Archive for the ‘Sinema’ Category

‘aynı çatı altındaki iki kişi gibi değil , ayrı yerlere sığınmış iki insan gibi..’ – JEAN-LUC GODARD

(Truffaut..)

‘ve truffaut.. anne-marie onun ölümün bir rastlantı olmadığını , ölümüyle bir dönemin bütünüyle kapandığını hatırlattı bana.. içimizden hiçbirimizin başaramadığı ya da başarmaya çalışmadığı bir şeyi başarmıştı o : saygı uyandırmayı !! ‘yeni dalga’ya onun kişiliğinde hala saygı duyuluyordu.. bize onun sayesinde saygı duyuyorlardı.. onu yitirdik , duyulan saygı da yok oldu..

truffaut ile birbirimizi biraz tanıyorduk , yaşarken birbirimizi izliyorduk , aynı çatı altındaki iki kişi gibi değil , ayrı yerlere sığınmış iki insan gibi.. vatanı terk etmek için , rusların sınırdan içeri girmesini beklemedik.. anne-marie’nin bana söylediği şuydu : ‘ama o , kendine özgü biçimde seni koruyordu , artık koruyamayacağına göre çok korkuyorsundur..’

ardından yazılan hiçbir yazıda bundan söz edilmedi.. söz edilmedi , çünkü bunu söylemek için biraz söyleşmek , konuşmak gerekir.. cahiers du cinéma , çok kabarık bir sayı hazırladı , ama bundan hiç kimse söz etmedi.. ben oturup bir yazı yazamazdım , çünkü insanlara bu konuları açmıyordum.. bugün yazabilirim ama artık çok geç , çünkü onun hemen ardından yayımlanması gerekirdi ; kişisel öyküleri gazete izlemez.. serge july ile bu konuda kapıştık : michaux’nun öldüğü gün ondan söz eden bir ilk sayfa hazırlaması yüzünden.. bunu bir gün önce yapabilirdi ya da bir gün sonra..’

 

JEAN-LUC GODARD

‘Godard Godard’ı Anlatıyor..’

Çeviri : AYKUT DERMAN

METİS Yayınları , Temmuz 2008..

(Godard..)

(Truffaut ve Godard bir panelde birlikte..)

‘bir.. iki.. üç.. daha fazla seattle..’

‘BATTLE IN SEATTLE’ , ‘İSYAN..’ – STUART TOWNSEND

 Sinopsis : 

‘battle in seattle’ , andre benjamin , woody harrelson , martin  henderson , ray liotta’nın başrollerde oynadığı politik aksiyon ve dramı bir arada barındıran bir film. büyük bir protestocu grup, 1999 yılı ‘dünya ticaret organizasyonunu’ protesto etmek için seattle’da toplanır.. yaşanacak kaos ve kargaşa toplantıları durdurmayı amaçlamaktadır.. protestocu aktivistler , abd hükümeti , organizasyon katılımcısı dünya ülkelerinin temsilcileri , vali , belediye başkanı , medya , polis ve askerler arasında geçen sürükleyici ve hareketli bir politik aksiyon filmi..’

 

Filmin Künyesi : 

Yönetmen ve Senaryo : Stuart Townsend

Görüntü Yönetmeni : Barry Ackroyd

Kurgu : Fernando Villena

Müzik : Robert Del Naja

Oyuncular : Andre Benjamin , Woody Harrelson , Martin  Henderson , Ray Liotta , Michelle Rodriguez , Channing Tatum , Charlize Theron..

Süre: 95 dakika

Yapım Yılı : 2007

Yapım : ABD , Almanya , Kanada..

‘açıkçası ilk aldığımda filmi biraz tereddüt etmiştim , amerikan ortak yapımı filmin seattle protestolarını nasıl anlatmış olabileceği konusunda bayağı endişeliydim.. gerçi amerikalı bağımsız sinemacılardan yumruk gibi sert ve anlamlı filmler de izlemiştik geçmişte.. ama yine de insan filmi alırken iki kere düşünüyor , hatta üç kere , hatta çok kere , hatta düşünceye dalıyor..

şakayı bir yana bırakırsak 1972 doğumlu genç aktör stuart townsend’in ilk yönetmenlik denemesi olan bu filmin senaryosunu da stuart townsend yazmış..

senaryo protestocu aktivistler ile hükümet güçleri arasındaki mücadele ekseninde giderken , filme iki taraftan da olmayan , olaylar sırasında günlük yaşamlarını sürdüren ama bir şekilde hükümet güçlerinin sebep olduğu vahşi şiddetin kurbanı olan vatandaşlar da dahil oluyor.. yönetmen ve senarist stuart townsend  tüm amerikan filmlerinde rastladığımız gibi (en son blackhawk’ın anlattığı pijamalı çocuk filmindeki gibi) aynı senaryo klişesini de kullanmış : kötünün kurbanı olan kötünün yakını.. neyse konuyu daha fazla anlatamayayım fakat şunu söylemek istiyorum beklediğimden çok daha iyi bir film çıktı.. bazı yerlerinde aksamalar, politik açıdan gevşemeler , konsensüs yaratma çabaları olsa da film belgesel görüntülerle desteklenerek olayların içinde hissini izleyici de uyandırıyor.. filmin ana konusu dışında arka planda anlatılan hikayeler de etkileyici..

filmdeki oyuncuların performansı da çoğunlukla üst seviyede.. kurgulanan karakterlerin çoğunluğu doğallığı yakalıyor..

bulursanız mutlaka kaçırmayın izleyin ve seattle’a , aktivistlere birer selam çakın..’

Crockett..

‘eğer hayal kuruyorsa , umudu vardır ve bu bile bir direniş biçimidir..’ – ELIA SULEIMAN

‘bu iktidarın , gücün kendi küstahlığından dolayı asla anlayamadığı bir durum.. özgürlüğün tüm biçimlerini tutuklayamayacağını anlayamıyorlar.. örneğin kendi kafamızda var ettiğimiz özgürlüğün.. direniş yöntemleri sonsuz çeşitte aynı zamanda.. hücredeki bir mahkumu asla ele geçiremezsiniz , rüyalarının ne olduğunu bilmeniz imkansızdır.. eğer hayal kuruyorsa , umudu vardır ve bu bile bir direniş biçimidir.. iktidar yapıları çok küstahtır ve aynı zamanda anlayamadıkları kültürel yapılar , şiir tarafından destabilize hale getirilirler.. bu filistinliler’in başardığı bir yöntemdir.. başlangıçta israil çok yoğun bir sansür uygulamaya çalıştı.. örneğin 70’lerde mahmud derviş’in kitabıyla yakalanırsanız hapse atılırdınız.. israil , filistinliler’i kendi varlığından , köklerinden koparmaya çalıştı.. bugün bile devam ediyor , birbirimizle ilişkimizi koparmaya çalışıyorlar.. çünkü filistinliler’in birbirleriyle kurduğu ilişkiler , filmler , festivaller bazen onları bombalardan daha çok korkutuyor.. benim filmlerimin orada ve dünyanın dört bir yanında gösterilmesi son kertede onların iktidar yapısına karşı bir tehdit olarak görülüyor.. bu aynı zaman bizim de hayatta kalmamızı sağlıyor , her şeyi kontrol etme çabalarına  rağmen.. onlar baskıyı arttırdıkça biz de mücadelemizi arttırıyoruz.. onlar için en kolayı gelip ‘sen teröristsin’ demek.. fakat bana nasıl terörist diyecekler , filmimde bir tankı patlattığım için mi..’ 

ELIA SULEIMAN

(Tüm röportaj için : Yeni Film Dergisi , Sayı 20 , Haziran / Eylül-2010..)

Çizgili Pijamalı Çocuk – The Boy in the Striped Pyjamas

Bu filmi geçenlerde internette bişeyler ararken tesadüfen görmüştüm hemen Saygıdeğer büyüğüm kadim dostum Crockett ‘ e sordum bu film sende varmı diye kendisinin dev film arşivini bildiğimden ilk ona sorarım . Bu film kendisinde vardı hemen aldım filmi kendisinden ve izlemeye koyuldum çok duygulandım çok üzüldüm .

Bruno 8 yaşında bir çocuktur. Tüm çocuklar gibi arkadaş düşkünü ve oyun oynama canlısıdır . Bruno ‘ nun babası askerdir . Bir gün görevi gereği başka bir yere tayini çıkar ve bruno arkadaşlarından ayrılmak zorunda kalır ve bunu istemeyerek de olsa yapmak zorundadır . Yeni taşındıkları yerde ise bruno’nun hiç arkadaşı yoktur . Shmuel dışında …

Bruno evlerinin biraz uzağında bir çiftlik olduğunu görür lakin bu bir çiftlik değil bir yahudi kampıdır . Ve burada herkes çizgili pijamalıdır . Kendisi gibi 8 yaşında olan Shmuel ile arkadaş olur . Evden gizlice kaçıp ona yemek götürür . Bir gün Shmuel ‘ in babasını bulamadığını söyler Bruno ‘ ya ve Bruno da ona yardım etmek ister .

Bir gün Bruno tekrar evden kaçar ve tel örgülerin altını kazarak diğer tarafa geçer ve Shmuel ona kendi giydiği pijamadan getirir . Birlikte Shmuel ‘ in babasını aramak için Yahudi kampına girer . İki arkadaşın filmin sonunda yaşadıklarıysa İrlandalı yazar John Boyne’nun Nazi komutanı babaya verdiği çok acı bir ders niteliğinde. Yürek burkan, hayır hayır ne olur böyle bitmesin diye içinizden belki de yalvardığınız ve en nihayetinde gözünüzden birkaç damla yaşın akmasına engel olamadığınız bir hazin son.

BLACKHAWK

White Dog – Beyaz Köpek 1982

Julié yolda giderken arabasıyla bir köpeğe çarpar ve onu veterinere götürerek iyileştirir . Veteriner bu köpeğin çok yaşlı bir alman çoban köpeği olduğunu söyler ve onu hayvan barınağına götürmesini söyler . Julié onu evine alır ve bir gece evine bir adam girer Julié ‘ ye tecavüz etmek isterken köpek Julié ‘ yi kurtarır . Bu olay Julié ‘ nin köpeği çok sevmesine ve ona bağlanmasına yol açar .

Ama büyük bir sorun vardır . Köpek eski sahibi tarafından zencilere karşı saldırmak için eğitilmiştir . Her gördüğü zenciye saldırmaktadır . Julié bu olayı çözmek için onu hayvanları eğiten bir yere götürür ve burada Keys ile tanışır . Keys bu işi gurur meselesi yapmıştır ve köpeği zencilere karşı bir ölüm makinası olmaması için eğitmeyi kabul eder .

Keys yaklaşık 5 haftalık bir eğitim uygulamaktadır köpeğe ve son deneme için Julié ‘ yi çağırır .  Son bir deneme yapacaklardır köpeğin iyişeşip iyileşmediğini görmek için . Sonunda ne mi oluyor ?  Orası Süpriz olsun kendinize  bir güzellik yapın bu filmi bir yerden bulup mutlaka izleyin . 1982 yapımı olan bu film bir çok ülkede gösterime girmemiş ve girdiği yerlerde bile çok az vizyonda kalmış . Film Romain Gary ‘ in romanından esinlenmiş . Bu güzel filmi bana veren sevgili Crockett ‘ e teşekkürlerimle …

BLACKHAWK

‘şirin.. şirin.. şirin..’ ‘şirin sinema..’

‘şöyleydi
su içen güvercinler gibi ürkektik , bakışıklıydık

bir de alkollere düşkündük ki kınanırdık , niye sanki

çünkü biz bilmez miydik alkol hiçbir zaman kurtuluş değildi

üstümüzde bir karabasandı yalnızca

yalnızca

bir anlayan olsa anlatırdık gözyaşını da

hem o zaman gözyaşı bile kınanırdı

hüzün de kınanırdı, yalnızlık da

ama çoğumuz bunları yazdı

şiirde , romanda , öyküde yazdı

örneğin roman güzelse biraz

o roman baştan sona bakımsızdı

ve her şey

bir yudum su içip başını yastığa koyan bir hasta gibi kaldı..’

EDİP CANSEVER

(fotoğraf : Crockett..)

‘son zamanlarda aylakadamız’da sinema ve yeni filmler hakkında yazı olmadığına dair sitemler alıyoruz.. bu konuda haklılar sitem eden dostlar ama film tanıtımı yapmak için boş vakit gerekiyor.. boş vakitlerde devamlı film izlemekle geçtiğinden tanıtıma fırsat bulamıyoruz.. günde ortalama üç dört film izliyorum.. sinemayla yatıp kalkıyorum.. hafta sonları izlediğim film sayısı bazen altı yedileri buluyor.. e doğal olarak vakit kalır mı film tanıtmaya bu kadar abartınca.. kalmıyor.. beyin bile isyan ediyor bu performansa.. ama işte  sinema , ‘sensizlik’ cehennemindeki benim birkaç ‘tutamağımdan’ en önemlisi.. 

vaktim yine az bu yüzden şimdi de fazla bir şey yazamayacağım ama yine de son dönemde izleyip de sizin de izlemenizi isteyeceğim filmlerin bazılarından bahsetmek istiyorum biraz..

ilk bahsedeceğim film pelin esmer’in yönettiği ‘11’e 10 kala’ filmi.. son zamanlarda izlediğim en iyi yerli yapımlardan birisi.. tabi izleyen herkesin aynı hazzı , zevki alacağını sanmıyorum.. filmde anlatılan kolleksiyoncu ‘mithat amca’nın hikayesi.. saatlerden kitaplara , gazetelerden dergilere kadar her türlü şeyin kolleksiyonunu yapan mithat amca’nın evi adeta bir antikacı , kitapçı karışımı kutsal bir mekan.. mithat amca’nın vefasız ve görgüsüz komşularına , akrabalarına karşı onurlu direnişini ve kendi dünyası içinde uğraşıp didinmesini anlatıyor film.. sanırım beş altı kez izledim.. filmi izlerken bir yandan duygulanırken bir yandan da o kadar huzur doluyorum ki anlatamam.. hiç sıkılmadım , her izleyişimde ayrı bir heyecanlandım.. başrollerde mithat esmer ve nejat işler’in olduğu bu filmde kapıcı ali rolünü oynayan nejat işler’in performansı da her zaman ki gibi mükemmeldi.. nejat işler’i ilk izlediğimden beri hiçbir zaman kötü bir oyunculuğuna rastlamadım.. bir torpil de söz konusu değil asi kişiliğinden dolayı.. en güçsüz senaryo da bile ön plana oyunculuğuyla hemen çıkıyor.. nedense yerli oyuncular arasında serdar orçin ve nejat işler’i her zaman en iyi oyuncular kabul ediyorum.. neyse konuyu yine dağıtıyorum sanki bu yüzden konumuza geri döneyim 11’e 10 kala izlenmesi gereken bir film kaçırmayın hemen edinin ve izleyin..

bahsedeceğim ikinci film ise onur ünlü’nün ‘beş şehir’ filmi.. onur ünlü de benim torpilli yönetmenlerim arasında.. ah muhsin ünlü olarak şairliği konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim.. hele son mavi marmara katliamından sonra bir sitede yazdığı küfür dolu şiiri ona hiç yakıştıramadım.. her ne kadar kendisi ‘bir şiirimi yapacağım on iyi filme değiştirmem’ dese de filmleri birer başyapıt.. şiirleri konusundaki olumsuz düşüncelerime rağmen işte aynı onur ünlü’nün tüm filmleri gibi son filmi ‘beş şehir’ için ne yazsam azdır.. ustanın önünde saygıyla eğiliyorum.. usta döktürmüş yine.. beş şehir , her ne kadar ismi beş şehir olsa da bir polis , tezgahtarlık yapan bir öğrenci , bir seyyar oyuncak tren satıcısı , 11 yaşındaki bir çocuk ve bir öğretmenin üç ayrı şehir de geçen ama bir noktada kesişen beş insanın hayat hikayesini anlatıyor.. ha bir de filmimizin bir kedisi var ki onur ünlü’ye filmin bu kedisi konusunda ne kadar teşekkür etsek azdır.. her ne kadar bazı yönlerden aksamalar ve eksiklikler olsa da kedili sahneler filmin en bayıldığım kısımlarındandı.. filmin başrol oyuncularından bülent emin yarar her zaman ki büyük oyunculuğunu gösterirken , beste bereket , tansu biçer ve ahmet rıfat şungar’ın oyunculukları da üst düzeyde.. ama bence tansu biçer en öne çıkan oyuncu filmdeki.. antalya altın portakal film festivalinde en iyi senaryo ödülünü alan beş şehir kaçırılmayacak bir film ama beş acı hikayeye dayanamam derseniz izlemeyin derim.. onur ünlü usta’nın yeni filmlerini sabırsızlıkla bekliyoruz.. bu yazının repliği de bu filmden olsun :

‘şevket (ahmet rıfat şungar) : – belli..senin hiç şiir falan okuduğun yok..eğer okusaydın bilirdin ki aşk adamı sınanmaz…’

izlerseniz kendinize bir güzellik yapacağınız filmlerden birisi de tolstoy’un son zamanlarını anlatan yönetmen michael hoffman’ın ‘last station’ filmi.. christopher plummer tolstoy’u canlandırıyor.. tolstoy’un son zamanlarını nasıl geçirdiğini , çok sevdiği eşinden hangi şartlarda ve nasıl kaçtığını , çocukları ile ilişkilerini  yanında çalışan özel kalemi bulgakov’un gözünden anlatan bir film.. tolstoy’un eşini oynayan helen mirren döktürüyor oyunculuğuyla.. bir de benim kadrolu oyuncularımdan ‘paul giametti’nin performansı da çok güzel.. filmde tolstoy’un sağ kolu ‘vladimir chertkov’u canlandırıyor paul giametti.. tolstoy’un ölümünün halka açıklandığı sahne ‘camille claudel’ filminde victor hugo’nun ölümünün paris’te kulaktan kulağa yayıldığı anların anlatıldığı sahneler kadar etkileyiciydi..

sizlere izlemenizi önereceğim dördüncü film ise amelie’nin yönetmenliğini yapan ‘jean-pierre jeunet’in son filmi : ‘micmacs à tire-larigot’.. dany boon’un filmin ana karakteri ‘bazil’i oynadığı film hafif bir militarizm , silahlanma ve ırkçılık karşıtlığı içeriyor ama ileriye gidemiyor.. ‘bazil’in hayatında silahlardan yana hiç şansı yok.. kendisini yetim bırakan sonra büyüdüğünde yine kendisini ölüme yaklaştıran hep silahlar oluyor.. ama bazil’de sonunda şartel atıp , kayış kopuyor intikam almaya karar verdiği anda müthiş heyecan başlıyor.. iyilerin film boyunca kötülerin ödünü koparıp yüreklerine indiği , iyilerin kazandığı bir masal izlemek istiyorsanız kaçırmayın bu filmi.. eğlenceli , hayat dolu bir film.. ama sadece o kadar..

filmler ve sinemadan konu açılınca yazmak yazmak hep yazmak istiyorum.. ama şimdilik bu kadar yeterli sanırım çünkü neredeyse abbas kiarostami’nin ‘şirin’ filminden bahsedecektim.. ama anlatmaya başlarsam sayfalar dolusu yazarım.. abbas kiarostami yine bir şaheser film yaratmış : ‘şirin’..  ‘şirin’.. ‘şirin’.. ya arkadaş bu nedir ya.. tamam güzel bilirdim acem , iran kadınlarını ama filmin  ilk anlarından itibaren manyak etti beni kiarostami.. yaşlısından gencine ilk on dakika içinde onlarca iranlı kadın görünüyor filmde.. hepsine ayrı ayrı taptım.. iran’a mutlaka gitmek istiyordum , şimdi iran’a gitmek farz oldu , şart oldu.. yok böyle güzellik.. ha bu güzellerin arasında herkesin tanıdığı birisi de var iran’lı kadınlara eşlik eden : juliette binoche.. kimse kızmaz umarım fakat filmdeki iranlı kadınların eline su bile dökemez güzellik konusunda bu güzel oyuncu..

tamam tamam ‘bazil’ gibi bende de kayış koptu yine bitiriyorum dedim ama başka filme girdim yine.. burada bitiriyorum.. sonra uzun uzun bahsederim ‘şirin’den.. aklınızda bulunsun değişik bir film ‘şirin’.. bu ne ya diyebilirsiniz.. bazılarına değişik gelebilir tarzı sonra kızmayın.. ama eminim o güzellikler karşısında donup kalacaksınız ve kızmayı unutacaksınız bana..

şimdi intervention divine (yadon ilaheyya-kutsal direniş) filminin müzikleri arasında da olan ‘tango el amal’ı nour el houda söylüyor.. ‘tango el amal’ ve ben ‘seninleyim’ yine sana inat ‘İKİZİM’..  

gülüşünüzle kalın , filmsiz de kalmayın..’

Crockett..

‘kalbim hep bir yusuf..’ – Crockett

‘gülefer : yusuf.. sen misin.. yusuf.. canına kurban olayım oğul..

gerçek misin yoksa rüya mı görüyorum oğul..

iyi misin.. geldiğin yollarına kurban olurum oğul..’

 

‘gülefer : oy.. oy.. oğul.. büyüdün mü küçüldün mü bilmiyorum oğul.. ne yapayım.. on yılda belki büyümüşsündür sana olur mu bilmem..’

‘gülefer : hiç büyümemişsin oğul.. zayıf kalmışsın.. kimseye derdimi söylemek istemedim oğul..

gittim bahçede ağladım , kapı önünde ağladım.. geldim odanın duvarlarına baktım hep ağladım..’

‘KALBİM HEP BİR YUSUF..’ – Crockett

‘başkalarından arakladığımız ölçüde özgündük..’ – PATTY DIPHUSA HİKAYELERİ , PEDRO ALMODOVAR

‘daha genç ve daha ince olmakla kalmayıp , bilinçsizliğin verdiği mutlulukla balıklama atlardık her şeye.. hiçbir şeyin bedelini bilmiyorduk.. belleğimiz yoktu , hoşumuza giden her şeyi taklit ediyor , bunu yaparken de çok eğleniyorduk.. başkalarından arakladığımız ölçüde özgündük.. uyuşturucuların iyi yüzünü görüyorduk sadece , seks ise hijyenik bir şeydi..’

‘insanların beni bir tutkuya dönüştürmeleri ben hasta ediyor.. suistimal etmek bu , fesatça bir davranış.. seni arzularına uygun bir kalıba sokarlar , oysa tamamen ilahi bile olsan insani bir yanın vardır.. insanların bana danışmadan beni yaşamlarının bir parçası haline getirmeleri çok rahatsız edici..’

‘dramatizmden nefret ederim : yaşantımda ve hele yazılarımda.. sessizliğimin nedeni bu.. bir de bu allahın cezası şehrin bensiz ne yöne gideceğini görmek.. sessizliğimden bu yana hiçbir yenilik olmadığını gördüm ve döndüm , çünkü birçok zeki insanın da dediği gibi madrid’de tek bir ilginç insan var.. ve bu insan da benim.. patty diphusa..’

‘sizi terk etmeden önce eleştirel vasiyetimi sunmak istiyorum , kimse hastalanmadığımı veya evlendiğimi düşünemez böylece..

hiçbir şeyden haz duymuyorum artık , özellikle haz duymak moda olduğundan beri.. zafer insanın kendini sürekli yinelemesine neden oluyor.. zeki bir kızsan sürekli eki olmak zorundasın.. tahrik olduğunu belli edersen sürekli abaza olduğunu düşünürler.. doğalsan , nezaketsiz olmanı beklerler.. sadece senin de bir daktilon olduğunu kanıtlayarak hava atman için anılarını yazmak gibi müthiş bir fikir çakmışsa kafanda ve anıların mutlu , arsız , yüzeysel , zeka dolu falansa ve mutluluğu , arsızlığı , yüzeyselliği ve zeki olmayı moda haline getiriyorsa , sorumluluk duymazsın bundan.. benimle özdeşleşme cüretini gösteren , ağzımdan çıkan her sözü kutlayan ahmak okurlarımın hepsinden nefret ediyorum..

ben bir şey yaptığım zaman onu eşsiz olmak için yaparım.. kimsenin beni anlamasını , hele bana özenmesini hiç istemem.. insanın sözlerinin yankısını duymasından daha öfkelendirici bir şey yoktur..  gece sokağa çıktığımda insanların  hayranlık ifadelerini dinlemekten , la luna dergisinin sayemde ayakta durduğunu itiraf ettikten sonra kendilerini benim gibi hissettiklerini söylemelerinden iğreniyorum..’

PATTY DIPHUSA HİKAYELERİ , PEDRO ALMODOVAR , Çeviri : AVİ PARDO , PARANTEZ Yayınları , Aralık 1996..

GENJİ..

Beni izlersen hayallerin neyden yapılmış olduğunu sana gösteririm..- GENJİ

Hayat yolunda gösterişsiz tam gaz dümdüz ilerlemek lazım Genji.. Uuuuç Genji uç.. Genji Uç.. -KEN

‘çünkü bürokrasi , bütün diktatörlüklerin temel dayanağıdır..’ – MARCO BECHIS

MARCO BECHIS – SIRRI SÜREYYA ÖNDER Söyleşisinden :

‘filmde gördüğümüz gibi olimpo garajı şehrin göbeğinde.. küçücük kapısının önünden her gün rutin günlük yaşantısını sürdüren sıradan insanların ellerinde alışveriş fileleri ya da bebek arabalarıyla anne babaların geçip gittiği bir caddeye açılıyor..

tabi olimpo garajı yeraltında.. üstelik kent merkezinde.. zaten buenos aires’in merkezi ve her semti böyle yer altı gözaltı ve işkence merkezleriyle doluydu.. daha sonra bütün arjantin’de bu işkencehanelerden en az 350 tane olduğu öğrenildi.. ayrıca ülkenin güney bölgelerinde çok özel hapishaneler inşa edilmişti.. arjantin ordusu , cuntası , şili’de olduğu gibi yakalananların hepsini bir stadyuma doldurmadı.. dolayısıyla , şili’deki gibi her şey herkesin gözleri önünde yürütülmedi..

arjantin cuntasının arzusu insanları gerçekten kaybetmekti.. onun için bütün operasyonları gizlice yeraltında sürdürüyorlardı.. bu aynı zamanda ortalığa daha sinsi bir korku atmosferinin hakim olmasına yol açıyordu tabii..’

‘her filmde seyircinin filmle kurduğu bir bağ vardır.. beni en çok etkileyen ve herhalde hikayeyi gerçek kılan en önemli bölümlerden birisi , maria’nın kendisini denize atan uçağa bindirilmeden önce , işkencecisinin refakatinde şehrinden içinde dolaşırken salıncağa binmesi.. bunu baskı altında tutulan bir kişinin çocukluğa dönme sendromu olarak mı yorumlamalıyız..

sanıyorum , sorduğunuz düzlemde bir cevabım yok.. hatta daha pratik bir durum söz konusuydu.. filmin yapımcısı bize bir armağan kabilinden bir gün daha çekim hakkı tanımıştı , biz de o gün içerisinde bu çekimleri yaptık.. dolayısıyla senaryoda var olan bir bölüm değildi ; fikir doğaçlama olarak çıktı..

bazen , bilinçli olarak düşünmeden de attığınız adımlarla filminiz belirli kavşaklardan dönmüş olur.. bazen eksiltir , bazen çoğaltırsınız ; önemli olan , eklenen ya da çıkarılan bölümlerin filmin genel izleğine nasıl bir katkıda bulunduğudur..’

‘garage olimpo’nun verdiği mesajlardan birisi , direnme hakkının meşruluğu, doğruluğu , vazgeçilmezliği.. öyle ki , film en başında bir suikast hazırlığıyla , bir adamın yatağının altına bomba yerleştirilmesiyle başlıyor.. seyirci ilk başta bu sahneyi yadırgayabilecek bir havadayken , aynı bölümü filmin sonunda tekrarladığında seyirciler olarak tek tek hepimizin bombayı kendimizin patlatmak istediğimiz bir duygu halinde oluyoruz..

filmde neyi anlatmak istediğimi şöyle toparlayabilirim : ana karakterimiz bir ilkokul öğretmeniydi.. okuma yazma bilmeyen sıradan insanlara gönüllü olarak da yardımcı oluyordu.. üst kademelerde yer alan biri değil , sosyal hizmet alanında katkıda bulunan biriydi..

öbür taraftan gerilla mücadelesi yürüten kişiler vardı.. gerçi onlar arasında da arkadaşlarım , yoldaşlarım vardı , ama ben tam anlamıyla onların safında yer almadım.. fikirlerim itibariyle onlardan ayrılıyordum..

ikinci dünya savaşı dönemini düşünün.. nasıl öldürülen 1 almana karşılık naziler onlarca kişiyi öldürerek misillemede bulunuyorlarsa daha düşük ölçekte buna benzer bir durum arjantin’deki mücadele için de geçerlilik taşıyordu.. üstelik eninde sonunda gerillaların düzenlediği eylemlerin bedellerini bir noktaya gelince maria gibi en düşük seviyelerde mücadele eden insanlar ödeyeceklerdi..

böyle düşünüyordum.. onlar zaten bedel ödeyeceklerdi , fakat saldırgan eylemler tabandaki insanların daha kolay devre dışı bırakılması gibi bir sonuç doğuruyordu..’

‘bu filmi nasıl yapmam gerektiğini düşünürken godard’ın ‘siyasal film yapmanıza gerek yok , bütün filmleri siyasal bir yorumla çekebilirsiniz’ düşüncesinden yola çıktım.. dolayısıyla böyle bir hikayeye siyasal bir boyut katmanın tek ve en doğru yolu , filme yerlilerin kendilerini ve hikayelerini dahil etmekti..’

‘benim gözümde siyasal sinema ‘dil’den ibarettir.. içerik çok da önemli değildir.. bağlam ile konunun çok da çakışması gerekmez..’

‘bizim filmdeki bu tür diyaloglara da başvurarak asıl teşhir etmek istediğimiz yan bürokrasin betimlenmesiydi.. çünkü bürokrasi , bütün diktatörlüklerin temel dayanağıdır.. ve bürokrasi normal insanlardan oluşur.. canavarlar sadece amerikan filmlerinde görülür..’

MARCO BECHIS – SIRRI SÜREYYA ÖNDER Söyleşisinden..

Daha fazlası için MESELE KİTAP DERGİSİ’nin MAYIS 2010 – SAYI :41’i edinmeniz gerekecek..