Archive for the ‘AYLAKADAMIZ’ Category

‘bir yerlerde yüreğinde masallar doğuran adamlar var..’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘bir hiçliğin alazında yetim sularda dalgalanmış bir çığlık gibiyim bu ara. başımı nereye koysam sarp bir kaya batıyor yüreğime. ve açıkta kalan kaya deliklerinden sesler duyuyorum. biraz daha yalnızlaşıyorum.

biraz daha azalıyorum çoğalırken. yalnızlığında çoğalan kaç insan, kaç kadın var onların çetelesine asılı buluyorum kendimi. yalnızlığımda çoğalan piç düşler doğuruyorum sonra. ve rahmimden satırlara bulanan hep kimsesiz ve bilyeleriyle ay ışığını izleyen piç çocuklar oluyor.

mavi diye haykıran yanlarıma umut tacirleri dadanmış. oysa üstadlardan biri en son kötülük ümit demişti. ben gene de umut ediyorum.daha da çoğalsın diye işkencem. böyle acı da daha güzelleşiyoruz şarap misali..

bir yerlerde yüreğinde masallar doğuran adamlar var.. bir yerlerde bu masallarla büyüyen insanlar var.

sizin varlığınız buna en güzel kanıt oldu. bu satırları yazmamın en büyük sebebi mavide çığlık çığlığa suskularla dolu bir şehrin kucağında olan kadının yankılanan sularında ses olmanız. yaklaşık iki yıldır takip ediyorum sizi. geç de kaldım aslına bakarsanız bu yazı için. sizinle daha da büyüyor daha da insan kokuyorum. ve insan kalmaya direniyorum. sonsuz maviliklerle teşekkür etmeyi borç biliyorum artık.

facebookta bir grup sayfamız var bizimde edebiyat sanat sever dostlarla kalkındırmaya çalıştığımız. insan kalmaya direnenlere ses olmak için. burada yayınladıklarınızı imzalarıyla birlikte yayınlıyorum arada. şarkılarınızı da netten buldukça orda paylaşıyorum. ne de güzel masal tadında renginiz. en yakınımdaki dost sıcaklığınız bitmesin. hep varolun. sizi sevgi ve maviyle kucaklayıp selamlıyorum. maviyle…’

‘Mavi Çığlık’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘.. istesen de istemesen de..’

‘crockett , seni unutmadım ve senin uğramanı bekledim…

çünkü seni arasam da cevap vermiyorsun telefonuna…

yazını okudum , çok beğendim , duygulandım ve de çok onurlandım.

bu yolculuğu unutmam mümkün değil.

ben o gün çok ayrı iki acı çekiyordum… iki insan kaybetmiştim…

acımı anlatamıyordum.

bağırmak istiyordum… bir aç çocuğun dünyaya sesini duyurmak istemesi gibi…

ama sen bana bilmeden yardımcı oluyordun ve ben sana sığınmıştım… arkada ağlıyordum… çok acıydı benim için bu yolculuk…

sana çok teşekkür ederim…

görüşemesek de sen benim o acı günümün kahramanısın dostum istesen de istemesen de…’

‘MARİ’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

adamın birisi…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘adamın birisi…

dost mu desem ,

arkadaş mı desem ,

yoldaş mı desem…

bilmiyorum ama bu adam

adam gibi adam

ve çok iyi bir arkadaşım…

canım kardeşim çok sevdim bu aylak adamı…’

‘NAZMİ’

 

‘yabancıların en yakınıydın sen…’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

gülücükler burada olsun mu ? olsun olsun… gülücükleri engellemeyelim.. zar zor açılan bu parantezler hiç kapanmasın.. seni çok seviyorum aylak adam’ız…. tesadüfen rastladığım ve vazgeçemediğim.. birgün baştan sona okumak dinlemek görmek istiyorum her paylaşımını üretimini.. şarkılarını dinlemek.. bugün kulağıma çalınan ve aklımda kanal gülbahar-munzur… ben sevgisini de üzüntüsünü de coşkuyla yaşayan biriyim.. ölene kadar üzülen, ölümsüzleşene kadar sevinebilen biri..

ama  nedense hiç bitmeyen bir kasvet sıkıntıyla bu aralar başedemiyorum.. ve bu aralar ne çok üzülmek ne çok sevinmek.. GRİ herşey.. kendimi, anlatmak hemen zor belki ara ara yazarım ve öyle açılırım.. ben de o aylaklardanım işte.. tezer’i , nilgün’ü ,  pavese’yi ve yusuf’u  ve diğerlerini sevenlerden..

sıradan bir hayat içinde boğulmakla geçen bir ömür.. biliyormusun ? nedense bir anda herşey sıradanlaştı.. 30 yaş sonrası..

hayat nilgünün dediği gibi “Bir kuş üzümü kadar ufak” hayat.. zeytin,  portakal ve limon ağaçları gölgesinde bir evim.. has sızmasından zeytinyağlı yemeklerim balıklarım otlarım bir de  rakım olsuN soframda.. bilmem ben viski ve kokteyl içmesini.. rakı ise dosttur.. kalabalık olsun sofram.. yalnızlık ben isteyince gelsin..  hüzün ise biliyorum hep orada yanıbaşımda olacak.. Hüznün rengi ise beyaz.. 

Aylak adamız.. bugün sen de rastladığım Zelda’nın  şiirindeki bu dizeyi sana gönderiyorum : “yabancıların en yakınıydın sen!” 

Ve..

‘Benden sonra kuşlara iyi bakın…’ – N.MARMARA

sevgiyle..

‘TAFLAN’

Aylak Adamız’ın 700. Yazısı Sitemizin Kurucusu Güzel İnsan REİS’e (Blackhawk) , Büyük Ustanın Kitabından : ‘Bir Meçhulün Güncesi..’ , JEAN COCTEAU

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘kanımca görünmez olmak hoşluğun önkoşulu.. hoşluk , bir başkası tarafından fark edildiği anda yok olur.. hoşluğun ta kendisi olan şiir bile aslında görülebilir değildir.. o zaman bana ‘eh zaten şiir ne işe yarar ki’ diye sorabilirsiniz.. hiçbir şeye.. onu kim görecek.. hiç kimse.. bu durum onun ahlaka aykırı bir suç olmasını önlemez ama onun kendini gösterme arzusu kölelerde bile etkisini gösterir.. şiir özel bir ahlak ifade etmekle yetinir.. sonra , bu özel ahlak , eser biçiminde ortaya çıkar.. kendi hayatını yaşamak ister.. şiir , şöhret adını alan binlerce yanlış anlamanın bahanesi haline gelir..

şöhret , gösteri yapan bir kalabalık tarafından ayartıldığı için saçmadır.. bir kalabalık bir kazanın çevresinde toplanır , onu anlatır , yaratır ve onu başka bir kaza haline getirinceye kadar bozar..

güzellik , her zaman bir kazadan , edinilen alışkanlıklar arasındaki ani bir düşüşten kaynaklanır.. güzellik yolu şaşırtır , iğrendirtir.. dehşete düşürdüğü de olur.. yeni alışkanlık yerleştiği zaman , o kaza , kaza olmaktan çıkar.. bir çeşit klasik haline gelerek şoke edici özelliğini yitirir.. o halde bir yapıt hiçbir zaman anlaşılamaz.. yalnızca kabul edilir.. bu yanılmıyorsam , eugene delacroix’in bir saptamasıydı : ‘hiçbir zaman anlaşılmayız , yalnızca kabul ediliriz..’

‘şiir umutsuz bir dindir.. şair , başyapıtının pek sağlam olmayan bir toprak üzerinde usta bir köpek numarasından başka bir şey olmadığını bilerek bu dinin içinde tükenir ; ancak tabii ki yapıtın daha sağlam bir gizemin parçası olduğu bahanesiyle avunur.. ama bu umut , onun her insanın gece olduğuna (içinde geceyi barındırdığına) olan inancından kaynaklanır.. sanatçının görevi , bu karanlık geceyi gün ışığına taşımaktır.. bu yaşlı gece , sınırları çok dar olan insana kendisini sınırsız hissettirecektir.. bu durumda insan , yürüdüğünü hayal eden uyuşuk bir kötürüme benzer..

şiir bir ahlaktır.. sistemleri bozan , emirleri reddeden bir insanın yeteneklerine göre kurulan ve yönlendirilen bir disiplini , gizli bir davranışı , ‘ahlak’ olarak adlandırıyorum.. bu özel ahlak , yalanın gerçek ve bizim gerçeğimizin yalan görüneceği şekilde kendilerine yalan söyleyen ve darmadağınık yaşayan kişilerin gözüne ahlaksızlık olarak görünebilir..’

‘yazarsam rahatsız ediyorum.. film çevirirsem rahatsız ediyorum.. resim yaparsam rahatsız ediyorum.. resmimi gösterirsem rahatsız ediyorum , göstermesem de rahatsız ediyorum.. rahatsız etme bende gelişmiş bir beceri.. buna saygı gösteriyorum , çünkü ikna etmeyi severim.. ölümümden sonra da rahatsız edeceğim.. yapıtımın bu rahatsızlık kurumunun yavaşça ölümünü beklemesi gerekecek.. belki de yapıtım bundan zaferle , benden kurtulmuş , gençlik dolu bir af çekerek kendini bulacaktır.. bu saygı duyduğum birçok girişimin yazgısı olmuştur.. bu yazgı hiçbir şeyin gözünden kaçmadığı , her şeyi bilen çok açık olduğuna inanmış zamanımıza olanaksız görünmektedir , çünkü görünmezlik sayısız hileler kullanır.. hokkabazdır ve hiçbir zaman aynı numarayı tekrarlamaz..’

‘eğer bu kitap genç bir insanın eline geçerse ona fren yapmasını , çok hızlı okunan bir cümleyi yeniden okumasını , acı çektiği ve kaçıp kurtulmak istediği ortamların karışıklığını hor gören dalgaları yakalamak için kendime uyguladığım işkence üzerinde düşünmesini öğütlüyorum..

ondan kendisini tiksindiren bu çoğuldan kaçıp , kendi gecesinin ona sunduğu tekile girmeye çalışmasını istiyorum.. ona , ‘gide’ gibi şunları söylemiyorum : ‘git , aileni ve evini terk et..’ diyorum ki ; ‘kal ve karanlıkların içinde kendini kurtar.. bu karanlıkları dikkatle incele.. onları gün ışığına püskürt..’

‘Bir Meçhulün Güncesi..’ , JEAN COCTEAU , Çeviri : Mukadder Yakupoğlu , SEL Yayıncılık , Ocak 1999..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yaşasın 1 Mayıs !

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘YAŞASIN 1 MAYIS !

 

TÜM AYLAKLARIN VE EMEKÇİLERİN 1 MAYIS EMEK VE DAYANIŞMA BAYRAMINI ŞİMDİDEN KUTLUYORUZ..

YARIN AYLAKLAR VE ‘AYLAK ADAMIZ’ TAKSİMDE ALANLARDA OLACAK..

HERKESİ , TÜM AYLAKLARI BEKLİYORUZ..

BU ARADA ‘AYLAK ALKİ’YE HAZIRLADIĞI GÜZEL PANKART İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUZ..

 

YAŞASIN 1 MAYIS !’

 

‘AYLAK ADAMIZ’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aylakadamiz.com 3 Yaşında !!!

Bugün yola çıkışımızın 3.yılındayız . Tarifi imkansız duygular içerisindeyim yine . Ne söylenir ne yazılır bilemiyorum ama çok mutlu olduğum kesin .

 

Sitenin bel kemiği olan , hayatı ve yüreği paylaştığımız sevgili kadim dostum Crockett ‘ a , hiç bitmeyen alkollü gecelere , Islak sokaklara ,  sokak kedilerine , taksicilere ,  her ne kadar çok içtiğim için bana kızan annem’e , babam’a , güzel insan Sarı’ya , kardeşim Yüco’ ya , çok sevidiğim Ümo ‘ ya , Alki’ye ,  Gürsel ‘ e , Cevo’ ya , Fran(sı)z ‘a ,  Ciğerim’e , Halo dayıya , abidin abiye , ve siz değerli takipçilerimize . İyi ki varsınız …

  

Her zaman söylediğim gibi yazı yazmayı pek beceremem ama içimden gelen güzel şeyleri kaleme dökmeye çalışıyorum elimden geldiğince . Bugün bir doğum günü organizasyonu yapacaktık lakin kadim dost yollarda o olmadan olmaz büyük ihtimalle pazar gününe kalacak kutlamamız tüm dostlarım davetlidir .

  

Biz yaşadığımız sürece aylakadamiz.com hiç bitmeyecek  . Anılarımızı , isyanlarımızı , adaletsizlikleri , yenilikleri , sevgiyi , gülmeyi , ağlamayı , sevinçleri , hüzünleri ,  paylaşmaya devam edeceğiz .

 

İyi ki doğdun bebe , iyi ki varsın . Nice güzel yıllara , dostlarla birlikte …

BLACKHAWK

Nice Yıllara Aga …

Bugün benim için çok anlamlı ve özel bir gün . Sevgili abim , kadim dostum , aylakadamiz ‘ ın bugünlere gelmesindeki tek insan . Kendisi her ne kadar bunu kabul etmese de , gerçeği en azından ben biliyorum o olmasaydı bugün bu site sadece isim olarak 3-4 kişinin girdiği bir site olurdu . O bu site için yüreğini koydu ortağa . En azından bu yolda beni yalnız bırakmadı o’na ne kadar teşekkür etsem azdır .

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ben aslına bakarsanız kalemi çok güçlü biri değilim pek beceremem yazı yazmayı . Ama içimden gelenleri yazıyorum işte . “Crockett” bugün bir yılı daha devirdi hayatından . Ve önümüzde güzel yıllar bizi bekliyor . İyi ki varsın , iyi ki senin gibi bir dostum var . İyi ki doğdun .

Sitede yazmaya başlayan , “lucy in the sky” , “ters” , “bulut” hoşgeldiniz diyorum aramıza ve  ailemize . Size de tek tek teşekkür ediyorum bu yolculukta yanımızda olduğunuz için . Ama teşekkürlerin Kralını Ece Temelkuran ‘ a gönderiyorum . Sitenin hitlerini maksimuma çıkarttı   habertürk ‘ teki yazısı  ile . İyi ki varsınız Ece hanım . Konu biraz dağıldı , dediğim gibi yazı yazmasını pek beceremem , duygularımı yazıya döktüğümde bunu pek belli edemiyorum ama herkesin “Crockett” gibi bir dostu olmalı bu hayatta .

İyi ki doğdun iyi ki varsın aga . Mutlu yıllara , güzel yıllara , gözlerindeki o gülüş hiç bitmemesi dileğiyle …

Blackhawk yada Crockett ‘ in deyimi ile Reis … 

 

karşındaki senin yansımandan başkası değil.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

karşındaki senin yansımandan başkası değil. 

Bir vakit önce yazmıştım bu yazıyı. Bir gece pıt diye çıkıvermişti içimden, nefes almadan, dönüp düzeltmeden, ikinci kez okumadan, şurası şöyle olsa nasıl olur diye düşünmeden, provasız alabildiğine gelişine vurduğum bir hikaye. Bugün yine yolumu kesti. Başucu kitabı gibi bir başucu yazısı. Ne yazmayı bitirebileceğim bir gün, ne de okumayı. Dönüp dönüp baktığım, hatırladığım, yokladığım, içimin terazisine koyup “bakıyım ne kadar yol almışım” diye tarttığım. Belki bir gün hayat izin verir, gerisini getiririm.

Karanlık basmaya yüz tutmuş, bomboş bir evin içinde “biz ne yapıyoruz?” diye soruyor kendine. Kendi sandığı besbelli “o”, “o” ise kendinden başkası değil. Hemen cevap geliyor: “Yüzümüzü hayata dönüyoruz.” Derin bir nefes alıp önce, sonra büyükçene bir yudum alıyor şarabından. “Elektrik yok, su yok, oturacak bir tabure dahi yok” diyor bu sefer. Karşıdan gelen cevap bir akbaba gibi pike yapıyor çürümeye yüz tutmuş kalp etine: “Bundan milyonlarca yıl önce, ne elektrik vardı, ne su, madam. Ama aşk vardı yine de.” Bu sefer şarap kesmiyor, bir sigara yakıyor. Derin bir nefes çekiyor, öksürüyor. “İyileşmeyen bir yaram gibisin. Kronik bir enfeksiyon gibi ta şuramda. İyileşti sanıp, sırtımı dönüyorum, belki unutursam kendiliğinden kapanır diye. Lakin nafile… Ne zaman yüzümü dönsem göğe, çat, zihnimin kapılarına dayanıyor, var gücüyle.”

Zil çalıyor. Kalkıyor yerinden, hali hazırda yarıladığı şişenin şimdi boş olan yerini bir zaman dolduran kırmızılık, artık damarlarında dolaşıyor. Ona edeceği kırmızı sözler tasarlıyor, kapıya kadarki birkaç adımda. Tüm dünyevi konforsuzluklara inat, ağırlamak için ilk misafirini kapıyı açıyor. Karşısındaki kendinden başkası değil. Ruhu “o”nun suretinde, “o” nun bedeninde, “o”nun gözlerinden bakıyor. Ayna gibi bir şey. Bir vakit önce ettiği, “Korkma, karşındaki senin yansımandan başkası değil” diye bir cümle geçiyor aklından. Yansımasına sarılıyor. Sarılıp, öylece kalıyor. 30 yıllık bir hasret bu. “Seni özlemişim” diyor. “30 yıldır görüşmedik. Nerelerdeydin?” Çantasından iki şişe daha çıkarıyor. “Gece belli ki uzun olacak” diyor. “Bir sürü hikaye biriktirdim sana.”

İki bedende tek ruh, yan yana oturup yere; sözcüklerin dünyasında geziniyorlar sabaha dek. Ağızlarından çıkan kendi sözleri, kulaklarına çalınan da. “İki” olduklarını unutup, aralarında asılı duran 30 yıllık uzaklığı yakın yapıyorlar. “Bir” olmaya kalkıyor kadehler. Parmak uçları köprüler kuruyor kıyıdan kıyıya. Uzak sandıkları meğer kendi nefeslerinden yakınmış onlara, şaşırıp kalıyorlar yabancı sandıkları toprakların bunca tanıdıklığına. Ying’ten yang’a uçuyorlar kelimelere binip. Işıklı, başka türlü bir evrene ışınlanıyorlar etten uzay gemilerinin içinde. Kapılardan geçiyorlar, duvarlardan. Tümden gelip, tüme varıyorlar.

“mişli ve ecekli bütün zamanların barbarlığını. sütlü ve ballı bir şarkı gibi siliyorsun. dudaklarında karanfilli bir sigara gibi tuttuğun gülümsemen. ve iki kadeh zevk parçası gibi salınan ellerinle. duruyorken sen. hangi kapı durdurabilir beni, madam?”

diyor biri.

“dur diyen kim? dayan var gücünle bütün kapılarıma. “

diyor beriki.

sonra sabah oluyor.

‘lucy in the sky’

güzeldir kadıköy..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(fotoğraf : ‘lucy in the sky’)

 

güzeldir kadıköy…

 

kaybedenler kulübü’nü seyrettim dün. film malum kadıköy’de geçiyor. kadıköy’ü iyi bilirim. lise ve ünivesite yıllarım kadıköy’de geçti. iliğime kemiğime işledi o sokaklar. kesin hücrelerimde hala vardır biraz moda rüzgarı, biraz bahariye gürültüsü, biraz sahaf kokusu.

filmi izlerken bindim bir zaman makinesine 1990’lara ışınlandım. 90’ların masumiyeti başka. yönetmen ucundan kıyısından anlatmış o hissi. şimdi içinde yaşadığımız realiteden çok farklıymış her şey. hatırlayınca şaşırıyor insan o zamanki ortamı, insan hallerini, o zamanki sevmeleri, şarkıları. her şey ne çok değişmiş. biz ne çok değişmişiz. şunun şurasında 10-15 yıl.

geçen zamanda kadıköy’le gönül değil ama fiziksel bağlarımı kopardım. topladım hayatımı “karşı”ya taşıdım.

ama ne zaman istanbul’dan darlanırım, avrupa yakasının ciddiyetinden fenalık gelir, bir vapur paklar beni. biner, iki çay içimi sürede kadıköy topraklarına ayak basarım. içimdeki 19’luk kız çocuğunun izlerini sürerim.

güzeldir kadıköy. cicidir. eski bir akrabayı ziyaret etmek gibidir. neyse. kaybedenler kulübü’nün üzerine uyuyup -nasıl bir alaka kurmalı bilinmez- rüyamda lacivert bir uzay gemisinin istanbul’a gelişine heyecanlandım. herkes kaçışırken bende düşündürücü bir “sonunda geldiler!” neşesi. sabah gözüme giren güneşle uyanıp uzaktan gelen inşaat makinesi sesini bir an olsun balıkçı teknesi “taka taka”sı da sanınca, “evet” dedim “benim biraz ev-iş çemberimin dışına çıkmam, rutini kırmam lazım.”

baktım güneş var; hatta perdeden süzüp kendini evin duvarına resimler falan çiziyor. böyle bahar gibi, yaz gibi, deniz kenarı gibi, domatesli salatalıklı kahvaltı gibi, iyot gibi, tahta masalar gibi, kedi gibi, kuş gibi bir sabah. olacak gibi değil, vapura binip bir deniz üstü havası almak, boğaz rüzgarında biraz ürpermek, çay içmek, çay içerken hayallenmek ve sonunda  kadıköy ülkesine adım atıp sokaklarında turlamak şart oldu. turladım da. hatta kadife sokak’ta bira eşliğinde mini bir aylak adam toplaşmasına bile iştirak ettim. onu da başka bir hikayede anlatırım.

‘lucy in the sky’