Author Archive

AYLAKLIK ETMEK GEREK!

Çünkü zaman geçer…

Kimsenin gözünün yaşına bakmaz.

Geçmeyen, insanın tatmin olmasına engel bir yoksunluk hissidir. Zengin olarak bu hissin gideceği sanılmış belki zamanında ama gitmediği ortada. Zenginler, hala daha fazla kazanmak, daha fazla tatmin olmak için yırtınıp duruyorlar.

Biz mi? Bizim zaten allahımız, dinimiz, öbür dünyamız, cennetimiz var. Buradaki bütün isteklerimiz hatta ihtiyaçlarımız farazi. Öyle şeyler yok, bize öyle geliyor. Tatmin edilecek bir şey yok, üreyebildiğimiz için sevinmeli, zenginliği daim kılmak için çalışkan karıncalar üretmeliyiz. Kaliteyi artırmak için de âşık olarak üremeliyiz. Hem böylece yaşadığımız aşk sayesinde dünyadaki zamanımıza bir hoşluk gelsin. Tatminsizlik azıcık da olsa tatmin edilsin. Kim koymuş bu kuralları. (Kural olup olmadıkları ayrıca tartışılabilir ama bence o hale gelmişler. 15-35 yaş arasındaki insanların ilgi duyduğu şeylere bakarsanız temel amacın hep karşı cins olduğunu görürsünüz. Acaba insanların doğası mı böyledir. Yoksa artık doğamızdaki bir şey yaşamımızın merkezine yerleştirilmek için körüklenmekte midir? Neredeyse icat edilen her şey bu temel amaca hizmet ettiği kadar var oluyor.)

Sadece bazı zaman ve mekân dilimlerinde, bazı insanlar için bu kurallar silsilesinin esnek olan duvarları dışa doğru biraz daha mayışabilir. En azından yaşadığımız çağların düzenleri içinde ve her kuşakta biraz daha belirginleşerek. Biz de duvarı mayıştırabildiğimiz kadar tatmin oluruz.

Yalnız unutmamak lazım ki herkes zengin olabilir(!). Çalış! Yeterince çalışırsan neden olmasın. Ama dil bunun anti-tezini yaratmıştır. “çok mal haramsız çok laf yalansız olmaz” diye. Yani çalışmakla olmuyormuş. Ya çalacaksın, başkalarının –ki bunlar bizler oluyoruz- sırtına basıp ezeceksin, ya da miras kalmış olacak (yani aynı şeyleri baban-deden bizim babamıza-dedemize yapmış olacak).

Bu böyle olmaz deyip isyan edersen, duvarı yıkmaya çalışırsan ya teröristsindir ya deli. Çünkü bu duruma isyan etmek en başta paylaşmayı istemek demektir. Hani temel amaç tatmin olmaktı. Gerçi onun da sonu yokmuş ama. O zaman paylaşmakta nesi. Deli misin? Belki de insan değilsin. Tez diyor ki insan doğası tatminsizdir. O yüzden sen, senden bir şeylerden, malından canından vazgeçersen insan değilsin. Sen kimsin, nesin? Beyni yıkanmış bir teröristsin. İnsanlaşabilmek için, şükretmeli, burada sahip olamadığın her şeyin öbür tarafta seni beklediğini düşünüp rahatlamalı ve yarın sabah işe gitmelisin.

Yani,

Zamanından vazgeçebilirsin. Hatta vazgeçmelisin. Sana sunulan nimetlerden (bu dünyada var olmak, âşık olmak, üremek) faydalanabilmek için ve öbür dünyada daha iyi bir yer edinebilmek için, zamanından -bu dünyada yerine koyulamayacak tek şeyinden- vazgeçmelisin. Gerçi bunun bir yan etkisi de yok değil hani. Bu sayede daha fazla kazanması gerekenler bu dünyada yerine konamayacak tek şeyleri olan zamanlarını daha ‘efektif’ geçirirler. Ama her ilaç gibi, çalışmak için zaman harcamanın da, böyle garip yan etkileri olabiliyor. Ve tabi yine her ilaç gibi, doz aşınca yan etkiler daha etkili oluyor ama ana etki ters tepiyor.

(Konu konuyu açtı başından beri, dağıldı belki biraz. Ama bu metni bir yere vardırmaya kararlıyım.)

Çalışmak ilaç mıdır? En azından öyle pazarlanıyor.

Bana sorarsanız çalışmak insanın doğasıdır. İnsanı hayvan ve bitkiden ayıran en önemli özelliktir. Yeter ki çalışmak, tüm medeniyetin, tüm insanların dünyada yerine koyamayacakları tek şeyleri olan zamanlarını yine insanlık için harcayabilmelerine hizmet etsin. Büyük insanlar elbette ki durumu çok daha güzel özetlemişler;

 

“İnsanın özü özgürlüktür…” demiş birisi.

 

Bir başkası varılacak yeri göstermiş.

“Biz toplumcu düzen kurulsun istiyorsak: İnsanoğlu, açlık, yuvasızlık, bakımsızlık, öğrenimsizlik gibi afetlerden daha doğarken kurtulmuş olsun ve maddenin uzayın, aşkın, ölümün gizemleri gibi şanına yakışır meselelere yaratıcı enerjisinin olanca gücüyle kendini verebilsin diyedir.”

 

Ve işte demek istediğim çalışarak yaratılan her şey yine bu değerlere hizmet etmeli, yoksa tatminsizlerin zevk-ü sefalarına değil. Amaç “her insan ölür, pek azı yaşar” sözünü yalancı çıkarmak olmalı.

 

İnsanın zamanını aşka, dostluğa, sanata, şiire, doğaya vermesi aylaklık mıdır? Olsun ne güzel. Aylaklık diye ad taktıkları eylem insanın bu dünyadan zevk aldığı zamanlarda yaptığı şeydir. Bir gün bu dünyadaki her insan, insan gibi aylaklık edebilecektir. Hem de hiçbir yoksunluk, hiçbir kötülük için kaygı duymasına gerek olmayan bir dünyada olacak bu.

 DEST

Uzun zaman sonra..

Evet sevgili dostlar , 

Çok uzun zaman oldu farkındayız . Ama bazen durulmakta gerekiyor bu hayatta . Her zaman aynı olamıyor insan .

Neticede sizden epey uzak kaldık farkındayız . Bu ayrılık uzun oldu onun da farkındayız bize yayına ara mı verdiniz diyen dostlar , sizleri de unutmadık ! Yakında geliyoruz biraz daha sabır lütfen . Aramıza güzel bir dostumuz katılıyor bu hafta sonu ilk yazısını paylasacagım buradan sizlerle . Cok üzüldük , acılar cektik ama güzel şeyler de olmadı değil olacakta .

Lütfen bizi yalnız bırakmayın ki biz cok yalnız insanlarız …

 

Ve güzel günlere birlikte yürüyeceğiz .

 

İyi ki varsınız sevgili dostlar …

 

BLACKHAWK 

‘Kaos’un Kutsal Kitabı..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘aile günün birinde aşılması gerekecek bir kurumdur, varlık nedeni yoktur : aile, çoğu durumda, kalabalıktır, evren aşırı kalabalıktır, dahası, en tartışmalı fikirlerimizin kaynağı ailedir ve doğruluğu korkutan eserler arasında yanlış fikirleri sürdürme lüksümüz olamaz.. yalnızca öjenik ailelere hoşgörü gösterilebilir, bunların da az sayıda olduğunu biliyoruz, diğerleri sonunda bize arzu edilmez gelecektir ve yoksulluğun tehdit ettiği bir dünyada her yoksul sefaleti arttırır, her yoksul aile varlığı nedeniyle zaten kriminaldir.. şuna ikna olalım ki merhamet bir saçmalıktır, merhamet gösterilen kişileri bozar, hayırsever ruhlara trapez olup merhametin kurbanı olmaktansa kendini yok etmek yeğdir.. muhtaç durumda olanların nasibi olan izdiham, hangi ülkede ve hangi çağda olunursa olunsun, dinsel ve ahlaki otoritelerin sessizliğine rağmen, iğrençliğin zirvesidir: oysa, elli yüzyıldır kimse bunu dert etmedi, çünkü düzen çare – kısırlık- bulmaktansa iğrençliği tercih eder.. düzen her zaman gayri insaniydi, ahlak düzeni tüm düzenlerin en gayri insanisidir..

 

dünyayı ahlaksızlık kurtaracak; dinlenme ve gevşeme, her türden fedakarlığın reddi ve militan erdemlerin terk edilmesi, saygın olarak nitelediğimiz her şeyin küçümsenmesi ve uçarılığa rıza göstermek kurtaracak, erkekliğin bizi götürdüğü ve asla geri dönülmeyecek kâbustan bizi dişilik kurtaracak, çünkü erkek ölümün eşidir ve ölüm erkeğin yoluna yordamına öncülük eder..’

 

ALBERT CARACO..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘Kaos’un Kutsal Kitabı..’ , ALBERT CARACO, Çeviri : IŞIK ERGÜDEN, VERSUS Yayınları, Eylül 2007, 120 Sayfa..

hoş geldin DENİZ BARAN !

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘aylak adam ailesi gün geçtikçe büyüyor.. çeşitli nedenlerle durağanlaşan yalnızlaşan  aylak adamız yakında tüm gücüyle geri dönüş yapıyor hem de ailemizin en küçük üyesi ‘deniz baran’ımızla..

‘emel ve gürsel’ kardeşlerimizin bugün ‘deniz baran’ı dünyaya ve biz aylaklara merhaba dedi.. en yakışıklı aylak ‘deniz baran’ımıza anne ve babası ‘emel ve gürsel’le bir ömür boyu mutlu ve özgür bir yaşam dileriz.. duydum ki ‘gürselim’ bize mekanda ‘deniz baran’ımızın şerefine müthiş bir gece hazırlamış.. sabırsızlıkla bekliyoruz o geceyi..

tekrar hoş geldin ‘deniz baranım’ nedim amcan bir elinde jack bir elinde tavşanlı bira poşeti seni mekanda bekliyor..’

 

Nedim.. (Crockett..)

‘CEM KISMET’in ‘BEHZAT Ç. DİZİ VE FİLM MÜZİKLERİ’ albümü çıktı!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘CEM KISMET – PİLLİ BEBEK’in ‘BEHZAT Ç.  DİZİ VE FİLM MÜZİKLERİ’ albümü çıktı!

 

değil yazı yazacak, konuşacak ve nefes alacak bile durumda değilken ancak ya ‘gamzem’ ya ‘behzat ç.’ ya ‘pilli bebek’ yazı yazdırabilirdi bana.. ‘gamzem’ için yazmak kolay değil.. onu anlatabilmek, onu yazabilmek bilemiyorum.. cesaret edemem şu an.. hayattaki tek kutsalım.. onunla, onun sayesinde nefes alabiliyorum uzun zamandır.. onlarca yıllık dost, aile, akraba vs kuleleri birer birer yıkılırken kırk yıldır berabermişiz gibi bana destek olan, her şeyi göze alarak arkamda değil yanımda duran ‘gamzem’i de belki bir gün anlatırım.. en kısa zamanda kendisi de aramızda olacak zaten..

neyse kim ne derse desin bu topraklarda rock müziğin en kralını yapan ve ‘behzat ç. dizisine verdiği katkıyla diziyi daha yukarılara çıkaran ‘cem kısmet’ ve grubu ‘pilli bebek’in ‘behzat ç. bir ankara polisiyesi dizi ve film müzikler’ bugün müzik marketlerde yerini aldı..

zor ve boktan günler geçirdiğim şu günlerde uzun süredir beklediğimiz bu albümün çıktığını ‘reis blackhawk’ telefon mesajıyla müjdeleyince hemen sıcakta kendimi kadıköy sokaklarına attım.. gittiğim ilk iki müzik markette albümü bulamayınca kan ter içinde ve küfürler yağdırarak en gıcık olduğum yere gittim ve albümü karşımda buldum.. hemen reise ve kendime birer tane kaptım ve doğruca çöplüğüme döndüm.. daha dinlemeden mekana ‘reis’ ile birlikte ‘yücelim’ de geldi..  ve hemen ‘haram geceler’den dinlemeye başladık iki cd den oluşan bu muhteşem albümü..

‘cem kısmet’ ile ‘pilli bebek’i ve gelmiş geçmiş en iyi yerli dizi ‘behzat ç’yi burada uzun uzun anlatmaya gerek yok.. özellikle kendini solcu ve entel dantel zanneden kesimden bazı insanların diziye yaptıkları zulme karşı yazdığım yazımı yakında bitireceğim.. herkesin eleştirilerine, görüşlerine saygılıyım ancak sadece bir diziyi bitirmek, yok etmek için yapılan eleştirilere aynı sertlikte yanıt verdik ve vermeye devam edeceğiz..

uzun zaman sonra yazdığım bu yazı ‘aylak adamız’ için belki yeni bir dönemin başlangıcı olur ‘cem kısmet’ sayesinde.. hadi bakalım herkes albümü almaya.. bu albümü almayanlar için sadece üzülürüm bu albümü dinleyemedikleri için..

‘reis’e selam ‘cem kısmet ve pilli bebek’le yola devam..

nedim.. (crockett..)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(fotoğraflar albümden..)

‘Amedeo Modigliani’

“Ruhunu görebildiğimde, gözlerini de çizeceğim..”

 

Modigliani’nin hayatını konu alan bu biyografik film ,  ressamlığı, sanat hayatı, aşkı, bohem yaşamı, dramatik ölümü üzerine  bir şölen gibi..  o dönemin entelektüel kesiminin bir çoğunun sanat ve modernlik adına seçtikleri hayat tarzıdır bohemya. Bohemlere göre hayatın kendisidir sanat.. maddi beklentisi olmadan, sanatı ibadete dönüştürmektir.. kimine göre kadere karşı geliş, kimine göre, kural tanımaz tavırlarla kendilerini aşağılayan topluma bir hiç olduğunu gösterme şekli.. Modigliani’ye göre ise yaratıcılığa giden tek yol, hayata meydan okumaktır. Modigliani bu ilk bohemlerden  olmanın hakkını fazlasıyla veriyor..

 

”Kısacası Hayatım Umurumda Bile Değil.” repliğini doğrulayan onun yaşamı; tam bir ölümüne yaşamak ve nedense  Modigliani’ye çok yakıştırıyorum.. ben hep derim ki bazı insanlar kelebektir. o kadar yaşamalıdır..

 

Andy Garcia Modi’nin ruhunu çalmış sanki.. Filmi izledikçe onunla bütünleşiyorsunuz.. elinizi uzatıp, acılarına yaralarına, kalbine bastırmak istiyorsunuz.., hele final de olanlar, inanılmazdı.. ağlayamadım bile.. dondum kaldım.. bir hayat ancak bu kadar hakkı verilerek kanatılabilir, yaşanabilirdi.. iliklerime kadar işledi Amedeo Modigliani… filmde güzel gözleri olan Jeanne’nin portresini yapacaktır.. ve büyük bir aşk doğar. Jeanne onu her şey pahasına sever.. Yahudi olmasından ve yaşam tarzından dolayı ailesinin tüm baskılarına karşı gelir..

 

Çizdiği resimlerin gözlerini boş bırakarak imzasını atan, rakiplerinin aksine resimlerinin satılmasını umursamayan ve zamanın zengin ressamlarının aksine beş parasız yaşayan, sosyetenin övgülerine rağmen onların ruhsuzluğunu yüzlerine en uygunsuz şekilde vurmaktan da geri durmayan fütursuz bir kişilik.

 

İnanılmaz doğal bir yaşam.. şevk ile yapılan resimler. geride bıraktığı eşsiz eserler, hayata karşı duruşu hiç bir şeye minnet etmemesi, ölümüne yaşaması, Filmin ana teması sanat olsa da daha çok hayatıyla ilgili çok duygulu anlar yaşadım..

 

Amedeo Modigliani ;  üretmiş olduğu eserler ve sahip olduğu düşünce tarzı ile  gizli kahramanlardandır.. en büyük özelliği popüler olmaya özenmemesi ve sosyeteyi ise her fırsatta yerden yere vurmasıdır. Para için istemediği sanatına tavrına ters gelen hiçbir şey yapmaz.. Çağdaşlarına göre hayatını sefalet içerisinde geçirmiş olmasına rağmen herkes tarafından büyük saygı  duyulmuştur. Çok kişiye esin kaynağı olmuştur.. özellikle ülkemizde  ikinci yenicileri ve ikinci yenicilerden de en çok cemal süreya’yı etkilediği de söylenir.. yalnız, iyi bir heykeltıraş olmasına rağmen, filmde buna değinilmemiş..

 

Babası küçük çaplı bir iş adamı olan ve annesi Fransız soyundan gelen Yahudi bir ailenin dört çocuğunun en küçüğü. Henüz küçük yaşlarda sanata olan tutkusu biçimlenmeye başlamıştır. Ancak, yine bu kadar erken bir dönemde, onu hayatı boyunca yalnız bırakmayacak olan zatülcenp hastalığıyla da tanışmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Modi hasta olmasına rağmen İçki ve sigarayı asla bırakmaz.. Parayla ölçülemeyen bir hayat bir sanat onunki.. biraz deli.. hayatı umursamayan.. Aynı zamanda rakiplerinin saygısını kazanmış biri. Ona herkes gizlice hayran.. başta Picasso.. filmin bir yerinde Modi yine çılgınca dalar sanat çevresinde insanların olduğu ortama.. birisi Picasso’ya bu kim der.. Picasso ona şu cevabı verir “ O bir Tanrı “..Modigliani, bir yaşam tarzı..

 

Picasso ile aralarında ne kadar rekabet olsa da tatlı derin bir dostluk görmek mümkün. Hep atışmaktadırlar.. Onun ani gidişi sonucunda, Picasso’nun geride kalan hayatını bir daha eskisi gibi olmayacaktır..

 

Jeanne Modigliani öldükten sonra Picasso’nun yanına gidip sırf  resminin üzerine resim yapmasından dolayı(ki bu gerçekten büyük bir hakarettir) Picasso’ya şöyle der :

 

”ne hissediyorum biliyor musun pablo sana söyleyeyim mi? hiçbir şey hissetmiyorum karnımda bir çocuk var… bir başka kalp atışı bir başka arzulayan ruh… ve ben bomboşum bir bardak gibi… eve gideceksin dopdolu ve zengin bir yaşam süreceksin fakat tanrıya yemin ediyorum zamanı geldiğinde ölüm döşeğine yattığında MODİGLİANİ ismi dudaklarından ayrılmayacak bu geceden sonra bir daha resim yapamayacaksın BU ONA AİT.  Kayıtlara geçtiği gibi Picasso ölürken son sözü MODİGLİANİ Olmuştur.  O’na Sevgiyle..

 

TAFLAN

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yağmur yağıyor yüreğime..

Kentin üzerine yağar gibi;

Şu bitkinlik neyin nesi..

İşlemekte yüreğime..

 

Verlaine

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Embriyo Yalnızlığı

Nefes almak için bolca vaktin var. Korkma ! Şehri dışarıya kilitledin, evindesin..

Nefes al..

Seni ifade eden herşey ince bir iskeletin üzerinde yorgunlukla şakalaşıyor. Varlığına, et diyen de var, adam diyen de, basit yığınlaşmalar da. Şimdi bunları boşver, hepsini dışarıya kilitledin, evindesin.

Nefes al..

Göğsünün üzerinde “kırılabilir” levhası taşıman insanlara unuttukları hiçbir şeyi hatırlatmaz. Olağan hikayeler düşle, izin verme herhangi bir düşüne kurt düşmesine. Şimdi tüm ulaşılmazları boşver, hepsini dışarıya kilitledin, evindesin.

Nefes al..

Uzaklaştığını biliyorsun, korkun sadece dışın dışında kalamamak olsun. Sen iç bükeyisin yaşamının. Seni göremezler, seni duyamazlar. Duyumsuzluk içinde geçecek tuhaf bir zamanın ve hafızanı silebilmek için hala vaktin ve kararın var. Şimdi tüm hissiyat mağdurlarını boşver, hepsini dışarıya kilitledin, evindesin.

Nefes al..

Baş parmaklarına bağlanan kablolar, vücudunu döğen soğuk su, akarken tüylerini yakan doğru akım, kıçına girmek için “yalanını” bekleyen yağlı ebonit joplar, babanın sırtında eskiyen kemerleri, annenin gözyaşları ve içinde çınlaya çınlaya derisini yırtan çığlıkları, sırtını ikiye bölen ve taze kesildiklerini kanına karışan kızılcık kokusundan algılayabildiğin ince/elastik sopalar, kaşını açan polis kaskı, alnını yaran kelepçe metali.. Şimdi bunları boşver, hepsini hepsini hepsini dışarıya kilitledin, evindesin.

Nefes al..

Kim’liğinde ziyaretçi akınına uğrayan en solgun fotoğrafın, meraklısının dış bükeyidir. Nerde çekildin lan bunu sorusuna verdiğin, herhangi bir F tipi alfabeyle kurulmuş bir cümleden daha asılsız değil cevapların. Karşı kıyıda ışıldayan bir ütopya görebildiğin sürece devam et yüzmeye. Şimdi soruları ve cevapları boşver, evindesin.

Nefes al..

Ahşap merdivenlerin yangın merdiveni olması ne kadar komik görünüyorsa da ayakları olmayan aleve, sen tedbiri elden bırakmayıp su biriktir gözlerinde. Yangından ilk kurtarılacak “an”ların hepsini bir yerde topla zihninde. Şimdi önemsiz anları boşver, hepsini dışarıya kilitledin, evindesin.

Nefes al..

Ceviz oyması koltuğunun kadife döşemesi üzerinde yatarken, aralık kalmış pencereden arada bir içeri girip ortalığı kolaçan eden rüzgarın savurduğu perde dokunuyor tenine, kıpırdama. Başının altına en yakın takım yıldızından bir yastık al. Dizlerini göğüs çeperini zorlayacak şekilde kendine, göğüslerinin üzerine çek, ellerini bacaklarının arasına sok, öyle kal. Şimdi hangi yanına yattığını boşver, dışarıya kilitledin tüm yönleri, evindesin.

Nefes al..

‘Düşsel’

üç kitap bir belgesel…

kıyısında durmuş, arkası dönük suya.. ellerinde çakıl taşları anakaraya atıyor onları birer birer.. her ayağına taş çarpan dönüp bakıyor, gülümsüyor bizimki hınzırca, durduğu yerden ayrılmadan devam ediyor iyi bildiği eylemi gerçekleştirmeye.. ayağına taş çarpmayanlar gururlu bakışlar atıyorlar etraftakilere, bizimki bunu sağladığından mutlu.. bir gün gelip biri durumu sual eder diye beklemesinin boşuna olduğunu bile bile devam ediyor ama eylemine… sonra kayıyor aklı bir meyhaneye, bostancı hatay meyhanesine, gidip otursa şimdi oraya, oracıkta hem az tarih önce cemal süreya’nın oturduğu sandalyeye, duvarda asılı duran çantasının altına.. sonra turgut gelse tomrisle birlikte, hemen ardından edip usta gelse, tomrisin yanına usulca oturuverse.. bizimki ilk söylenen rakıdan sonra avuçlarında sır gibi sakladığı çakıl taşlarını birer birer masadakilere dağıtsa ve tüm masa hınzırca gülümsese insanlığa, çakıl taşlarını ayağına çarpması gerekenlere usul usul atsalar hep beraber.. kimse gelip bir sual etmese, turgut geyikli geceden, edip tomrise olan platonik aşkından, cemal süreya üvercinka’dan bahsetse mesela.. dinlese bizimki, göğe bakarak dinlese.. gitse aklı burgaz’daki sait faik’in yanına.. sait faik tamda kiraz mevsimini anlatsa…

olmayacak… o kıyıda sırtını denize dönüp oturmuş deli’ye kimse gelip sol omzuna dokunup bir naif tebessümle bir sigara ikram etmeyecek, oturmayacak yanına.. biliyor bunu.. biliyor bilmesine de, umut da yasak değil ya işte.. bunu da biliyor.. acıdan acıya atlıyor, ne mut, ne sarih bir yalnızlık düşünmüyor, sadece acı.. tüm vücudunda hissettiği o lanet olası jilet acısı, bilek kesenler familyasının dead and lovely kabilesinden sayılıyor bizimki.. tüm acıları üç kitap bir belgeselde toplaşmış top yekün geliyorlar üzerine.. kaçmayacak, duracak yine o kıyıda, bunu da biliyor.. acılar biliyor mu acaba?

o dağ başında gönül yaylasında kendi yalnızlığına terk ettiği eski sevgili neredeydi, nerde kaldı hayatına erken kalmışlığı, üç kitap mı bilirdi yoksa bir belgesel mi bilirdi nerede olduğunu.. bunu düşünmek istiyor.. yaptığı tüm ölümcül manevralar hala hayatta tutuyorsa onu, daha büyük bir suç işlemiş demek ki.. cezası her daim hayatta kalmak olan bu suçu bilememesi çıldırtacak onu, bunu da biliyor.. ceza çok ağır hakim bey, müebbeti idama çevirsek hakim bey.. anadolu otobanında hafzalanızın almayacağı bir hıza mahkum edin beni hakim bey.. olmaz oğlum hikmet, suçunun müktesebatı seni geriye doğru okunamayacak bir tarihle aynı çıkmaz sokak da tantanalı bir bekleyişe mahkum etti.. ah albayım ah..

dünyadaki tüm meşe fıçıları içi dolu olmaları suretiyle yanı başımda istiyorum, şu balkonun köşesinde.. fıçılardan birinin üzerinde neyzen oturuversin, ney üflesin.. ikincisinde nilgün otursun anlatsın kırmızı kahverengi defteri.. üçüncüsünde en karanlık haliyle turgut usta otursun, yaksın bir içli sigara göğe bakmayı anlatsın.. üç kitap-bir belgesel.. ah sadri abi ah.. çıkın lan ortaya, tüm hayaletlerim birer birer çıksın ortaya, hepinizin kafasında kitap paralamak istiyorum!

eski bir şarkı çalıversin, zeki müren olsun,960’lı yıllardan bir kayıt olsun.. taş plak kaydı olsun da bu taşkafayı darmadağın etsin..

‘delirmek’

1980 başlarında bir yaz akşamı…

1980 başlarında bir yaz akşamı, Füsun Akatlı, Nimet Tuna ve Tomris Uyar, o dönemin gözde uğrağı Şadırvan’da buluşmuş, denizin tadını çıkarıyorlar. Konu bir ara aşka, sonra aşksızlığa, en sonunda da “aşık olunabilecek bir erkeğin özellikleri”ne geliyor ve bir oyuna dönüşüyor. Nesnel davranmakta kararlı olduklarından masalarına gelen Edip Cansever ve Turgut Uyar’ın da görüşlerini alıyorlar. (Sonraları Ferit Edgü, Mürşit Balabanlılar, Aydın Emeç gibi “güvenilir” erkek dostlara da başvurulacak.)

Böyle önemli bir konunun koşul sıralamasında ilk maddeyi fiziksel görünüşün ya da zekanın değil giyimin tutması oldukça tuhaf ama ne yapalım?

1- Adam, (o dönemin gözde terliği) Tokyo giymeyecek. Belki de böylelikle onun evde pijamayla dolaşmaması güvenceye alınıyor. Şort yasak değilmiş. Yatarken çorap giymesinmiş.

2- Ama kes giyip jogginge çıkması, pazar günlerini doğa budalalığıyla geçirmesi -sizi de yürüyüşe zorluyorsa- yasak.

3- Pamuklu, keten, yün gibi doğal elyaf giyecek. Naylon ve parlak kumaşlar kesinlikle yasaktır. (Ferit Edgü’nün önemli katkısı: fanila giymeyebilir. Turgut Uyar’ınki: ama don giysin.)

4- Herkes adamın haftada en az bir kere yakınmasına razıyken Ferit, her gün yakınmasında diretiyor.

5- Kesinlikle uykucu biri olmasın ama uykusuzluğundan da yakınmasın. Uykusuz gecelerini paylaşılan bin şölene dönüştürebilsin.

6- Alkolik olabilir de sarhoş olmasın. (Ferit’in katkısı: düşebilir ama çelme takmasın.)

7- Uyuşturucu kullanmasına izin var mı? Mürşit’e göre, “ikinci kişiliği gündeme gelmiyorsa kullanabilir.” Turgut’a göre, “hem içki hem uyuşturucu olmaz!” galiba, izin pek yok.

8- TV’de “makul miktarda maç seyredebilir” ama yorum yapmadan, sessizce. Boks ve güreş sevmesin. Turgut “buz patenini” de eklemiş.

9- Tatil günlerini eşya onarmakla geçirmesin. Elektrik sigortası attığında, musluğun contası yenileneceğinde hemen işe sıvanmasın. Bir usta ayarlayacak kadar bilgili olsun (Ferit). Cereyana kapılmayacak ya da evi havuza çevirmeyecek kadar zeki olsun yeter (Turgut).

10- Ya yüzmeyi ya dansetmeyi bilsin ya da herhangi bir sporu iyi yapsın.

11- Haftada en az bir kitap okusun. Mürşit: Red Kit ile Asteriks’ten haberli olsun. Turgut: Pardayyanlar ile Arsen Lüpen’den de. Ferit: şu altı yazardan birini iyice okumuş olsun -Kafka, Shakespeare, Balzac, Sait Faik, Sartre ve F. S. Fitzgerald ya da Hemingway ama İhtiyar Adam ve Deniz sayılmaz. Edip: şiir de okusun.

12- Bir saz çalıyorsa çalsın ama dostlar toplantısında konser vermesin. Aynı şekilde isterse mavi yolculuğa çıksın ama dönüşünde dia gösterileri düzenlemesin.

13- Esprisi “humor”a dayalı olsun. Fıkra anlatmayı, “lazın biri,” diye başlamayı nükte sanmasın. Turgut: askerlik anılarını anlatmasın. Geçmişinden söz ederken, “Sene 1963…” diye girmesin söze. “1963’te filan. Ankara’dayken…” gibi başlasın.

14- Takside arka koltukta otururken de hesabı ödeyebilsin. Lokantada bahşişi yüzde ondan fazla bırakmasın. Garsonlarla bu koşullarda dostluk kurabilsin. Hesabı öderken cebinden tomarla para çıkarmasın. Diline dolamadığı sürece mali durumu önemsiz, yalnız arabası varsa, arabanın park yerine göre program düzenlemesin. Taksiye binebilsin. Çok istiyorsa yabancı sigara ve içki içebilir, tabi büyüklenmediği sürece. (O dönemde yabancı sigaralar kaçaktı.)

15- Edip Cansever’e göre, armağan almayı da vermeyi de bilsin. Her hesabı kendi ödemeye kalkışmasın.

16- Yemek masasında viski vb. İçmesin. Masaya gelen çerezlere saldırmasın.

17- Hayatında en fazla 6 kere doktora gitmiş olsun (ameliyat sayılmıyor). Antibiyotiklere düşkün olmasın.

18- İlk gördüğü insanlar hakkında acele ve değişmez yargılar verecek kadar gözükara bir psikoloji uzmanı kesilmesin.

19- Politik görüşü sola yakın bir aydın olsun. Ama dahi yerine daahi demeyecek kadar düzgün olsun Türkçesi. Parti sloganlarıyla konuşmasın.

20- Omlet, makarna ve biftek dışında yemek pişirmeyi becersin. Kendine yetsin. Kısaca, kişiliğini öne sürmeyecek kadar kişilikli olsun ama belli etmediğini de belli etmesin.

Giyiminden, zevklerinden, davranışlarına, günlük diline kadar her özelliğine karıştığımız (dikkat ederseniz, erkeklerin baskısı daha ağır!), bir yalnızlığa ittiğimiz bu adamcağızın fiziksel özellikleri pek önemli değil anlaşılan. Cinsellik konusunda ondan beklenen, “programlı olmaması, kendini bir şeylere zorunlu hissetmemesi, heteroseksüel olsa da homoseksüellerle dostluk kurabilmesi”.

Kaç yaşında bu zavallı acaba?

Nimet’e göre: 30, Füsun’a göre: 45, bana göre: 30.

Ferit’e göre: ideal olarak 25, Edip’e göre: 40, Turgut’a göre: 30-35, Mürşit’e göre: 35.

Son danışmanımız Aydın Emeç, “isteklerin oldukça ağır yine de mantıksız olmadığını” belirttikten sonra bir kahkaha atmıştı: “İyi ama bu adam zaten evlidir! Tutalım ki değil, kendini bunca eğitmek için bu toplumda nasıl hırpalandığını düşünürsek, sizin gibi vıdıvıdı kadınlar yerine güleç, uysal bir kadın seçmesi daha doğal değil mi?”

 

TOMRİS UYAR

YÜZLEŞMELER, CAN Yayınları, 168 Sayfa.

 

BALİNA

Göğü gördüm imkâna tutuldum düşü sevdim

dalıp çıkmalarım ‘orda bir şey’e dönüktü

kaç kez bir şey, başka bir şey

sıçradım hem yittim

hem belirlendim

derin durdum, teknenin altına girdim

sarstım

sarsıldım vuruşun gitgide usta vuruşuydu

sustum düşe düştüm

senin mi kan, yaralarımdan mı

hey kaptan

ne balinayım ben şimdi inadı içinde

ne senin mavi balinan.

 

GÜLTEN AKIN..

 

‘Uzak Bir Kıyıda.. Toplu Şiirler-III..’ GÜLTEN AKIN, YKY Yayınları, Ekim 2004, 145 Sayfa..