Archive for the ‘AYLAKADAMIZ’ Category

kalabalığım çok…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

kalabalığım çok…

 duyduğum acının ömrüne zaman biçemediğim , yalnız gidilen sinema biletlerini koleksiyon yaptığım , sanki sıkıntıyı dar boğazlı bir kazak gibi üstüme geçirdiğim günler geçiriyorum…

bu süreçte bana nasıl sevinç oldunuz bilemezsiniz… gülten akın’ın bir şiirini ararken buldum sizi.. ve çok sevdim…

çocukluk hayalim vardı benim.. cümle alem çocuk , doktor , mühendis olmak isterken, ben sezen aksuyla aynı sahnede olma hayali kurardım.. ama çokta aza kanaat eden halimle, sadece bir seferlik.. yaşımız zamana ayak uydurmaya başladıkça.. benim bu hayalim konserine gitmeye fit oldu.. buna da şükür dedim tabi.. çünkü yıllarca radyolarda şarkısının çıkmasını bekleyip, üstünden bantlamak suretiyle kayıt yapılabilir hale getirilen kasetlere çeken bir bünye olarak konser bile dizginsiz bir hayal gibiydi… her neyse sevgili dostum özlem… ömrümün en anlamlı hediyesini verdi ve ben nihayet 29 yaşımda sevgili rengim sezen aksu’yu, ağzımda garip bir tat , içimde milyon güvercinin uçuştuğu bir halde dinledim..

konser çıkışında ki , ben o gün başı arkaya dönük olduğu halde hiç düşmeden yürüyebilen insan ödülü almalıydım…. işte herkes şu cümleyi kuruyordu ”gördün mü lan sezen aksu tüm şarkıları bana bakarak söyledi…”

işte size rastladığımda da bunu hissettim bunu duydum bir yerlerden…

gülüşünüzle kalın… iyinizde kalın… iyi sizin için ne ifade ediyorsa işte orda kalın…

 

‘BULUT’

‘TEMBEL AYAKLANMASI , Yan Gelip Yatmanın Manifestosu..’ – TOM HODGKINSON

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘hadi tembellik edelim.. sevmek ve yemek içmek hariç – bir de tembellik hariç..’ – Guthold Ephraim Lessing (1729-1781)

‘işin aslı , erken kalkma konusundaki bu toplum baskısı bizleri düşünmekten uzaklaştırmak amacını taşır.. 1993 yılında radikal düşünür ve aynı zamanda uyuşturucu üzerine araştırmalarıyla ünlü terence mckenna ile bir röportajım sırasında kendisine , ‘neden tembellik etmemize izin verilmiyor..’ diye sormuştum..

‘boş eller şeytan’a hizmet eder , diye bir deyiş vardır.. sanırım , toplumu tembelliğe alıştırmamak bu deyişe dayanıyor.. tembellik onları korkutur çünkü tembeller düşünen insanlardır.. düşünen insanlar ise , onların işine gelmez.. tembeller yaşadıkları koşullardan memnun olmayan bir kesimdir.. bence tembelliğin bir karşılığı da ‘hoşnutsuzluktur..’ insanlar sürekli bir takım işlerle meşgul olduğu sürece , hoşnutsuzluklarını düşünecek zaman bulmaz.. freud ‘iç gözlem marazidir’ der.. içe dönüklük ve asosyallikle iç gözlemi bir tutar ve sağlıksız , hatta hastalıklı bir durum kabul eder..’

oysa iç gözlem , insanı gerçeğe götürür : çarpıtılmış yaşamımızın dehşetini gözler önüne seren dehşet verici bir boyuttur bu.. yazar will self , ‘ düşünmeye karşı bu tabu , ingiltere’de protestan iş ahlakının yarattığı bir engeldir’ der.. ‘insanlar boş durmamalı zihniyetinden kaynaklanır – yani düşünmemeleri istenir..’

bu tabu tüm batı dünyasında yerleşmiştir.. hükümetler tembelliği sevmez çünkü tembeller onları endişelendirir.. tembeller gereksiz ürünlerin üretimine katkıda bulunmazlar , gereksiz tüketim yapmazlar.. tembelleri kontrol altında tutamazlar.. tembeller yardım ve desteği de kabul etmez..

naziler , tembellikten nefret emiştir.. 26 ocak 1938 tarihinde himmler ‘çalışma özürlü’ olarak tanımladığı tembel insanların çalışma kamplarına gönderilmesi emrini vermişti :

‘bu utanç kaynağı insanlar , çalışabilecek yaşta ve başta olup , doktor raporuyla bu yeterlilikleri saptanmış kişilerdir.. geçerli bir neden göstermeksizin , üst üste kendilerine yapılan iş önerilerini kabul etmemiş ya da işe başlayıp kısa bir süre içinde yine geçerli bir neden göstermeksizin işinden ayrılmış kişilerdir.. bu kişiler weimar yakınındaki buchenwald çalışma kampına götürülecektir..’

çalışma kamplarında tembellere siyah bir üçgen işareti bulunan iş tulumları giydirilmişti.. politik suçlular kırmızı , yahova şahitleri mor  ve suçlular yeşil , homoseksüller ise pembe üçgen işaretleriyle belirlenmişti.. himmler tembelleri ‘mikrop’ olarak görüyordu – sağlıklı bir devlet yapısını ve naziler’in mükemmel dünya hedefini salgın bir hastalıkla yok edecek bir mikrop..

güne bir şiirle başlamaktan daha keyifli ne olabilir.. john keats’in mektuplarını okurken , büyük şairin de aynı görüşte olduğunu fark ettim.. kentli insanlar şiir gibi boş şeylerle zaman kaybetmez.. ancak bir şiiri okumak sadece birkaç dakikalık bir iştir ve insan üzerinde etkisi muhteşemdir.. saat 10:00’da yatağında yatan bir tembelin ise , bu muhteşem deneyime bol bol zamanı vardır..

keats 23 yaşındayken , ‘insanın sadece okuyarak bir yaşam sürdürülebileceğini düşünüyorum’ diye yazmıştır.. ‘herhangi bir gün herhangi bir şiirle bambaşka bir dünyada gezinebilir , düşlere dalabilir , geleceği görebilirsiniz.. ne müthiş bir düşünce yolculuğu , ne keyifli bir kendinden geçiş ve ne anlamlı bir tembellik..’

keats’in son cümlesindeki tanımlar , gerçekten de , hareketsizliğin yaratıcı etkisini mükemmel bir şekilde anlatıyor.. sonraki satırlarında tembelliğin yüceliğinden bahsediyor : ‘arılar gibi sabırsızca çiçekten çiçeğe konmaktansa , çiçekler gibi yapraklarımızı açıp pasif , düşünce ve bilgiye açık , algılamaya hazır beklemeliyiz..’

hareketsizlik , ağırbaşlılıktır- yüceliktir.. hareketlilik  başarısız insanlar  içindir.. oscar wilde ‘the critics as artist’ (1890) adlı yazısında hareketliliğe nasıl saldırıyor bakalım : ‘hareketlilik , yapacak bir şeyi olmayan insanların sığınağıdır.. hareketliliğin kaynağı hayal gücü eksikliğidir.. düş kurmayı bilmeyenlerin kaçışıdır.. hareketlilik , sınırlı ve görecedir.. oysa sınırsızlık , rahat bir oturma pozisyonunda etrafını izleyerek yalnız başına gezinen ve düş kuran insanlara özgüdür..

insanlar bu korkunç sosyal idealin zalim pençesinde ezilerek birbirine sürekli olarak ’ne yapıyorsun’ diye soruyor.. oysa , uygar insanların birbirine sorması gereken tek soru : ‘ne düşünüyorsun’ olmalıdır.. düşünmek hiçbir vatandaşın vicdan azabı duyacağı bir günah değildir – yüksek kültürlerde insanoğlunun tek uğraşı düşünmek olmuştur..

şunu söylemeliyim : hiçbir şey yapmama , dünyanın en zor işidir – zor olduğu kadar da en entelektüel uğraşıdır.. seçkin insanlar böyle var olur..

düşünce , bir şeyler yapmak değildir – var olmaktır.. sadece var olmak da değildir ; düşünerek bir şeyler olmaktır çünkü bu ruh bir şeyler olabilmemizi sağlar..’

oscar wilde bu sözleriyle bir tembeli toplumun acınacak parazitleri durumundan , yararsız ve rahatsız edici , akılsız bireyler düzeyinden tanrı katına çıkarır.. tembeller topluma yük olmak bir yana , toplumun özel ve seçkin insanlarıdır.. onlar görüş sahibi , öncü kişilerdir.. diğer insanlardan daha net bir şekilde olayları görürler ; diğer insanların girdiği kalıpları reddederler.. gözleri açıktır.. onlar kendilerine zaman ayıran insanlardır..

insan olun.. düşüncenizde sonsuzluğa ulaşın.. tanrılaşın.. ve yatağınızda kalın..’

‘tembel ve özgür ruhlu amerikalı şair walt whitman da mutluluğunu şöyle coşkuyla kağıda dökmüştür :

‘o insanları ne kadar çok seviyorum.. hiç kimse onların dehasına , yaşam tarzına ve asla vazgeçmeyecekleri özgülüklerine ulaşamaz.. boş gezen insanlar.. onlar tembel değildir ; bugün on iki saat ya da on dört saat çalışırlar , yarın işe el sürmezler.. yatarlar , uyurlar , dinlenirler.. onurlu , şerefli insanlardır.. çok eski bir geleneğin insanları olarak , sonradan görmeler ve züppelere yeğlediğim insanlardır..’

‘pascal ‘belalı insanları’ şöyle tanımlar :

‘ bazen oturup insanların koşuşturmalarını düşünüyorum da , savaşlar , mahkemeler , ayaklanmalar , kötü niyetli girişimlerin hepsi ve insanın mutsuzluğu evinde sessizce oturmayı becerememesinden kaynaklanıyor diye karar veriyorum.. kendi gereksinimlerini karşılayabilen bir insan ya da bir toplum , ülkesini bırakıp denizaşırı ülkelere gidip bir kaleyi ele geçirmeyi neden düşünsün ki.. evinde ya da memleketinde kalıp keyfini çıkarmayı bilse , bunlara hiç yeltenmezdi.. uluslar kendi sınırlarını bilip mutlu olmayı öğrenebilseydi , ordulara bu kadar para yatırmazlardı ; insanlar evde yalnız kalmayı bilselerdi kumara sarmazlardı..’

‘TEMBEL AYAKLANMASI , Yan Gelip Yatmanın Manifestosu..’ , TOM HODGKINSON ,

Çeviri : NEŞE OLCAYTU , E Yayınları , Mart 2007 , 256 Sayfa..

İÇİNDEKİLER :

önsöz..

08:00 yataktan kalkmak hiç kolay değil

09:00 iş güç ve dert

10:00 uykuya gömülmek

11:00 işten kaçıp keyif yapma zamanı , kar kardır

ÖĞLE akşamdan kalmanın etkileri

13:00 nerede o eski öğle paydosları

14:00 hasta hasta işe gitmek

15:00 şekerleme

16:00 çay saati

17:00 başıboşluk

18:00 günün ilk içkisi

19:00 balıkçılık üzerine

20:00 sigara saati

21:00 evde tembellik

22:00 barda buluşma

23:00 ayaklanma

GECE YARISI ay ve yıldızlar

01:00 seks ve tembellik

02:00 sohbet

03:00 parti zamanı

04:00 meditasyon

05:00 uyku

06:00 tatil günleri

07:00 düşler

kaynakça..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘dün ne kadar içmişim bilmiyorum ama gece boyunca uyuyamamış olmamdan dolayı sınırın , eşiğin çok üstüne çıktığım anlaşılıyor.. sanırım alkolün etkisi geçince tansiyon tavan yaptı ve kutsal uyku çok uzak diyarlara kaçtı..

gece sabaha kadar döndüm yatakta.. bolca film izledim..

dün içmeye aramıza ‘yeni katılan bir aylakla’ başlamak hoştu.. ‘yaşasın ben de aylak oldum’ diyecek kadar samimi , sımsıcak ve güzel bir insan.. onunla ilgili yakında yazacağım.. daha yüzünü bile görmediğim , sesini duymadığım biriyle el sıkışıp merhaba dedikten sonra biraları söylemek ve arka arkaya keyifli bir sohbetle biraları yuvarlamak çok hoştu doğrusu.. ‘lucy in the sky’ dün çok hoş bir sürpriz yaptı bana ve diğer aylaklara ziyaretimize geldi.. yüreğine ve ayaklarına sağlık ‘lucy in the sky’ , aramıza hoş geldin..

kendisiyle fazla uzun sürmese de çok hoş bir sohbet yaptık ümo’yla beraber.. sonra onu halo dayımızla , aylakların piriyle tanıştırmaya mekana yani ‘aylak adamız’ın doğduğu yere getirdik.. halo dayı , abidin dayı ve ciğerim’le tanıştı burada.. her ne kadar halo her zaman ki çekingenliğinden dolayı kendisine bir zırh çekse de hoş bir buluşma oldu mekanda.. halo’nun çekingenliği biraz da belki rakı keyfinin bozulması korkusuydu sanırım.. dilekçe yazıyorum ayağı balkonda rakısını yuvarladı biz sohbet ederken..

neyse ‘lucy in the sky’la ilgili bir yazı yazacağım yakında.. kendisini dün tanıdık , sesini duyduk , mutlu olduk.. hepimiz onu çok sevdik.. ‘reis’ (blackhawk) onu göremediği için çok üzüldü , epeyi yağdı bize en başta ben olmak üzere.. ‘lucy in the sky’a çok teşekkür ediyoruz bu jestinden ve sürprizinden dolayı..

işte ‘lucy in the sky’ ile başlayan dünkü demlenme sürecimiz halo dayı , ümo ve reis’le devam edip gitti gece yarısına kadar.. eve geldim gece yarısı güzel bir balık yedim ve sonra sabaha kadar filmlerle haşır neşir oldum..

en son yıldım uyuma çabasını bırakıp sabahın ilk ışıklarıyla kafam kazan gibi ağrırken esneye esneye iki odaya yığılmış kitap yığınları arasında dolaşmaya başladım.. gözüme bir iki yıl önce okuduğum dehşet güzellikte  bir kitap değdi : tembel ayaklanması , yan gelip yatmanın manifestosu..

ben nasıl bunu atlamışım sitede bahsetmemişim diye düşündüm.. kitabın yazarı tom hodgkınson sade bir dille tembelliğin erdemlerini sayıp , ilk insandan şu ana kadar ki tembellik üzerine yazılan , söylenen her şeyi derleyip toparlayan bir kitap hazırlamış.. sıkılmadan kendini okutan kitapta yüzlerce anekdot ve olaydan bahsediliyor.. ben de kafam kazan gibiyken açtım ‘akşamdan kalmanın etkileri’ bölümünü okudum tekrar..

kitabın bölümlerinin düzenlenişi kitabın okunmasını daha da kolaylaştırıyor ve tembellik yapa yapa tembellik üzerine düşünmeye sevk ediyor sizi.. yormuyor , tam bir tembel işi anlayacağınız.. iddia ediyorum böyle zevkle okunan bir manifesto elinize geçip okumamışsınızdır.. kitabı nerede bulursanız bulun ve okuyun bence.. ama okurken tembel tembel okuyun ve orada sayılan tembellik manifestosunun kuralarına uyarak birkaç gün yaşamayı deneyin , emin olun yüzünüzde gülücüklerle dolaşacaksınız o birkaç gün ve hayattan biraz daha zevk alacaksınız sevgili aylaklar..

bu arada sevgili ‘reis’in yani ‘blackhawk’ın , sitemizin yaratıcısının doğum günü bugün.. o da ben de kutlamaları pek sevmeyiz.. hem yaşlanmanın kutlaması olur mu değil mi ‘reis’.. ama iyi ki varsın , iyi ki doğmuşsun ‘reis’.. seni tanımış olmaktan dolayı çok şanslıyız ve mutluyuz.. sana uzun mutlu ve aylak yıllar dileriz ‘reis’..

aylak aylak ve de gülüşünüzle kalın..’

Crockett..

‘TERS’e..

‘yürüdü.. işte onu çağırıyorlardı.. aralarında olsun , taşıtlara binsin , ilaç içsin , işesin , yemek yesin istiyorlardı.. elindeki gazeteyi yanından geçtiği direğe bağlı bir çöp kutusuna attı.. ama bu çağrı süreksizdi.. onu bir bildiler mi gitsindi , yaşamasındı.. birden kafasına bugün saat ikide bir şeyler yapacağı düşüncesi gelip takıldı.. saatine görmeden baktı..

ikiye çeyrek kala , taksim’de , köşedeki kahvenin üst katında , önündeki pencereden alana bakıyordu.. yemeğini isteksiz , ödev yapar gibi yemiş ; çıkıp buraya oturmuştu.. arkasından konuşmalar , tavla şakırtıları geliyordu.. alanın berisinde , altından buluşacakları saatin yelkovanı kendini sıkıp biraz kıpırdayarak ikiye on kalayı gösterdi.. gitmeyecekti.. onu buradan seyredecekti.. ne kadar bekleyeceğini merak ediyordu.. tramvaylar durup gidiyor , gene de durakta kalanlar oluyordu.. onu görür görmez – başka türlü giyinmişti.. neredeyse tanımayacaktı – altında durduğu saate baktı : ikiyi yedi geçiyordu.. geç geldi diye kızdı.. iyi ki gitmemişti.. yoksa dudaklarını da mı boyamıştı.. belli olmuyordu.. uzakçaydı.. bakınıyordu.. sonra ileri geri gezindi.. onunsa midesi ekşiyordu.. kursak kaynaması dedikleri bu olacaktı.. ‘gecikmesi bindiği taşıtın bir aksaklığından olamaz mı..’ saatin direğine yaslandı.. ‘en kötüsü bile , yedi dakikalık bir kendine önem verdirme yapmacığı değil mi.. ya benim bu yaptığım.. düpedüz hergelelik..’ güler sol bacağını büküp topuğunu elledi ; iki yanına baktı ; başı az eğik bekledi.. o zaman içine acımsı bir yumuşaklık , gevşeme ; esirgeyen , erkekçe buruk bir duygu yayıldı.. ‘beni bekliyor o.. bense..’ kalkerken sandalyesi devrildi.. basamaklardan atlayıp durağa seğirtti.. yüzünü , güler’in onu görünce ışıyan yüzüne yaklaştırdı..

–         haydi vur , vur bana ! dedi..

güler’in ona nerede kaldığını sormaya açılan dudakları kapandı , gözleri büyüdü.. yakınlarda duranlar dönmüş onlara bakıyorlardı..

–         ne oluyorsun.. yapma..

–         önce vur bana.. hergelenin birisiyim ben..

–         yapma gülünç oluyoruz..

çevresindeki suratları görünce – ikisi kadındı – onu kolundan tutup karşı kaldırıma koşturdu..’

‘AYLAK ADAM’ , YUSUF ATILGAN , Yapı Kredi Yayınları , Ekim 2009 , (1. Baskı Varlık Yayınları , Şubat 1959..)

‘ters’e aramıza hoş geldin demek istiyordum.. birden aklıma ‘ters’in bana yazarken ‘aylak adam’dan anımsattığı bir bölümü yazarak ona hoş geldin demek geldi.. reis’e (blackhawk) , sarı’ya ve diğerlerine örnek olur umarım (bunu başka bir şekilde yazmıştım ama sonra çok kaba olduğunu fark ettim , ama bunu arkadaşlar anladı ,  anladınız değil mi la..) çünkü ‘ters’ gerçekten büyük bir hızla giriş yaptı.. yazıların ardı arkası kesilmeyecek gibi görünüyor.. yakında sırf onun yazılarını görürseniz şaşırmayın , okuyun yazılarda keyifle boğulun.. hoş geldin ve iyi ki geldin ‘ters’..’

Crockett..

MÜZİK KUTUSU HAKKINDA AÇIKLAMA..

(Fotoğraf : Blackhawk..)

MÜZİK KUTUSU HAKKINDA AÇIKLAMA.. 

aylakadamız yayın hayatına başlayalı böyle zulüm görmedi.. günlerdir kendimi yazmamak için zor tutuyorum.. en son dün koptum.. yazmak istedim bir şeyler ama dün imkanım olmadı yoğunluktan.. 

sitemizin altında herkesin okuyabileceği şekilde ‘tüm hakları yalnızlığımıza aittir’ yazar siteyle ilgili..

siteyi kurarken iki şeyi çok konuştuk reisle , tartıştık.. reklam ve siteden yapılabilecek alıntılar..

reklam konusunda en başta da şimdi de hayır dedik ve diyoruz.. sitemizde sonsuza kadar reklam görülmeyecek , reklam unsuruna rastlanmayacak.. şu anda reklam almadığımız için enayi , keriz gibi nitelemeler hiç eksik olmuyor ama almayacağız kardeşim.. aylık ip bazında otuz kırk binleri bulan girişlere rağmen ve tüm cazip tekliflere rağmen reklam almayacağız.. kültür sanat edebiyat konserlerle ilgili haberlerimiz , duyurularımız hiçbir zaman reklam değildir , gönlümüzden geçen tanıtımlardır..

neyse esas konuya dönelim.. daha işin acemisiyken oturup konuştuğumuzda bazı büyük geçinen siteler gibi kopyalamayı önleme imkanlarımızı kullanabileceğimiz halde hayır dedim.. dileyen her şeyi kopyalayabilir dedim.. ve öyle yaptık.. isteyen istediğini alıp , ister kaynak gösterip ister kaynak göstermeden yayınlayabiliyor sitemizden..

biz yapılan her işlemi , kopyalamayı , bizden alınanların nerelerde yayınlandığını değil sadece site ismi , blog ismi olarak , ta ip numaralarına kadar , şehir bazında görebiliyoruz..

konu yazılanların alınması filan değil onu da aşan bir kopyalama.. adamın teki bir haftadır tüm müzik kutumuzu içindeki 200 ü geçen şarkıyla beraber almış kendi bloguna eklemiş.. bir de sinirimden çıldırtacak şekilde müzik kutusunun üstüne hislerinle dokun yazmış.. ya arkadaş sana ne diyeyim.. biz abartısız binlerce albümü dinleyelim , vakit harcayalım , kendi duygularımızı , kendi beğenilerimizle bir arşiv yapıp sürekli değiştirip ekleyerek bir müzik kutusu hazırlayalım (kimisi radyo bile zannediyor) sen kalk hiç isim bile belirtmeden kendi bloguna ekle müzik kutumuzu.. ayıp be kardeşim ayıp.. oldu olacak al bir isim hakkı bir yerlerden , bizim siteyi olduğu gibi kopyala yayın yap kardeşim.. üstüne de çekinmeden hislerinle dokun yaz.. yuh olsun..

sana başka şey söylemiyorum.. ve sadece şunu yazıyorum son olarak  sana iki gün süre o müzik kutusunu kaldırman için..

aylakadamız’ın tüm takipçilerinden de böyle bir yazı için özür diliyorum.. mecbur kaldım yazmak için..

gülüşünüzle ve aylakadamız’la kalın , taklitlerinden sakının demeyeceğim taklitlerine de bakın ve aradaki farkı siz değerlendirin..   

Crockett..

(Fotoğraf : Crockett , ‘Yalanım’)