Archive for the ‘Başyapıt / Sinema’ Category

UNDER THE BOMBS / BOMBALAR ALTINDA.. – PHILIPPE ARACTINGI

UNDER THE BOMBS / BOMBALAR ALTINDA..

 

‘dubai’de yaşayan ve kocasıyla boşanmanın eşiğinde olan ‘zeina’ , evdeki kavgalardan uzak tutmak için çocukları ‘karim’i lübnan’ın güneyindeki küçük köye , kız kardeşinin yanına gönderir.. ancak bir kaç gün sonra savaş başlar ve israil acımasızca lübnan’ı  tekrar bombalamaya başlar.. 33 gün süren bombardıman sonucu taş üstünde taş kalmaz.. lübnan taş , toz , moloz yığınlarına ve kan gölüne dönmüş bir ülkedir.. lübnan’ın kaderi olan iki üç senede bir yerle bir olma tekrar gerçekleşmiştir.. binlerce ölü ve yaralı vardır.. zeina oğlunu savaşın ortasına göndermenin acısıyla her şeyi geride bırakarak lübnan’a ulaşmaya çalışır.. zeina , lübnan’a girdiğinde hiçbir ulaşım aracı bulamaz köylerine gidebilmek için.. çünkü güney lübnan hala tehlikelidir ve bombalar her an yanı başınızda patlayabilir..

zeina o sırada ‘tony’ adlı bir taksi şoförüyle tanışır ve gergin bir pazarlık sonucu kendisini güneye götürmesi için anlaşırlar.. zeina yavrusuna bir an önce kavuşmanın peşindedir , çocuğunun hasretiyle yanmaktadır.. ancak tony ilk başta güvenilmez , paracı biri gibi gözükse de yavaş yavaş anlarız ki tony’nin de büyük sıkıntıları vardır.. sürükleyici bir yol filmi ‘under the bombs..’ acımasız bombardıman altında ezilen lübnan’ın ve lübnanlılar’ın ne zor koşullarda yaşadıklarının belgesel görüntülerle desteklenmiş gerçekçi bir özeti var filmde.. zeina ve tony’nin kader birliği etmeleri ve gözyaşlarınıza hakim olamayacağınız çaresizliğin ve dünyanın vurdumduymazlığının hikayesi..

başroldeki zeina’yı oynayan ‘nada abou farhat’ı daha önce izlemiştim birkaç kez.. ama tony’i canlandıran ‘georges khabbaz’la ilk kez karşılaştım.. ve beni benden aldı uzaklara götürdü georges khabbaz.. müthiş bir yetenek.. müthiş bir oyunculuk.. kaç kere izledim bilmiyorum filmi ama georges khabbaz’ın bazı sahnelerini sanırım yüzlerce kez izledim ve izlemeye devam edeceğim.. seni sonsuza sonsuza sonsuza kadar dinlerim georges khabbaz.. en kısa zamanda sana ulaşacağım..

neyse.. size önerim kalbinize , psikolojinize güveniyorsanız karim’in peşinde iz süren zeina ve tony’nin yolculuklarına siz de filmi izleyerek katılın ve georges khabbaz’ın sizi alıp götürmesine izin verin..

 

Crockett..

 

filmden bir replik :

 

‘zeina : oğlum kayıp.. herkes onu arıyor..

bütün bu terör , bombalar.. delilik.. önemi yok , aramalıyız..

çok kişi öldü.. önemli değil.. her şey bekleyebilir.. aramalıyız..

oğlum kayıp..

yanlış bir şey mi yaptım..

savaşmalıyız.. ama önemli değil.. önce aramalıyız.. sonra dayanacağız..

kötü bir anne miydim.. önemli değil.. umurumda değil..

amerika , israil , hizbullah , iran umurumda değiller..

din umurumda değil..

oğlum.. kayıp..

bombalar enkazlar , yardımın umurumda değil..

oğlum kayıp onu bulmalıyım..’

 

UNDER THE BOMBS / BOMBALAR ALTINDA..

 

yönetmen : philippe aractingi..

senaryo :  philippe aractingi , michel leviant..

oyuncular : nada abou farhat , georges khabbaz..

müzik : rene aubry , lazare boghossian..

yapım : fransa , lübnan , belçika , ingiltere..

yıl : 2007

süre : 98 dakika..

The Stoning Of Soraya M.

Yönetmen: Cyrus Nowrasteh

Senaryo: Betsy Giffen Nowrasteh, Cyrus Nowrasteh

Oyuncular: Jim Caviezel, Shohreh Aghdashloo, Mozhan Marno, Navid Negahban

Gösterim Tarihi: 14 Mayıs 2010

Konu: Gazeteci Freidoune’nun arabası bozulur, durduğu küçük köyde onun gazeteci olduğunu anlayan Zahra, konuşmak için peşine takılır. Yeğeni Soraya, köylüler tarafından vahşice katledilmiştir. Ölmeden önce yeğenine söz veren Zahra, vahşetin köyün sırlarının arasında kalmaması için elinden geleni yapmaya kararlıdır.

Filmi izlerken içiniz burkulacak ve böyle şeylerin olduğuna inanamayacaksınız .

Film 14 Mayıs ‘ ta Türkiye ‘ de vizyona giriyor mutlaka izlenmesi gereken bir film kaçırmayın …

david..

şimdilik yorumsuz..

‘DAVID ADLER..’ (ITAY TIRAN..)

‘FORGIVENESS ’ (‘MECHILOT’) – Yönetmen : UDI ALONI

‘Senin’ izlemeni istediklerimden : ÜÇ FİLM..

‘Senin’ izlemeni istediklerimden : ÜÇ FİLM..

‘sana’ ve ‘arkidişlerimize’  sayısız film anlatmak istiyorum , izleyin istiyorum.. birikiyor birikiyor yazmaya fırsat bulamıyorum.. üzülüyorum.. bugün birkaç tanesini hemen kısaca sizinle paylaşayım..

birincisi majid majidi üstadın 2008 yapımı filmi ‘The Song of Sparrows’ , ikincisi bir yerli yapım ‘Kara Köpekler Havlarken’ , üçüncüsü de bir İngiliz yapımı ‘The Damned United’..

majid majidi hakkında ve onun vazgeçemediği oyuncusu ‘mohammad amir naji’ (amir naji , reza najie) uzun uzun ve ayrı yazılar yazacağım.. majid majidi hayranlıkla saygı duyduğum ve hep dilimin tutulmasına neden olan dünya ve iran sinemasının büyük isimlerinden.. uzun uzun yazacağım onun hakkında.. sadece tüm filmlerde oynayan çocukların performansı hakkında bir yazı yazılsa herhalde onlarca sayfa sürer..

‘the song of sparrows’ (avaze gonjeshk-ha) majidi’nin 2008 yapımı filmi.. filmde başrolde yine ‘mohammad amir naji’ var.. yine bir aile babası rolünde : ‘karim’..

karim bir devekuşu çiftliğinde çalışmakta ve ailesini kıt kanaat geçindirmektedir.. bir gün evden bir haber gelir , koşar eve gider.. bakar ki liseye giden büyük kızı işitme cihazını evin yakınındaki su deposuna düşürmüştür.. az biraz su ve çöp bulunan depoda mahallenin çocuklarıyla arar ve aleti bulurlar ama alet hem kırıldığından hem su geçirdiğinden çalışmaz.. küçük erkek kardeşi yüzünden su deposuna işitme cihazı düştüğünden ablası babasına duyuyormuş gibi yapar ama doğru hemen ortaya çıkar ve baba ne yapacağını şaşırır.. kızı alet olmadan duyamaz ve sınavları da yaklaşmıştır.. küçük kasabadaki hastanede tamir edilemeyeceği ve tahrana gitmesi gerektiği söylenir , tahrana gider.. kendisinden yenisi için 350.000 toman istenir.. bu para yoktur ki.. eve döner.. patrondan avans isteyecektir ama patronda şehir dışındadır.. onun gelmesini beklerken günlerden bir gün sorumluluğundaki bir devekuşunu kaçırır.. ararlar ama bulamazlar.. yanmıştır çünkü devekuşunun değeri iki milyon tomandır.. patron gelir ve malum son da gelir , iş yerinden şutlanır.. eve gider , karısına belli etmek istemez ben ayrıldım , sigortalı ve daha iyi ücretli bir iş lazım der.. bir yandan karim küçük oğlu (henüz on iki yaşlarında) hüseyin’in bir sevda halini alan balık çiftliği rüyasıyla mücadele ederken bir yandan da geçim derdindedir.. ama esas derdi kızının işitme cihazıdır..

neyse burada keseyim diyeceğim bakalım ne kadar kısa keseceğim.. film , işte bu mecra üzerinden sayısız eşsiz görüntü ve diyalogla akıp gidiyor , hiç bitmesin istiyor insan.. çünkü böyle bizim hikayemizin anlatıldığı bir film görebilmek abuk sabuklukların arasında mutlu ediyor.. ezilen insan , yoksul insan her yerde aynı insan..

her majid majidi filminde beni yerlere çarpacak kadar etkileyen sahneler vardır.. örneğin ‘baran’ filminde yağmurdan çamurlaşmış toprakta başroldeki ‘baran’ rolündeki kızın (zahra bahrami) ayakkabısının açtığı ufacık çukura düşen yağmur damlaları sahnesi ve o yağmur damlalarına bakarken ağlayan ‘lateef’..

bu filmde ise başroldeki ‘mohammad amir naji’ yine inceliğiyle , sevecenliğiyle gözlerinden akan insan sevgisiyle birçok sahnede sizi çarpıyor yerlere ama bir sahne var ki.. duymayan lisede okuyan kızını motoruyla okula götüren ‘karim’ okulun önünde tam kızı babasından ayrılacakken kızını durduruyor ve eğilip kızının ayakkabısını bağlıyor.. işte tüm umutsuzluğun , sıkıntının içinde sevginin , dayanışmanın hiç yok olmayacak şekilde tekrar tekrar yeni filizler verdiği bir film ‘serçelerin şarkısı’..

filmin müzikleri de muhteşem.. sarsıcı , benzersiz öyküyü daha da etkili kılıyor müzik.. ama müzikler arasında iki üç kere karim’in halasının oğlunun pikabından kulağınıza ‘ibrahim tatlıses’ türküleri çalınıyor.. ve ve ve karim rolündeki   mohammad amir naji , her majid majidi filminde yaptığı gibi azeri türkçesiyle bir türkü okuyor tabi ki yine bu filmde..   mohammad amir naji bir şans sinemaseverler için..

bu filmi ne yapıp edin izleyin yoksa çok şey kaçırırsınız..

 

filmden bazı replikler : 

karim : ama bu hiç adil değil.. (devekuşunun kaçmasından sonra çiftliğe döndüğünde deve kuşlarına bakarak söyler bunu..)

 

(fotoğraf : majid majidi , mohammad amir naji..)

karim  : sen orayı bin yılda temizleyemezsin..

hüseyin : temizleyeceğiz.. sonra da suyla doldurduğumuzda içine yüz bin balık koyabiliriz..

karim : yüz bin balık ne kadardır biliyor musun ?

hüseyin : şey.. yüz bin balıktır..

karim : sonra ne olacak peki ?

hüseyin : onları satar milyoner oluruz..

karim : milyoner mi ? evet doğru ya milyoner ! 

ikinci filmimiz ise bir yerli yapım : kara köpekler havlarken.. yönetmenliğini mehmet bahadır er ve maryna gorbach yapıyor.. ellerine , yüreklerine sağlık ve yolları açık olsun diyoruz.. başrollerde ‘selim’ rolünde cemal toktaş , ‘çaça’ rolünde her filminde daha da bir üstüne koyan ve performansını zirveye çıkaran volga sorgu , ‘usta’ rolünde büyük üstad erkan can var..

lüks alışveriş merkezlerinin dibindeki sanayi mahallesinde yaşayan ve otopark değnekçiliği , güvercincilik gibi işlerle geçinen selim ile çaça tanıdıkları ‘mehmet’ abilerinin kendilerine daha büyük bir iş için önünüzü açacağım demesiyle bir iş merkezinin güvenlik işi ihalesine katılmaya karar verirler.. yalnız bunu kendilerine değnekçilik yeri veren otopark mafyasının lideri ‘usta’dan gizlemeleri gerekmektedir.. çünkü haberi olursa kendilerine hiç acımayabilir.. ihaleyi alıp yırttıkları zaman güçlü olacaklardır ve ona o zaman söyleyebileceklerdir.. ancak işler hiç de istedikleri gibi gelişmez.. işin içine türk sinemasında nadir derecede az gördüğüm iyi ‘kötü karakter’ performanslarından birini gerçekleştiren  ‘kötü adam’ ‘sait’  girer.. saiti oynayan ‘ergun kuyucu’yu tebrik etmek gerekir..  onun da yolu açık olsun..

neyse filmimiz hakkında bir iki kısa şey söyleyeyim.. film kıvırmadan , yalpa yapmadan dümdüz türkiye gerçekliğini ortaya koyuyor karşınıza.. apaçık her şey ortada.. ustaların , reislerin , babaların , köşe dönmeciliğin kol gezdiği dünyamızda safça , temiz ve küçük hayaller kuran ama çevrelerinde dönen oyunun çok uzağında yaşayan selimle , çaçanın öyküsü.. ne acı bir öykü.. oysa hayalleri çok fazla bir şey değildir ; selim sadece sevdiği kızla bir an önce mutlu bir hayat yaşayacağı bir evlilik düşünmektedir , çaça ise daha güzel bir orta sınıf spor araba.. yerli yapımlar arasında film üst sıralarda yerini alacak düzeyde.. senaryosu özgün ve oyunculuklar üst seviyede.. sırıtan hiçbir şey yok filmde.. hele alp erkin çakmak ve barış diri’nin yaptığı film müzikleri yine on numara.. 19 Mart’ta sinemalarda gösterime giren filmi kaçırmayın , gidin on kez izleyin sıkılmazsınız.. anlatılan yine bizim hikayemiz çünkü.. ve son bir gıcıklık yaparak şunu diyeyim : ‘özcan alper’in ‘sonbahar’ından sonra ki bence en iyi finale sahip yerli film bu ; onun için koltuklarınıza sıkı sarılın ve volga ve ergun’un oyunculuklarına da dikkat kesilin..

 

üçüncü filmimiz ise 2009 yapımı bir  ingiliz filmi : ‘the damned united’.. ingiltereden gerçek bir futbol hikayesi.. ama kimseyi kasmadan futbolla boğmadan ; kadın , erkek , çocuk herkesin izleyebileceği (cinsiyetçilik mi yapıyorum ne , nasıl bir cümle oldu bu ya.. ‘ailece’ de gitsin öf..) nefis bir ‘ince işleme’ ingiliz sineması örneği..

bir zamanların değil halen ingiliz futbol tarihinin otoriterlerce en iyi teknik direktörü olup da ingiliz milli takımının teknik direktörlüğünü yapmayı hiçbir zaman kabul etmemiş ve 2004 yılında hayata veda etmiş ‘brian clough’un yaşam hikayesinden kesitler veriyor bize film.. jose mourinho’nun kimi taklit ettiğini öğrenmek istiyorsanız filme dikkat edin..

yönetmenliğini ‘tom hooper’ yapıyor filmin.. başrollerde michael sheen (brian clough) , jim broadbent ve timothy spall var.. sıkılmadan izleyeceğiniz kaçırılmayacak biyografik bir film.. yine de keyfiniz bilir tabi..

 

en kısa zamanda size bir manifesto , bir başyapıt olan israilli yönetmen güzel insan ‘udi aloni’nin ‘bağışlamak’ (forgiveness) filminden bahsedeceğim.. bana bazıları saydıracaktır hemen alt benliklerindeki faşizanlıklarla ama ben yine de diyeceğim : dünyada en çok sevdiğim ve hoşlandığım insanlar iranlılar , israilliler ve filistinliler.. sonsuza kadar birbirlerine düşman yapılmaya ve atılan kin , nefret tohumlarıyla ve sürekli üretilen paranoya ve yalanlarla düşman bırakılmaya çalışılan bu insanların hepsi birbirini seviyor.. çünkü hepsi kardeş ve hepsi insan.. önemli olan oynanan tiyatroyu görebilmek..

‘hepsi arkidişimiz..’   

Crockett.. 

EL SECRETO DE SUS OJOS – Gözlerindeki Sır.. – Juan Jose Campenalla

EL SECRETO DE SUS OJOS – GÖZLERİNDEKİ SIR..

 

Yönetmen : Juan Jose Campenalla

Senaryo : Eduardo Sacheri , Juan Jose Campenalla

Görüntü Yönetmeni : Felix Monti

Müzik : Emilio Kauderer , Federico Jusid

Yapım : Arjantin , İspanya , 2009

Süre : 127 dakika

Oyuncular : Ricardo Darin , Soledad Villamil , Pablo Rago , Javier Godino , Guillermo Francella , Jose Luis Gioia..

 

değerli bir arkadaşımın blog sayfasında okuyunca gittim aldım bu filmi.. onun beğenisine ve tahlillerine son derece güveniyorum..

 

hemen izledim , film gerçekten sıkı bir film , çok beğendim.. şimdi bazıları diyecek ki kardeşim sen de her izlediğini beğeniyorsun.. ama ben her filmi izlemiyorum ki , her filmi izleyecek vaktim yok , keşke olsa.. tavsiyelerden , hakkında okuduklarımdan ve hislerimle yola çıkarak genelde alıyorum tanımadığım , bilmediğim  yapımları.. 

 

oscarla adı anılan filmlere de nedense hiç sıcak bakmam.. lise yıllarımda ‘unforgiven’ı sinemada izlerken uyumamdan ve benimle arkadaşlarımın dalga geçmesinden  kaynaklanıyor belki de.. gerçekten bende bir oscarlı film antipatisi var ama nedenini hala çözemedim.. filmimiz de bu sene ki oscar ödüllerinden nasiplendi ve en iyi yabancı film ödülünü aldı..

filme tekrar geri dönersek : filmimiz güney amerika sinemasına olan hayranlığımı biraz daha arttırdı.. özellikle arjantin kökenli veya arjantin konulu filmler çoğaldı ve bu filmlerin hepsi de üst seviyede yapımlar oluyor.. el secreto de sus ojos en iyilerinden birisi.. koltuğunuza sizi yapıştırıyor ve filmden bir an olsun gözlerinizi ayıramıyorsunuz..

film 1999 yılında başlıyor.. emekli bir savcı yardımcısı olan benjamin esposito bir roman yazmayı düşünmektedir.. romanın konusu uzun süre önce gerçekleşmiş morales cinayetiyle ilgilidir.. kendisini ve hayatını oldukça etkileyen bu davayla iligili eski amiri ve çok sevdiği ama bir türlü açılamadığı irene menendez’in yanına gider.. bu konuyu irene’ye danışır.. irene eski yardımcısına önce karşı çıksa da daha sonra romanı yazması konusunda teşvik eder.. morales cinayeti savcı irene’nin de hayatına büyük etkide bulunmuştur.. bu andan sonra filmimiz geçmişe geri dönüşlerle hayli sürükleyici ve sizi koltuğunuza mıhlayacak kadar gerilimli hale gelir..

arkadaşlığın , sevginin , fedakarlığın , aşkın , adalete olan inancın güzelliklerini filme çok güzel işliyor yönetmen campanella.. bunun yanı sıra askeri darbe sürecinde ülkedeki değişimin nasıl adalet sitemine yansıdığını , kişisel hırs ve intikam istekleri için devlet gücünün nasıl pervasızca kullanıldığını da filmde işliyor campenalla..  arjantindeki askeri yönetimin nasıl insan  hayatının her milimine sızabildiğini ; nasıl insan öldürmenin olağan bir hale geldiğini ve faşizmin gözünü kırpmadan adalet mekanizmasını kendi kişisel çıkarları için nasıl fütursuzca kullanabildiklerini slogan atmadan çok güzel gösterip , o günleri hissettiriyor bizlere..

(fotoğraf : yönetmen ‘campenalla’..)

filmde özellikle öldürülen kadının kocasının karısına duyduğu büyük aşk ve onun ölümünden sonra onun için yaptıkları gerçek aşkın örneklerinden birisini veriyor bizlere.. 

filmin ana karakterleri benjamin ve irene’yi değil de bunların dışında filmde benim en sevdiğim karakter arkadaşı için çaktırmadan ölmeyi göze alan ve ölen alkolik ‘sandoval’ karakteri.. bittim izlerken sandoval’ı.. hele sandoval’ın , savcının bürosunu arayanları her defasında ‘yanlış numara burası kasap , berber , bakkal filan’ diye tersleyip telefonu kapatmaları benim ve ‘dayının’ çoğu zaman yaptığımız şeyler olduğundan gülmekten yıkıldım.. savcının bürosunda geçen sahnelerdeki diyaloglar mükemmel..

filmde bir stadyum sahnesi var ki küçük dilinizi yutabilirsiniz.. kamera gökyüzünden stadyumdaki kalabalığın içine kesintisiz şekilde inerek kahramanları buluyor ve bu andan sonra müthiş bir tek parçalık uzun kovalamaca sahnesi başlıyor..

beni etkileyen sahnelerden birisi de savcı irene ile yardımcısı benjamin’in , katile suçunu itiraf ettirmek için kurguladıkları mizansen ve katili çıldırttıkları sahne..

ama beni en çok etkileyen sahne  öldürülen morales’in karısının katilinin bir gün mutlaka tren istasyonundan evine gideceğini düşünerek istasyonda her gün sabırla beklemesiydi.. geçmişteki ve günümüzdeki bekleyişlerime götürdü beni.. sonsuz bekleyişlerime.. 

neyse filmi olduğu gibi yazmayalım buraya..  bir şey de kalmadı filmden zaten izleyeceğiniz.. şaka şaka , filmde çok yoğun ve karışık bir olay örgüsü var.. ana karakterler ve ana temalar dışında yan karakterler ve ara temalar da var..

filmdeki tek handikap son yarım  saatte artık tamamen filmin nasıl çözülebileceğini hissediyorsunuz.. senaryo burada biraz zayıflıyor ama bu benim bu filme on üzerinden on vermeme engel olmuyor.. iyi seyirler.. 

Crockett..   

 

Filmden unutulmaz replikler :

benjamin : ‘neden hiçbir şey yapamıyorum ? yirmi beş yıldır kendime bunu soruyorum ve yalnızca tek cevabım var :unut gitsin.. başka bir hayattı. bitti. sorma. başka bir hayat değildi. bu hayattı.. işte bu. anlamak istiyorum nasıl boş bir hayat yaşayabilir.. hiçbir şey ile dolu bir hayat nasıl yaşanır.. ‘

sandoval : ‘bir erkek her şeyini değiştirebilir. yüzünü, evini, ailesini, kız arkadaşını, dinini, tanrısını.. yine de değiştiremeyeceği bir şey var benjamin : tutkularını değiştiremez!’

Günün şarkıları :’Sen ve Ben’,’Tiempo Y Silenco’..

bugünün iki şarkısı var..

‘SEN ve BEN..’ – KRAMP

birincisi günlerdir müzik kutumuzdan dinlediğiniz yılların eskitemediği şarkılarıyla rock müziğin güçlü sesi KRAMP grubunun ‘SEN VE BEN’ şarkısı.. 1984 yılında kurulan ve bir çok özgün şarkıya ve albüme imza atan KRAMP’ın şarkılarını zaman eskitemiyor.. Grubun ‘TEK BAŞINA’ şarkısı bir manifestoydu.. ‘SEN ve BEN’ şarkısı ise.. dinleyin de siz karar verin..

SEN ve BEN..

Saçlarımız uçuşsun rüzgarda

Coşalım azgın sularla

Erişelim seninle bulutlara

El ele sen ve ben,

El ele sen ve ben.. 

KRAMP

‘TIEMPO Y SILENCO..’ (ZAMAN ve SESSİZLİK) – CESARIO EVORA  

günün diğer şarkısı da büyük üstat JULIO MEDEM’in bence bir başyapıt olan fakat herkesin burun kıvırdığı veya acımasızca eleştirdiği ‘CAOTICA ANA’ filminin eşsiz müziklerinden sadece birisi olan ‘TIEMPO Y SILENCO’ (ZAMAN ve SESSİZLİK) şarkısı.. filmin müzikleri beni filmin içine hapsetti bırakmadı.. (ayrıca bu filmi niye bu kadar sevdim , niye günlerce izledim bilmiyorum.. belki de filmin başında vurulan ve bir ağıtla gökyüzünden yere çakılan güvercinin gözbebeklerinde hiçliğimi gördüm..) CESARIA EVORA bu şarkıyı söylerken eşsiz sesiyle büyülüyor insanı.. 

 

(Fotoğraf : ‘Caotica Ana..’ – Julio Medem)

TIEMPO Y SILENCO.. 

una casa en el cielo
un jardin en el mar
una alonda en tu pecho
un volver a empezar 

un deseo de estrallas
un latir de gorrión
una isla en tu cama
una puesta de sol

nacer en tu risa
crecer en tu llanto
vivir en tu espalda
morir en tus brazos

tiempo y silencio
gritos y cantos
cielos y besos
voz y quebranto..

ZAMAN VE SESSİZLİK..
Gökyüzünde bir ev..
Denizde bahçe..
Göğsünde bir çayır..
Yeniden başlamak yıldızların isteği
Papağan dövüşü ve yatağındaki ada
Gün batımı… 

Zaman ve sessizlik
Şarkılar ve maniler
Gökyüzü ve öpücükler
Ses ve kayıplar…

gülümseyişinden doğdu
Gözyaşlarında büyüyor
seninle sırt sırta yaşıyor
kollarında ölmek için…

Zaman ve sessizlik
Şarkılar ve maniler
Gökyüzü ve öpücükler
Ses ve kayıplar..

Bu iki güzel  şarkıyı müzik kutumuzdan dinleyebilirsiniz.. şarkıları dinledikten sonra bence koşa koşa KRAMP grubu ile CESARIO EVORA’nın albümlerini almaya gitmelisiniz..

Crockett..

‘SONBAHAR’..

Filmin sonunda ‘..Her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına..’ diyerek ‘sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına’ filmi ithaf eden ve ‘aylakadamiz’in sonsuza kadar en iyi film olarak en üstte tutacağı SONBAHAR filmini yaratan ÖZCAN ALPER’e aylakadamiz’dan sonsuz sevgi ve saygılarımızla..

BLACKHAWK

BLACKHAWK‘tan ‘YUSUF’a..

(Fotoğraflar : BLACKHAWK..)

‘Ey benim yitip giden dinginliğim,
Huysuz gözlerim, taşkın duygu ırmağım.
Sakınır oldum şimdi dileklerimi bile,
Yaşantım benim, düşte mi gördüm seni yoksa?
Sanki ilk yazın tınlayan erkeninde
AKTIM GEÇTİM PEMBE BİR TAYLA DÖRTNALA..’

SERGEY YESENİN 

Günün repliği : Angel-A.. – LUC BESSON (2005)..

Angel-A (2005) – Luc Besson

(Kafedeki ‘melek’ polemiği..) 

Angel-A : Ben bir meleğim.. Hoşuna giderse..

ANDRE : Melek mi..

Angel-A : Evet gerçek bir melek.. Gökyüzünden gelen şu kocaman beyaz kanatlı falan olanlardan..

ANDRE : Ah öyle mi ? Peki nerede o büyük beyaz kanatların ?

Angel-A : Onları kafenin ortasında açmamı beklemiyorsun ya..

ANDRE : Sigara tiryakisi bir melek mi ?

Angel-A : Sigara içiyorsam ne olmuş ki ? Ben ölümsüzüm..

ANDRE : Peki o zaman sen bir meleksin.. Ben açık görüşlü biriyimdir.. Sen bir meleksin tamam mı ?

Angel-A : Güzel şu varsayımla başla.. Acıtmaz..

ANDRE : Anladık pekala yukarıda işler nasıl gidiyor ?

Angel-A : Özel bir şey yok.. İş güç işte..

ANDRE : Anlat bana orada işlerin nasıl yürüdüğünü bilmek isterdim..

Angel-A : Bana inanmıyorsun değil mi ?

ANDRE : Angel-a.. Kabul etmelisin ki , bu boyda , sarışın , sigara tiryakisi birisi melek profiline pek uymuyor.. Ve bana kanatlarını göstermek bile istemiyorsun.. Sana nasıl inanayım ki ?

Angel-A : Çok sıkıcısın.. Sana onları açamayacağımı söyledim.. İlk olarak çok büyükler ve onları ancak giderken açabilirim.. Görevim bittiğinde.. Ama o kadar aptalsın ki görevin biteceği filan yok.. O kadar yavaşsın ki , hiçbir şeyi düzene koyamıyorsun.. Uzunca bir süre buradayım daha..

ANDRE : Ne görevi..

Angel-A : Sana yardım etmeye geldim..

ANDRE : Şu ana kadar her şeyi daha kötüye çevirdin..

Angel-A : İşleri kötüye çeviren sensin.. Herkese sürekli yalan söylüyorsun.. Özellikle de kendine.. Öyle ufak tefek yalanlar da değil.. Kendine , kendine bile çok büyük yalanlar söylüyorsun.. Ve korkuyorsun kendinden , her şeyden her zaman.. Hava geçirmez bir şeysin.. Denizden korkan bir istiridye gibisin..

ANDRE : İstiridye mi ? Yukarıdan bana bir istiridye olduğumu söylemeye mi geldin ?

Angel-A : Evet burada neler olup bittiğini anlamana yardıma geldim.. Kim olduğunu fark etmene yardıma geldim.. Böylece kabul edebilirsin..

ANDRE : Hepsi bu mu ?

Angel-A : Bu kadarı yeterince iyi..

ANDRE : Ve bunun bir psikanalizden farkı ne ?

Angel-A : Sana 100 euroya mal olmayacağım..

ANDRE : Tamam diyelim ki sen bir meleksin.. Nasıl oldu bu ? Bulutların üzerindeydin ve seni göreve mi çağırdılar ? 

Angel-A : Basit olarak böyle..

ANDRE : Şöyle mi diyorlar ? Angel-a 12.737 numaralı vakayla ilgilenebilir misin ?

Angel-A : Hayır , görevi seçme şansın yok.. Görev sana veriliyor.. Aslında bu iyi bir şey.. Çünkü her melek kendi seçmeye kalksa , planlama departmanı altından kalkamazdı..

ANDRE : Ah evet planlama departmanı.. Planlama önemlidir doğru , peki sonra..

Angel-A : Şey.. Görev verildikten sonra.. Soyunma odasına gidiyorsun.. En sevdiğim kısım bu..

ANDRE : Ve sen hangi rolü seçtin ?

Angel-A : Orospu..

ANDRE : Orospuluk sana çok uyuyor..

Angel-A : Çok teşekkürler.. Diğer tüm rolleri denedim.. Daha garip bir şey denemenin daha eğlenceli olacağını fark ettim..

ANDRE : Bu işi uzun zamandır yapıyor musun ?

Angel-A : 300 yıldır yaklaşık olarak.. Hala gencim.. Neden gülüyorsun..

ANDRE : Bu hikaye harika.. Böylesine geniş bir hayal gücü olan bir kız hiç görmemiştim.. Kitap ya da ansiklopedi yazmalısın.. çok iyi para kazanabiliriz..

Angel-A : Bana hala inanmıyorsun değil mi ?

ANDRE : Hayır !

Angel-A : Bir melek için arkadaşı tarafından reddedilmek ve bir görevi bitiremeden geri dönmek kadar kötü bir şey yoktur !

ANDRE : Lütfen böyle ağlama.. Anla beni ! Ben kaybettim.. Başım belada ve gökten bir orospu mu gönderiliyor bana yardım için ?

Angel-A : Evet sorun ne ?

ANDRE : Sorun şu ki , burada , dünyada bizler görmediğimiz şeylere inanmakta zorluk çekeriz.. Son seyahatin ne zamandı , bilmiyorum ama bu dünya çok materyalist oldu.. Ve ve ve artık uydular var , bilim , televizyon.. insanlar mucizelere inanmıyor.. Kanıta ihtiyaçları var.. Anlıyor musun ? Ufak bir kanıtın bile yok mu ?

Angel-A : Siz erkekler hep aynısınız.. Her zaman kanıta ihtiyacınız var.. Her zaman emin olmanız gerek..

ANDRE : Bu beni suçlayıp durduğun şey : kendime güvenimin azlığı.. En azından sana güvenebileceğimi göster.. Böylece kendime de güvenebilirim belki..

Angel-A : Kimseye söyleme.. Senin yüzünden kovulmak istemem..

ANDRE : Yemin ederim kimseye söylemem..

Angel-A : Şişt !

ANDRE : Söz veriyorum..

(Kül tablası sigaraya doğru masadan yukarıya havalanır..)

Angel-A :  Tatmin oldun mu ?

ANDRE : Bu numarayı nasıl yaptın ?

Angel-A : Si….r.. Şaka yapıyor olmalısın.. Kanıt istedin ben de verdim.. Hala bana inanmıyorsun..

ANDRE : Bunu nasıl yaptın ?!

Angel-A : Sen gerçekten de taş kafalısın.. Zihnini açmak için bir mucizeden çok bir matkaba ihtiyaç var..

Günün repliği : ‘Ken Katagiri’den..(CROWS ZERO)

(‘Ken Katagiri’ ve arkadaşları..)

‘..bir filmi izlerken en azından bir sahnede üzerinizden kamyon geçmiş gibi olmuyorsanız o benim filmim olamaz..’ – TAKASHI MIIKE 

Takashi Miike , Takashi Kitano’ya nanik yapmaya devam ediyor..

Aylakadamız var oldukça Takashi Miike ile Crows Zero ve şaka bir yana tabii ki Takashi Kitano kendisine hep yer bulacak Aylakadamız’da..

Evet evet yanlış okumadınız , Takashi Miike ve Crows Zero , Albert Camus’nün Yabancı’sıyla , Birhan Keskin’in Kaktüs and Teksas’ıyla , Baudelaire , Rimbaud , Truffaut , Godard , Cioran , Ken Loach , Ritsos , Arkadaş Zekai Özger , Nilgün Marmara, Sait Faik , Yusuf Atılgan , Nazım Hikmet’le  ve tüm aylak paylaşımıyla hep yan yana olacak..

 

Kim ne derse desin Crows Zero bir manifestodur , bir masaldır ; şiddeti kanıksamış daha doğrusu kanıksatılmış bu dünyaya bir manifestodur.. Herkes şiddet içerdiği ve gençleri kavgaya , şiddete özendirdiğinden bahsediyor.. Ama bir şeyi es geçiyorlar : günümüzde hayat , nefes alabilmek zaten en büyük kavga.. Ve Crows Zero dayanışmanın , birlik olmanın , direnmenin güzelliklerini gösteriyor bir masalın , bir ütopik dünyanın içinde.. 

Günün repliği de Crows Zero’dan :

 

REİS YAZAKİ : – kişisel bir şey olarak görme bunu..

sadece bir örnek !

Ken !

Huzur içinde yat !

 

KEN : – Genjiiiiii ! Uç ! Genji.. Genji.. Genji..

Lanet olsun Genji !

Keşke seninle karşılaşmamış olsaydım..

O zaman hayatım…………’

Z / ÖLÜMSÜZ.. – COSTA GAVRAS

aylakadamız :

Son günlerin ve son yılların gündemine sadece bir film ve bir yazıyla cevap vermek yeterli..

COSTA GAVRAS’ın  ‘Z  (ÖLÜMSÜZ..)’  filmi ve ÖZGÜR MUMCU’nun ‘AKP’Yİ SAVUNMAK DEMOKRATLIK DEĞİLDİR..’ makalesi..

Geçmişte 12 Eylül darbecilerine yalakalık yapan ve biat eden her dönemin fırdöndüleri şimdi demokrasi havarisi kesilmişler..

Kendilerine demokrat iktidara , her dönemin iktidar yanlısı fırdöndülerine ve postal yanlılarına..

 

 

Z (ÖLÜMSÜZ..) 

  

‘Filler tepişirken çimenler ezilir..’

Ne asker ne de sadece  kendine ‘demokrat’ iktidar.. İstemiyoruz hiç birisini.. Tüm baskıcı , gerici zihniyet ve yönetimlere hayır.. Ne postal ne de takunya görmek istemiyoruz.. Elinizi eğitimden , yargıdan , işçinin emekçinin köylünün cebinden , bu ülkenin yüz yıllık yatırımlarından , öz kaynaklarından çekin.. Tiyatronuzu kendinize oynayın beyler , bayanlar.. HİÇBİRİNİZE İNANMIYORUZ..   

 


‘GERÇEK KİŞİLERLE HERHANGİ BİR BENZERLİK KASITLIDIR..’

(Filmin girişindeki anlamlı cümle..)

Costa Gavras’ın Z (ÖLÜMSÜZ) filmi 1960 ların sonundan günümüzün karanlık , karışık günlerine hala ışık tutuyor.. Arayın bulun izleyin..

Yönetmen : Costa-Gavras.
Senaryo : Costa-Gavras, Jorge Semprun (Vasilis Vasilikos’un romanından).
Müzik : Mikis Theodorakis.
Müzik Yönetmeni : Bernard Gerard
Kamera : Raoul Coutard.
Sanat Yönetmeni : Jacques D’ovidio.
Yapımcı : Jacques Perrin, Hamed Rachedi.
Yapım : Reggane-Films (Paris), Oncic (Cezayir).
Süre : 127 Dakika.
Yapım : Fransız-Cezayir Ortak Yapımı.

Oyuncular :

Yves Montand (Barış Yanlısı Solcu Milletvekili),

İrène Papas (Milletvekilinin Karısı),

Jean-Louis Trintignant (Milletvekilinin öldürülüşünü soruşturan savcı)  ,

Jacques Perin (Gazeteci).

Yunanlı muhalif , barış yanlısı milletvekili Gregorios Lambrakis’in  Yunanistan’a uzun menzilli füzelerin yerleştirilmesi aleyhine yaptığı bir konuşmasından sonra, 22 mayıs 1963’te, bir triportörle gelen saldırganlar tarafından katledilmesini ve cinayetin soruşturulmasını anlatır. İktidar ve yargı ilişkilerini derinlemesine inceler ve eleştirir.  

 

Academy Award ödülünü kazanmıştır. Cannes’da Jean-louis Trintignant (soruşturma savcısı rolüyle) en iyi aktör ödülünü aldı. New York Film Eleştirmenleri ve Ulusal Film Eleştirmenleri Derneği en iyi film ödülünü kazandı. En iyi yabancı film ve en iyi kurgu oscarlarını da aldı. Filmin Mikis Theodorakis imzalı müzikleri de başlı başına bir başyapıt..

 

Filmin ilk sahnesindeki polis şefinin bir toplantıda generallere ve polis yetkililerine verdiği brifing konuşması :

‘..bir ideolojik hastalık küf gibidir ve önleyici tedbirler gerektirir. küf gibi, mikroplar ve çeşitli parazit unsurlar neden olur. bu nedenle insanların uygun çözeltilerle tedavisi kaçınılmazdır.
birinci aşama okullarda oluşur. burada, benzetmeyi bağışlayın, tomurcuklar hala çok gençtir. ikinci tedavi üniversite öğrencileri veya genç işçiler olarak çiçeklenmeye başladıklarında olur.
püskürtme ve kutsal milli hürriyet ağacını ideolojik küf hastalığından kurtarmak için en iyi zaman askerliktir.
havadan atılan broşürler, köylülerimize yeni bir tür ideolojik küfün ülkemizi kasıp kavurmaya başladığını anlatıyor.
bu yeni tür haince yayılıyor. bu sinsi bir düşman bizi tanrıdan ve saltanattan uzaklaştırıyor. hareketimiz, bu düşmana karşı yönelmelidir..’

Yunanistan’da askeri darbenin arkasından yasaklanan şeyler (filmde jenerik öncesi geçen yazıdan alıntı..) 

‘..barış hareketleri ,
grevler , sendikalar ,
erkeklerin uzun saçlı olması ,
mini etek ,
the beatles ,
modern ve popüler müzik ,
rus usulü kadeh kaldırma ,
bulgar usulü kadeh kaldırma ,
sofokles , tolstoy ,
sokrates , ionesco ,
sartre ,
aragon , troçki ,
lurçat , aristofanes ,
anton çehov , öripid ,
pinter , albee ,
mark twain ,
beckett ,
sosyoloji ,
uluslararası ansiklopediler ,
özgür basın ,
modern matematik ,
ve……
Z harfi (Yunan alfabesinde ‘Z’ harfi ‘ölümsüz’ ve ‘o yaşıyor’ anlamına geliyor)..’