Archive for the ‘Edebiyat’ Category

‘kendimden bile yoksunum artık..’ – CESARE PAVESE

‘öyle yorgunum ki ,

huzur bulamıyorum artık..

yaklaştığım her şey

yalnızca bir bulantı

ve daha uzağa kaçmam gerek..

ah , çekici kadınlar ,

tükenmiş çapkının ,

düş gören bir genç gibi ,

çılgınca sarılıp zevk almadığı artık..

baş döndürücü koşuş

artık yıldızları bile göremeyen ,

çok yorgun oldukları için..

nasıl elimden gelir artık ,

bütün bu ürpertiler ,

bu solgun çizgiler arasında , durdurmak hayatımı ,

kocaman ,  karanlık bir ürperme olan

tıpkı kör bir yıldırım gibi..

gözlerim de söndü..

siyahı gecenin

daha uzağa itiyor beni..

 

CESARE PAVESE (1 Haziran 1928)

yalnız , kendimden bile yoksunum artık..

 

çok şey sevdim,

en tutkulu aşkla

ama sonunda öğrendim ,

şimdi güçsüz düşünce bir yaşlı gibi :

aşk tatmak için yaratılmış

sevilen şeyleri..

 

kustum bütün ruhumu..

 

sarhoşken bile

biraz huzur bulamıyorum artık.. kan , yakan

bütün bedenimi , amansız ,

uğulduyor beynimde..

 

ve haykırıyor gibiyim ,

haykırıyor , haykırıyor ,

düşüyorum engin bir boşluğa

baş döndürücü bir hızla ,

rüzgarın uğultusu içinde ,

durup soluk almadan bir daha..

 

CESARE PAVESE (23 Haziran 1928) 

‘Şiirler’ , CESARE PAVESE , Çeviri : KEMAL ATAKAY , YKY , Nisan 2009..

“Sonbahar”da hüzün ;

Eğer filmi tarif etmek için tek bir kelime kullanmam gerekseydi, bu kelime “hüzün” olurdu.
Bu film kaybedilmiş ideal ve hayaller, kaybedilmiş aşklar, kaybedilmiş hayatlara ilişkin hüznün eşsiz bir tasviri.

Kendinizi bir anda; “ne yazık… ne yazık sosyalizm yürümedi…, ne yazık aşk yetersiz kaldı… ne yazık biz insanlar hayatımızda ne de çok yalnızlığa yürüyoruz (öyle ki etrafımız insanlarla çevrilmişken! – hatta en kötüsü de bu – etrafımız tamamen insanlarla çevrilmişken!)
Bu muhteşem bir film. Böylesi bir prodüksiyonda çay kahve servisi bile yapmış olsaydım hayatım boyunca gurur duyardım.Kırmızıyı, objektifin giderek griye dönüşmesini, kahramanın duygularını tasvirdeki doğal yansıtma yöntemini ( iskeledeki dev dalgaları örneğin… nasıl bir imge!… nasıl bir tasvir!), kadınla erkeğin gözlerindeki çalınmış parıltıyı, gözlerindeki sonbaharı/hüznü… asla unutamam. Senaryo, müzik, oyunculuk, yönetmen, görüntü…görüntü….görüntü… hepsi muhteşemdi.

 Bu güne kadar bu “hüzün” kelimesini duyduğumda aklıma Van Gogh’un aşağıdaki tablosu gelirdi. (Resim öğrenciyken odamın kapısında asılıydı. o zamanlar-ki sanıyorum halen de çokça öyledir- beni cezbeden şeydi hüzün.

 

“Sonbahar” da artık aynı duygunun güçlü bir temsilcisi. Film tıpkı iyi yazılmış bir şiir gibi dingince akıp gidiyor… tıpkı çölde susuz kalmış küçük prens ve prenseslerin buldukları su kaynağı gibi…

Maria K.

 

Dipnot yerine:

Bir özür…

Bir zamandır gerek Crocket gerek Blackhawk’ın yarı şaka yarı ciddi serzenişlerine muhatabım.

Şikayet konusu “aylakadamiz”a yeterli (vaad edilmiş) katkıyı koymadığımdır.

Haklıdırlar… Sayfayı var etmede gayret ve özverileri anlamlıdır.

Yukarıdaki alıntı ülke dışından naçizane benim çevirimle sayfaya taşınmış bir metindir.

Benim de katkım, şimdilik, sınırötesi aylakadamları bulup sayfamıza taşımak, belki bir derece evrensel  ses katmaya çalışmak olsun.

Bir teşekkür…

Saint-Exupery’nin Küçük Prens’inde,  tilkiyle konuşmasının bir yerinde tilki prense: “… git de güllere bak, seninkinin dünyada tek olduğunu anlayacaksın. Sonra da bana veda etmeye geldiğinde sana bir sır vereceğim…” der.

Ben sonbaharı izledikten sonra çokça bunu düşünmüşümdür. “Sonbahar” gerek derdi, gerek anlatım biçimi gerekse de bilcümle sinematografik nitelendirmeyle eşsiz bir başyapıttır. Ancak bir yerde “bizden”dir. Bizim –yakın- tarihimizde yaramıza basılmış tuzdur. Bunun “dışarıdan” tam olarak paylaşılması pek de mümkün olmamalıdır.

İzleyen kısımda Küçük Prens vedalaşmaya gider ve tilki; “… işte sırrım çok basit. En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.”

Belli ki yanılmışım… “bizden” başka görenler de varmış, olacakmış, olacaktır.

Derdimizi dinlediği, derdimizi dillendirdiği ve sesimize ses kattığı için teşekkürler Maria K.

Ευχαριστίες, άνοιξη ελληνικά

Sarı

 

sessizce ıslık çalmak..

‘içimde en sevdiğim şarkı yuvarlanırken , ben sessizce bir ıslık çalmalıyım.. bu insanlar sağır.. o kadar yalnızım ki çıtırtı bile çıkartmamalıyım.. ben yavaş yürümeliyim.. içsem öldürürler.. içmesem öldüm.. her sarhoş olduğumda bir daha kendime geliyorum , her kendime gelişimde bir daha sarhoş olmak istiyorum..’

Mustafa Akpınar

(Alıntılayan ‘SARI ŞEKER’..)

‘en yararsız ve en zararsız insanlar bile cezasız bırakılmaması gereken cürümler işleyerek yaşıyorlar..’ – MURAT MENTEŞ

‘baba olmak , insanın hayat hakkındaki fikirlerinin değişmesidir.. kızlar , henüz üç yaşındayken ellerine bir oyuncak bebek alarak anneliğe hazırlanıyorlar.. erkekler öyle değil.. bir adam , çocuğu doğduktan sonra sersemleşir , aptala döner.. bu kaçınılmazdır.. çocuk , babanın dünyasını yönetmeye başlar ve onun hareket kabiliyetini kısıtlar.. hayatın , bebeğin minik ellerindedir.. ben birini öldürürken , araba kullanırken ya da nadide’yi özlerken ‘gerçek’ araya giriyor.. onu nasıl yetiştireceğimi bilemiyorum.. bizim kuşağın ebeveynleri , çocuklarının okuyup büyük adam olmasını isterlerdi.. biz ise çocuklarımızın süper kahramanlar olmasını istiyoruz.. öte yandan , onların üzerine titriyoruz.. sokağa çıkmalarına izin vermiyoruz.. prizlere otomatik kapak , dolaplara , otomobil kapılarına kilit uyduruyoruz.. emniyet kemerleri evreninde yetişen çocuk , sahiden güçlü olabilir mi..

sanırım , annelik de babalık da asla hakkıyla yerine getirilemeyecek görevler : ‘mission impossible..’ hakikatleri , budalalığımızın verdiği enerjiyle abartıyoruz.. çocuklarla ilişkimizde içtenliğin kar etmeyeceğini sanıyoruz.. çünkü nasıl ki kendimizi tanımıyorsak , haddimizi bilmiyorsak , bilincimizin çarkları oksitlenmişse ; dilimiz dua ederken bile yalandan başka şeye dönmüyorsa.. çocuklarımızı da sevmekten aciziz.. körkütük köleliğimizi ve / ya da uçsuz bucaksız vurdumduymazlığımızı onlara dikte ediyoruz.. dolayısıyla her çocuk , bir anne-babaya ait olmanın bedelini ödüyor.. ya da yetişkinler tarafından kuşatılmaktan kaynaklanan travmayı yaşıyor..

bu söylediklerim de abartılı , değil mi.. bir dengesizlikten kurtulmak için bir başkasına yönelmek zorundayız.. en yararsız ve en zararsız insanlar bile cezasız bırakılmaması gereken cürümler işleyerek yaşıyorlar.. hırsızlık , cinayet ve tecavüz gibi suçlara ilişkin yargı ve müeyyideler ; gündelik hayatımızın kahrolası bir zulümler toplamı olduğunu gözlerden gizliyor.. bu şartlarda nefret dahi etkisi altında yaşadığımız toplumsal anesteziyi hafifletemiyor.. varlığımıza hükmeden sorunları görme , bize canlılık katacak dertleri hissetme , her şeyin kötüye gitmesine yol açan tuhaflıkları sezme yeteneğimiz büsbütün körelmiş durumda.. terör ve kör şiddet sayesinde anlamsızlığın eşiğinden döndüğümüz oluyor.. belki bu çağda hayat ile mana arasındaki mesafeyi kapatmada şu mottonun faydası dokunur : bütün günahlar para kaybettirir..’

‘KORKMA BEN VARIM’ , MURAT MENTEŞ..

İletişim Yayınları , 2009..

‘senin aynanın karşısına – ayna koyuyorum – senden sonsuzluk yaratayım diye..’ – AHMED ŞAMLU

AYDA’YA DÖRT ŞARKI.. 

I

AYLAK ADAMIN ŞARKISI

şu yol kıvrımında

kavurucu bekleyişte

bir gölgelik yapmalıyım ağaç ve taştan.

çünkü nihayet

umut

gecikmiş bir seferden dönüyor geri.

öyle bir zamanda ki

yazık!

ne başımda bir dam

ne ayağımın altında

bir kilim

 

kavrulmasın güneşten diye

bir testi yok

su vermek için

ve yorgunluk atacak

bir yastık yok

oturmam için

 

dört gözle beklediğim yolcu

çıkagelecek apansız.

ey tüm umutlar

şu damı çatmakta

güç verin bana!

 

(-ordibehişt mayıs 1963-)

II

BİR DOSTUN ŞARKISI

kimsin sen ki

böyle

güvenip

söylüyorum

adımı sana;

 

evimin anahtarını

koyuyorum avucuna;

mutluluk ekmeğimi

paylaşıyorum seninle

ve yanına çöküp

dizinde

böylesine huzurlu

dalıyorum uykuya? 

III

hangi iblis

vesvese veriyor sana

böyle

hayır demek için?

yok, bir melekse

hangi şeytanın tuzağından

haberdar ediyor

böyle?

 

bir kuşku mu var?

yoksa

gurbet için bir dostun yurduna

indiğin

son ayak seslerin mi?

(-ordibehişt mayıs 1963-)

AHMED ŞAMLU

Türkçesi : Prof. Dr. Mehmet Kanar

AYNA BAHÇESİ..

elimde fener

karşımda fener:

karanlığa karşı savaşa gidiyorum.

yorgunluk beşikleri

gelip gitmelerin çekişmesinden

duraksamışlar

ve derinliklerden bir güneş

küllenmiş evrenleri

aydınlatıyor.

 

yıldırımın asi haykırışı

sabırsız bulutun rahminde

döllendiği an

ve üzüm ağacının suskun acısı

ufak koruğun

uzun sarmalın sonunda

filizlendiği an

bütün haykırışım

acılardan kaçmaktı.

çünkü ben,

en korkunç gecelerde

güneşi

umutsuz dualarımla istemiştim.

 

güneşlerden geldin

seherlerden.

ipeklerden ve

aynalardandın sen.

 

tanrının ve ateşin olmadığı boşlukta

bakışını ve güvenini istemiştim

umutsuz bir duada.

iki ölüm arasında

iki yalnızlığın boşluğunda

ciddi bir akış.

(işte senin bakışın ve güvenin böyledir!)

 

senin sevincin

acımasız ve ulu

boş ellerimde nefesin

şarkı ve yeşillik.

 

kalkıyorum!

elimde fener

gönlümde fener

ruhumun pasını saydamlaştırıyorum

senin aynanın karşısına

ayna koyuyorum

senden sonsuzluk yaratayım diye.

AHMED ŞAMLU

Türkçesi : Zahra Demirci , Sobhi Babek

AĞIT*..

seni aramakta
dağların eteğinde ağlıyorum,
denizin ve otların eşiğinde

seni aramakta
rüzgârın geçidinde ağlıyorum
mevsimlerin dört yolunda,
bulutlu gökyüzünü çevreleyen
şu kırık camın önünde

resmin bekleyişinde
şu boş defter
ne zamana dek
ne zamana dek
yaprakları çevrilecek?
(…)

adın gökyüzünün alnından geçen seherdir**
(…)

ve biz hâlâ
tekrarlıyoruz
geceyi
gündüzü
henüzü…

* füruğ ferruzad için, onun ölümü üzerine
**füruğ, seher vakti güneş doğmadan önce gökyüzünün ışığına denilir.

AHMED ŞAMLU

Türkçesi : Zahra Demirci , Sobhi Babek

AHMED ŞAMLU..

ahmed şamlu 12 aralık 1925 ‘te tahran’da doğdu.. edebiyatın birçok alanında eserler verdi.. yirminci yüzyıl iran fars şiirinin en büyüğü kabul edilen ahmed şamlu lise yıllarında siyasi faaliyetlerinden dolayı dört yıl tutuklu kaldı.. dostoyevski’nin çar döneminde yaşadıklarını 1946’da ahmed şamlu da yaşadı.. idam mangasının önüne çıkarılan ahmed şamlu son anda hükümetin affıyla serbest bırakıldı.. yeni söz , pencere , bamshad dergilerini çıkaran ahmed şamlu bir dönem iran dışişleri bakanlığında yurt dışı temsilcisi olarak görev yaptı.. 1990’lı yıllarda hükümetin baskı ve sansürlerine karşı çıkan bir dilekçeye imza koyduğu için eserleri yasaklandı.. tahran’ın dışındaki bir köye sürülen ahmed şamlu burada şekere bağlı uzun süren bir rahatsızlık sonucu hayatını 2000 yılında kaybetti.. ahmed şamlu şiirin yanında öykü , roman , oyun yazarlığı ve eleştiri dalında eserler verdi..

Yaşadım Ulan Dibine Kadar !

Unutma! Yüreğinde bir ismin imzası var. Ve sen onu silemezsin, söküp atamazsın, ne kadar uğraşsan da seninle beraber büyür içindeki sızı. İlk önce onu hissedersin başkasına dokunduğunda. . Unutma! Bir kere sevdin mi uzun uzun yanarsın. Sitemler öfkeler birikirken içinde, sen azalırsın. Dilinde küfür elinde kadeh, eksik olmaz. Günler böyle geçer alışırsın. Unutma! Sabahlar artık gecikir. İster sağa dön ister sola, gözüne uyku değil gidenin hayali gelir. Kendini şiirlere verirsin. Elin sigaraya gider her on dakika da bir fena zehirlenirsin. Unutma! Bir süre güvenmeyeceksin kimseye, kendine sığınacaksın. Aşk konuşulduğunda sen susacaksın, of’larla ah’larla başlayacaksın her cümleye. Çevrende senden başka herkes haksız olacak. Senin haklılığınsa çaresiz gidecek çöpe. Unutma! Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın. Biri seni bulacak. . Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan, biraz ürkeceksin. Ne kadar dirensen de nafile. İnsansın sonuçta seveceksin. Eski acılara bakıp da küsme sevdalara, gâvura kızıp da oruç bozulmaz. Sök at kafandan acaba’ları! Bir kemik aynı yerden İki defa kırılmaz. Artık kararmaz gecelerin. Bir daha yaşlar akmaz gözünden. Sabahların gecikmez. Kim bilir ağladığın günlere gülersin. Bir defa öldün ya zamanında? Bir daha ölmezsin.

 

Can Yücel

‘bırakma elimi inadına bırakma – muhitinden geçiyoruz ayıplanmanın..’ – NİLAY ÖZER

Manolya.. 

-çengelköylü ilya çarligis’e

ve mıgırdiç margosyan’a-

kaçak yolcularısınız sanki hayatın
beklediğiniz hep yanlış durak
işler kesat bir agora indiğiniz
hangi kapıyı çalsanız üç günlük misafir karşılaması
oysa yerleşik sevdalara göredir insan
göğsünüzde kutsanmış bir ülke gibi duran
yüreğiniz kocaman bembeyaz bir manolya
limonlu çay kokusuyla serinletir anıları

miras kalmış acılar eşyaların yüzünde
yüzünüzde kıta kıta ayrılık
din din ayrımcılık perçinlenmiş öfkenizde
yine de bir vaftiz gibi hatırınızda kalan
şaraplı pazar günlerinin fısıltısı
kendi dilini konuş kendi dinini yaşa
ama hayat kocaman bembeyaz bir manolya
her dilde aynı kokar
ve kapatır kendini her dinin akşamında

hala yağmalanıyorsa yarınlarınız
susmak günah çıkaran bir inanç gibi
anlatmalı kendi öğretisini
değerini bulsun diye bu bin renkli mozaik
geleceği kurtarmalı geçmişi yargılayan
yüreğiniz kocaman bembeyaz bir manolya
düşmanca mı susar dostça mı bakarsınız
gözlerinizin rengine karışamam..
 

NİLAY ÖZER

(Zamana Dağılan Nar)

 

Zor Sokak..                      

-Nurer’e-

 

bir gülün tam ortasından geliyoruz 

izini sürerek aşkın beyin kabuğunda 

türlü taşlamalara direnen mısraların

bırakma elimi inadına bırakma 

muhitinden geçiyoruz ayıplanmanın

 

zor sokağın namusunu bekleyen 

horozları kılıbık üç beş silah en fazla 

tehditleri bile aç el ele yürümeye 

minareden sarkıtılan kayıp çocuk anonsu 

kulaklarımıza ibret küpesi diye

 

hayat bir kurt masalı yarın aynısı dünün 

zor sokak sahnesinde sevda pandomim 

gizli hayranlık mı suskun alkışlardaki 

ancak çiçekler camdan cama sever dostum 

duygular dölleyemez uçan ihtimalleri

 

bir gülün tam ortasından diğerine varırız 

zafer kazanmış damlaların gizlendiği  

arkamızda ışıklı çakıllar bırakarak  

sevişmeye hazırlarız düş ormanı geceyi 

yeraltı suları dehlizler ve sır

 

yazık ki uykudadır zor sokak sakinleri.. 

NİLAY ÖZER

(Zamana Dağılan Nar)

 

NİLAY ÖZER..

1976 yılında istanbul’da doğdu.. marmara üniversitesi biyololoji öğretmenliği bölümü’nü bitirdi.. iki yıl öğretmenlik yaptı.. 2002 yılında bilkent üniversitesi türk edebiyatı bölümü’nde yüksek lisansa başladı ve turgut uyar’ın ‘divan’ adlı yapıtı üzerine bir tez hazırladı.. aynı bölümde doktora çalışmalarını sürdürmektedir.. 1995 yılından bu yana çeşitli dergilerde şiir ve yazıları yayımlandı.. 1997’de kocaeli üniversitesi şiir okulu ödülünü aldı.. 1999’da yaşar nabi nayır gençlik ödülleri’nde dikkate değer bulundu.. aynı yıl ilk kitabı ‘zamana dağılan nar’ hera şiir kitaplığı tarafından basıldı.. 2004’te cemal süreya şiir ödülü’nü alan ‘ol!’ adlı dosyası yasakmeyve yayınları tarafından yayınlandı..

‘bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum.. belki kendi kendimden..’ – YUSUF ATILGAN

‘..ben çoğu geceler içiyorum , dedi.. şakağımdaki ağrıyı duymamak için iştah açmak için falan diyorum ama değil , biliyorum.. bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum.. belki kendi kendimden.. iki çeşit içen vardır.. biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer.. bir de şu çevrendekilere bak.. bunlar neden içiyorlar ? toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için.. çekinmeden bağırmak , yüksek sesle gülmek için.. dışarda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır.. sokakta hiç gülmemek için burada gülerler.. böylesi az içer.. ya ben ? içiyorum da kurtulabiliyor muyum ? belki yalnız baş ağrısından..

– ya içmediğin zamanlar ?

– o zaman ararım..

– hep arayacaksın sen. ya resim , ya kitap..

– tutamak sorunu.. insanın bir tutamağı olmalı..

– anlamadım..

– tutamak sorunu dedim.. dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde gider gibiyiz.. tutunacak bir şey olmadı mı insanlar yuvarlanır.. tramvaylardaki tutamaklar gibi.. uzanır tutunurlar.. kimi zenginliğine tutunur ; kimi müdürlüğüne ; kimi işine , sanatına.. çocuklarına tutunanlar vardır.. herkes kendi tutamağının en iyi , en yüksek olduğuna inanır.. gülünçlüğünü fark etmez.. kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım.. öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı.. herkesin, ‘veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur’ demesini isterdi.. daha gülünçleri de vardır.. ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü , sahteliğini , gülünçlüğünü göreli beri , gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum : gerçek sevgiyi! bir kadın.. birbirimize yeteceğimiz , benimle birlik düşünen, duyan , seven bir kadın!..’

‘AYLAK ADAM’ , YUSUF ATILGAN..

Yapı Kredi Yayınları , sayfa :152..

KUŞLARI YEMEK.. – MARGARET ATWOOD

kuşları yemek..

 

kuşları yedik.. onları yedik.. gırtlağımızdan yukarı yükselip ağzımızdan patlayarak çıkmasını istedik ötüşlerinin , bunun için , onları yedik.. kuştüyleri filizlensin istedik etimizden.. onların kanatlarını istedik , onlar gibi uçmak , bulutların ve ağaçların üzerinden süzülmek istedik , bu yüzden  onları yedik.. mızraklar sapladık , sopalarla dövdük , ayaklarını yere yapıştırdık , tel kafeslere koyduk , kor kömürlere attık ve bunların hepsini sevgi için yaptık , çünkü biz onları sevdik.. biz onlarla bir olmak istedik.. biz tıpkı onlar gibi temiz , pürüzsüz ve güzel yumurtalar vermek istedik , eskiye dönüp genç ve kıvrak olduğumuz ve bütün sebep sonuç ilişkilerinde masum olduğumuz zamanlarda , onları yemek borumuza tıkadık , kuştüylerini ve her şeylerini , ama işe yaramıyordu , şarkı söyleyemiyorduk , onlar gibi içimizden gelerek , uçamıyorduk , duman ve demir olmadan , yumurtlayamıyorduk , bunun için küçük bir şansımız bile yoktu.. biz yerçekimine saplanmışız , biz toprağa bağlıyız.. bizim bileklerimiz kan içinde , biz kuşları yedik , biz kuşları çok uzun zaman önce yedik , biz kuşları hala hayır deme gücümüz varken yedik.. 

MARGARET ATWOOD , 2007 , The Tent.. Çeviri : MELİDA TÜZÜNOĞLU , SICAK NAL Edebiyat Dergisi , Sayı:2 (Mayıs –Haziran 2010 sayısı..)

BEN BÖYLEYİM İŞTE..- JACQUES PRÉVERT

ŞARKI.. 

bugün günlerden ne

bugün günlerden her gün

sevgilim

bugün bütün bir hayat

güzelim

sevişiyor ve yaşıyoruz

yaşıyor ve sevişiyoruz

ama hayatın ne olduğunu bilmiyoruz

ve günün ne olduğunu bilmiyoruz

ve aşkın ne olduğunu bilmiyoruz..

 

JACQUES PRÉVERT

Türkçesi : ORHAN SUDA

BEN BÖYLEYİM İŞTE..

 

böyle yaratılmışım ben

katıla katıla gülerim

canım gülmek isteyince

severim beni seveni

aşık olduğum

değişik kişiyse her seferinde

kabahat bende mi

böyle yaratılmışım ben

başka ne gelir elden

 

hoşa gitmek için yaratılmışım ben

değiştiremem bunu

yüksek ökçelidir pabuçlarım

belim inceden ince

dipdiridir memelerim

harelidir gözlerim

hem size ne bundan

hoşuma gider benden hoşlanan

 

benim de başıma geldi

evet sevdim birini ben de

evet beni de sevdi biri

sevdik birbirimizi

birbirini seven

sevmesini bilen

sevdikçe sevmesini bilen çocuklar gibi..

sorgulamayı bırakın

hadi sevin beni

başka türlü olamam ki. 

JACQUES PRÉVERT

Türkçesi : ORHAN SUDA

Aşk Şiirleri , Jacques Prévert , Kırmızı Yayınları , Eylül 2006 , Yayıma Hazırlayan : Fahri Özdemir..