‘bütün bunlar sadece bir girişten ibaret.. gayet ciddi olarak şunu söylemek isterim ki , modern dünyada çalışmanın erdem olduğuna inanma yüzünden çok büyük zararlar doğmaktadır ve mutluluğa giden yol , refaha giden yol , çalışmanın örgütlü bir düzen içinde azaltılmasından geçer..
önce : çalışma nedir.. çalışma iki çeşittir : birincisi , yeryüzünde ve ya yeryüzüne yakın bulunan maddenin durumunu , böyle başka bir maddeye göre değiştirmek ; ikincisi de , başkalarına , yeryüzünde veya yeryüzüne yakın bulunan bir maddenin durumunu , böyle başka bir maddeye göre değiştirmelerini söylemektir.. birinci cins çalışma tatsızdır ve az para getirir ikinci cins çalışma ise çok tatlıdır ve çok para getirir.. ikinci cins çalışma çok çeşitlidir : emir verenler yanı sıra , ne gibi emirler verileceği konusunda akıl verenler de vardır.. genellikle , iki insan grubu tarafından aynı anda , birbiriyle taban tabana zıt iki cins akıl verilir ; buna da siyaset denir.. bu cins çalışma için gerekli marifet akıl verilecek konu üzerinde değil , mesela reklamcılık gibi , inandırıcı konuşma ve yazma sanatı üzerinde bilgi sahibi olmaktır..
amerika’da değilse bile , bütün avrupa’da , bu her iki cins işçi sınıfından çok daha fazla saygı gören üçüncü bir sınıfa mensup insanlar vardır.. bunlar toprak mülkiyetini ellerinde bulundurmak yoluyla , yaşama ve çalışma hakkını kendilerine bir imtiyaz diye verdikleri başka insanlardan bu imtiyazlara karşılık para alanlardır.. bu toprak sahipleri aylaktırlar , bu bakımdan , benim onlara övgü düzeceğim sanılabilir.. ne yazık ki , bunların aylaklığı ancak başkalarının emeği sayesinde mümkün olabilmektedir ; gerçekten de , bunların rahat aylaklığa duydukları arzu , çalışmayı öğütleyen tüm kutsal vaazların tarihsel kaynağıdır.. bunların en istemeyecekleri şey , başkalarının da onlar gibi aylak kalmasıdır..’
‘çalışma ahlakı anlayışını bir an için açık yüreklikle , kör inançlara bağlı olmaksızın düşünelim.. her insan hayatında ister istemez belirli miktarda bir insan emeği ürünü tüketir.. çalışmanın genellikle tatsız bir şey olduğunu kabul edersek , insanın kendi ürettiğinden fazlasını tüketmesi adaletsizliktir..’
Aylaklığa Övgü , BERTRAND RUSSELL , Çeviri : METE ERGİN , CEM Yayınevi , Haziran 1997..
‘yıkıcı bir dogma..
kapitalist uygarlığın egemen olduğu ulusların işçi sınıflarını garip bir çılgınlık sarıp sarmalamıştır.. bu çılgınlık iki yüzyıldan beri acılı insanlığı inim inim inleten bireysel ve toplumsal yoksunluklara yol açmaktadır.. bu çılgınlık , çalışma aşkı ; bireyin , onunla birlikte çoluk çocuğunun yaşam gücünü tüketecek denli aşırıya kaçan çalışma tutkusudur.. rahipler , iktisatçılar ve ahlakçılar , bu akıl sapıncına karşı çıkacak yerde , çalışmayı kutsallaşmışlardır.. bu gözü kapalı bu dar kafalı adamlar tanrılarından daha bilge olmaya kalkıştılar ; bu güçsüz ve zavallı yaratıklar , tanrılarının lanetlediği şeyi yeniden saygınlığa kavuşturmak istiyorlar..
ben ki ne hıristiyan , ne iktisatçı ne de ahlakçıyım , onların yargılarını tanrılarının yargısına ; din , ekonomi ve özgün düşünce konusundaki vaazlarını da kapitalist toplumdaki .çalışmanın korkunç sonlarına havale ediyorum..
kapitalist toplumda çalışma , her çeşit düşünsel yozlaşmaların , her türlü organik bozuklukların nedenidir..
iki elli uşak takımının baktığı rothschild ahırlarının safkan atlarını ; normandiya çiftliklerinin toprağı süren , gübreyi taşıyan , ekini ambarlayan ağır yük hayvanı ile karşılaştırın bir.. ticaret misyonerlerinin henüz hıristiyanlık , frengi ve çalışma dogmasıyla kokuşturamadıkları soylu vahşilere , sonra da , bizim o zavallı makine uşaklarına bir bakın hele..
bizim uygar avrupa’mızda insanın doğal güzelliğinin izini bulmak isteyince , onu , ekonomik önyargıların henüz çalışma düşmanlığını kökünden söküp atamadığı uluslarda aramanız gerek.. ne yazık ki , şimdi yozlaşan ispanya , bizden daha az fabrika , daha az cezaevi ve kışlası olmakla övünebilir.. ama sanatçı , kestaneler gibi esmer , çelik bir çubuk gibi dümdüz ve esnek , gözüpek endülüslüyü seyretmekten zevk duyar ; hele delik deşik paltosuna görkemle bürünmüş dilencinin osuna düklerine amigo diye seslenişi karşısında insanın yüreği yerinden oynar.. içindeki ilkel hayvanın körelmediği ispanyol için çalışma , köleliklerin en berbatıdır..
o büyük çağın yunalıları da , çalışmayı hor görüyorlardı ; yalnız köleler çalışabilirdi ; özgür insan , bedensel devinimlerden , zeka oyunlarından başka şey bilmezdi.. bu aynı zamanda , aristoteles’in , phidias’ın ve aristophanes’in üyesi oldukları bir ulusun içinde insanın dolaştığı , soluk alıp verdiği bir dönemdi ; bu çok geçmeden iskender’in fethedeceği asya’nın göçebe sürülerini , bir avuç yiğidin marathon’da yenilgiye uğrattığı dönemdi..
antik yunan filozofları , özgür insanı alçaltan çalışmayı hor görüyorlardı.. şairler , tanrıların armağanı olan tembelliği övüyorlardı :
‘ey melibe , bir tanrı bağışladı bize bu aylaklığı..-vergilius , çoban şiirleri..
isa , dağdaki söylev’inde tembelliği öğütlemişti :
‘tarlalardaki zambakların gelişip serpilişine bakın.. onlar ne çalışıyor , ne de yün eğiriyorlar.. buna karşın söyleyeyim size , süleyman , o görkemi içinde , daha göz alıcı giysilere bürünmüş değildi..’ (matta incili , bölüm 6..)
sakallı ve ürkütücü tanrı yehova , hayranlarına ideal tembelliğin en üstün örneğini vermiş , altı günlük çalışmadan sonra sonsuzluğa dek dinlenmiştir.. buna karşılık , çalışmayı organik bir zorunluluk sayan ırklar hangileridir.. overnyalılar , britanya adalarının overnyalıları iskoçlar , ispanyanın overnyanları gallegoslar , almanyanın overnyanları pomeranyalılar , asyanın overnyalıları çinliler.. bizim toplumumuzda çalışmayı çalışma olarak seven sınıflar hangileridir.. toprak sahibi çiftçilerle küçük burjuvalar.. birileri toprakları kapmış , öbürleri dükkanlarına sıkı sıkıya bağlanmış , yeraltı dehlizlerinde köstebekler gibi devinip durular , gönüllerince doğaya şöyle bir bakmazlar hiç..
ne var ki işçi sınıfı , bütün uygar ulusların üreticilerini bağrında toplayan o büyük sınıf , bağımsızlaşarak insanlığı kölece çalışmanda kurtaracak ve insan-hayvanı özgür bir varlık durumuna getirecek olan işçi sınıfı , tarihsel görevini unutup içgüdülerine ihanet ederek , kendini çalışma dogmasına kurban etmiştir.. cezası sert ve korkunç olmuştur.. tüm bireysel ve toplumsal sefalet , çalışma tutuksundan doğmuştur..
sevme , içme ve tembellik dışında ,
tembellik edelim her şeyde..-lessing’
Tembellik Hakkı , PAUL LAFARGUE , Çeviri : VEDAT GÜNYOL , TELOS Yayınevi , Mayıs 1991..
‘okul , kişileri yaşlarına göre ayırır.. bu ayrımlama sorgulanması olanaksız bazı önermelere dayanır.. çocuklar okula aittir , tek öğrenim yeri okuldur..’
‘okul sistemi günümüzde , tarihte hep güçlü olmuş kiliseler için gereken üç işlevi yüklenmiştir.. okul bir yanıyla toplum söyleninin kaynağıdır , bir yanıyla da bu söylenin karşıtlıklarının kurumsallaştırılması ve söylen ile gerçeklik arasındaki uyumsuzluğu yeniden üretecek ve saklayacak olan kuttörenin yuvasıdır.. günümüzde okul sistemi ve üniversite söylenin eleştirisi için olanaklar belirmekte ve kurumsal arızalara başkaldırı ortaya koşul olarak çıkmaktadır.. ancak söylen ile kurum arasındaki temel çelişkiler için hoşgörü isteyen kuttören değişmezliğini koruyor ; yeni toplum düşünyapısal eleştiri ve sosyal devinim kuracaktır.. salt merkezi toplum kuttörenin ve yeniliğinin büyüsünü bozup ayrılarak köktenci bir değişim başlatabilir..’
‘okulun bir gereksinim olduğu bir kez onaylandığında , öteki kurumlar için de rahat bir av olur.. gençler , kendi imgelemlerinin öğretim izlencesinin sunduğu eğitimle biçimlendirilmesine izin vererek , her soydan kurumsal planlamaya karşı koşullandırılırlar.. gençlerin imgelemlerini ‘eğitim’ sınırlar.. bu açığa çıkartılamaz ama umut ve beklentilerini değiştirmeleri öğretildiği için , yalnızca yanıltılırlar.. eğitim almış kişiler diğerlerinden ne bekleyebilecekleri kendilerine öğretilmiş olduğu için artık şaşırtılamazlar.. aynı durum , bir insan veya makine için de geçerlidir..’
‘okul öğrenim eylemini konulara bölerek çocuklara önceden hazırlanmış öğretim izlencesine tutsak etmeye ve uluslar arası bir sayıla sonuç değerlendirilmesine girişir.. kendi gelişiminin değerlendirilmesi için diğerlerinin tek biçimlerine boyun eğenler , biraz zaman geçtikten sonra aynı şeyi kendilerine uygulamaya da başlıyorlar.. böyleleri artık kendi yerlerine konulmamak zorundadır.. ne ver ki , her şey kendi yerine oturuncaya dek , kendilerini atandıkları konumlarına yerleştirmekte , sağlamaları öğretilmiş yerlere kurulup , bu dönemde de herkesi ve meslektaşlarını yerlerine yerleştirirler..’
‘üretim ve tüketim bakımından hepimiz okullaşmanın kapsamındayız.. bir şeyleri iyi öğrenmenin okulda mümkün olabileceğine ve olması gerektiği bir boşinanç haline geldi.. okul kavramından uzaklaşma girişimimiz , sonuna kadar tüketmekten ve öbür insanların kendi iyilikleri için güdülmelerine ilişkin sakat varsanılardan vazgeçmeyi denediğimizde , içimizdeki direnmeyi ortaya serecektir.. okullaşma sürecindeki hiç kimse kendisini başkalarının sömürüsünden kurtaramaz..’
Okulsuz Toplum , IVAN ILLICH , Çeviri : CELAL ÖNER , ODA Yayınları , Ekim 2006..