlara uzlaşmaz bir ölçü salık vermek gerek.. ölçüsüzlük , çılgınlık , uçurum , bunlar bazıları için , belli edilmemesi , ya da olsa olsa , yalnızca zihinde yaratılması gereken , gizler ve tehlikelerdir..

işte bu nedenle şiir sonsuz besindir.. gizlerin gözetimini ona emanet etmek gerekir.. herkese ait olan bir dilde yazan bize gelince , iki bilgelik olduğunu bilmek ve bazen , en yüksek düzeydeki bilgeliklerden birini bilmezden geliyormuş gibi yapmak zorundayız..’

ALBERT CAMUS

 

‘kendimi zorlasam bile beceremediğim ‘yalanı’ hep reddetmişsem , bu , yalnızlığı hiç kabul edemeyişimdendir.. ama şimdi , yalnızlığı da kabul etmek gerekiyor..’

ALBERT CAMUS

 

‘yıllar boyunca herkesin ahlakına göre yaşamayı istedim.. kendimi herkes gibi yaşamaya , herkese benzemeye zorladım.. kendimi ayrı düşmüş hissettiğim zaman bile , bütünleşmek için böyle davranmak gerektiğini söyledim.. ama bütün bunların sonunda felaket geldi.. şimdi kalıntılar arasında dolaşıyorum , kuralsızım , tereddütler içindeyim , yalnızım ve bunu kabullenerek , tek oluşuma ve kusurlarıma boyun eğdim.. tüm yaşamımı bir nevi yalan içinde yaşadıktan sonra – bir doğru yaratmak zorundayım..’

ALBERT CAMUS

DEFTERLER-3 , ALBERT CAMUS , Çeviri : ÜMİT MORAN ALTAN , İTHAKİ Yayıncılık , 2003..

Bir Dağ Düğünü..- Semir Aslanyürek

Sihirbaz..

 

‘rahatlıyorsunuz. birazdan sizi rahatsız eden tüm düşüncelerden kurtulacaksınız.. şimdi sesimle buluşmaya gidiyorsunuz.. artık hiçbir şey görmüyor , sesimden başka hiçbir ses duymuyorsunuz.. sizi rahatsız eden bir şey kalmadı.. çok rahatsınız.. sesim sizi rahatsız etmiyor , sesim sizi dinlendiriyor..

şimdi , bütün benliğinizle sesimin etkisi altındasınız.. artık sizi rahatsız eden bir düşünce kalmadı.. düşünmüyorsunuz.. her şeyi unuttunuz.. belleğiniz bomboş.. hiçbir şey hatırlamıyorsunuz.. düşüncelerinizin ağırlığından kurtuldunuz.. artık bedeninizi dahi hissetmiyorsunuz.. hafiflediniz.. hiçbir ağırlığınız kalmadı.. artık uçabilirsiniz.. uçuyorsunuz.. dünyayı terk ediyorsunuz.. terk ediyorsunuz.. artık yoksunuz.. yoksunuz..’ 

Semir Aslanyürek

 

Bir Dağ Düğünü.. 

‘güneş akdeniz’in üzerine eğiliyor.. hafız oturduğu yerde bir iki kez sıkıntılı bir şekilde iç çekiyor.. sonra kemanını alarak belirli belirsiz bir melodi çalmaya başlıyor.. uzaktan gelen ayak sesleri ile kemandan çıkan melodi gittikçe şekilleniyor ve arkadaşları sofra başına vardıkları sırada hazin mi hazin bir arapça şarkıya dönüşüyor.. hafız’ı kimse kesmesin diye efe dede işaret parmağını dudaklarına götürüyor ve sus işareti yapıyor.. her biri azami sessiz olmaya çalışarak yerlerine oturuyor ve hafız’ı can kulağıyla dinliyorlar.. hafız keman girişinden sonra tenor sesiyle önce bir of çekiyor sonra da belki bilinen en karamsar şarkının sözlerini söylüyor.. efe dedenin gülümsemesi yüzünde donarak dinliyor :

‘yağdır ey dünya ne kadar belan varsa hepsini gönder !’

 

‘dağın gölgesinde olduğu için , dağ köyüne güneş biraz geç doğar.. ertesi gün güneş doğduğunda dağ köyünün kayalıklı küçük meydanında eski bir kilimle örtülü üç cesedin üstünde duran ud , keman ve cümbüşü aydınlatıyor ilk önce.. üç cesedin yanı başında , koltuğunun altında darbuka ile çömelen ali , ağlamaktan yorulup hıçkırık nöbetine tutulmuş gibi sarsıla sarsıla nefes alıyor..’ 

Semir Aslanyürek

 

‘vagon , şellale ve eve giden yol filmlerinin senarist ve yönetmeni semir aslanyürek’in hem senaryo hem hem öykü tadında bir çalışması ‘bir dağ düğünü’.. senaryolarının öyküleştirilmiş versiyonları bu kitapta yer alıyor.. 8 öykü var bu kitapta hepsi birbirinden güzel ve etkileyici.. özellikle ‘bir dağ düğünü’ adlı senaryosu türkiye sinemasında ve dünya sinemasında benzeri bulunmayan eşsiz bir senaryo.. yapımcı baskılarının ve terörünün olmadığı özgür bir çekim sürecinden sonra ortaya çıkacak filmi de sinema dünyasını sarsacaktır eminim.. kendisine daha önce bir vesileyle iletmiştim ‘bir dağ düğünü’ senaryosunun filmleşmesi için sahip olduğum her şey emrindedir ustanın..’ 

Crockett..

Bir Dağ Düğünü , Semir Aslanyürek , Chiviyazıları Yayınevi , 2007