Author Archive

YENİLİŞ.. – EDİP CANSEVER

YENİLİŞ..

açılmamış bir şarap şişesiydim
ki öyle kaldım
acımı köpürtmedim
içime sağdım
gözyaşlarımı göstermedim
ki sildim
özgürlüğüm beni tutsak düşürdü
başaramadım

içimde kara kara bulutlar sallandı
ki sallandılar
dışarı yağamadım

ve yenildim ve sustum..

EDİP CANSEVER

Bir Yalnız Adam , JACQUES BREL.. – MARİO LEVİ

‘j. clouzet : sizce nedir şefkatin anlamı..

jacques brel : şefkati seviyorum ben.. şefkati vermeyi de seviyorum almayı da.. ama genelde şefkatten yoksunuz hepimiz.. şefkati alma yürekliliğini gösteremiyoruz çünkü verme yürekliliğini de.. çünkü şefkat annelerimizden ve babalarımızdan gelmeliydi her şeyden önce.. aileyse bir zamanlar olduğu gibi değil artık.. yavaş yavaş yok oluyor şefkat ve en acısı , yeri hiçbir şeyle doldurulamıyor.. özellikle de kadınların eskisi denli müşfik olmadıklarını söylemek gerek.. bir tutkunun dışavurumudur aşk.. şefkatse bambaşka bir şeydir.. tutku yok olabilir günün birinde , şefkat hiç değişmez , hep olduğu gibi kalır.. öyle sanıyorum ki , şarkılarımdaki aşkla şefkati anlatmak istiyorum aslında.. bu hep böyle oldu ama ancak şimdi ayrımsayabiliyorum kimi gerçekleri..

j. clouzet : kadınların erkeklere önemsenebilecek birtakım şeyler getirebileceklerine inanıyor musunuz , dengeyi örneğin..

jacques brel : hayır.. kadınlar bir denge getirmezler erkeklere.. çünkü hep de verdiklerinden daha fazlasını alırlar , almak isterler sizden.. zamanla dengemizi yitirebilmemize de neden olurlar dahası.. sahip olduğumuz her şeyi kendilerine vermeye bizi zorunlu kılarlar da ondan.. bu oyunu oynamayı kabullenirsek , sonuçta bir boşlukta , yoksul ve soysuzlaşmış olarak buluveririz kendimizi.. ve oldukça sağlıklı mahluklar olduklarından , günün birinde bir başkası için terk ediverirler bizi.. aynanın karşısındadırlar.. biraz ruj sürerler dudaklarına.. yeniden başlar her şey.. hayır , kadınlar birtakım şeyler getirebilirler erkeklere , yadsıyamayız bunu.. ama bir denge değildir kuşkusuz getirdikleri..

j. clouzet : yalnızlığın size çok çekici geldiği doğru mu..

jacques brel : evet.. yalnız yaşamak günün birinde mutlaka gerçekleştireceğim bir tasarı.. tamıtamına bir yalnızlık isteği değil bu , kente yakın bir evde yaşayıp , kent merkezine örneğin haftada birkaç kez gidebileceğim bir yaşama düzeni daha çok..

bir münzevi olarak değil , kabuğuna çekilmiş bir kişi olarak yaşamak istiyorum yalnızca.. beni yavaş yavaş rahatsız etmeye başlayan kimi yanlış anlamaları kendimden uzak tutabilmek için böyle davranacağım.. böylelikle yalnız bir insan olmadığıma başkalarına inandırmak için umutsuzca sürdürdüğüm bu oyuna da son vermiş olabileceğim.. aslına bakılırsa sapına kadar bir yalnızım çünkü..’

BİR TEK AŞK KALINCA

bir tek aşk kalınca

paylaşılabilecek

aşkımızla birlik

yolculuk gününden

bir tek aşk kalınca

aşkım benim , seninle benimle

coşabilmesi için sevinçten

her saat ve her günün

bir tek aşk kalınca

yaşanabilelim diye sözlerimizi

ve söz verdiklerimize

inanmanın dışında

hiçbir zenginliksiz

bir tek aşk kalınca

çoğaltabilmek için tansıklarımızı

varoşların çirkinliğini

örtebilmek için güneşle

bir tek neden

bir tek şarkı

bir tek yardım için..

 

bir tek aşk kalınca

bir sabahın ilk saatlerinde

kadifeden paltolarla

giydirebilmek için yoksulları ve serserileri

 

bir tek aşk kalınca

yeryüzündeki tüm kötülüklere

basit bir ozan gibi

bir dua gibi sunulabilecek

 

bir tek aşk kalınca

tek dayanağı aramak olanlara

sunulabilecek

bir tek aşk kalınca

kavşakların her birinde

zorlayabilmek için yazgıyı

bir tek aşk kalınca

topa tüfeğe seslenebilmek

ve bir davula

söz geçirebilmek için

 

işte o zaman , işte o zaman

sevmek gücünden başka

hiçbir şeye sahip olmaksızın

ellerimizde tutacağız dostlar

ellerimizde tutacağız tüm dünyayı..

JACQUES BREL

‘Bir Yalnız Adam , JACQUES BREL..’ , MARİO LEVİ , Doğan Kitap , Mart 2010..

Günün Şarkısı : PERİŞAN ÖMRÜMÜN NEŞESİ SÖNDÜ..- ZEKİ MÜREN

(fotoğraf : Crockett.. – urfa , balıklıgöl civarı..)

bugünün şarkısı bir sadettin kaynak eseri olan ‘perişan ömrümün neşesi söndü’ olsun ve zeki müren hüzün dolu şu yağmurlu yaz günlerinde kalplerimizi biraz daha titretsin..

arkadaş zekai özger ‘merhaba canım’ şiirinde zeki mürenle ilgili çok güzel şeyler yazmıştır ve zeki müren’i seviniz diye bitirmiştir şiirini.. bu şiirini daha önce de aylakadamız’da 30 aralık 2009’da paylaşmıştık.. en az zeki müren kadar insan sevgisi dolu olan arkadaş zekai özger’i öğrencilik yıllarında uğradığı faşist saldırının sonucu vücudunda meydana gelen kalıcı rahatsızlıklar nedeniyle genç yaşta kaybetmiştik.. zeki müren hiç arkadaş zekai özger’i duymuş mudur bilmiyorum ama umarım en azından kendisiyle ilgili şiiri okumuştur.. bu iki üstadımız hep bizimle olacak aylakadamız’da.. 

herkes bu sitede ne kadar değişik müzik ve şarkı çeşitlerinin olduğundan bahsediyor hatta bazıları eleştiriyor.. dostça eleştirileri bir kenara yazıyoruz ama diğerlerine gülüp geçiyoruz.. bizim kalplerimizi okşayan şarkıları paylaşıyoruz burada.. geniş bir müzik dünyamız var.. bağnazca belli bir tip müzik de dinlemiyoruz , halk müziğinden sanat müziğine , rock müzikten , arap afganistan iran müziğine , kelt müziğinden caz’a vs vs vs kulağımıza hoş gelen duygularımızı düşüncelerimizi kalplerimizi okşayan tüm müzikleri seviyoruz ve paylaşabildiğimizi paylaşıyoruz..

ha bu arada müzik demişken  dayanamayacağım burada iki kişiye teşekkür edeceğim..

müzik müzik dedik bu iki kişiyi geçemezdim.. 

izmir’de yaşayan , yüzünü hiç görmediğim , sesini hiç duymadığım ‘aslı’ ve beyoğlu’ndaki ‘deniz’ kardeşlerime müzik konusunda bana kattıkları için sonsuz teşekkürlerimi buradan sunuyorum..

kendileriyle iletişim çağında iletişimsiz kalsak da birbirimizle , hepimizin kalpleri notalarda atıyor..

roll , bir+bir , babylon , band , araf , açık radyo , ‘mirza’ kardeşimden ve diğer kaynaklardan daha çok ve en az kardeşimle , reis kadar müzik konusunda bana ‘tesadüfen’ de olsa kattıkları , kazandırdıkları için ‘aslı’ ve ‘deniz’le ilgili , onlar için ne yazsam buraya azdır..

tanımadığın , sesini duymadığın bir insan sana neler mi katabilir..

‘aslı’ ve ‘deniz’den ben biliyorum ve bana yetiyor bu..

eyvallah ‘aslı’..

eyvallah ‘deniz’..

bir de slogan yazayım şuraya tam olsun :

‘aslı’mız müzik , ‘deniz’imiz notalardır bizim..

neyse kayış koptu yine bende keseyim burada zırıltıyı ve rakımıza birer buz attıktan sonra zeki müren gibi ‘rakımda buz parçasısın.. yudumladıkça yanarım’ diyelim ve  zeki müren’den  ‘perişan ömrümün neşesi söndü’yü dinleyelim..

müzikle kalın..

Crockett..

(fotoğraf : Crockett..- urfa , balıklıgöl civarı..)

PERİŞAN ÖMRÜMÜN NEŞESİ SÖNDÜ

perişan ömrümün neşesi söndü
hicran şarabından içtim içeli
bu cihan gözümde seraba döndü
sevda-yı zülfünden geçtim geçeli..

telleri inlerdi rebâb-ı aşkın
gönülden geçerken mızrabı aşkın
her şeyi unuttum kitab-ı aşkın
akla karasını seçtim seçeli..

en şen gönüllerde yine gam buldum
her zevkin sonunda bir elem buldum
teselli yerine hep sitem buldum
ağyare derdimi açtım açalı..

SÖZ-BESTE : SADETTİN KAYNAK

VOKAL : ZEKİ MÜREN

MERHABA CANIM 

ben az konuşan çok yorulan biriyim

şarabı helvayla içmeyi severim

hiç namaz kılmadım şimdiye kadar

annemi ve allahı da çok severim

annem de allahı çok sever

biz bütün aile zaten biraz

allahı da kedileri de çok severiz

hayat trajik bir homoseksüeldir

bence bütün homoseksüeller adonistir biraz

çünki bütün sarhoşluklar biraz

freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır

siz inanmayın bir gün değişir elbet

güneşe ve penise tapan rüzgârın yönü

çünki ben okumuştum muydu neydi

bir yerlerde tanrılara kadın satıldığını

ah canım aristophones

barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum

ölümü de bir giz gibi tutuyorum içimde

ölümü tanrıya saklıyorum

ve bir gün hiç anlamayacaksınız

güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum

düşüverecek ellerinizden ellerinizden ve

bir gün elbette

zeki müreni seviceksiniz

(zeki müreni seviniz)

ARKADAŞ ZEKAİ ÖZGER

SEVDADIR (MAYIS YAYINLARI , 1988)

‘insan mutsuzluktur, dedi hep, diye düşündüm, yalnızca budala olan bunun aksini savunur..doğmak mutsuzluktur, dedi, yaşadığımız sürece de bu mutsuzluğu sürdürürüz..’-BİTİK ADAM..-THOMAS BERNHARD

‘var olmak umutsuzluğa düşmekten başka bir şey değildir ki , dedi.. uyandığımda iğrenerek düşünüyorum kendimi ve başıma geleceklerin hepsi tüylerimi diken diken ediyor.. yattığımda ölmekten , bir daha uyanmamaktan başka bir isteğim olmuyor , ama sonra gene uyanıyorum ve korkunç süreç yineleniyor , yineleniyor sonuçta elli yıl boyunca , dedi.. elli yıl boyunca ölmekten başka bir şey düşünmediğimizi düşünerek gene de yaşıyor olmamız ve bunu tamamen tutarsız olduğumuz için değiştiremememiz , dedi.. çünkü biz kendimiziz acınacak olan , alçağın ta kendisiyiz..’

‘bizi cezbeden şeylerle doğal olarak pratik bir ilişki kurmak isteriz , demişti bir keresinde , yani en çok da hastalar ve deliler ve yaşlılar ve ölülerle , çünkü teorik ilişkiye bağımlıyızdır , tıpkı müzikte olduğu gibi uzun süre teorik ilişkiye bağımlıyızdır, dedi diye düşündüm.. onu çeken , insanların mutsuzlukları içindeki halleriydi , insanların kendileri değildi , mutsuzluklarıydı ve insanın olduğu her yerde buna rastlıyordu , diye düşündüm , insankolikti o , çünkü mutsuzluk özlemi çekiyordu.. insan mutsuzluktur , dedi hep , diye düşündüm , yalnızca budala olan bunun aksini savunur.. doğmak mutsuzluktur , dedi , yaşadığımız sürece de bu mutsuzluğu sürdürürüz , bir tek ölüm kesip atar bunu.. bu , hep mutsuzuz demek değildir , mutsuzluk yoluyla mutlu olabiliriz, dedi , diye düşündüm..’

‘akıl nerede ortaya çıkarsa çıksın yok edilir ve hapsedilir ve doğal olarak her zaman akılsızlık olarak damga yer , dedi , diye düşündüm lokantanın tavanına bakarken.. ama konuştuklarımızın hepsi saçma , dedi , diye düşündüm , ne dersek diyelim saçma ve yaşamımızın tümü de başlı başına bir saçmalık.. ben erken kavradım bunu , düşünmeye başlar başlamaz kavradım , biz yalnızca saçma şeyler söylüyoruz , söylediğimiz her şey saçma , ama bize söylenen şeylerin de hepsi saçma , yani söylenen şeylerin hepsi de saçma  , yani söylenenlerin hepsinin saçma olduğu gibi , bu dünyada yalnızca saçma şeyler söylendi şimdiye kadar , dedi , gerçekten ve doğal olarak da yalnızca saçma şeyler yazıldı , elimizdeki yazılı metinlerin hepsi saçmalık , tarihin kanıtladığı gibi yalnızca saçmalık olabilecekleri için , dedi , diye düşündüm..’

‘daha kesin söylemek gerekirse biz , yanlış anlamalar içine doğuyor ve var olduğumuz sürece bu yanlış anlamalardan bir daha kurtulamıyoruz , istediğimiz kadar çaba gösterelim boşuna.. bu gözlemi herkes yapıyor zaten , dedi , diye düşündüm , çünkü herkes durmadan bir şey söylüyor ve yanlış anlaşılıyor , işte bir tek bu noktada herkes gene anlaşıyor , dedi , diye düşündüm.. bir yanlış anlaşılma , bizi  yanlış anlaşılmalar dünyasına sokuyor , ona bir yığın yanlış anlaşılmadan oluşan bir şey olarak dayanmak zorundayız ve büyük bir yanlış anlaşılmayla da onu terk ediyoruz , çünkü ölüm en büyük yanlış anlama , dedi , diye düşündüm..’

‘dostluklar , diye düşündüm , deneyimlerin gösterdiği üzere , eninde sonunda kişilerin ancak benzer çevrelerine kurulu olduğu zaman sürekli olabiliyor , diye düşündüm , bunun dışındaki her şey aldatmaca..’

‘bu odalardan nefret ediyordum ve bu odakların içindekilerden nefret ediyordum ve evden dışarıya çıktığımda evin önündeki insanlardan nefret ediyordum , birden bu insanların hepsine aksi davranmıştım , oysa onlar benim yalnızca iyiliğimi istiyorlardı , ama işte zamanla bu sinirime dokunmuştu , hiç bıkmadıkları yardıma hazır oluşları birden beni derinlemesine itmişti.. çalışma odama kapanıp pencereden dışarıya diktim gözlerimi , kendi mutsuzluğum dışında başka bir şey görmeden dışarıya koşup herkese bağırıp çağırdım.. ormana koşup bitkin bir halde bir ağacın dibine çöktüm..’

‘kuramda anlıyoruz insanları , ama uygulamada onlara katlanamıyoruz , diye düşündüm , onlarla çoğunlukla isteksiz birlikte oluyor ve onlara kendi bakış açımızla davranıyoruz.. oysa insanlara kendi açımızdan değil her açıdan bakmalı ve ona göre davranmalıyız , diye düşündüm , onlara öyle davranmalıyız ki, onlara önyargılı davranmadığımızı söyleyebilelim , ama bunu beceremiyoruz , çünkü gerçekten de herkese karşı önyargılıyız..’

BİTİK ADAM , Thomas Bernhard , Çeviri : Sezer Duru , YKY , Aralık 2000..

‘dünyada bir ben varım.. bir de bu olmayası sahipsizliğim..’ – TURGUT UYAR

YİTİKSİZ..

sabaha karşı oturup ağladınız

ama mesela şimdi ben

ne aradığımı bilmiyorum

 

sabaha karşı oturup ağladınız

çünki sizin aşkınız vardı

kurumuş çiçekleriniz vardı

aşina yıldızınız gökte

oturup çok ok ağladınız

ağlayıp iyi ettiniz

size imreniyorum çünki

çünki ölümsüz gibiyim yalnızlığımda

çünki yalnızlığımda öyle güzelim

 

üç beş kalem insan gelip geçtiler

biliyorsunuz bu dünya bana yetmez

biliyorsunuz bütün kapıları omuzladım

kimini açtım kimini açamadım

bütün gemileri dolaştım limanlarda

hepsi rıhtımlara bağlıydılar

bütün adalar yitikti

sabah karşı oturup ağladınız

çünki siz bulup da yitirdiniz

 

ben yitirmem bir bulsam

bütün kayaları üst üste korum

ama biliyorsunuz her şey gelip geçecek

süslü kadınlar gibi oymalı arabalarda

iki vakit arasında sessiz bir çiçek

bir dökülecek bir açacak

sonunda cılız köprülerin öte başında

bir benim bulamadığım kalacak

 

sabaha karşı oturup ağladınız

ama mesela şimdi ben

ne aradığımı bilmiyorum..

TURGUT UYAR (Varlık , 1954)

DENEME..

‘işte geldim gidiyorum

şen olasın halep şehri’

 

gelin bütün yıldızları doldurun

karanlık yalnızlığıma..

ne ışıldar yanı yörem , ne ışır

ölürsem yalnız ölürüm

seversem yalnız severim

insanlar gelir geçer ömrümden ama

macera benimdir geçmişlere karışır

 

kötümser miyim dersiniz , hayır

bu gerçek en alası gerçeklerin

göveren arpaların buğdayların peşine

senin , benim , bütün yaratılmışların

en ulu ağaçların , en şakrak kuşların

düzlerde açıp açıp kavrulan çiçeklerin

aşkımız , meşkimiz tek başına..

TURGUT UYAR (Varlık , 1953)

TEL CAMBAZININ TELDEN DÜŞERKEN SÖYLEDİĞİ ŞİİRDİR..

eğreti zamanlar kayıp geçti

bir deli yıldızları sayıp geçti

bir adam köprülerde ağlıyordu

o adam deliydi ben akıllıydım

hu dedi ninnilerimde güzel kızlar

güzel kızlar var olsun

 

dünyada bir ben varım

bir de bu olmayası sahipsizliğim

benim anlamadığım başka şey

biri gözlerimi kapamış bilemiyorum

dağlarda iki kekik koksa

biri benim içindir

iki kaya yarılsa

siz beni bu şehirden alın götürün

tükenmez yağmurlarda ıslatın

elime iki kulaç ip verin

düğümleyip düğümleyip çözeyim

şehrin bütün ışıklarını söndürün

kapatın bütün kapılarını

beni bu şehirden alın götürün

 

bir elim sağ cebimde

bir elim sol cebimde

bu hüznü sizde bilirsiniz

anlat deseniz anlatamam

enine boyuna yaşarım ancak

bu koku bilmediğim bir koku

bu gece kayık gecelerden birine benzer

dört yanım karanlıkta

büyük rüzgarlarda savrulacağız

öylece dur kollarımda öylece

karanlıkta telaşa seni hatırlıyorum..

TURGUT UYAR (Şairler Yaprağı , 1954)

‘YİTİKSİZ’ (Kitaplarına Girmemiş Şiirleri) – TURGUT UYAR , YKY , Haziran 2010..

‘insanlar isterlerse her şeyi , ama hemen her şeyi bir tür silaha dönüştürebilirlerdi çünkü.. en çok da sevgiyi elbette , alışılan yaşam biçimlerini , alışılacakları..’ – Sonsuzluğa Nokta.. – Hasan Ali Toptaş

‘ilkin , insanların büyük kötülüklere yol açan iyilik anlayışlarından korkuyorum , dedim sözgelimi.. sonra , kendini çocukların varlığında yenileyen hayatın acımasızlığından , bu acımasızlığın üstünü örten masumiyetin derinliğinden ve kapı kilitlerinden korkuyorum dedim.. sonra canlı olmanın aczinden , bu aczin doğurduğu kaçınılmaz sonuçlardan , sokaklardan ve insanların içinde uğuldayıp duran çok ağızlı kuyularla bu kuyuların karanlığından korkuyorum dedim.. sonra hızımı alamadım ve insanların varlığını eksilterek onları tamamlamış gibi gösteren şehrin  abuk sabuk görüntülerinden korkuyorum dedim.. sonra hızlandıkça hızlandım ve patronlarının diliyle konuştuklarını fark edemeyen ezik ruhlu kapı kullarının gururundan ve bu gururun girebileceği çeşitli kılıklarla bu kılıkların insana alçakgönüllülükmüş gibi gözüken kıvamından korkuyorum dedim.. sonra artık kendimi frenleyemedim ve hayatımızın içinde gezinip duran tanklardan , helikopterlerden ve uçaklardan korkuyorum dedim.. sonra aniden hatırladım ve bir insanın her şeyi bilebileceğini sanan kıt akıllı adamların , geçmişlerini başkalarının geleceğinden geri almaya çalışan kırkını aşmış çocukların ve hemen her fırsatta yaralı güvercin rolü oynayan kadınların yanı sıra ben uzun ömürlü neşelerle uykulardan da korkuyorum dedim..’

Uykuların Doğusu.. – Hasan Ali Toptaş

 

‘insanlar isterlerse her şeyi , ama hemen her şeyi bir tür silaha dönüştürebilirlerdi çünkü.. en çok da sevgiyi elbette , alışılan yaşam biçimlerini , alışılacakları..’

Sonsuzluğa Nokta.. – Hasan Ali Toptaş

Günün Şarkısı : Sonsuz.. -LEMAN SAM

bugünlere en uygun şarkı leman sam’dan ‘sonsuz’.. usta yönetmen cemal şan’ın ‘sonsuz’ filminin film müziklerinden olan ‘sonsuz’ şarkısı leman sam’ın uzun zaman sonra seslendirdiği ilk şarkı..  kızı şevval sam’ın sözlerini yazdığı , engin arslan’ın bestesini yaptığı ‘sonsuz’ şarkısı yüreğinize işliyor.. müzik kutumuzdan ‘sonsuz’u dinleyebilirsiniz..

Crockett..

sonsuz..

sonsuzluk ölüm var mı
ay doğar mı
gün dönmeden geceyi
dağlardan
nehirlerden
yazdığımız şarkımızı söyle
bir kısır döngü
bir kumar belki
bir şefkatli dokunuş
ömre bedel mi
bu yoksulluk
bu dargınlık
bir yalnızlık acısı
bir gün geçer mi
sonsuzluk sızın var mı
sızın diner mi
zaman dönmeden geriye
giden değil miyiz
sığındığımız
unuttuğumuz
şarkımızı söyle..

söz : şevval sam

müzik : engin arslan

vokal : leman sam

SONRASI KALIR.. – EDİP CANSEVER

SONRASI KALIR

on kalır benden geriye dokuzdan önceki on
dokuz değil on kalır
on çiçek, on güneş, on haziran
on eylül, on haziran
on adam kalır benden, onu da
bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
on adam kalır.

ne kalır ne kalır
tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
dokuzu unutulmuş on yüz mu kalır
onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
on çizik, on çentik, on dudak izi
bir çay bardağında on dudak izi
aşklardan sevgilerden
suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
bir de bu kalır.

ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
asıl bu kalır.

on yerde adam geçse geçmese
dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm,
anlaşılır.

aksam olur bir günden dibe çökerim
su içer dibe çökerim
iyimser bir duvarcıyım her gün bir tuğla
düşürürüm elimden
bu yüzden gecikirim
size bu sıkıntı kalır.

ne kalır

kahvelere de kalın kalın kayısı vakti
dişleri kesmeyenin en az kayısı vakti
dişleri hiç kesmeyenden
gün geçer kendi kalır
kahvelerde kayısı.

gezginim, açık denizlerden yanayım
biraz da akdenizliyim, bu işte böyle kalır
akdenizli herkes konuşur duyarlığını
başka ne kalır
biz ki bir konuşuruz geriye on şey kalır.

ben buyum, dersin, arkadaş
sevgilim ben buyum
yüreğim vurgun, dişlerim altın
ceketim sol omsuzumda
vakit vakit incelen vakit.

EDİP CANSEVER

İlhan Abiyi kaybettik..

ilhan abiyi kaybettik..

rahatsız paranoyak beyinler , hastalıklı ruhlar , kişiliksiz ve onursuz bireyler arasında , kafka’nın romanlarını aratmayacak saçma sapan düzmece gündemler ve kendi hayat maceramızdaki debelenmelerimiz ve keşmekeşimiz içinde ilhan abimizi de dün kaybettik.. dün bir şeyler yazmak istedim ama elim varmadı.. oturdum kaldım sadece.. eve gittim ilhan abinin ‘düşünüyorum öyleyse vurun’ kitabını elime aldım ve onu okudum tüm gece.. en kötü en gergin zamanlarda , en sert yazıları yazdığında bile gülümseyen ama hiçbir zaman bağırdığı görülmeyen ilhan abinin yumuşacık sıcacık kalbinden , aydınlık beyninden dökülen kelimelere gömdüm acımı..

ilhan abiye , tırnak içinde ‘solcular’ın , solcu geçinenlerin faşist demediği mi kalmadı , has darbeci ve darbe yalakalarının , liboşların ‘darbeci’ demediği mi kalmadı , asıl kendileri kafatasçı olanların kafatasçı demediği mi kalmadı.. demediklerini , yazmadıklarını bırakmadılar ilhan abi hakkında.. her dönemin bu cahil cühela fır döndü menfaat takımının kendileri tarihin karanlıklarında kaybolup gittiklerinde ilhan abi cumhuriyet tarihinin ve aydınlanmanın sönmeyen , yılmayan ışığı olarak 1962’de açtığı ‘pencere’den aydınlatmaya devam edecek ve gülümseyişi ısıtmaya devam edecek kalplerimizi..

güle güle ilhan abim..

Crockett..

‘İlhan Selçuk’u kaybettik

Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk’u kaybettik. Bir süredir Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde tedavi gören Selçuk saat 13.15’de çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi. İlhan Selçuk için Çarşamba günü 11.00-15.00 saatleri arasında İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Salonu’nda, ardından Cumhuriyet Gazetesi önünde bir “veda töreni” yapılacak. Selçuk, perşembe günü saat 13.00’de Hacıbektaş’ta Çilehane bölgesindeki Yıldızlar Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Selçuk’un ölümü Cumhuriyet ailesini yasa boğdu. Cumhuriyet çalışanları gruplar halinde Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’ne gittiler. Yarım asırdır  Cumhuriyet’te köşe yazarlığını sürdüren Selçuk, aynı zamanda gazetenin Yayın Kurulu Başkanı’ydı. Berin Nadi’nin 2001 yılında  ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz sahipliği görevini üstlenmiş, gazetesinin yaşatılabilmesi için yıllarca mücadele  vermişti.
Cumhuriyet okuru ona “Aydınlanmanın Bilgesi” adını takmıştı. İlhan Selçuk Atatürk ilkelerinin savunucusu bir devrimci ve yurtseverdi. Adı Cumhuriyet Gazetesi’yle özdeşleşen İlhan Selçuk Cumhuriyet okurunun her sabah bir pusula gibi doğru yönü gösterdiği inancıyla izlediği bir yazardı.
İlhan Selçuk 11 Mart 1925’te İzmir’de doğdu (Nüfusunda Aydın yazılı). Babası subaydı. Bu nedenle Aydın’da başlayan, Yıldızeli ve Keskin’de süren, Şişli 43. İlkokul’da tamamlanan ilköğreniminin ardından, ortaokul ve liseyi İstanbul Taksim, Silifke ve Adana’da okudu.
1950’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kısa bir süre avukatlık yaptı. Ardından ağabeyi Turhan Selçuk’la birlikte 41 Buçuk ve Dolmuş mizah dergilerini yayımladı. İlk yazıları bu dergilerde yayımlandı. 1958’de Karikatür, 1959’da Taş_Karikatür dergilerinin yayıncıları arasına katıldı. Semih Balcıoğlu ile birlikte Ulus’un mizah sayfasını düzenledi.
1961’de Akşam Gazetesi’nde yazarlığa başladı. Aynı yıl Tanin’e oradan da Vatan’a geçti. 1962’de Doğan Avıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu’yla birlikte Yön’ün kurucuları arasında yer aldı ve burada da yazılar yazdı.
1962’de Nadir Nadi’nin çağrısı üzerine Cumhuriyet’te köşe yazarlığına başladı.
12 Mart 1971 öncesinde Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim dergisinde de yazan İlhan Selçuk, bu tarihlerde, geniş bir kesimin büyük ilgi duyarak okuduğu bir yazardı.
12 Mart sonrasında “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazısı nedeniyle Cumhuriyet kapatıldı. İlhan Selçuk tutuklandı. Açılan davada aklandı.
Ziverbey’de İşkence
Çok geçmeden sıkıyönetimce yeniden gözaltına alındı. “Ziverbey Köşkü”nde işkence gördü. “Madanoğlu Davası”ndan Sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı ve aklandı. Yazdığı “Ziverbey Köşkü” kitabıyla, Ziverbey’deki işkence iddiaları ilk kez anlatılmış oldu. İlhan Selçuk, Ziverbey’de işkence altındayken verdiği ifadede akrostiş yöntemini kullanmıştı. İfadesinde, her tümcenin sondan ikinci sözcüğünün baş harfi yukarıdan aşağı sıralandığında “işkence altındayım” tümcesi çıkıyordu.
Demokrasi Ödülü
1991’de Nadir Nadi’nin ölümünden sonra gazetenin iflasa sürüklendiği, yazarlarının uzaklaşmak zorunda kaldıkları dönemde İlhan Selçuk, Berin Nadi ile birlikte Cumhuriyet yazarlarının bir arada tutulmasında önemli rol üstlendi. Ardından Berrin Nadi ile birlikte Cumhuriyet Gazetesi’nin bağımsızlığını koruyarak sürdürebilmesi için Cumhuriyet Vakfı’nı kurdu.
Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) kurucu üyesi olan İlhan Selçuk, “Türk basınında demokrasi için verdiği savaşımdan” ötürü 1997’de Sertel Demokrasi Ödülü’ne değer görüldü. 1989’da Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin “Onur Ödülü”ne, 1994’te Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Basın Özgürlüğü Ödülü”nü aldı. Yaklaşık yarım asırdır Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapan İlhan Selçuk’un 15 kitabı bulunuyor.
Ergenekon’dan Gözaltı
21 Mart 2008 günü saat sabah 04:30 sıralarında Ergenekon davası operasyonları kapsamında gözaltına alınan Selçuk, iki gün sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
30 Mart akşamı, göğüs ağrısıyla Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’ne getirildi. 15 Nisan’da yaklaşık 6 saat süren bir by-pass ameliyatı geçirdi. Selçuk’un ameliyatını gerçekleştiren ekibin başı Doç. Dr. Atıf Akçevin, ameliyatın ardından basın mensuplarına yaptığı açıklamada, İlhan Selçuk’un 1978 ve 1984 yıllarında kalp krizi geçirdiği belirterek, hastalığın son seneye kadar tıbbi tedaviyle sabit seyrettiğini söylemişti. İlhan Selçuk’un doktorlarından Oryal Gökdemir ise gazetecilerin “İlhan Selçuk’un şu anki durumunda gözaltına alınmasının bir etkisi var mıdır?” sorusuna “Etkilememiş diyemeyiz, ama ‘tek neden budur’ demek de yanlış olur” karşılığını vermişti.
25 Mayıs’ta hastaneden taburcu olan Selçuk, 14 Ağustos 2009 günü yeniden rahatsızlanarak Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde yoğun bakıma alındı. Selçuk’a ilk müdahaleyi daha önce kalp rahatsızlığı sırasında da tedavisini yapan ekipteki doktorlar Doç. Dr. Atıf Akçevin, Dr. Genco Yücel ve Dr. Zekiye Kural yaptı. İncelemeler sonucunda, Selçuk’un beyninin sağ tarafına bir kan pıhtısı gittiği ve bunun damarlarda beslenme bozukluğuna neden olduğu saptandı.
İlhan Selçuk, hastanede kaldığı süreçte okurlarıyla bağını sürdürdü. Hikmet Çetinkaya, 26 Kasım’dan başlayarak her hafta “Pazar Sohbetleriyle” Selçuk’un görüşlerini Cumhuriyet okurlarına aktardı.
Selçuk’u Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde tedavi gördüğü süreçte kardeşi Ülfet Ertel hiç yanından ayrılmadı. Ağabeyi Turhan Selçuk ve Cumhuriyet çalışanlarının yanı sıra, aralarında politikacı, gazeteci, yazar, sanatçıların da olduğu pek çok kişi ve sivil toplum örgütü Selçuk’un ziyaretine geldi. Tarık Akan, Rutkay Aziz’in yanı sıra 14 Şubat’ta CHP Eski Genel Başkanı Deniz Baykal da Selçuk’u ziyaret edenler arasında yer aldı.
Selçuk hastanede kaldığı sürede sıkça gazeteye gelmek istediğini söylüyordu. Hikmet Çetinkaya ile sohbetinde, “Gazetedeki çocuklarımı çok özledim. Tümünün gözlerinden öperim… Türkiye’nin önünde başka bir dönem var. Demokrasi ve temel hak ve özgürlükler mücadelesi. Onun için Deniz Baykal’ı eleştirin ama vurmayın! Bu dönemde yol haritamız demokrasi, temel hak ve özgürlükler olacaktır. Atatürk milliyetçiliği de budur zaten.” diyordu.
Selçuk, son olarak 23 Mart Salı günü Cumhuriyet Gazetesi’ni ziyaret etti. Yedişer sekizer kişilik gruplar halinde Selçuk’un odasına gelen Cumhuriyet çalışanlarıyla sohbet etti, şakalaştı. Bu “Aydınlanma Bilgesi”nin Cumhuriyet’i son ziyareti oldu.

Hacıbektaş’ta defnedilecek

İlhan Selçuk için Çarşamba günü 11.00-15.00 saatleri arasında İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Salonu’nda bir veda töreni yapılacak. Daha sonra Cumhuriyet Gazetesi önünde bir tören gerçekleştirilecek.

Selçuk’un cenazesi daha sonra Hacıbektaş’a götürülecek. Selçuk, perşembe günü saat 13.00’de Hacıbektaş’ta Mahsuni Şerif ve ağabeyi Turhan Selçuk’un mezarları ile Aşık Veysel, Pir Sultan Abdal ve Yunus Emre’nin heykellerinin bulunduğu Çilehane bölgesindeki Yıldızlar Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

 

İkisini de Eyvallah…

Arabayla asfalt yolda giderken birden karşına bir levha çıkar..
‘Yol kapalı’
Bozulursun…
Ama yapacağın bir şey de yoktur.
Bugün Pazar!..
Pazartesi günü yürekten ameliyat olacağız., söylenenlere bakılırsa epey gıllı gışlı bir operasyonmuş, nalları havaya dikersek bozulmayalım, olur böyle şeyler…

Nalları dikmezsem…
Daha görüşürüz…
Dikersem, her ne kadar kusurumuz da olsa, affola…
İkisine de eyvallah…

İlhan Selçuk’

(www.cumhuriyet.com.tr)

‘yırtarak geçiyor kalbimizden hayatı da törpüleyen zaman..’ – ARKADAŞ ZEKAİ ÖZGER

GÜNLER PERİŞAN..

 

yırtarak geçiyor kalbimizden

hayatı da törpüleyen zaman

 

şuramızda birşey var

acıya benzer

umuda benzer

böyle günlerde hayat

hem acıya, hem acıya benzer

gün ölümle başlatıyor hayatı

her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor

her sabah ölümü anlatıyor gazeteler

sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf

yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme

beynim sabırla keskin

iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını

bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir

gelirse de bilinir nerden ve nasıl

böyle ölümün yücedir adı

ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası

çünki ölümün kanıdır besleyen

bir başka baharın tohumlarını

şuramızda birşey var

bizi onduran şey

acıya saran

umudu kuşatan

 

kalbim: kalbim mi desem

var kalbim: yaşayan ben

hayatla ölümle cinayetle

gazetelerde, radyolarda, eski üniversitelilerde

eski prof hocalarla

yaşayan ben: geç mi kaldık/kabul edemem

ah benim sevgili annem

oğlunda elbet yurtseverden

birgün bırakırda sizi yüzüstü

yüzüstü değil: elbette bizüstü

bırakır da: kötü sarmaşıkları, yaban güllerini

bırakır da: sekizyüzlük hırtları, şunları, bunları

giriverir senin sıcacık kucağına

yani hem sana karşı, hem senin için

giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına

ölüm mü dedim annem

ölüm senin gibi güzel annelerin

senin gibi güzel çocuklar feda etmiş

o tarih atlasında

bir kırmızı gül olur ancak

koksun diye çocukların bahçesi

 

şuramızda, tam şuramızda

kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da bizi yaşatan günler perişan

 

işte bir bir kırıyorlar  dalıylan

yeryüzünün olgunlaşan meyvelerini

çünki biliyorlar vakit dar

oysa dalları kırılmayan ölür mü sonsuz ağaç

hayatı pekiştiren kökümüz var

dünyayı emeğe kazandırmak için

hayata ve ölüme sonsuz bir anlam veren

kanağacına sözümüz mü var

 

biz şimdi gidiyoruz gibi ya dostlar

birgün döneriz elbet

acısız, adsız

 

ölümsuyu sürünün

sürünün ölümsuyu

bir ölü bir dirinin kanıdır

besler hayatsuyu

 

şuramızda, tam şuramızda

tarihe nasıl anlatsam

 

ey anneleri korkutan

bizi yaşatan kan

 

günler perişan..

ARKADAŞ ZEKAİ ÖZGER

(Sevdadır , Arkadaş Zekai Özger , Mayıs Yayınları , 1988..)