Author Archive

‘bense, yulaf kokan dağlı ellerinde dolaşmak gibi kolaydır sanırdım yaşamak..’ – BEHÇET AYSAN

ANIŞ

yıkık manastırın orda
kalbim ki,
o da yıkıktı.
bir keşiş bıçağıyla dağlanmış
çiçekbozuğu,

çopur –
bir hayat
acıtıyordu beni

sevgilim.
her şeyin
hüzne vurduğu yerde
bütün saatlerin,
kuzguni bir denizi

çoğaltarak
hayat 
acıtıyordu beni.

bense geçerdim
karamuklarla , karabasanların

arasından
geçerdim
hiçbir
im
bırakmadan geride
bana en sırlı gelen
acının o en sırlı noktasından.

bin dokuz yüz yetmiş beş’in

ekiminde
yıkık
manastırın orda
kalbim ki , o da.

BEHÇET AYSAN

UNUTULMAYAN

durmadan taşırdım yanımda üç şeyi
iri çakıl tanelerini, çatlamış bir narı
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
ipekten
çalınmış
umutlarla taşırdım
ah sevgilim derdim, ölüm 
ne kadar çoktu yaşadığımızda. 

bize hep beyaz mendil
sallayan 
ölüm ki, 
iki kapısında 
haki bir yalnızlık
dikilirdi 

ve hatırlatırdı 
bize, güz kuşlarının
uçup gittiği denizleri.

bense, yulaf kokan
dağlı ellerinde
dolaşmak gibi kolaydır 
sanırdım yaşamak ve sana kansız 
bir gökyüzü 
getirirdim
getirebilsem ah,
– avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı –
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.

bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
çatlamış bir narı, unutmadım.

BEHÇET AYSAN

2 Temmuz 1993.. Sivas.. Unutmadık.. Unutmayacağız.. U-nut-tur-ma-ya-ca-ğız..

‘köklerinden aldığı suyun yeterliliğini ya da yetersizliğini bir ağaç ne kadar bilebilirse..’ – EDİP CANSEVER

ŞİİR ÜSTÜNE SÖYLEŞİ NOTLARI..

1. benden veya benim kuşağımdan önce yazılmış şiirleri kendi değerleriyle baş başa bırakarak araya kesin bir çizgi çizdiğime inanıyorum. bu çizginin başlangıç noktasına, oluşumuna, bugüne gelişine, kısacası belli bir şiir sürecinin ayrıntılarına değinmek istemiyorum.

oteller kenti, şiirimin vardığı son durak değil elbette. ne var ki, bundan sonra şunu şunu amaçlıyorum da demiyorum. çünkü amaçlamak, özel olsun, biçimsel olsun şematizmin şiirde geçerli olduğunu kanıtlamak anlamına gelir ki, bu da şiirin özgül işleyişine ters düşer.

2. bireyi toplum içinde somut olarak görünür duruma getirmek, giderek daha da derinlerine inerek, onun içsel dramını kurcalamak çabasındayım.

3. şiirle düşünmek! yalnızca buna inanırım. şiirle düşünmenin karşıtı felsefe yapmaktır. felsefe ise şiirin temeli olan imgeyi dışlar. gene felsefe duygusallığa da karşıdır.

şu da var: uzun şiirlerimde hiçbir sorunsalı yanıtlamaya kalkışmam. sorular sormaya, bu soruları çoğaltmaya (ama yanıtsız bırakmaya) çalışırım hep. nedeni, yazdıkça bilmediklerime, tanımadıklarıma, daha önce duyup düşünmediklerime rastlarım da ondan. zaten insanın iç dünyasını kesin olarak tanıtlamak demek, saltık insanı yokken var etmek anlamına gelmez mi?

4. büyük büyük sorunlara el atmak şiiri küçültebilir kanımca. (ayrıca büyük sorunlar nedir, küçük sorunlar nedir, bu da başlı başına bir tartışma konusudur.) örneğin pek yaygın olan hamlet tipini günümüz aydınıyla karşılaştırdığımızda , hamlet’in kişiliğinde daha bir büyüklük ya da derinlik bulabileceğimizi hiç sanmıyorum. şair yetinmesini bilmeli; büyüklüğü, derinliği dilde aramalıdır.

5. bütün sanatların şiire, şiirin de sanatlara katkısı vardır elbette. örneğin oteller kenti’ nin ‘sera oteli’ bölümündeki düzyazısal şiirler dikkatle okunduğunda görülecektir ki, dizelerden daha yoğun bir dizeler bireşimi ön plana geçmektedir. bu böyleyse, bir düzyazı örgüsü, bir düzyazı dokusu şiiri çerçevelemiyor, bunaltmıyor, onun özgür yapısını kısıtlamıyor demektir.

uzun şiirlerimdeki öykü öğesine gelince, öyküden çok bir ‘anlatma’ söz konusudur burada da. ayrıca her şiir önünde sonunda (az ya da çok) bir “anlatma” değilse nedir?

ekleyeyim : sait faik’ in ‘hişt hişt’ öyküsünde ne kadar şiir varsa, benim şiirlerimde de o kadar öykü vardır.

diyebilirim ki, bütün sanatsal türler, şiirin potasında eriyebildiğince, şiirin doğal gereçleridirler.

6. dünya yazınında bütün yazın türleri iç içe geçebiliyor. bizde ise bu tutum yadırganıyor  nedense. bence bu karşılıklı trafiği yadsımak, şiirimizi alışkanlıklardan kurtararak çeşitlendirememekten, onu dünya şiirinin süreci dışında düşünmekten başka hiçbir anlama gelmiyor.

7. şiirlerimdeki kişiler satranç taşlarına benzerler. onlar, düşsel ya da gerçek, bende olup bitenlerin toplamıdırlar olsa olsa.

gene de…

şair kendi özel kişiliğini şiirinin ardında gizlemesini iyi bilmelidir. forster, ‘yazarın yüzü okuyucunun yüzüne çok yaklaşıyor..’ der.

8. güzellik düşündürücüdür. bu yüzden  de lirizmle hiçbir ilişkim olmadı diyebilirim. ‘liriği söyleyen kimse, kendi duygulanışının bilincinden çok, duygu anının bilincindedir,’ der james joyce.

9. oteller kenti’nde  yalnızca insanlar insanlara yaklaşıp kopmuyor. onların yedeğinde nesneler de aynı işlemi sürdürüyorlar.

üçüncü bölümdeki üç kavas, zaman kavramını ortadan kaldırmakla görevli. acılarını iyi tanıyan bayan sara ise, cin kadehlerinin  eşliğinde değişik bir orkestraya katılıyor; ‘dişi bir isa gibi’ kendi kendini yaşama ya da ölüme çiviliyor. doğrusu iyi bilmiyorum, yaşama mı, ölüme mi? bütün bildiğim bilemediklerimden sızan bir kan gibi kitabı kendi rengine boyuyor.

10. köklerinden aldığı suyun yeterliliğini ya da yetersizliğini bir ağaç ne kadar bilebilirse…

EDİP CANSEVER

‘erkek biyolojik bir kazadır..’ – VALERIE SOLANAS

‘birkaç gün önce aylakadamız’da JACQUES BREL’in söyleşilerinden bir kesit vermiştik MARİO LEVİ’nin kitabından.. orada JACQUES BREL’in söyleşisinde geçen BREL’in kendisine ait kadınlar hakkındaki düşüncelerinden dolayı epeyi bir mail aldım çevreden.. eleştiri dozu yüksek sert mailler de vardı.. güldüm hatta açıkça söyleyeyim eleştiriye çok açığım ama kahkahadan koptuğum anlar oldu.. çünkü görüşler aylakadamız’ın yada bizim görüşlerimiz değil BREL’in görüşleri.. aylakadamız’da bu görüşlerin ya da kitaptan o bölümlerin yayınlaması da o görüşlere destek verdiğimiz manasına gelmez.. bunları yazarken bile yıkılıyorum gülmekten.. ki ayrıca BREL aşk adamıdır ve kadınları da çok sever.. naçizane kendi görüşleridir..

yine de bombardımana tutan arkadaşlar için belki de hiç duymadıkları SCUM MANİFESTOSU’nun yazarı ve erkek neslinin yok olmasını isteyen , yok etmek isteyen VALERIE SOLANAS’ın sel yayıncılıktan çıkmış ‘ERKEK DOĞRAMA CEMİYETİ MANİFESTOSU’ kitabından tadımlık bazı alıntılar paylaşacağız sizinle aşağıda..

bazılarınızı BREL’den dolayı kırmışsak da özür dileriz ama BREL’siz hayat kadınsız bir dünyaya benzer diyelim ve aylakadamız’ın sınırının olmadığını da bir kez daha VALERIE SOLANAS paylaşarak tekrarlayalım..’ 

Crockett..

 

‘toplumumuzda yaşamın tam bir can sıkıntısı olması ve toplumun hiç bir yönüyle kadınlarla ilgili olmaması sebebiyle, toplumsal kaygıları olan, sorumluluk sahibi, heyecan arayan kadınlara yalnızca hükümeti devirmek , parasal sistemi ortadan kaldırmak, tam otomasyonu sağlamak ve eril cinsi yok etmek kalmaktadır.

artık eril yardımı olmadan (ve aynı nedenle kadınların da yardımı olmadan) çoğalmak ve yalnızca kadın üretmek teknik olarak mümkündür. bunu yapmaya hemen başlamalıyız. erilin varlığını sürdürmesi için, üreme bile geçerli bir sebep olmamaktadır. eril biyolojik bir kazadır : y (eril) geni, eksik bir x (dişi) genidir, yani eksik bir kromozom grubuna sahiptir. başka bir deyişle , eril eksik bir dişidir, yürüyen bir başarısızlıktır , daha gen aşamasında vazgeçilen bir başarısızlık. Eril  olmak yetersiz olmaktır, duygusal olarak eksik olmaktır; eril olma durumu, eksiklik hastalığıdır ve eril duygusal açıdan özürlü yaratıklardır.

eril  tam anlamıyla benmerkezcidir, kendi içinde hapsolmuştur, başkalarını anlama, sevme başkalarıyla özdeşleşme, arkadaşlık kurma, duygulanma, şefkat yeteneğinden yoksundur. tamamen izole edilmiş, başka biriyle ilişki kuramayan bir birimdir. tepkileri tümüyle midesindendir, beyninden değil; zekası, yalnızca güdülerine ve ihtiyaçlarına hizmet eden bir araçtır; akılsal tutku, akılsal etkileşim yeteneğinden yoksundur; kendi fiziksel duyuları dışında bir şeyle bağlantı kuramaz. yarı ölü, tepkisiz bir kütledir, zevk, mutluluk veremez ve alamaz; sonuç olarak, en iyi haliyle tam anlamıyla bir can sıkıntısı, zararsız bir yığındır, çünkü yalnızca başkalarıyla ilgilenenler çekici olabilir. o, insanlar ile maymunlar arasındaki alacakaranlık kuşağından hapsolmuştur, ve maymunlardan da kötü durumdadır, çünkü maymunların aksine pek çok olumsuz duyguya sahiptir – nefret, kıskançlık, hor görme, iğrenme, suçluluk, utanç, kuşku – ve dahası ne olduğunun ve ne olmadığının farkındadır.

tamamen fiziksel duyularıyla hareket etse de, eril  damızlık olarak da uygun değildir. mekanik becerisi olduğu varsayılsa da, ki pek az eril buna sahiptir, her şeyden önce, lokmasını şevkle, şehvetle ısıramaz, bunun yerine suçluluk, utanç, korku ve güvensizlik duyguları, eril doğasında kökleşmiş olan duygular onu yer bitirir ve yalnızca en ileri eğitim bu duyguları azaltabilir; ikinci olarak, sahip olduğu fiziksel duygular sıfıra yakındır; ve üçüncü olarak partneriyle duygusal yakınlık kurmamaktadır, nasıl becerdiği, nasıl a kalite bir performans sergilediği, boru döşeme işini nasıl başardığı düşünceleri ile bozmuştur. bir erili hayvan olarak nitelemek, onu övmektir; o bir makinedir, yürüyen bir vibratördür. sık sık erilin kadınları kullandıkları söylenir. kullanmak? ne için? tabii ki zevk için değil..’

‘tamamen ben-merkezci ve kendi dışında herhangi bir şeye bağlanmaktan aciz olan eril’in konuşması , kendisi hakkında olmadığında herhangi bir insani değeri olan herhangi bir şeyden kopartılmış şahsiyetsiz bir vızıldanmadır.. eril ‘entelektüel konuşma’ , zoraki ve uzatılmış bir dişiyi etkileme denemesinden ibarettir..’

 edilgen , erile saygılı , ona uyum sağlamaya hazır ve ondan korkan babasının kızı , onun tahammül edilmez sıkıcılıktaki gevezelikleri kendisine dayatmasına izin verir.. bu onun için çok zor olmaz çünkü babanın kafasına soktuğu gerilim ve endişe , sükunet eksikliği , emniyetsizlik , kendine güvensizlik , kendi duygu ve düşüncelerinden emin olmama hali , onun değerlendirmelerini batıl kılar ve onun , erilin gevelemelerinin gevelemeden başka bir şey olmadığını görmesini engeller ; ‘büyük sanat’ adı verilmiş bulamacı ‘takdir eden’ estet gibi , babasının kızı da , kendisini sıkıntıdan patlatan şeye bayılır.. sadece erilin gevelemelerinin egemen olmasına izin vermekle kalmaz , kendi ‘konuşması’nı da buna göre ayarlar..

daha küçükten , erilin kendi hayvansılığını gizleme ihtiyacı karşısında tatlı , terbiyeli ve ‘vakur’ olmak üzere eğitildiği için babasının kızı ‘konuşması’nı havadan sudan denilen şeyle sınırlı tutmak mecburiyetindedir ki bu herhangi bir önemi olan her şeyin ihmal edildiği boş , tatsız bir şeydir – ya da eğer ‘eğitimli’ ise , ‘entelektüel’ tartışmaya indirger konuşmasını , yani alakasız soyutlamaların şahsiyetsiz bir söylemine – gayrı safi milli hasıla , ortak pazar , rimbaud’un sembolist resme etkisi.. babasının kızı , erile yaltaklanma konusunda o kadar uzmanlaşmıştır ki bu zaman içinde onun ikinci doğası halini alır ve sadece dişilerle birlikte olduğunda ağabeyle yaltaklanamaya devam eder..

yaltaklanmanın dışında ‘konuşması’ sapkın , orijinal fikirler öne sürme konusundaki güvensizliği ve bu güvensizlik sebebiyle kendi içine gömülmesiyle sınırlanır.. bu durum babasının kızının konuşmasının çekici olmasını engeller.. tatlılık , terbiye , ‘vakar’ , güvensizlik ve kendi içine gömülmenin yoğunluk ve zekaya yol açması zordur , bir konuşmayı dinlenmeye değer kılan özellikler de bunlardır.. bu tür konuşma aslında pek de yaygın değildir çünkü sadece kendine güvenen , mağrur , dışadönük , gurulu ve sağlam kafalı dişiler , yoğun , akıllı ve edepsiz bir konuşma yapabilir..’

‘Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu’ , VALERIE SOLANAS , Çeviri : AYŞE DÜZKAN , SEL Yayıncılık , Ağustos 2002..

‘getma getma..’ – ‘ASLI’

‘sesini bile duymadığım ‘aslı’ kardeşimin müzik bilgime , birikimime yaptığı katkılarından dolayı yakınlarda yazıp teşekkür etmiştim kendisine..

işte ‘sesini bile duymadığım’ diye yazdığım ‘aslı’ çok güzel bir paylaşım ve jest yapıp kendisinin söylediği doğu karadeniz , artvin yörelerine ait ‘getma getma’ adlı türküyü bana yollamış..

yoğun ve uykusuz bir gecenin ardından sabahın erken saatlerinde maillerimin arasında türküyü görünce hemen açtım , dinledim.. müzikle uğraştığını , eğitimini aldığını bildiğim ‘aslı’nın bu türküyü seslendirdiğini tahmin ettim.. sonra teyit etmek için kendisine sordum ve tahminim doğru çıktı.. sesini de duymuş olduk böylece kendisinin..

o kadar güzel bir çalışma olmuş ki günlerdir onu dinliyorum..  bu güzel paylaşım için ne kadar teşekkür etsem azdır.. çok mutlu oldum..

‘ayşenur kolivar’ın da seslendirdiği bu türküyü değişik yörelerde biraz değişik şekillerde okunduğunu araştırmalarım sonucu gördüm.. örneğin bayburt yöresinde de kendi türküleri olarak geçiyor ve sözleri biraz daha değişik.. sözlerinin özellikle ‘terk ettim gidiyorum’ kısmından sonra söylenen yöreye göre ‘sürmene dağlarını’ , ‘hemşin dağlarını’ , ‘bayburt dağlarını’ ve ‘dersimin dağlarını’ bile olarak değiştiğini gördüm.. ‘aslı’nın söylediğinden sözlerini yazabildiğim kadarını yazdım.. ‘aslı’ türkünün sözlerinin tamamını yollarsa bana türkünün sözlerinin tamamını buraya eklerim..

‘aslı’ bu çalışmayı kendisi gibi izmir’de müzik yapan , çok güzel çalışmaları olan ‘onur’ kardeşimizle birlikte yapmış.. ‘aslı’ya gitarıyla eşlik etmiş ‘onur’..  her ikisinin de yüreğine sağlık , emekleri paylaşımları için kendilerine teşekkür ediyoruz.. ‘aslı’dan aldığım izinle bugünün türküsü olarak müzik kutumuza türküyü sizler için ekledik..

müzikle kalın..’

Crockett..

‘getma getma yanarım da ,

gedan guni sayarim

gedup geri bakmasan

çıra gibi yanarım..

giydim çaruklarimi da

gel bağla bağlaruni

mavi sana mor bena da ,

niye baktın horbena..

 
getma sevduğum getma da

dünya gelur dar bena..’

(Fotoğraflar : Daphne , Harbiye -Antakya.. – BLACKHAWK..)

‘ama arkadaşlık ağaca benzer, kurudumu, yeşermez artık..’ – NAZIM HİKMET

KARIMIN İSTANBUL’DAN YAZDIĞI MEKTUP

canım,
uzandığım yerde yazıyorum.
yorgunum pek.
aynada yüzümü gördüm, adeta yeşil.
havalar soğuk, yaz gelmeyecek.
haftada otuz liralık odun lazım,
başa çıkılır gibi değil.
sofada demin iş görürken,
battaniyemi aldım sırtıma.
camlar çerçeveler kırık, kapılar
kapanmıyor,
burda barınmamız imkansız artık,
taşınmalı!
ev yıkılacak üstümüze.
kiralarsa pahalımı pahalı.
sana bunları ne diye anlatırım?
üzüleceksin.
derdimi kime dökeyim?
kusura bakma.
ısınsa, iyice ısınsa ortalık ama,
hele geceler.
bıktım usandım üşümekten.
rüyalarımda afrika’ya gidiyorum.
cezayir’deydim bir sefer.
sıcaktı.
alnımı bir kurşun deldi,
bütün kanım aktı,
ama ölmedim.
bana bir hal geldi.
çok ihtiyarladığımı hissediyorum.
halbuki biliyorsun,
henüz kırkıma basmadım.
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
söylüyorumda,
söyleyince kızıyorlar,
konferans dinliyorum herkesten.
her neyse bu bahsi kapat.
paraguay halk türkülerini çaldı radyo.
bunlar dikenli bir yaprağın üzerine
aşkla, güneşle, insan teriyle yazılmış.
acıda, umutluda…
bayıldım paraguay türkülerine.
adviye’den mektup aldım.
beni çok göresi gelmiş,
hiç unutamıyormuş….
şaştımda kaldım.
yıllardır,

sen memleketten gittin gideli,
ne kapımı çaldı,
ne bir haber yolladı hatta.
hatta sokakta karşılaştık.
bir bayram sabahı,
başını çevirip geçti.
en yakın arkadaştık!
ama arkadaşlık ağaca benzer,
kurudumu,
yeşermez artık.
ben cevap yazmadım.
neye yarar?
evime bile gelse şimdi,
söyleyecek lakırdım yok.
düşmanlığımda yok elbet.
otursun güle güle,
zengin bir koca bulmuş
hastalıklı bir şeymiş adam
manyağın biri.
halbuki adviye ne canlı kadındır.
gidip baktım oğlumuza,
pembe, kumral, uyuyor mışıl mışıl.
yorganı açılmış, örttüm.
bir kara haberde verdi bu akşam radyo ;
iren jolio küri ölmüş.
yıllar var
bir kitap okudumdu
ölenin anısı üstüne yazılmış.
bir yerinde iki kız çocuğundan bahseder.
-satırlar gözümün önüne geldi-
sarışın iki yunan heykeli gibi der.
işte bu çocuklardan biri öldü.
bilmem ki nasıl anlatsam,
büyük bilgin, büyük adam,
ama şimdi lösemiden ölen
o sarışın kız çocuğu da.
bu ölüm bana çok dokundu.
iren jolio küri için
ağladım bu akşam.
ne tuhaf,
iren deselerdi, iren
öldüğün zaman
deselerdi,
istanbul’lu bir kadın
hem de hiç tanımadığın,
ağlayacak arkandan , deselerdi
şaşardı.
kocası geldi aklıma,
bir mektup yazsam,
başsağlığı dilesem

diye düşündüm.
adresini bilmiyorum ama
paris, frederik jolio küri desem
gidermiydi?
birde fransız yazarı öldü.
gazetede okudum.
adını bile duymamışsındır.
çok ihtiyardı zaten,
üstelikte egoist,
sinik,
cenabet herifin biri.
her şeyle alay etmiş ömrü boyunca.
hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş,
bir köpeklerle kedileri,
ama yalnız kendininkileri.
mülakat vermiş ölmeden bir kaç gün önce.
ölümü alaya alıyor aklınca.
ama belli dehşetlide korkuyor.
resmide var.
büyükannemizi erkek yap,
tepesine bir takke koy,
işte herif.
korkunç bir yalnızlık içinde
sıska bir ihtiyar.
o’na da acıdım
belki büyükannemize benzediğinden,
belki de yalnızlığına.
acıdım.
aynı acıma değil elbet.
acıyorsun iren küri’ye,
çocuklarını düşünüyorsun, kocasını ,
ama daha çok dünyaya acıyorsun ,
büyük bir insan öldü diye.
sana bir müjdem var ;
okumayı öğreniyor tembel oğlun.
epeyi söktü kerata;
tut, koş, kitap, kalem, çanta….
mükemmel değil mi?
her harfi bir şeye benzetiyor;
a bir evmiş,
b göbekli bir adam,
t bir keser.
ödüm kopuyor tembel olacak diye.
hep o’na iş yaptırmak istiyorum.
kız olsaydı kolaydı.
kadınların her yaşta
her iş gelir elinden.
ama beş yaşında bir oğlan,
ne becerebilir?
ah bir ısınsa havalar…

ısınacak.
uzadıkça uzadı mektubum.
kendine iyi bak,
bana hemen cevap ver.
beni unutma.
bana hemen cevap ver,
akıllıdır münevver,
nasıl olsa ne yapıp eder,
falan filan diye kendini avutma.
sensiz perişanım,
beni unutma.
kendine iyi bak.
gözlerinden öperim canım.
güzel geceler.
kendine iyi bak.
bana hemen cevap ver,
dertlerimi aklında tutma,
unut.
beni unutma..

NAZIM HİKMET

(cafe balzac’ın sonsuz güzellikteki manzaralı terasında şemsiyenin altında yağmur rüzgarla savrulup serinletirken bizleri , bir aydır sürekli yağan yağmurdan londra’ya dönmüş istanbul’un kadıköy’ünden kuşbakışı sultanahmeti , ayasofyayı , galatayı haydarpaşayı , gelip geçen vapurları , boğazı martı sesleri ve vapur düdükleri arasında seyrederken ‘aşk olsun , nur olsun’ diyerek kadehleri kaldırıp indirirken dostluğa , kardeşliğe , barışa , güzel günlere , ‘altın çocuk’ ‘sarı’mız her içtiğinde okuduğu gibi bu güzel nazım şiirini yüreklerimize okuyunca hep aylakadamız’a ekleyeceğim dediğim ama unuttuğum bu şiiri bir kez daha unutmadan siteye ekleyip sizlerle paylaşmak mümkün oldu sonunda.. ‘sarı’ya teşekkürlerimizle.. ‘sarı seni seviyoruz cicim..’

Crockett..)

(İstanbul Boğazı ve Anadolufeneri Fotoğrafları : Crockett..)

GENJİ..

Beni izlersen hayallerin neyden yapılmış olduğunu sana gösteririm..- GENJİ

Hayat yolunda gösterişsiz tam gaz dümdüz ilerlemek lazım Genji.. Uuuuç Genji uç.. Genji Uç.. -KEN

‘muhayyilemiz ancak başkalarının mutsuzluklarını beklerken , tiksinti taşmalarında , iğrenç işler yapmamıza değilse de onları düşlemeye iten bir ortamda işler..’ – E.M. CIORAN

‘ancak tabiatımızdaki en iyi şeyleri yok etmek , vücudumuzu kansızlığın disiplinine , zihnimizi de unutuşunkine tabi kılmak kaydıyla yumuşarız , iyi oluruz.. bir gıdım hafıza bile muhafaza ettikçe , bağışlama kendi içgüdüleriyle mücadele etmeye , kendi benliğine karşı bir saldırıya dönüşür.. bizi kendimizle uyumlu kılan , devamlılığımızı sağlayan , geçmişimize bağlayan , çağrışım gücümüzü tahrik eden şey alçaklıklarımızdır ; aynı şekilde , muhayyilemiz ancak başkalarının mutsuzluklarını beklerken , tiksinti taşmalarında , iğrenç işler yapmamıza değilse de onları düşlemeye iten bir ortamda işler..’

‘bilgi sevgiyi yıkar : kendi sırlarımızı kavradığımız ölçüde hemcinslerimizden nefret ederiz ; tam da bize benzedikleri için.. kendimiz hakkında yanılsamamız kalmadığında , başkası hakkında da yanılsama kalmaz ; içebakış yoluyla ortaya çıkardığımız adlandırılamayanı , meşru bir genellemeyle ölümlülerin arta kalanlarına yayarız ; özden bozuk olduklarından , tüm zaafları onlara atfetmekte yanılmıyoruzdur.. hayli tuhaf bir biçimde , bunların çoğu o zaafları saptayamazlar , kendilerinde ya da başkalarında tespit edemezler..kötülük yapmak zahmetsiz bir iştir : herkes bunu yapabilir ; buna karşılık kötülüğü açık açık üstlenmek , kaçınılmaz gerçekliğini tanımak ise tuhaf bir marifettir..’ 

‘kendine ait bir irade olduğu ve buna bağlı kalındığı (lucifer’e yapılan sitem budur) müddetçe , intikam bir kaidedir ; çeşitliliğin , ‘benliğin’ evrenini tanımlayan ve özdeşlik evreninde hiçbir anlamı olmayacak olan organik bir zorunluluktur..’

‘lafı dolandırmadan söyleyelim ki fiilin hükümranlığı , meziyetlerimizden daha büyük bir varoluş kontenjanını elinde tutan zaaflarımızdan gelir.. hayat davasını , bilhassa da tarih davasını benimsersek , zaaflarımız en üst derecede yararlı görünürler : şeylere tutunmamız ve şu fani dünyada sevimli bir görüntü vermemiz zaafların sayesinde değil midir.. durumumuzdan ayrılmazdırlar , bir tek hayalet onlardan mahrumdur.. onları boykot etmeyi istemek , kendine karşı fesat düzenlemektir ; dövüşün tam ortasında silah bırakmaktır ; insanoğlu gözünde itibarını yitirmek ya da hepten münhal kalmaktır.. cimri , kendine gıpta edilmesine layıktır ; parası için değil tamamen gerçek hazinesi olan cimriliği için.. hiçbir şeyi hafife almayan zaaf , bireyi gerçekliğin bir bölümüne sabitleyerek , oraya dikerek meşgul eder , derinleştirir onu ; ona bir haklılık verir , bulanıklıktan uzaklaştırır.. aşırı düşkünlüklerin , ahlak gevşekliklerinin ve saçmalamaların pratik değerini kanıtlamaya gerek yoktur artık.. isteklerin çatıştığı , öne geçme iştahının kasıp kavurduğu o dünyaya , doğrudanlığa bağlanıp kaldığımız ölçüde , ufak bir zaaf büyük faziletten daha etkili çıkar.. varlıkların siyasi boyutu (siyasi sözüyle biyolojik olanın taçlandırılmasını kastediyorum) fiiliyatın hükümdarlığını , dinamik iğrençliğin hükümdarlığını korur.. kendimizi tanımak , hareketlerimizin kirli nedenlerini , cevherimizde kayıtlı olan itiraf edilmezliği , randımanımızın bağlı olduğu açık ya da gizli sefillikler tutarını tespit emektir.. tabiatımızın alçak bölgelerinden gelen her şey kuvvetle donanmıştır , alttan gelen her şey dürter bizi : kıskançlık ve açgözlülüğe dayanılarak , daima asalet ve göztokluğundan daha çok üretimde bulunulur ve didinilir.. sadece kusurlarını geliştirmeyen ya da bunları ortaya dökmeyenler kısırlıkla karşı karşıyadırlar.. gerçekliğin bizi çağıran kesimi hangisi olursa olsun , orada göz doldurmak için karakterimizdeki doymaz tarafı geliştirmek ; fanatizm , hoşgörüsüzlük ve kovuşturma eğilimlerimizi şımartmak düşmektedir bize.. verimlilikten daha şaibeli bir şey yoktur.. eğer saflığı arıyorsanız , herhangi bir iç şeffaflık iddiasındaysanız , hiç gecikmeden yeteneklerinizden feragat edin , fiiller döngüsünden çıkın , insani olanın dışına yerleşin , dindar bir deyişle söyleyecek olursak ‘kul sohbetleri’nden vazgeçin..’

‘Tarih ve Ütopya’ , E.M. CIORAN , Çeviri : Haldun Bayrı , Metis Yayınları , Haziran 1999..

‘kendi rahatınız için kim olursa olsun herkesin ruhunu gözden çıkarırsınız..’ – Palmiyelerin Altında Stevenson.. – ALBERTO MANGUEL

‘bize içecek bir şeyler getir ,’ diye seslendi bay baker , sonra da iskemlelerden birine oturup konuğuna diğerini işaret etti.. stevenson ayak sesleri ve kap-kacak tıngırtısı duydu ; sonunda arkalarındaki karanlıktan siyah bir el uzandı ve masanın üstüne bir sürahiyle iki bardak bıraktı..

bay baker içkileri koyup bardaklardan birini stevenson’a doğru itti..

‘için.. bu cehennemde yaşamak istiyorsanız , hem bedeniniz , hem ruhunuz güçlü olmalı..’

‘içki içmezsiniz diye düşünmüştüm,’ dedi stevenson..

‘ben içerim , ama onlar içmemeli,’ diye yavaşça yanıtladı bay baker.. ‘ben önümde uzandığını bildiğim yoldan şaşmadan ilerleyebilirim ; onlar içinse her bir damla , yoldan çıkma nedenidir.. kendi cehennemlerinde yanmalarını  , o çok sever gözüktükleri alkole hepsini iyice bulayıp ateşe vermeyi çok isterdim.. bu yitik insanlıktan nefret ediyorum..’

‘ben ne oluyorum öyleyse.. ben de içkiye yenik düşmüş biri değil miyim..’

bay baker güldü..

‘buna kendiniz karar vermelisiniz..’

‘iyi bir bardak içkiden ve bir tabak yemekten mahrum bırakmam kendimi.. başka bir insanı da bırakmam.. yaşam sevgisi güçlü bir tutkudur , yiyecek içecek gibi basit şeylerde bile bu tutkunun peşinden hep gitmişimdir..’

‘öyle mi..’ dedi bay baker.. ‘ben sevginin güçlü bir tutku olduğuna inanmıyorum.. korku güçlü bir tutkudur ; yaşamın en yoğun sevinçlerini tatmak istiyorsanız korkuyla aşık atmalısınız..’

‘ben de korkarım , ama bunu , yaşamı daha da yoğun bir şekilde sevmek için kullanırım..’

ciğerlerinizi eprimiş bir tüle çeviren ve sizi mendiliniz kanlanana kadar öksürten yaşamı mı..’

‘mendillerimdeki kan bir kazadır , yaşama bakışımı belirlemez.. beni incitmiş ya da köklü bir şekilde değiştirmiş değildir..’

‘öyle diyorsunuz.. bu zavallıları yalnızca içkiden değil , ekmek ve sudan da mahrum bırakma pahasına sağlıklı bir yaşam sürebilecek olsanız , bunu yaparsınız.. kendi rahatınız için kim olursa olsun herkesin ruhunu gözden çıkarırsınız..’

‘bunun doğru olmadığını biliyorsunuz..’

bay baker gülümsedi.. ‘ neyse ki bu iddiayı sınama imkanınız yok..’

‘olmasını isterdim ama , sizin adınıza.. nerede durduğumu size göstermek istiyorum..’

uzun bir sessizlik oldu , stevenson , masanın öbür tarafındaki bay baker’in , ışık halkasının kenarındaki ince , sevimsiz gülümsemesine baktı.. sessizliği bölme gereksinimi duydu..

‘aslında haklısınız.. uygarlığımız içi boş bir sahtekarlık.. yaşamın bütün eğlencesi kayboluyor onun yüzünden.. becerdiği tek şey , dünya yüzeyinde daha büyük sayıda insanı aynı anda mutsuz kılmak.. ama bir de sonsuz mutlulukla dolu pek çok an var , cenneti görebildiğimiz anlar , bunlar için yaşıyorum ben.. yine de bu anların bir teki için bile başka bir insanın acı çekmesine neden olmayı kabul edemem..’

Palmiyelerin Altında Stevenson.. – ALBERTO MANGUEL , Çeviri : Cem Akaş , YKY , Mayıs 2004..

BİR+BİR’in 4. sayısı çıktı..

bir+bir’in dördüncü sayısı nihayet çıktı.. derginin tam olarak ne zaman çıktığı , ne zaman bayilerde yer alacağı hala bir muamma.. bir ay geçince gözlerimiz raflarda hep onu arıyor ama ara ara yok.. bekle bekle yok.. neyse şükür tekrar kavuştuk dergiye.. derginin bu sayısının kapağı dünya kupası nedeniyle olsa gerek gelmiş geçmiş en büyük futbolcu ‘maradona..’ dergide dünya kupası ile ilgili yazılar da mevcut.. derginin arka kapağında ise ölümünün 40. yıldönümü vesilesiyle orhan kemal’e saygı duruşu var..

derginin bu sayısında yapıtları onlarca dile çevrilmiş olan amerikalı düşünür judith butler’la yapılan ‘homofobi adlı ruhsal bozukluk’ başlıklı söyleşiyle ‘eşcinsel onur haftası’ hatırlanıyor (bu söyleşide bülent ersoy’un 12 eylül’de gözaltına alınışıyla ilgili öyle bir fotoğraf var ki ağlamak geliyor içimden fotoğrafa her baktığımda) , yakınlarda kaybettiğimiz bağlamanın büyük ustası talip özkan’ı da ‘bin yaylanın zeybeği’ ve ‘bağlamanın tanpınar’ı’ başlıklı iki yazıyla anıyor dergi.. yine dergi de grup yorum, göksel, sakareller, paul weller ve courtney love’ın konuk olduğu müzikle ilgili sayfalar var.. feminist louise bourgeois’ya ve jose saramago’ya , ‘ermeni tabusu üzerine diyalog’ kitabının konuşmacılarından erzurum kökenli siyaset bilimci michel marian’la yapılan ‘milli gurur neyin gururu?’ başlıklı söyleşi de bulunuyor dergide.. ayrıca neler var neler.. ne duruyorsunuz hemen koşun bitmeden kapın dergiden bir tane..

Crockett..