Author Archive

‘ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi..’ – ECE AYHAN

AÇIK ATLAS..

hayattan ders veriyor diye öğretmenleri kızdıran

tuzu bir bulmuş çocukları saklamadan güldüren dünyaya

su kaçırmaz bir eşeğin sesine açıktır penceresi

bir sınıfın, batı son dersinde, kuşluk vakti

 

meşeler yapraklanınca bir tuhaf olurlar işte

koparılmış kürt çiçekleri, hatırlayarak amcalarını

azınlıkta oldukları bir okulda bile, sorarlar soru

neden feriklerin ve eşeklerin memeleri vardır?

 

en arka sırada çift dikişliler, sınavda en öne

intihara ve denizde nasıl boğulmaya çalışırlar

yalnız orta doğu’da el altında satılan bir atlas

kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz

 

bakıldı ki kum saati, ters çevrilmiş, çıt, usul isa asi olmuş

ikinci karnede babası yarısını silahıyla dışarda bırakıp

öyle öğretildiği için saygılı, sınıfa giren parmak çocuğun

boş yerine, girilmeyen bir dersin denizi, gelip oturmuş

 

açık kalmış atlası, deniz taşmıştır, darılmasın fırat ama

 

hayatın orta öğretmeni sustu, dondu gülmeleri çocukların

bir cenaze töreninde daha ölümü karşılamaya götürüleceğiz

 

efendiler! eşekler susabilirler

ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi ?

ECE AYHAN

RACHEL CORRIE..

RACHEL CORRIE..

 

israil hükümetinin yedi mi sekiz mi kaç aptalı bu sefer RACHEL CORRIE’nin isminin verildiği irlanda bayraklı yardım gemisine bugün müdahale etti.. gemiden haber alınamıyor yine.. gemi de okul araç ve gereçleri , ilkyardım malzemeleri ve yıkılan evlerin tekrar inşasında kullanılmak üzere inşaat malzemesi vardı.. 750 tonluk yardım malzemesine tahammül edemedi yine israilin faşist hükümeti..

kendi medyalarını , kendi insanlarını , tüm dünyayı karşısına almasına rağmen bu aptal faşistler fren tutmuyor.. dünyayı yokuş aşağı yuvarlamaya çalışıyorlar hiç çekinmeden..

gazzede vicdanını silah olarak kullanan ve gözünü kırpmadan buldozerlerin önüne yüreğini koyan RACHEL CORRIE’yi nasıl katlettilerse yine aynı pervasızlıkla katletmeye devam ediyor.. insanlığın vicdanının sesi olan RACHEL CORRIE’nin ismine bile tahammül edemiyorlar.. çünkü saklayamadıkları kanlı elleri kan dökmeye doyamıyor aptal faşistlerin..

amerikalı RACHEL CORRIE’nin isminin verildiği irlanda bayraklı gemiden bakalım ne haberler gelecek.. gemide bulunan tüm aktivistler müdahale edilmesi durumunda direnmeyeceklerini açıklamışlardı.. ancak bu açıklama onlara müdahale edecek aptal faşistlerin kan dökmesini engelleyemeyebilir.. çünkü bu aptal faşistlerin tasmaları çıkarıldığında tıpkı mavimarmara’da ellerini kaldırıp teslim olmak isteyen 19 yaşındaki fidanımız FURKAN’a bir metreden kafasına 4 göğsüne 1 kurşun sıkan yaratıklara dönüşüveriyorlar..

RACHEL CORRIE gemisinden umarım kötü haberler gelmez..

bu arada tüm dünya mavimarmaraya düzenlenen kanlı operasyona ve bu operasyonun sorumlularına tepki gösterirken ve tek yumruk olmuşken amerikanın pensilvanya cenahlarında çiftliğinde ahkam kesen ‘f.g.’ adlı şahsiyet amerikan gazetesi wall street journal’a : ‘gemiler israil’den izin almalıydı , dostane bir şekilde israil hükümetiyle uzlaşma aranmalıydı’ diye buyurmuş… tek bir şey diyeceğim YAZIKLAR OLSUN.. YAZIKLAR OLSUN.. YAZIKLAR OLSUN..

SON BİR SÖZ GEMİLER İSRAİL’E DEĞİL FİLİSTİN TOPRAKLARI OLAN GAZZE’YE GİDİYORDU.. İSRAİL’İN KARASULARINDAN GEÇMEYECEKTİ.. MISIRIN KARASULARINI KULLANARAK GAZZE KENTİNE YANAŞACAKTI.. YAZIKLAR OLSUN..

bu konuda şimdi merak ediyorum : televizyonlarda , gazetelerde ‘içimizdeki israilliler’ diye ahkam kesen islamcı basın nasıl tavır alacak.. göreceğiz..

ee kolay değil ta kendi ülkesi amerikadan eski ülkesine sesleniyor ağa.. artık bir yorum getirin ağanın bu azarlamasına.. israil vatandaşları tel aviv meydanlarında katliamı kınıyor ama ağa pensilvanyadan sallıyor izin alınmalıydı diye.. PES..

‘hemen tüm gemilerdeki aktivistler israilli hükümetteki aptallardan filistin topraklarına gitmek için izin almadıkları ve israil kurşunlarına hedef oldukları için operasyon düzenleyen askerlerden özür dilesinler ve ayrıca şehit olan katledilen insanların aileleri kaybettikleri canlarının vücutlarına isabet eden kurşunların maliyetlerini israil hazinesine ödeyip tazmin etsinler..’ böyle olur mu pensilvanyalı ağa.. ha ne dersin.. artık sen de kusurlarına bakma ağa bu gemileri yola çıkarmadan önce senden de izin almadıkları için..

yukarıdaki fotoğrafa bak da biraz vicdanın varsa biraz da onlar için ağla..

O GEMİLER FOTOĞRAFTAKİ ÇOCUĞUN VE ONUN GİBİ  YÜZBİNLERİN YIKILAN EVLERİNİ , YIKILAN OKULLARINI ,  YIKILAN HASTANELERİNİ ONARABİLMEK İÇİN FİLİSTİNE GİDİYORDU..

Crockett..

(ha pensilvanyalı ağa , crockett miami’li biliyorsun değil mi.. miami plajlarına beklerim , bir ara uğra.. okyanus görür , biraz gemi görür ve ufuk denilen şeyi görür de belki biraz ufkun açılır..)

 

3 Haziran 1963..

‘Nazım,

Sen bizi öyle çok sevdin

Biz seni öyle çok sevdik ki

Küçük adınla çağırır herkes seni

Herkes sen der sana

Fransa da, Rusya da, Yunanistan da,

Aragon da Nazım

Neruda da Nazım

Ben de Nazım

Özgürlük ki adlarından biridir senin

O senin en güzel adın

Merhaba Nazım..’

YANNİS RİTSOS

HAZİRANDA ÖLMEK ZOR   

işten çıktım 
sokaktayım 
elim yüzüm üstümbaşım gazete 
  

sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sokakta tomson 
sokağa çıkmak yasak 
  

sokaktayım 
gece leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
yaralı bir şahin olmuş yüreğim 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor! 
  

havada tüy 
havada kuş 
havada kuş soluğu kokusu 
hava leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
ne anlar acılardan/güzel haziran 
ne anlar güzel bahar! 
kopuk bir kol sokakta 

çırpınıp durur 
  

çalışmışım onbeş saat 
tükenmişim onbeş saat 
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım 
anama sövmüş patron 

ter döktüğüm gazetede 
sıkmışım dişlerimi 
ıslıkla söylemişim umutlarımı 
susarak söylemişim 
sıcak bir ev özlemişim 
sıcak bir yemek 
ve sıcacık bir yatakta 
unutturan öpücükler 
çıkmışım bir kavgadan 
vurmuşum sokaklara 
  

sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki 
dallarda insan iskeletleri 
  

asacaklar aydemir’i 
asacaklar gürcan’ı 
belki başkalarını 
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim 
dökülüyor etlerim 
sarı yapraklar gibi
 

asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!
 

sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı
 

işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi

güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini

ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak
 

ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n’eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?
 

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?

kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:

‘oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,  memet!’

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa

uy anam anam
haziranda ölmek zor!
 

bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?

‘uyarına gelirse tepemde bir de çınar’
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki ‘manda gönü’
demek ki ‘şile bezi
demek ki ‘yeşil biber’
bir de memet’in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de ‘saman sarısı’
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara
 

nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?
 

yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran ’63’ü

bir kırmızı gül dalı 
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
eğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı

eğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı 
nazım ustanın
 

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor !

 

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

zamanın durduğu.. sözün bittiği an..

zamanın durduğu.. sözün bittiği an..

ne yazacağımı bilemiyorum.. saatlerdir bilgisayarın başında oturmuş bir gözüm bilgisayarda bir gözüm televizyonda..

bir yanım içimde kabaran öfkemi kusmak istiyor bir yanım içime gömüp sabahın erken saatlerinden beri yaptığım gibi ağlamak istiyorum..

israil devleti tarafından 36 aya yakındır dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönüştürülmüş filistin’in gazze bölgesine insani yardım taşıyan 6 gemiye uluslararası sularda israil devleti’nin yaptığı akıl almaz , insanlık dışı , vahşi saldırısını sabaha karşı tesadüfen canlı şekilde izledim.. gözlerime inanamadım..

dün çok güzel bir gün geçirmiştim.. lise arkadaşlarımdan bazılarıyla çok güzel bir şelalenin dibinde saatlerce oturup sohbet edip , içmiştik.. su akıyordu ama zaman durmuştu sanki.. keşke zaman hep dursaymış..

eve geç vakit geldim , hemen yattım yüzümdeki tebessümle..  sabaha karşı beşe doğru anlatamayacağım korkunç bir kabusla uyandım.. bir süre sessizce karanlıkta oturdum.. elim televizyonun kumandasına gitti , gitmeseymiş keşke..

ekran açıldığında ilk gördüğüm altyazıda iskenderun’da şehir merkezinde askeri birliğe saldırı 6 şehit haberiydi.. tüylerim diken diken oldu.. ne oluyor dedim memleketimin bu ilçesinde.. diğer kanallara saldırdım baktım.. şehir merkezindeki askeri birliğe roketatarlı büyük bir terörist saldırı düzenlendiğini öğrendim.. telefona sarıldım iskenderun’daki hayattaki tek dayımın numarasını çevirdim hemen ama kapalıydı.. meraktan çatlıyordum.. annemleri de uyandırmak istemedim telaşlanmasınlar diye.. yıkıldım.. evlerine ateş düşen aileleri düşündüm.. anaları düşündüm.. ağlamak istedim..

ama kör terörün yok ettiği yurdumun gencecik insanlarının acısını daha yaşayamadan televizyon kanallarındaki  alt yazılar birden değişti ve insani yardım taşıyan gemilerden mavi marmara’ya canlı bağlantı yapıldı çünkü çağımızın acımasız , katil haydutları , sadece insani yardım taşıyan silahsız sivillerin bulunduğu gemilere uluslararası sularda silahlı operasyon düzenliyordu.. inanamıyordum gördüklerime.. canlı yayında her türlü görüşten , dinden ve 50 farklı ülkeden 600’e yakın sivile ‘israil’in resmi komando birlikleri’ adı altında ‘silahlı teröristler’ acımasızca silahlı saldırı düzenliyordu.. ilk haber canlı yayında verildi 1 şehit ve 30’a yakın yaralı olduğu söylendi.. yıkıldım.. iki inanılmaz haberi arka arkaya yaşamanın şokuyla ekranın karşısında dondum kaldım.. hele bir an helikopterden inen ‘bir terörist israil komandosunun’ elindeki silahla sağa sola saldırırken gemideki silahsız sivillerden birisinin elinde muhtemelen güverte temizliğinde kullanılan paspas ya da süpürge sopasıyla silahlı saldırıya karşı koyuşunu görünce sabahın sessizliğinde çığlık atmak istedim.. ama her şey dondu etrafımda , zaman durdu o karede.. insanlığın bittiğini , insanlığın kendi kökünü kurutmaya başladığının , dünyanın sonunun gelmekte olduğunun ispatlarından birisiydi bu kare..

sonra haberler arka arkaya gelmeye başladı , insanlar ayaklanmış protesto gösterilerine başlamış değişik ülkelerde , ölü sayısı şu kadar , yaralı sayısı şu kadar olmuş , iskenderun’daki terörist saldırıda bir asker daha hayatını kaybetmiş.. kusmak üzereydim.. insan olduğum için nefret ettim kendimden..

udi aloni’nin , david’in  , zeina’nın , tony’nin  , karim’in ve daha milyonlarca insanın onlarca yıldır attığı çığlıklar yetmemiş , kana doyamamış faşist israil hükümetinin şerefsiz , onursuz , insanlık dışı adi faşist yetkilileri bu operasyonla biraz daha kan içmek istemiş ki bu operasyonu düzenlemişti..

tüm yahudiler , israil de dahil olmak üzere dünyanın tüm ülkelerinde yaşayan yahudiler kardeşimdir.. bunu sonsuza kadar da tüm kalbimle ve tüm ırkçı şovenist kişilere karşı ve tüm atılan kin tohumlarına , dökülen kanlara karşı inatla söyleyeceğim.. çünkü yahudi , müslüman , hristiyan , budist , ateist vs tüm insanlar kardeştir..

suçlular belli : faşist ırkçı politikalar , politikacılar ve bu politikalardan palazlanıp nemalanan adi yaratıklar.. on yıllardır süren faşist siyonist terörün ve bu son operasyonun altında imzası olan tüm yetkililerden ve dünyada buna göz yuman tüm ‘kukla sever’ diğer ülke yöneticilerinin hepsinden nefret ediyorum ve hepsine ağız dolusu en ağır küfürlerimi sunuyorum.. hepiniz şerefsiz birer adi yaratıksınız , insan kılığındaki onun bunun yaratıp ortaya attığı pisliklersiniz..

onurlu ‘yahudi’ ismini lekelemeye çalışıyorsunuz.. ama eminim onurlu yahudi halkı hepinizi tükürükleriyle boğacaktır ey faşist israil yöneticileri..

lanet olsun hepinize..

yukarıda yazının başında duran fotoğrafa bakıp da utanın israilin şerefsiz yönetici vampirleri.. bu bebe silahlıydı ve size saldırdı değil mi..

cevap vermeyin , cevabınız bellidir sizin pis yaratıklar : bu bebe ‘elinde süpürge sapıyla ya da kılıç büyüklüğünde bıçaklarla size saldırdı ya da saldırmayı planladı ve başarılı şekilde sizin tarafınızdan etkisiz hale getirildi..’ değil mi..

kan damlıyor her tarafınızdan , kanla beslenen yaratıklarsınız.. faşist köpek hitlerden , faşist köpek mussoliniden hiçbir farkınız yok.. aynısınız..

sedyelerde yatan ağır yaralılara bile kelepçe takacak kadar korkak ve adisiniz..

amerika birleşik devletlerinin onuru ‘rachel corrie’yi buldozerle ezip öldüren acımadan katledenler , filistini , lübnanı acımasızca defalarca vuran , insanları ayırt etmeden katleden faşist israil yöneticilerine sadece şunu söylemek gerek : ‘ey bu saldırının ve yüz yıla yakın süren acımasız saldırıların altında tüm imzası olanlar , sıktığınız kurşunlar , attığınız bombaların hepsi yukarıdaki fotoğraftaki bebeye değil , dünya barışına değil , insanlığa değil kendinize sıkılmıştır.. sıkılan her kurşun sizin faşist saldırılarınızın ve sonunuzun altına attığınız kendi kanlı imzalarınızdır..’

hepinize lanet olsun..

sözün bittiği yer bugündür..

kelimeler anlamsız , cümleler saçma.. her şey boş..

kendim için ise söyleyecek tek şeyim var : utanıyorum..

crockett..

‘terörist israil komandolarına’ saldırdığı öne sürülen bu bebeğin yüreği tüm insanlığın yüreğinden hepimizden daha cesur.. tarihe noktayı bu bebek koydu..

iskenderun’da katledilen kardeşlerimizden ikisi..

‘anımsıyorum o büyülü anı.. karşımda beliriverdiğin , uçup gidici bir hayal gibi..’ – ALEKSANDR SERGEYEVİÇ PUŞKİN

O’NA..

anımsıyorum o büyülü anı

karşımda beliriverdiğin,

uçup gidici bir hayal gibi,

dehası gibi saf güzelliğin.

 

bunluklarında ümitsiz hüznün,

telâşın yorucu tasalarında,

çınlardı o tatlı ses uzun uzun,

o güzelim çizgiler görünürdü bana.

 

yıllar geçti. isyancı dalgalarında fırtınaların

dağılıp söndü eski hayaller,

unuttum tatlı sesini senin

ve silindi tanrısal çizgiler.

 

ıssızlıkta, karanlığında tutsaklığın

sessizce uzayıp gidiyordu günlerim

tanrısız, esinsiz, gözyaşsız,

yaşamsız ve sevgisizdim.

 

ve bir an geldi, uyandı ruhum:

ve işte sen yeniden belirdin,

bir hayal gibi, uçup giden,

dehası gibi saf güzelliğin.

 

ve yürek çarpıyor bir esrimeyle,

ve yeniden canlanıyorlar onda

tanrısallık da, esin de,

yaşam da, gözyaşı da, aşk da..

ALEKSANDR SERGEYEVIÇ PUŞKİN

Çeviren : ATAOL BEHRAMOĞLU

 

SEVİYORDUM SİZİ.. 

seviyordum sizi ve bu aşk belki

içimde sönmedi bütünüyle.

fakat üzmesin sizi artık bu sevgi

istemem üzülmenizi hiçbir şeyle..

  

sessizce, umutsuzca seviyordum sizi.

bazen çekingenlik, bazen kıskançlıkla üzgün.

bu öyle içten, öyle candan bir sevgiydi ki

dilerim bir başkasınca da böyle sevilin..

ALEKSANDR SERGEYEVIÇ PUŞKİN

Çeviren : ATAOL BEHRAMOĞLU

UNDER THE BOMBS / BOMBALAR ALTINDA.. – PHILIPPE ARACTINGI

UNDER THE BOMBS / BOMBALAR ALTINDA..

 

‘dubai’de yaşayan ve kocasıyla boşanmanın eşiğinde olan ‘zeina’ , evdeki kavgalardan uzak tutmak için çocukları ‘karim’i lübnan’ın güneyindeki küçük köye , kız kardeşinin yanına gönderir.. ancak bir kaç gün sonra savaş başlar ve israil acımasızca lübnan’ı  tekrar bombalamaya başlar.. 33 gün süren bombardıman sonucu taş üstünde taş kalmaz.. lübnan taş , toz , moloz yığınlarına ve kan gölüne dönmüş bir ülkedir.. lübnan’ın kaderi olan iki üç senede bir yerle bir olma tekrar gerçekleşmiştir.. binlerce ölü ve yaralı vardır.. zeina oğlunu savaşın ortasına göndermenin acısıyla her şeyi geride bırakarak lübnan’a ulaşmaya çalışır.. zeina , lübnan’a girdiğinde hiçbir ulaşım aracı bulamaz köylerine gidebilmek için.. çünkü güney lübnan hala tehlikelidir ve bombalar her an yanı başınızda patlayabilir..

zeina o sırada ‘tony’ adlı bir taksi şoförüyle tanışır ve gergin bir pazarlık sonucu kendisini güneye götürmesi için anlaşırlar.. zeina yavrusuna bir an önce kavuşmanın peşindedir , çocuğunun hasretiyle yanmaktadır.. ancak tony ilk başta güvenilmez , paracı biri gibi gözükse de yavaş yavaş anlarız ki tony’nin de büyük sıkıntıları vardır.. sürükleyici bir yol filmi ‘under the bombs..’ acımasız bombardıman altında ezilen lübnan’ın ve lübnanlılar’ın ne zor koşullarda yaşadıklarının belgesel görüntülerle desteklenmiş gerçekçi bir özeti var filmde.. zeina ve tony’nin kader birliği etmeleri ve gözyaşlarınıza hakim olamayacağınız çaresizliğin ve dünyanın vurdumduymazlığının hikayesi..

başroldeki zeina’yı oynayan ‘nada abou farhat’ı daha önce izlemiştim birkaç kez.. ama tony’i canlandıran ‘georges khabbaz’la ilk kez karşılaştım.. ve beni benden aldı uzaklara götürdü georges khabbaz.. müthiş bir yetenek.. müthiş bir oyunculuk.. kaç kere izledim bilmiyorum filmi ama georges khabbaz’ın bazı sahnelerini sanırım yüzlerce kez izledim ve izlemeye devam edeceğim.. seni sonsuza sonsuza sonsuza kadar dinlerim georges khabbaz.. en kısa zamanda sana ulaşacağım..

neyse.. size önerim kalbinize , psikolojinize güveniyorsanız karim’in peşinde iz süren zeina ve tony’nin yolculuklarına siz de filmi izleyerek katılın ve georges khabbaz’ın sizi alıp götürmesine izin verin..

 

Crockett..

 

filmden bir replik :

 

‘zeina : oğlum kayıp.. herkes onu arıyor..

bütün bu terör , bombalar.. delilik.. önemi yok , aramalıyız..

çok kişi öldü.. önemli değil.. her şey bekleyebilir.. aramalıyız..

oğlum kayıp..

yanlış bir şey mi yaptım..

savaşmalıyız.. ama önemli değil.. önce aramalıyız.. sonra dayanacağız..

kötü bir anne miydim.. önemli değil.. umurumda değil..

amerika , israil , hizbullah , iran umurumda değiller..

din umurumda değil..

oğlum.. kayıp..

bombalar enkazlar , yardımın umurumda değil..

oğlum kayıp onu bulmalıyım..’

 

UNDER THE BOMBS / BOMBALAR ALTINDA..

 

yönetmen : philippe aractingi..

senaryo :  philippe aractingi , michel leviant..

oyuncular : nada abou farhat , georges khabbaz..

müzik : rene aubry , lazare boghossian..

yapım : fransa , lübnan , belçika , ingiltere..

yıl : 2007

süre : 98 dakika..

Günün Şarkısı : KÖLE.. – NEŞE KARABÖCEK

KÖLE.. – NEŞE KARABÖCEK

 

uğrunda köleyim aslı misali
tuttuğun elleri öpeyim bırak
istersen ömrümce o gözlerine
uzaktan bakayım hep ağlayarak..

şu gönlüm ne bahar nede yaz gördü
döktüğüm gözyaşı sellere döndü
gülmeyen kaderim ellere güldü

bastığın yerleri öpeyim bırak..

en acı sözleri duysam da senden
yine kul köleyim
candan yürekten
beni sevdiğini bilsem gerçekten
ölsem de gam yemem öleyim bırak..

‘yaşamayı sevmediğim için ölüm baş dönmemdi benim..’ – JEAN-PAUL SARTRE

‘karanlıklardan hoşlandım , onu sürdürmek için , ondan kendime bir değerlilik çıkarmak istedim.. hücrelerde , mum ışığında kitap yazmış ünlü mahkumları kıskandım.. bunlar , çağdaşlarının günahlarını bağışlatmak görevini sürdürmüş , ama onlarla düşüp kalmak olanağını yitirmişlerdi.. törelerdeki değişimler , yeteneğimin kaynağını hapsedilmekte bulma olasılığını azaltıyordu , ama büsbütün de umudumu kesmiyordum : tutkularımın alçak gönüllüğünden etkilenen tanrı , onları gerçekleştirmek isteyecekti.. bu arada ben , daha şimdiden , tek başıma yaşamaya koyulacaktım..’

 

‘yaşamayı sevmediğim için ölüm baş dönmemdi benim : bende uyandırdığı büyük korkuyu açıklayan şey budur işte.. ölümü ün ile özdeş kılarak , onu kendime erek edindim.. ölmek istedim ; kimi zaman tiksinti sabırsızlığımı donduruyordu : ama hiçbir zaman uzun süreli değil ; kutsal sevincim yeniden doğuyor , iliklerime kadar yanacağım o yıldırım an’ını bekliyordum.. içimizdeki derin tasarı ve kaçışlar ayrılmamacasına birbirine bağlıdır : varoluşumu kendi kendime bağışlatmak için giriştiğim çılgınca yazma işinde , kendini beğenmişliklere ve yalanlara karşın , bir gerçeklik bulunduğunu çok iyi görüyorum : kanıtı şu ki , elli yıl sonra hala yazıyorum.. ama işin köklerine uzandığım zaman , bir ileri doğru kaçış iyi düzenlenmemiş bir intihar buluyorum ; evet efsane’den çok , din fedaisinden çok ölümdü aradığım.. uzun zaman , tıpkı başladığım gibi , belirsiz bir yerde , belirsiz bir biçimde sona ereceğimi ve bu belirsiz ölümün , belirsiz doğumumun yansıyışından başka bir şey olamayacağını düşünüp durmuştum..yeteneğim her şeyi değiştirdi : kılıç darbeleri uçup gider , yazılar kalır ; gördüm ki yazı alanında , bağışlayıcının iletisi , kendi özbağışı , yani katkısız bir nesne biçimine dönüşebilir.. rastlantı beni insan yapmıştı , eli açıklık kitap biçimine sokacaktı ; ileti’mi , bilincimi bronzdan harflere dökebilir , yaşamımın gürültülerini silinmez yazılarla , etimi bir biçem’le zamanın gevşek örgülerini ölümsüzlükle değiştirebilir , kutsal-tin’e dil’in bir çökeleği gibi gözükebilir , insan soyu için bir saplantı , kısacası bir başkası , kendimden , bütün öteki insanlardan , her şeyden başka biri olabilirdim..’

 

‘değiştim.. hangi asitlerin beni çevreleyen biçim bozucu saydamlıkları kemirdiğini , kabalığı ne zaman ve nasıl öğrendiğimi , çirkinliğimi – ki bu çirkinlik uzun bir süre benim olumsuz ilkem , harika çocuğun içinde eriyip gittiği bir kireç kuyusu oldu – evet , çirkinliğimi ne zaman ve nasıl bulguladığımı , hangi nedenlerin beni , bir düşün’ün apaçıklığını onun bende uyandırdığı hoşnutsuzlukla ölçecek kadar dizgeli biçimde kendime karşı düşünmeye götürdüğünü ilerde anlatacağım.. geçmişe dönük yanılsama tuz buz olmuştur ; din şehidi , kurtuluş , ölümsüzlük , her şey yıkılıp gitmekte , önemli yapı yıkıntıya dönüşmektedir ; kutsal-tin’i yer altı bodrumlarına köşeye sıkıştırdım ve kovdum oradan ; dinsizlik yavuz ve uzun soluklu bir girişimdir : bu işi sonuna dek vardırdığımı sanıyorum.. her şeyi açık açık görüyorum şimdi , yanlış yoldan döndüm , gerçek görevlerimi biliyorum , bir yurtseverlik ödülüne layığım ; aşağı yukarı on yıldan beri uyanan , bir uzun , acı , tatlı çılgınlıktan kurtulan ve hala bu iyileşmenin şaşkınlığı içinde bulunan , eski yanılgılarını gülmeden anımsayamayan ve artık yaşamını nerede kullanacağını bilmeyen bir adamım ben..

kılık değiştirdim , ama kişiliğim değişmedi : hep yazıyorum.. başka ne yapabilirim ki..

‘nulla dies sine linea..’ (yazısız tek bir gün bile geçirmeden..)

hem alışkanlığım , hem de uğraşım bu benim.. uzun zaman bir kılıç gibi gördüm kalemimi : şimdi ikimizin güçsüzlüğünü de biliyorum.. ne önemi var : kitap yazıyorum , yazacağım ; onlar da gerekli ; gene de bir işe yarıyorlar..’

SÖZCÜKLER , JEAN-PAUL SARTRE , Çeviri : BERTAN ONARAN , PAYEL Yayınevi , Ocak 1996..

‘tek önemli şey zaman içinde zaman bulmak..’ – ANDREI TARKOVSKY

‘sanatçı mutlak hakikate galip gelmek için uğraşıp didinen bir varlıktır.. sanatçı bu hakikate karşı , kusursuz ve bütün bir şey yarattığı her sanat eserinde galip gelir..’ (1973) 

‘yaşamlarımız hep yanlış.. bir bireyin topluma ihtiyacı yoktur , bireye ihtiyacı olan toplumdur.. toplum bir savunma mekanizması , bir çeşit oto korunmadır.. birey , sürüde yaşayan hayvan gibi değil , kendi yalnızlığında doğaya , hayvanlara ve bitkilere yakın , onlarla ilişki halinde yaşamalıdır..’ (1977)

‘insan bunca uzun zamandır var olmasına rağmen hala daha en önemli şey olan varlığının anlamı konusunda emin değildi , şaşırtıcı olan budur işte..’ (1978)

 ‘tek önemli şey zaman içinde zaman bulmak.. bu muazzam zor , yapılmak zorunda..’ (1985) 

Zaman zaman içinde , günlükler , ANDREI TARKOVSKY , Çeviri : SEDA KERVANOĞLU , +1 yayıncılık..

‘man muss flügel haben , wenn man den abgrund liebt.. – kanatları olmalı kişinin , uçurumu seviyorsa..’ – Friedrich Nietzsche

YIRTICI KUŞLAR ARASINDA..

burada aşağıları isteyeni

nasıl da çabucak

yutuyor derinlikler..

ama sen , zerdüşt ,

seversin uçurumu gene de,

çama mı benziyorsun..-

 

o kayaların bile

derinliklere titreyerek baktığı yerlerde

salar köklerini – ,

her şeyin çepeçevre

aşağıyı istediği

uçurumlarda dikelir

vahşi heyelanların , çağlayan çayların

sabırsızlığı ortasında

sabırla sebatlı , sert , sessiz ,

yalnız..

 

yalnız..

kim göze alabilirdi ki

burada konuk olmayı , sana konuk olmayı..

bir yırtıcı kuş belki,

çılgın kahkahalarla,

yırtıcı kuş kahkahalarıyla,

durgun sabırlının

başına hınzırca

tebelleş olmayı seven..

 

niye böylesine durgun..

-diye alay eder haince

kanatları olmalı kişinin , uçurumu seviyorsa..

asılıp kalmamalı

senin gibi , ey asılmış..

 

ah zerdüşt

zalim nemrut..

daha düne dek avcısıydı tanrının bile ,

tuzağıydın her türlü erdemin

okuydun fenanın..

şimdi

kendi kendinden kaçmış

kendi kendine av olmuş

kendi kendine saplanmış..

 

şimdi

tek başına kendinle

iki başına kendini bilmenle

yüzlerce aynayla çevrili

kendine sahte

yüzlerce anıyla çevrili

belirsiz,

yaralardan bezgin

üşümekten soğuk

kendi iplerine dolaşmış

kendini bilen

kendini asan..

 

ne sarıp sarmalıyorsun kendi kendini

bilgeliğin sicimleriyle..

ne ayartıyorsun kendi kendini

kocanmış yılanın cennetine

ne kaçırıyorsun kendi kendinden

kendi kendine – kendi kendine..

 

bir hasatsın şimdi

yılan zehiriyle zehirlenmiş

bir mahkumsun şimdi

en zorlu kaderi çekmiş

kendi çukurunda

iki büklüm taş kıra kıra

kendi kendine gömülü

kendi kendini gömmüş

onmaz

katı ,

bir ceset -,

yüzlerce ağırlıkla yüklü ,

kendi kendisiyle yüklenmiş

bir bilen

bir kendini bilen

bilge zerdüşt..

 

en ağır yükü aramıştın

işte kendini buldun -,

şimdi de atamıyorsun kendini sırtından..

 

saklı

gizli

artık dik durmayan biri..

kendini mezarınla karıştırıyorsun artık ,

karışmış kafa..

 

oysa daha düne dek nasıl da kibirli

kibrinin tahta bacakları üstünde

daha düne dek nasıl da tek başına tanrısız

iki başına birilik

her burnubüyüklüğün parlak prensi..

 

şimdi-

iki hiçlik arasında

bükülmüş

bir soru işareti

yorgun bir bilmece –

yırtıcı kuşlara göre bir bilmece..

 

‘çözecekler’ seni , bekle bak ,

can atıyorlar senin ‘çözümüne’ ,

çevrende uçuşmaya başladılar bile , sen ey bilmece ,

çevrende , sen ey asılmış..

ah zerdüşt..

kendini bilen..

kendini asan..

Friedrich Nietzsche

Dionysos Dityrambosları , Friedrich Nietzsche , Çeviri : Oruç Aruoba , İTHAKİ Yayınları , 2003..