Archive for the ‘Başyapıt / Sinema’ Category

UN PROPHÉTE / YERALTI PEYGAMBERİ.. – JACQUES AUDIARD

Un Prophéte  (A Prophet) / Yeraltı Peygamberi (2009) – Jacques Audiard

Yönetmen : Jacques Audiard

Senaryo : Jacques Audiard , Tohmas Bidegain , Abdel Raouf Dafri , Nicolas Peufaillit

Tür : Drama , cinayet , gerilim..

Oyuncular : TAHAR RAHIM (Malik El Djebena) , NIELS ARESTRUP (Cesar Luciani) , ADEL BENCHERIF (Ryad) , HICHEM YACOUBI (Reyeb) , REDA KATEB (Jordi)

Süre : 155 dakika..

Yapım : Fransa , İtalya , Korsika..

 

AYLAKADAMIZ :

Altı yıllık hapis cezasını çekmek üzere bir Fransız hapishanesine giren MALIK DJABENA (Tahar Rahim oynuyor) henüz 19 yaşındadır.. Kimsesiz , okuması yazması olmayan  MALIK DJABENA hapishanedeki diğer mahkumlara göre çaylak ve güçsüzdür.. Arapların ve Korsikalıların çoğunlukta bulunduğu hapishane , Korsikalılar örgütlü bir çete olduklarından sayıca üstün Araplardan daha güçlüdürler ve tüm cezaevine hükmetmektedirler.. Cezaevi personeli bile Korsikalı çetenin yanındadır.. Korsikalıların lideri CESAR LUCIANI (NIELS ARESTRUP) bir gün MALIK DJABENA’yı sıkıştırır ve ona hem kendinse hizmet etmesini emreder hem de bazı illegal işlerde onu kullanacağını söyler.. MALIK DJABENA verilen hizmetçilik görevlerine itiraz etmez fakat cinayet ve diğer suçları işlememek için direnir ancak Korsikalıların lideri MALIK’i öldürmekle tehdit eder ve türlü eziyet ve işkenceyle MALIK’e ilk cinayetini işletir.. Bir ARAP olmasına rağmen KORSİKALILAR’la haerket eden MALIK Arapların tepkisini çeker ve onlarla bir çok kere karşı karşıya gelip çatışır.. Ancak zamanla örgüt içinde ve cezaevinde üst kademelere yükselen MALIK yavaş yavaş yeraltı dünyasının karışık ve tehlikeli dünyasında kendi acımasızlığıyla nam salar..

CANNES FİLM festivalinde Büyük Jüri Ödülüne layık görülen ‘Un Prophéte’ yönetmen   Jacques Audiard’ın Kalbim Bir An Durdu (De Battre Mon Coeur S’est Arrete) adlı filminden sonra sinema dünyasında hızlı yükselişinin devam ettiğini gösteriyor.. ‘Un Prophéte’ bir çok otorite tarafından da 2009’un en iyi filmi gösteriliyor..

(Fotoğraf : Jacques Audiard..)

Sürükleyici ve her anı gerilim dolu bu filmi kaçırmayın , kendinize bir güzellik yapın , bulun ve izleyin..

Günün Şarkısı : LA LUNA.. – SERDAR ATEŞER..

Aylakadamız’da 04 Ekim 2009 da LA LUNA şiirine , BEKLE DEDİM GÖLGEYE romanı ve filmine değinmiştik..

Ve yine tekrar ‘LA LUNA’dayız.. Yine ‘LA LUNA’.. ‘ÇOK GEÇ ÇOK GEÇ ARTIK’ diyor SERDAR ATEŞER.. Ümit Kıvanç’ın BEKLE DEDİM GÖLGE’ye adlı romanındna uyarlanan ATIF YILMAZ’ın yönettiği 1990 yapımı BEKLE DEDİM GÖLGE’ye filminin unutulmaz şarkısı.. LALE MÜLDÜR’ün ‘LA LUNA’ şiirinden bestelenen ‘LA LUNA’ filmin içinde ayrı bir yeri var.. Filmi izlerken kalbinize bir ağrı olarak saplanıveriyor şarkı.. Film Müzikleri AYŞE TÜTÜNCÜ ve SERDAR ATEŞER imzalıydı.. Müzik kutumuzdan bu eşsiz şarkıyı ve yine SERDAR ATEŞER’den İstemeyerek şarkısını da dinleyin ve SERDAR ATEŞER’in ‘Avdet Seyri’ (KALAN Müzik , 2002) albümünü satın alın.. ÜMİT KIVANÇ , LALE MÜLDÜR , ATIF YILMAZ , AYŞE TÜTÜNCÜ , SERDAR ATEŞER’e sonsuz teşekkürlerimizle..

LA LUNA

bana zaman ve la luna
her şey gitti bak
her şey ağlayarak gitti
sular soğudu
bir kurban düşüyor şimdi aramıza la luna
üçümüzden biri kurban
serin bir çizgi çekiliyor gökyüzüne
çok geç çok geç artık

terkedip gidiyor beni teker teker bütün güneşlerim
bir daha hiç dönmeyecekler mi yaşamıma
alnımdan fırlayan bir kartal yarıp
geçiyor göğü
görünmez bir çarkın çıldırtıcı gürültüsü
duyuluyor bir yerlerden

uzak anılar
yengeçler gibi
çıkıyorlar bir gün batımına

son güneşler son güneşler de düşüyor
bak
tüm metal dairelerinle sen çıkıyorsun yaşamıma

görünmez güçlerle
karanlık ve anlaşılmaz acılarla, uyandırdığın,
tıpkı kendin gibi,
korkutucu gözüküyorsun
sende hiç insani bir şey yok mu la luna

her şey mümkün açıklanabilir gözükse de
bir şeyler kenetlenmiş bir yerlerde
sen yine de gel imparator, gece
ve beni al son bir kez karanlık gözlerine

saçımı ör eskil bir anahtarla la luna
yüzümü yaralarımı sar sarmala
çaputlar ve karalarla la luna
beni o yabanıl şölene hazırla
karanlık duvarlardan geçen siluetler gibi
lacivert geceyi bekleyen buzdan çiçekler gibi
belirsiz bir denizi tarayan bir fener gibi
uzayda gümüş bir sarkaç gibi sallanan
darağacındaki adam.
bir keşiş, bir lehimli
adamotu büyütüyor gözyaşlarından…

isli bir camın altından geçirilen
zehirli bir duman gibi
bulutlar, senin üstünden, kayıyor
kayıyor, la luna, başlar ve sonlar

bana zaman ve la luna
biraz zaman
duyayım bir kez daha o selenli liri
ve sirenleri, mor şarkılarıyla, uzaklardan…

ŞİİR : LALE MÜLDÜR

SÖYLEYEN : SERDAR ATEŞER

(Albüm : AVDET SEYRİ , KALAN MÜZİK / 2002..)

İSTEMEYEREK 

kırarız birbirimizi
incitiriz
ahhhh istemeyerek
istemeyerek

seviliriz reddederiz
severiz istenmeyiz
ahh istemeyerek

değişmek gerek oysa
büyümek gerek
düşlerimiz çocuk, kendimiz çocuk
kaç aşktan
kaç dostluktan
kaç oyundan kovulduk
istemeyerek

kötü değiliz
belki mızıkçıyız biraz
yalancı neşeler saçma düşlerle avunduk
kızdık mı
küstük mü
hırçınlaşırız..

SÖZ : MURATHAN MUNGAN

BESTE : SERDAR ATEŞER

NOKTA.. – DERVİŞ ZAİM

NOKTA (2008)

 

Yönetmen : DERVİŞ ZAİM

Senaryo : DERVİŞ ZAİM

Yapımcı : DERVİŞ ZAİM , BARAN SEYHAN

Müzik : MAZLUM ÇİMEN

Oyuncular : HİKMET KARAGÖZ , MEHMET ALİ NUROĞLU , SERHAT KILIÇ , SETTAR TANRIÖĞEN , SONER KÖKKAYA 

Sinopsis : Bir zamanlar işlediği bir suç yüzünden azap çeken ve çektiği azaptan kurtulmaya çalışan bir adamın hikâyesini anlatıyor. Ahmet, yakın bir arkadaşının ön ayak olması ile tarihi değeri yüksek bir Kuran’ın çalınmasına istemeden bulaşır. Ancak kalkıştığı iş onu hiç istemediği bir noktaya sürükler. Geleneksel Osmanlı hat sanatının da dahil olduğu film, tıpkı bu sanat gibi tek ve kesintisiz bir plandan oluşuyor. Nokta, içeriğinde suç ve ceza, görev ve sorumluluk, kötülük, gelenekten yararlanma gibi konuları tartışmaya açıyor… 

NOKTA’NIN KAZANDIĞI BAZI ÖDÜLLER :

 

EN İYİ YÖNETMEN  : Antalya Altın Portakal Film Festivali , İstanbul Film Festivali , Bursa İpekyolu Film Festivali.. 

EN İYİ FİLM : Antalya Uluslararası Avrasya Film Festivali Eleştirmenler Ödülü , Kahire Uluslararası Film Festivali..

EN İYİ MÜZİK :  Antalya Altın Portakal Film Festivali , Adana Altın Koza Film festivali , Montpellier Uluslararası Film festivali..

JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ : Antalya Altın Portakal Film Festivali.. 

AYLAKADAMIZ :

Cenneti Beklerken filminde minyatür sanatını , Filler ve Çimen filminde ebru sanatını filmine yediren DERVİŞ ZAİM son filmi NOKTA’da bu kez hat sanatıyla yoğurmuş filmini.. Cennet Beklerken’de minyatür sanatıyla insanları zaman ve mekanlar arası sürükleyen DERVİŞ ZAİM , NOKTA filminde boğazınıza bir yumru oturtuyor ve hat sanatıyla kalbinize işliyor.. Bir röportajında en çok Endülüslü bir hattatının hikayesinden etkilendiğini söylüyor DERVİŞ ZAİM..

Filmin müzikleri MAZLUM ÇİMEN imzalı ve filmi daha da yukarılara taşıyor.. Cenneti Beklerken’in film müzikleri de çok güzeldi.. Cenneti Beklerken’de müzikler sizi zaman ve mekan kavramlarını yok ederek kah atların üzerinde kah gökyüzünde kah suların üstünde sürüklüyor ama NOKTA biraz daha ileri çıkıyor müzikleriyle..

NOKTA’daki oyuncu kadrosu da tecrübeli oyunculardan oluşuyor.. Oyuncu performansları da film tek planda çekilmiş olmasına rağmen en üst düzeyde filmde..

DERVİŞ ZAİM , TABUTTA RÖVAŞATA filmiyle 1996’da akıllarımızı , kalplerimizi fethetmişti.. beş uzun metrajlı filminin hepsinde de başarılı işler çıkardı..

Aylakadamız der ki filmi izleyin ve müziklerini alın , kaçırmayın , aylakadamız garantisi veriyoruz pişman olmayacaksınız..

Max Manus

Yapım:
2008 ~ Almanya,  Danimarka,  Norveç
Tür:
Aksiyon,  Biyografi,  Dram,  Komedi,  Savaş,  Tarih
Yönetmen:
Espen Sandberg,  Joachim Roenning
Senaryo:
Thomas Nordseth-tiller
Yapımcı:
John M. Jacobsen,  Sveinung Golimo,  Petter J. Borgli
Görüntü Yönetmeni:
Geir Hartly Andreassen
Müzik:
Trond Bjerknaes
Süre:
1 saat 58 dk

2.dünya savaşında sobotajlar düzenleyerek adını duyuran Max Manus’un,bu dönemde geçen gerçek yaşam öyküsünü anlatılıyor.

Film için söylenecek yorum gerçekten savaş filmlerini seviyorsanız kaçırmamanızı tavsiye edebileceğimiz bir film . Teğmen Max Manus ‘ un ve arkadaşlarının Norveç için yaptıkları onurlu mücadeleyi izlemenizi tavsiye ederiz .

 

Üç film : aşk , sevgi , dostluk , ihanet , hırs , isyan , şehvet , intikam ve özgürlük ve müzik ve PİYANO..

VIER MINUTEN (DÖRT DAKİKA) 

Yönetmen : Chris Kraus

Senaryo : Chris Kraus

Görüntü Yönetmeni :

Müzik : Annette Focks

Oyuncular : Monica Bleibtreu  , Hannah Herzsprung 

Tür : Dram , Müzikal

Ülke : Almanya – 2006

Süre : 100 dakika

 

KONU : Yaşlı piyano öğretmeni eski faşist nazi hemşiresi bayan Krüger , kadın hapishanesinde ceza çekmekte olan mahkumlar arasından kendisine öğrenci seçmek ister. Seçmelere gelen gizemli ve asi Jenny ile ilk başta anlaşamaz. Babasının ensest tacizlerinden yılıp bıkan , sevgilisi uğruna bir cinayeti üstlenen , cinayet suçundan içeri düşmüş hırçın Jenny’nin kolay kolay kimsede olmayan bir piyano çalma yeteneği vardır ve bayan Krüger bunu değerlendirmek ister. Jenny’yi yeni yeteneklerin yarıştığı bir yarışmaya hazırlamaya başlar. Krüger’in bitmek tükenmek bilmeyen kuralları ve kompleksleri vardır.. İlginç olan bu eski nazi artığı hemşirenin humanist bir yanı olması ve aynı zamanda lezbiyen olmasıdır.. Bayan Krüger’in sevgilisi Yahudi bir hemşiredir..  Nazi subayları karşısında sevgilisini ve sevgisini can korkusuyla inkar edip arkasını dönmüş olsa da , sevgilisine bir açıdan ihanet etmiş olsa da  bunun acısını hayatı boyunca her an yaşamış ve sevgilisini hiç unutmamıştır. Sevgilisi olan Yahudi hemşireyi savaşın sonlarına doğru nazi subayları gözlerinin önünde  katletmiştir..

Krüger ve Jenny iç çelişkileri , geçmişleri ve acıları nedeniyle sık sık birbirleriyle ve çevrelerindekilerle çatışmalarına neden olur..   

Monica Bleibtreu  , Hannah Herzsprung’un müthiş oyunculukları , müzikleri için ve film boyunca birikip , sıkışan ve filmin son dört dakikasında patlayan finali için mutlaka izlenmesi gereken bir film..  

Reverans yaparken bileklerine kelepçe takılacak kadar bu hayatın kötü , acımasız ve boktan olduğunu anlatan ama isyanın , özgürlüğün güzelliğini de vurgulayan bir film..

 

Filmden :

Krüger : Asla bir daha bu zenci müziğini çalmayacaksın..

Jenny : Ne ?

Krüger : Zenci müziği..

Jenny : Ben seviyorum ama.. Üzüldünüz mü peki..

Krüger : Evet.. Evet üzüldüm..

Jenny : İyi..

Krüger : O zenci müziğini bir daha duymak istemiyorum !

Jenny : Zenci Müziği mi ?

Krüger : Öyle yaparak tekniğini mahvediyorsun.. Buna izin veremem. Konser bir hafta sonra. Anlaşma yapmıştık..

Jenny : Üç günümü siz berbat ettiniz.. Ben değil.. Her dediğini yaparım , programına sadık kalırım. Kulaklarım acıyana kadar boktan Schumann’ı bile çalarım.. Ara sıra da düzgün bir şey çalarsam hemen panik yapmayın..

Krüger : Sadece gürültü..

Jenny : O GÜRÜLTÜ BENİM .. O BENİM İŞTE.. ANLADIN MI ?

 

JE TE MANGERAIS (YOU WILL BE MINE)

 

Yönetmen : Sophie Laloy

Senaryo : Jean-Luc Gaget, Sophie Laloy

Görüntü Yönetmeni : Marc Tevanian

Müzik : Emilie Ruby

Oyuncular : Judith Davis (Marie) , Isild Le Besco (Emma)..

Tür : Dram , Müzikal

Ülke : Fransa – 2009

Süre : 96 dakika

 

 

KONU : Marie , Lyon’da piyano eğitimi almak için ailesinden ayrılır ; babası ölmüş ve annesi tarafından da terk edilmiş olan Emma’nın yanına taşınır.. Ama Marie, enteresan, tahakkümlü ve baskıcı ev arkadaşının koymuş olduğu bir takım kurallarla yaşamaya başlar..

Zaman geçtikçe ev arkadaşı Emma’nın kendisine olan ilgisini fark eden Marie bu ilgiye daha fazla karşı koyamaz.. Emma’nın Marie’ye olan aşırı tutkulu ve kıskanç sevgisi Marie’nin piyano eğitimine ve çevresine de yansımaya başlar.. İlginç öyküsü ile izlenmeye değer bir film..

 

DE BATTRE MON COEUR S’EST ARRÊTÉ (KALBİM BİR AN DURDU)

Yönetmen : Jacques Audiard

Senaryo : Jacques Audiard , Tonino Benacquista , James Toback

Görüntü Yönetmeni :Stephane Fontain

Müzik : Alexandre Desplat

Oyuncular : Romain Duris (Thomas Seyr) , Niels  Arestrup

Tür : Dram , Müzikal , Aksiyon

Ülke : Fransa – 2005

Süre : 107 dakika

KONU : James Toback’ın 1978 yılı yapımı kült kara filmi ‘Fingers’dan uyarlanan ve ilk kez 2005 Berlin Film Festivali’nde gösterilen ‘Kalbim Bir An Durdu’ , klasik müzikle bir emlakçı-tefeci çetesi arasında sıkışan bir gencin hikayesi.

Yirmi sekiz yaşındaki Thomas Seyr, Paris’te bir emlak mafyasının gelecek vaat eden üyelerindendir. Emlakçı olan babasının izinden giderek, tehdit ve yıldırma taktikleriyle istenmeyen kiracıları çıkartıp evleri ucuza kapatır. Thomas’ın, bu mesleğinin gölgesinde kalan bir özelliği ise, bir konser piyanisti olan annesinden geçen piyano çalma yeteneğidir. Annesinin ölümünden sonra tuşlara hiç dokunmamış olan Thomas, annesinin eski menajeriyle tesadüfen karşılaşınca, emlakçılık uğruna yüz çevirdiği bu yeteneğinin asıl önceliği olduğunu fark eder.

Vietnamlı bir göçmenden piyano dersleri almaya başlarken bir yandan da, çoğu kez güç kullanarak, kira toplamayı sürdürür. Ortağının karısıyla gizli bir ilişkiye girip piyano dersleri yüzünden emlak işini ihmal edince Thomas’ın hayatı, çelişkilerle dolu bir çalkantıya sürüklenir.

Kendi işi dışında babasına da işlerinde yardımcı olmaya çalışırken babasının kendisinden yaşça küçük sevgilisi ile tanışır ve bu nedenle babasıyla tartışır.. Babasının bir süre sonra başı Rus mafyasıyla derde girer.. Bir yandan babasının bu sorunuyla uğraşırken bir yandan da piyano eğitimini sürdürmeye çalışır..

Thomas Seyr rolündeki Romain Duris’in oyunculuğu için mutlaka izlenmesi gereken bir film.. İnsan ruhunun nasıl çelişkiler barındırdığını ; acımasız bir emlakçı – tefeci çetesinin elemanı olan Thomas’ın aynı zaman da nasıl bir müzik tutkusuyla piyano sevgisi ile yanıp tutuştuğunu anlatıyor bize yönetmen..

‘CRÓNICA DE UNA FUGA’dan ‘GARAGE OLIMPO’ya BİN SELAM…

Crónica de una fuga

(Bir Kaçışın Güncesi) 

Yönetmen : Adrian Caetano

Senaryo     : Adrian Caetano , Esteban Student , Julian Loyola    (Claudio Tamburrini’nin ‘Pase Libre’ kitabından..)

Müzik       : Ivan  Wyszogrod

Oyuncular :  Rodrigo De La Serna (Claudio Tamburini) , Nazareno Caseno (Guillermo Fernandez) , Lautaro Delgado (El Gallego) , Matias Marmato ( El Vasco) , Pablo Echarri (Huguito) , Martin Urruty (El Tano)

Yapım       : 2006 , Arjantin , 103 dakika.

Arjantinde 1976 – 1982 arasında ülkede yaşanmış faşist askeri rejimi dönemini anlatan bir film ‘Crónica de una fuga’. Yönetmen Adrian Caetano , aylakadamız’da daha önce defalarca değindiğimiz Marco Bechis’in müthiş GARAGE OLIMPO’suna bin selam yolluyor..

Bir filmde karakterleri oluşturmak , oyuncuları  canlandıracakları karakterlere büründürmek ve filmde (özellikle de dönem filmlerinde) dönemin havasını verebilmek , karakterlerin inandırıcı olmasını sağlayabilmek çok zordur. Hele bu gerçek bir hikaye ise ya da bir  edebiyat uyarlaması ise daha da zordur. Yönetmen Adrian Caetano , oyuncularıyla birlikte gerçek olayların , gerçek yaşam hikayelerinin anlatıldığı Claudio Tamburrini’nin ‘Pase Libre’ kitabındaki dönemi adeta tekrar yaşayarak canlandırmışlar..

Filmi izlerken oturduğunuz yere gömülüyorsunuz , büzülüp kalıyorsunuz , adeta size işkence yapılıyor , adeta sizi insanlığınızdan çıkarmaya çalıyorlar.. Yapmadıkları ve olmadıkları olayları kabul edenler , çözülenler , direnenler , ser verip  sır vermeyenler ve karşılarındaki insan olamayacak işkencecileri.. Birbirini tanımayan insanların , ülkemizin maalesef işkenceleriyle ünlü ‘ZİVERBEY KÖŞKÜ’nün birebir kopyası olan Buenos Aires’teki sessiz ve ormanlık bir alanda , ağaçlar içindeki bir aristokratın köşkünde askeri cuntanın işkencecilerine karşı yaşam mücadelesi verirken birlikte direnişlerini ve kaçmaya çalışmalarını anlatan bir film..

Arjantin futbol liginde bir takımda kalecilik yapan  Claudio Tamburini’yi askeri cuntaya bağlı sivil özel kuvvetlerin kaçırmasıyla başlar film.. Yapmadığı , basmadığı yayınları basmakla ve gizli matbaa kurmakla suçlanır.. Oysa ne matbaayla ne yayınlarla ilgisi vardır.. İnsanlığından çıkarmaya çalışırlar   Claudio Tamburini’yi ; bu insan olmayan yaratıklara karşı ne kadar doğruları söylese de inanmazlar.. Bu yaratıkların istedikleri sadece biraz bilgidir , doğru ya da yanlış bilgi ve birkaç isim verse işkenceden kurtulacaktır.. Eğer bilgi vermezse ya okyanusa askeri kargo uçaklarından atılacaktır ya da bir ormanın bir köşesine gömülecektir.. Ama   Claudio Tamburini kimsenin ismini vermez.. Film ilerledikçe Claudio Tamburini işkence köşkünde yeni arkadaşlar edinir ve birlikte kaçmak için plan kurarlar..    Claudio ,  Guillermo , Gallego ve Vasco : dört cesur insan..

Askeri ve sivil vesayet kelimelerinin havada uçuştuğu bugünlerde izlenmesi gereken bir film..

İKİ DİL BİR BAVUL..

İKİ DİL BİR BAVUL..

‘İsimlerimiz.. Annelerimiz , babalarımız onları bulmak için ne kadar acı çektiler. Nasıl da bizi düşündüler. İsimler birer kelime sadece ve kelimeler ne anlama gelir ki.. Gözlerimiz isimlerimizdir..’- Fairuz (Lübnanlı Şarkıcı.)

FİLMİN HİKAYESİ : Türk öğretmenin, uzak bir Kürt köyündeki bir yılı. Öğretmen Kürtçe bilmez, çocuklar Türkçe. Öğretmen ilk kez gördüğü bu coğrafyada, bir yılını çocuklara Türkçe öğretmekle geçirir. 1 yılın sonunda çocuklar Türkçe öğrenebilecekler mi?

İki Dil Bir Bavul üniversiteden yeni mezun olmuş ve uzak bir Kürt köyüne atanmış Türk öğretmenin bir yılını, onun okula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen çocuklarla yaşadıklarını anlatır. Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına, çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim problemine, çocuklardaki değişime tanık oluruz. Bu süreç boyunca öğretmen ve çocuklar birbirlerini yavaş yavaş tanımaya ve anlamaya başlarlar.

YAPIM – YÖNETMEN : ORHAN ESKİKÖY , ÖZGÜR DOĞAN

SENARYO – GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ : ORHAN ESKİKÖY

81 DAKİKA , 2008 (www.ikidilbirbavul.com)

AYLAKADAMIZ :

Denizli’li öğretmen EMRE’nin ilk görev yeri olan doğudaki Kürt köyündeki yaşadıklarının anlatıldığı şahane bir belgesel film İKİ DİL BİR BAVUL.. EMRE öğretmenin Türkçe bilmeyen öğrencileriyle yaşadıkları , köyün yaşam standartlarına alışmaya çalışması , köydeki yalnızlığı , ara sıra kapıldığı umutsuzlukları , kızgınlıkları.. Bir yandan da köyün çocuklarının ve diğer yaşayanların sakin , yalnız ve yoksul yaşamları.. Köyün sefaleti , insanların bu sefaleti kanıksamışlıkları..

Ve bu temelde yılların sorunu ve acısı  : anadilde eğitim sorunu.. İki taraftan bir bakış açısı getiren objektif bir film.. Yorum katmıyor.. Sorunu olduğu gibi izleyicinin önüne koyuyor..

Zilkif’in (öğretmen EMRE inatla ZÜLKÜF diyor , Zilkif’te inatla ZİLKİF diyor..) , Rojda’nın ve daha nicelerinin ve öğretmen EMRE’nin okuma yazma öğrenmek-öğretmek için çabaları..

Ama daha değil birinci sınıflar değil ikiler üçlerden bile Türkçe bilen yoktur okulda.. Filmdeki köyün büyüklerinden birinin anlatımıyla ‘yahu ben beşi bitirdiğimde daha yeni yeni Türkçe öğrenmeye başlamıştım.. bakma artık uydu anteni televizyon radyo var , şimdi ki çocuklar daha şanslılar..’ ve yine aynı kişinin yurt dışına gitmeye çalışırken gittiği mülakatta ‘kaç dil biliyorsun , yabancı dil biliyor musun’ sorusuna verdiği cevap : ‘iki dil biliyorum , Kürtçe ve Türkçe.. Türkçe benim yabancı dilim , diğer bildiğim dil de Kürtçe..’ demesi üzerine mülakat görevlisi kadının kahkaha atarak verdiği cevap : ‘Kürtçe’ye dil mi diyorsun sen..’

Yılardır arkamızı döndüğümüz anadil , anadilde eğitim sorunu.. Anadil insanın içine doğduğu dilidir.. Kişi her ne kadar yabancı bir dili öğrenip , o dilde hayatının bir kısmını idame ettirip sürdürse de , yabancı bir dilde okuma yazmayı öğrenip eğitimini yapsa da hep anadiliyle düşünür , anadiliyle hayaller kurar , anadiliyle aşık olur , anadiliyle ağlar , anadiliyle feryat eder , anadiliyle rüyalarını görür..

Filmdeki çocukların tuvalete gidebilmek için ‘tuvalete gidebilir miyim ’i Türkçe söyleyebilmek için çektiği sıkıntılar bile insanın izlerken filmi acı çekmesine , kalbinin sızlamasına yetiyor..

EMRE öğretmen velilerden yardım istiyor ancak veliler de çaresiz ve sabırlı olmasını söylüyorlar öğretmene..

Anadilde eğitim sorununu herkesin önüne koyuyor tüm çıplaklığıyla İKİ DİL BİR BAVUL.. Açılım yalanlarının ve demagojilerinin döndüğü bugünlerde buyurun diyor , sorun bu , çözümü gösterin..

Çocukluğumda büyüklerimin memuriyeti nedeniyle yaşadığım yerlerin resmi kurumlarının duvarlarında kocaman kırmızı harfli camlı tabelalar vardı : ‘VATANDAŞ TÜRKÇE KONUŞ !’ Ne acı , ne terbiyesizce bir cümle.. Vatandaşı için varolması gereken devletin vatandaşına yaptığı en acımasızca kıyım.. Bundan daha acımasızca nasıl bir devlet vatandaşını yok sayıp , aşağılayabilir ki..  Vatandaş Türkçe bilmiyorsa hastanede ölsün derdini anlatamadan , vatandaş Türkçe bilmiyorsa derdini anlatamasın belediyede , adliyede vs resmi kurumlarda.. Böyle zihniyetler , böyle uygulamalardan geçti bu ülke.. 

Çocukluğumdaki bu tabelalarda gördüğüm cümlelerden olsa gerek daha sonraları ebeveynlerim arkadaşlarımın ya da misafirlerimizin yanında Arapça konuştuklarında utanır , korkar , ağlar ve yalvarırdım Türkçe konuşmaları için.. Çünkü küçük çocukların içinde bile Türkçe konuşmamak bir aşağılama nedeni oluyordu bazı illerimizde.. Oysa benim nenelerim hiç Türkçe bilmezler , ben onlarla Türkçe konuşmaya çalışır ve Türkçe öğretmeye çalışırdım.. Küçücük bir çocuk nasıl bundan daha sert korkutulur , yontulmaya çalışılır ki..

Çok anlatılan ve çizer ENDER ÖZKAHRAMAN’ın da LEMAN dergisinde çizdiği ORASI ÖYKÜLERİ’nde de anlatılan bir hikaye vardı hatırlarsınız.. Oğlunu cezaevinde ziyarete giden Kürt bir anne cezaevi yönetimindekilerin Türkçe konuş baskısı ve Kürtçe konuşması halinde görüşmenin bitirileceği tehdidi yüzünden oğluyla sadece bakışması ve oğluna hal hatır bile soramaması , ne kadar acı değil mi.. Her aklıma gelişinde içim kıyılıyor..

Herkes Kürtçe ve Kürt sorunu gündem de diye bu konuya odaklanmış durumda ama sadece burada değil ki anadilde eğitim sorunu.. Ülkemizin başka yerlerinde Türkçe , Kürtçe dışında başka diller konuşan , anadili farklı ve okula ya da askere gidene kadar Türkçe bilmeyen insanların yaşadığı yerler de var.. Evet hem de çok var.. Onlara da açılım uğrar mı veya ‘birileri ısıtıp ortaya koyarsa mı’ açılım oralara da uğrar acaba.. 

Dünyamızda ve ülkemizde bazı diller yok oluyor , kimse ses çıkarmıyor ya da farkında değilmiş gibi davranıyorlar..    

Sorun büyük , çözümün bulunması için fikirlerin yarışması gerekiyor.. Sorunu tarafsız , objektif şekilde ortaya koyan bir belgesel İKİ DİL BİR BAVUL.. Buyurun açılım severler çözün bakalım sorunu.. Birbirimizi aşağılamadan , farklılıklarımızı birbirimizin gözlerine sokmadan , birlikte sonsuza kadar kardeşçe yaşayabileceğimiz , eğitimde birliğin sağlandığı ama herkesin kendi dilinde öğrenim görebildiği ya da tercih edebileceği bir sistemi  nasıl kuracaksınız görelim ‘HERŞEYİ EN İYİ BİLEN , VATANDAŞ İŞİNİZE GELMEYEN BİRŞEY SÖYLEYİNCE AZARLAYIP KOVALAYAN POLİTİKACI , YAZAR , DÜŞÜNÜR HER KESİMDEN BAYLAR , BAYANLAR’ GÖRELİM , BEKLİYORUZ..

Açık , sade bir dille ülke sorunlarımızdan birini yorum getirmeden ortaya koyan İKİ DİL BİR BAVUL’u kaçırmayın izleyin.. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler..

Ve son sözümüz : ÇOK DİL VAR FAKAT TEK BAVUL VAR.. İyi seyirler..

KLEINE FREIHEIT – (KÜÇÜK ÖZGÜRLÜK).. – YÜKSEL YAVUZ

‘Bir zamanlar Avustralya kıtasına gitmek isteyen iki karınca varmış Almanya’da.. Yola koyulmuşlar.. Henüz şehirden  çıkmadan Altona’da bir bulvarda ayakları sızlamaya başlamış.. Akıllıca davranıp yolun kalanına devam etmekten vazgeçmişler..’  – KLEINE FREIHEIT –  (KÜÇÜK ÖZGÜRLÜK)..

Hamburg’da yaşayan Kürt genci Baran,  St. Pauli’nin merkezinde yaşamakta ve bir kafede çırak olarak çalışmaktadır. Sığınma talebi reddedildiğinden, Alman Kanunlarına göre 16. yaş gününde sınır dışı edilecektir.

Bir gün, siyah bir Afrikalı olan ve kendisi gibi Almanya’da kaçak yaşayan Chernor’la karşılaşır. Chernor uyuşturucu işi yapmakta ve Avustralya’ya gitme rüyasını gerçekleştirebilmek için para kazanmaya çalışmaktadır.

Chernor’la birlikte vaktini geçirmeye başlayan Baran onu çalıştığı kafede işe aldırmaya çalışsa da patronu ‘bizim adana kebapları lahmacunları bir zenci mi servis edecek’ diye buna karşı çıkar..

Bir süre sonra Baran bisikletiyle yaptığı kaza sırasında kendisini yerden kaldıran yaşlı bir Kürt olan ve kaçak olarak Almanya’da yaşayan Selim’le tanışır.. Selim’i çalıştığı kafeye davet eder.. Birkaç gün sonra kafeye gelen Selim’i kafede çalışan ve Baran’ın kuzeni olan Haydar tanır.. Haydar Selim’le konuşurken yandaki tezgahta çalışmaya devam eden Baran anne ve babasının ölümünden eski köy korucusu Selim’in sorumlu olduğunu duyar ve hayatına bir de intikam alma düşüncesinin yarattığı bunalım girer..

Heyecanlı , sürükleyici , günümüzün sorunlarına Almanya’dan bir bakış açısı getiren on numara bir film.. Almanya’da yaşayan Kürt Yönetmen Yüksel Yavuz’un kendi yaşamından kesitler de taşıyan film izlenmesi gerekenlerden.. Baran’la , Chernor’un dostluğu , dayanışması gerçek bir dostluk , arkadaşlık özlemi çekenleri mutlu edecek , duygulandıracak..   

  

 

Yönetmen : Yüksel Yavuz
Senaryo : Yüksel Yavuz
Görüntü Yönetmeni : Patrick Orth
Müzik : Ali Ecber
Yapım : 2003, Almanya , 98 dk.

Oyuncular :
Çağdaş Bozkurt (Baran)

Leroy Delmar (Chernor)

Nazmi Kırık (Haydar)

Necmettin Çobanoğlu (Selim)

Suzana Rozkosny (Alma)

Sunay Girişken (Nergiz)

Naci Özaslan (Şef)

‘Küçük Özgürlük’ 15. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde En İyi Film Ödülünü kazandı.

 

‘Son filminize dönersek, öncelikle filmin isminin neden Küçük Özgürlük olduğunu sormak istiyoruz?

Bana kalmış olsaydı Türkçe adını ‘Bir Yudum Özgürlük’ diye koyardım. Küçük Özgürlük adının Hamburg’la bir ilgisi var. Hamburg’da Küçük Özgürlük (Kleine Freiheit), Büyük Özgürlük (Grosse Freiheit) diye birbirine paralel çok farklı iki sokak var. Küçük Özgürlük sokağı renksiz, çıplak, kuru bir sokak. Büyük Özgürlük sokağı ise, pavyonların, kumarhanelerin, barların olduğu ünlü bir sokak. Seks gösterileri vs. yapılıyor. 50’li yıllarda, Almanya savaştan çıktıktan hemen sonra Almanların ünlü aktörü Hans Alberts’in oynadığı ‘Büyük Özgürlük’ adında şaşalı bir film yapılmıştı. Savaşın yıkıntılarının üzerini örten orta üst sınıfın tatlı yaşantısını anlatan popüler bir filmdi. Ben de yaklaşık 50 yıl sonra Almanya’yı diğer sokaktan göstermeye çalıştım. O filme bir gönderme yaptım. Alman seyircisi filmimi izlediğinde bunu anlayacaktır. Almanya’da daha gösterilmedi film. Dağıtımcıdan kaynaklanan sorunlar yüzünden, Mart başında gösterime girecek orada..’

(YENİ FİLM SAYI 4 , YÜKSEL YAVUZ’LA SÖYLEŞİDEN..) 

BORNOVA BORNOVA.. – İNAN TEMELKURAN

‘12 Eylül Türkiye’nin üzerine asfalt çekti. Biz onu çatlatan otlar olmak niyetindeyiz..’-İNAN TEMELKURAN 

Sinopsis : 

Film hayallerimizin iyice küçüldüğü, ruh sağlığımızı bozmadan yaşamanın zorlaştığı bir dönemde geçer. Sıradan hayatlar büyük umutlara dönüşmüştür.


“Ah bize de bir şans verilse” diye diye mahalle bakkalının önünde günlerini geçiren Salih ve Hakan abi-kardeş gibidirler. Askerden yeni dönen ve sakatlık yüzünden futbolculuk kariyeri başlamadan bitmiş olan Hakan vasıfsız ve işsizdir. Taksici olmayı bekler. Mahallenin psikopatı Salih abisi onu dinleyen ona kendince öğütler veren tek kişidir. İyi ve eğitimli bir aileden gelen Salih mahalledeki her türlü yasadışı işe bulaşır. Çevredeki herkes ondan korkar. Hakan’ın “hasta olduğu” ama konuşmaya cesaret edemediği liseli Özlem de buna dahildir.


Erotik fanteziler yazarak geçimini sağlayan felsefe doktora öğrencisi Murat Salih’in çocukluk arkadaşıdır. Hakan’a, Salih ve Özlem arasında geçen ve erotik fantezi olarak kullandığı bir olayı anlatır. Hakan, hayalkırıklığına uğramış ve kafası karışık olarak anlatılanların tamamını öğrenmek için Özlem’in evine doğru yola çıkar. Özlem ise Hakan’ı görünce ondan korkar. Ancak hiçbir şey anlatıldığı gibi değildir. Olaylar buradan sonra gelişir.
 

 

(Fotoğraf : İnan Temelkuran)

Yapım:2009 ~ Türkiye

Yönetmen:İnan Temelkuran

Senaryo:İnan Temelkuran

Yapımcı:İnan Temelkuran

Görüntü Yönetmeni:Enrique Santiago Silguero

Müzik:Harun İyicil,  Ferit Özgüner

Süre:1 saat 32 dk 

 

Bornova Bornova’nın 46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivalinde aldığı ödüller:

 

En İyi Film: Bornova Bornova
En İyi Erkek Oyuncu: Öner Erkan – Bornova Bornova
En İyi Kurgu: Erkan Tekemen – Bornova Bornova
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Damla Sönmez – Bornova Bornova

www.bornovabornovafilmi.com

HUNGER..- Steve McQueen

HUNGER (AÇLIK)

 

1969 Londra doğumlu yönetmen Steve McQueen tarafından çekilen 2008 yapımı HUNGER (AÇLIK) filmi açlık grevinin 66. gününde 27 yaşında 5 Mayıs 1981’de hayatını kaybeden IRA’nın önderlerinden ve aynı zamanda İngiltere Parlamentosu milletvekili BOBBY SANDS’in hapishanedeki açlık grevi günlerini anlatıyor. Acımasız cezaevi koşullarında ve seçilmiş bir milletvekili olmasına rağmen uğradığı işkencelere , haksız hukuksuz insanlık dışı uygulamalara karşı başlatılan tüm eylemlerin ve grevlerin içinde yer alan BOBBY SANDS battaniye , yıkanmama ve tek tip kıyafet grevlerinden sonra açlık grevine başlamış ve grevin 66. gününde hayata veda etmiştir.

 

BOBBY SANDS bir milletvekili olmasına ve de seçildiği bölgede dönemin faşist ‘demir leydi’ lakaplı İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’dan daha fazla oy almasına rağmen tutuklanması ve cezaevinde maruz kaldığı şiddet , insanlık dışı uygulamalara karşı ödün vermeden direnmiştir. Direnişi ve savaşımıyla emperyalistlerin ‘demokrasi , seçim yalanlarını’ suratlarına haykırıp fırlatmıştır.

(Fotoğraf : Michael Fassbender ve Steve McQueen çekimler sırasında..)

Direnişlerinin hiçbir zaman kırılamayacağını söyleyen ve yaşamı pahasına insanlık onurundan taviz vermeyen büyük insan BOBBY SANDS’e günümüzden bir selam yolluyor yönetmen Steve McQueen.. BOBBY SANDS’i MICHAEL FASSBENDER film boyunca büyüyen bir oyunculukla canlandırıyor. (MICHAEL FASSBENDER Alman bir baba ve İrlandalı bir annenin 1977 doğumlu çocuğu..)

 

İzlemek için yürek isteyen ve mutlaka izlenmesi gereken bir film HUNGER.. Özcan Alper’in SONBAHAR’ının hemen ardından gösterime giren HUNGER , YUSUF ve BOBBY SANDS’in aralarında yıllar olmasına rağmen insanlık onuru için direnişlerin hep sürdüğünü bizlere bir kez daha gösteriyor.

 

Çok sert, eğilip bükülmeden dosdoğru bir anlatımı olan  HUNGER cezaevi koşullarının zorluğu , yapılan işkenceler , mahkumlara uygulanan acımasız şiddet , ve cezaevi koşullarında tüm bu olumsuzluklara karşı sürdürülen direnişi anlatıyor.. Yönetmen   Steve McQueen ilk uzun metrajlı bu filminde o günleri sert ve sağlam bir sinema diliyle bizlere sunuyor..   

 

BOBBY SANDS :

‘..zafere yaklaştıran bir gün daha diye düşündüm. çok aç olduğumu hissediyorum. eskiye oranla iskelete dönmüştüm ama önemli değildi. çözülmemekten başka hiç bir şey önemli değildi. bir kez daha döndüm. soğuk çok etkiliydi. çözülmeyi reddeden tek bir cumhuriyetçi savaş tutuklusunun dayanma gücünü kıracak hiç bir şeyleri yoktu. tüm emperyalist cephaneliklerinde, diye düşündüm. ve bu çok doğruydu. direncimizi kırmayı başaramazlar ve asla başaramayacaklar. soğuktan donarak yeniden döndüm. kar, pencereden battaniyenin üstüne yağıyordu. ‘bizim de günümüz gelecek’ dedim kendi kendime..’

HUNGER

Yönetmen : Steve McQueen

Senaryo : Steve McQueen , Enda Walsh

Görüntü Yönetmeni : Sean Bobbitt

Müzik : Leo Abrahams

Yapım : 2008 , İngiltere , İrlanda , 96 dakika

Oyuncular : Michael Fassbender , Stuart Graham , Liam Cunningham , Helena Beren