‘olur mu gülseren teyze.. ha salih abi ha ben..’
bir aydan fazla oldu sanırım senden haber almayalı..
en son haziranın yirmi dördünde görmüştüm seni..
yani tam bir yıl aradan sonra.. ve sonra o günden beri seni göremedim.. sen kayıplara karıştın yine..
nereden nasıl ulaşabilirdim sana bilmiyorum ‘ikizim’.. kayboldun gittin.. bilmiyorum belki de bir yıl aradan sonra benimle görüşmek istemen benim acılarımı derinleştirmek içindi.. olabilir mi böyle bir şey.. oysa bir yıl aradan sonra gölün kenarında seninle birlikteydik yine.. sanki bir gün önce görüşmüştük seninle.. hiçbir şey olmamış gibi konuşman ve davranman.. bir yıl boyunca çektiklerimden şüphe duydum sana bakarken , seni dinlerken.. yoksa yaşamamış mıydım ben o günleri..
hiçbir şey diyemedim , neden diye soramadım bir kere bile sana o gün.. havadan sudan konuştuk çünkü gelirken arkadaşını da getirmiştin.. sana bakıp gülümsedim , konuşmanı dinledim..
seni , sesini ne kadar özlemişim senin..
sonra zaman aktı geçti gitti ve sen de gittin.. gidiş o gidiş..
sonra ne mi oldu.. seni aradım , mesaj attım , mail attım , her yerden aradım.. ama sen sır olmuştun..
ben de sensizlik cehenneminin içinde daha az acı çekmek için sırdaşım , teskin edicim alkolüme daha da gömüldüm..
sonuç mu :
bana bir kalp borçlusun ikizim..
geçen çarşamba oturduğum yerde bir kalp spazmı geçirdim..
sanki geleceğini biliyorlarmış gibi arkadaşlar yanımda oturuyor , havadan sudan konuşuyorduk..
sonra güzel bir ağrı hem göğsüme hem koluma girdi.. bütün vücuduma göğsümden yayılan bir sıcaklık da eşlik etmeye başladı.. kendimi sıktım , durdum , belli etmedim..
sonra yer altımdan kaymaya başlayınca ve ağrı şiddetlenince arkadaşlara durumu belli ettim.. ve apar topar hastaneye..
kalp hastalıkları hastanesi olmasına rağmen acilinde bekleyen doktor kardeşlerim ikinci kez beni orada ‘kalpten götüreceklerdi’.. başımda dört arkadaşım gülüp sıranın bana gelmesini bekliyorduk.. nöbetçi doktor teşrif edip önce kafa buldu benimle.. ama ilk ekg’yi eline aldıktan sonra yüzünü buruşturunca ben sakat bir durum olduğunu anladım , acı gerçekle yüzleşmem gerektiğinden ‘ne var’ dedim.. buz gibi boğuk bir sesle ‘kalp krizi olabilir’ diyince yamuldum.. oysa ben daha çok içecektim.. ‘bir yanlışlık olmasın’ dedim.. izleyeceğiz diye yine soğuk bir şekilde cevapladı.. daha önce de başıma aynı şekilde bir olay geldiğinden hemen salmadım kendimi..
alete bağladılar beni izlemeye başladılar.. sonra tekrar bir ekg bu sefer doktorun yüzü daha da buruştu.. ne var diyince anjiyoya alabiliriz , kalp krizi olma riski yüksek dedi.. benim bu sefer gardım düştü.. ya yapma etme doktor dedim.. arkadaşlarımdan birinin eve gidip eski ekglerimi ve testlerimi getirmesini istedim.. arkadaş koştu , dosyamla birlikte annem babam da geldi.. üzüldüm onları böyle korkuttuğum için..
sonra doktor eski tetkiklerime bakınca yüzü gülümsedi o an.. eski ekglerinizle uyumlu bugünküler.. sizin kalp atışlarınız size özgü dedi.. gülümsedim tabi o kalbin içinde ‘ikizim’ var dedim kendi kendime.. sonra doktor kalp krizi olmayabilir , kan , eko vs testler yapacağız akşama kadar buradasınız ama yatırabiliriz de duruma göre’ dedi.. ben yatmaya razıyım o hastanede yeter ki kalp krizi demeyin bana.. neyse kanlar alındı , eko yapıldı.. ve beklemeye başladık.. eko temiz çıkmıştı ama kan testleri bekleniyordu.. insan hasta olunca doktora dönüşebiliyor bir anda.. her şeyi kapıyordu beklerken ve bir anda doktor olabiliyordun..
testlerden troponin testi esas olandı.. iki kere altı saat arayla yapıyorlar.. temiz çıkarsa yırttın gibi oluyor.. neyse beklemek en kötüsü ama mecbursun bir kere.. beklerken hastane bir anda ana baba günü oldu sağ olsunlar önce ‘halo dayı’ , sonra diğer arkadaşlar akın etti.. haber vermek istemediğim , kendi derdi başından aşkın binlerce kilometre ötedeki canım kardeşim aradı.. bana moral verdi her zaman ki gibi.. ‘turrup gibisin abi , merak etme bir şeyin yoktur’ dedi.. gülümsedim.. marcos gibi olurdum ben de o zaman turp gibiysem.. sevindim.. marcosun dediği gibi : içi beyaz , dışı kırmızı.. bütün ihtimallere açık bir insan..’
tutsan tutsan bir yere kadar dayanıyorsun , en son bir yerde insan duygulanıyor boşalıyor gözyaşları.. kardeşimle konuştuktan sonra gözlerim doldu ve beklemeye başladım..
‘halo dayı’ da gelince kadro tam oldu.. ben hem kendime hem de etrafımdaki aileme , arkadaşlarıma ve ‘halo dayıma’ moral vermeye çalıştım..
espri olarak ‘hazır gelmişken halo senden de kan alsınlar bir check uptan geçiver’ diye söyleyince halo hemen kendini hastane bahçesine atıyordu.. sigara içip sonra tekrar geliyor , bacaklarıma ayaklarıma omuzlarıma masaj yaparak beni teskin etmeye çalışıyordu dayı ve ben her seferinde ‘halo’ya ‘hayırdır , niyeti bozdun mu dayı.. hasta hasta bizi götüreceksin yani..’ diyince ‘halo dayı’ anne ve babama dönerek ‘sapık bu’ ya diyip yine hastane bahçesine kaçtı defalarca..
neyse beklemelerimiz sonunda iki troponin testinden de ‘kalbimizin akıyla’ geçince yırttık dedim.. ama saniye geçmeden doktor ‘olmaz beyim , yarın sabah efor testine teşrif edeceksin’ diyince ayaklarım titredi.. çünkü defalarca kötü hikayeler dinlemiştim efor testiyle ilgili.. hele altı sene önce özel bir hastanede efor testi öncesi bana imzalatılan ‘ölümüm halinde sorumlu hastane değildir..’ beyanını da hatırlayınca uykusuz bir gece geçirdim yine.. bu hastanede prosedür de başkaydı.. daha önceki efor testinde olmadığı halde bu yaşıma kadar itinayla uzayan göğüs kıllarımı kesmem gerektiği söylenince hayırdır hazırlık mı yapıyorlar acaba diye düşündüm.. doktora ‘biz anadolu erkeğiyiz doktor , kılları mılları ne ayağa keseceğiz.. sakalımı bıyığı mı da keseyim mi bari’ dedim.. ‘ona gerek yok , elektrotların iyi yapışması için senin gibi postlulardan bunu yapmalarını istiyoruz..’ karşı espirisini yiyince gülümsedim sadece..
sonra gece boyunca sıfır uyku , o televizyon kanalından bu kanala.. sonra açtım bornova bornova’yı izledim.. ‘olur mu gülseren teyze , ha salih abi ha ben’ diyalogunu izledim defalarca geriye alıp alıp..
ve sonra sabah oldu.. kaktım , hazırdım ama o koşu bandında ne koşacak halim ne de moralim vardı..
gariban annemle gittik hastaneye , kağıt işlerini bitirdikten sonra annemi dışarıda bırakarak efor odasına aldılar.. beklerken bir kaç kez kapıyı açıp anneme baktım.. o da merak içindeydi.. onu da hastane kapılarında süründürmek moralimi daha da bozuyordu.. son kez görüyorum belki diyip , hep kapıyı açıp ona bakıyordum.. bir ara ciğerim aradı beklerken ona hakkını helal et dedim.. artık gözyaşlarım aktı akacaktı..
sonra vakit geldi üzerime garip bir file geçirdiler bandın üzerine çıktım , bilmem kaç tane elektrotu bağladılar sağa sola.. bayan doktor vardı yanımda.. evraklarıma bakınca yüzünü buruşturdu ve ‘özür dilerim , sizi en sağdaki banda alalım çünkü evraklarınızda -bilmem neden- (burayı ben hatırlamıyorum) bahsediyor , bu alet biraz parazitli , murat beyin aletine alalım sizi , yaşınız genç , vebal almak istemem’ diyince benim tansiyon uçtu gitti tepelere fırladı , elim ayağım boşaldı , ne demek vebal almak , ne demek yaşım genç.. kafam bulandı , başım dönmeye başladı.. neyse murat bey’in ‘aletine’ doğru aldılar beni.. ‘darağacına ya da giyotine çıkan mahkumlar gibi çıktım bandın üzerine tekrar.. koşmaya başladık yavaş yavaş.. uzatmayayım.. testi zar zor dilim dışarıda fakat başarıyla tamamladım.. raporum buradan da yırttığımı söylüyordu.. sonra aldık raporu doktor doktor dolandık.. hepsi bir ‘b.k yok , domuz gibisin , duygusal ya da sinirsel nedenlerle gelişen bir kalp spazmı’ dediler.. neye kafayı taktıysan düşünme onu falan filan dediler..
en son olarak da babamın yirmi yıldır doktoru olan bir kardiyologa gittik.. ‘kötü alışkanlık var mı’ diye sordu.. tabi annem oğluna laf kondurur mu.. sanki beni doktora verecekmiş gibi ‘yok’ dedi.. ben de dedim ‘ne yanlış yönlendiriyorsun doktor beyi , günlük ortalama on – on beş arası bira ya da iki büyük rakım var doktor bey’ diyince önce beni buz gibi bir sesle tebrik etti.. sonra ekledi ‘bir süre kullanmasan ve kendine dikkat etsen iyi olur’ dedi.. teşekkür ettim.. ‘bir süre’ lafı bana ödüldü çünkü.. hem ‘bir süre’ derken süre konusunda net bir zaman bildirilmediğinden bu süre bir gün de olabilir bir haftada olabilir diye bir yorum geliştirdim kafamda mutlu oldum.. bana bir ilaç verdi ‘bir süre kullan ama istersen’ dedi.. ilaç kalp ritimlerini , tansiyonu düzenliyordu.. olur olur dedim.. yemin etmişim altı senedir hiçbir ilacı kullanmamaya.. yalan bu ilaç işi.. kullanmadım kullanmayacağım da..
hastanede beni yalnız bırakmayan aileme , canım kardeşime , arkadaşlarıma , ‘halo dayı’ma ne kadar teşekkür etsem azdır.. onlara o gün yaşattığım stresten dolayı da çok özür dilerim.. sağ olsunlar , var olsunlar hastanenin bahçesini , koridorlarını , acil servisi doldurup beni bir an olsun yalnız bırakmadılar..
hastane ortamından birkaç anekdot anlatayım.. geberirken bile aklım hınzırlıktaydı.. ilk olarak hastanedeki acil kısmında bana müdahale eden doktorun yine ilk sorusu şuydu : ‘yaş , sigara var mı..’ ama bu soruyu sorarken bana doğru eğilen doktorun önlüğünün cebinde (reklama girmesin baş harfini söyleyeyim) ‘w……’ sigara paketi bana doğru sırıtıyordu.. gülümseyip , ‘sigara yok , kullanmadım ve kullanmıyorum ama siz de kullanmasanız ya da paketi en azından hastaların gözüne sokmasanız daha inandırıcı olur bu sorunuz’ diyince doktor beyle aramızda soğuk bir rüzgar esti..
hastanede doktorlar kalp krizi değil , spazm olabilir diyince yıllar önceye gittim fakültede kendini şair sanan bir arkadaşımız vardı , kendini doğuştan şair sayan ama şiirlerinden hiç kimsenin bir şey anlamadığı bir arkadaşımız.. onun devamlı bize okuduğu ama her okuyuşunda bizi kahkahalara boğan fakat kendisinin okurken o sırada duygulanıp doruğa çıktığı ve gözlerinden yaş geldiği ‘spazm.. yaklaşıyor orgazm’ dizesi aklıma geldi.. kahkaha atacaktım fakat ağlanacak halime gülmemek için sadece içimden kahkaha attım dışımdan gülümsedim..
bir de hastane bahçesinde iki gün boyunca hasta önlükleriyle sağda solda saklanıp gizlice sigara içmeye çalışan hastaları görünce aklıma elia suleiman’ın ‘intervention divine’ filmindeki hastane sahneleri aklıma geldi.. orada da hastalar , hemşireler , hasta bakıcılar ve doktorlarla birlikte bahçede bile değil hastanenin içinde kardiyolojiye benzer bir klinik koridorunda volta atıp sigara içiyorlardı.. ben de daha gerçek bir versiyonunu izledim bu sahnenin.. insan nasıl bir yaratık , yaşamın kıyısındayken bile alışkanlıklarından vazgeçemiyor zararını bile bile..
neyse sonrası mı ‘ikizim’..
sonrası şu oldu efor testinden vesaire doktor ziyaretlerinden beş dakika sonra ben birkaç parça eşyamı aldığım gibi arabaya atladım ve yollara koyuldum yine peşinden.. nereye gideceğimi bile bilmiyordum.. herkes geçmiş olsun , ne oldu test sonuçları diye sorup arıyordu beni ve ben herkese yolda olduğumu , araç kullandığımı , şehir dışında olduğumu söylüyordum ve insanlar şaşkınlıktan sessizliğe boğuluyorlardı.. bir gün önce ölecek olan ben değildim sanki..laf yetiştirmemek için telefonları da açmadım bir süre sonra..
‘ikizim’ nerede olabilirsin dedim.. seni bulamasam bile ‘ikizim’ olabileceğin yerlerin yakınlarında olmak istiyordum en azından.. manisa , izmir , denizli , aydın.. dolandım durdum.. sana ulaşamadım telefonlarından yine.. ama belki aynı yıldızlara baktım seninle , belki de aynı havayı soludum.. belki de defalarca yanından geçtim..
uzatmayayım hastanedeyken doktorların temel sorusu şuydu ‘niye bu kadar üzgünsün’.. her soruşlarında gülümsüyordum.. niye gülümsediğimi sadece sen anlayabilirsin ‘ikizim’..
ha sen şimdi inanamazsın bana her zaman ki gibi.. ama hastanenin tüm kayıtları açık ‘ikizim’.. hoş , sen neyime inandın ki..
bütün yaşadıklarım ve bu son kalp spazmı sana ulaşamamamın , senden haber alamamamın sonucu ama sen her şeye değersin ‘ikizim’..
ama artık bana ikizim bir kalp borcun var..
şimdi nerde miyim.. binlerce kilometre yaptım sana doğru belki de senden uzağa.. şimdi senden belki uzakta belki yakınlarındayım ama gerçek şu kendimden çok uzaktayım ve belki de sonundayım her şeyin ‘ikizim’..
bu sayıklamayı burada bitirirken ikizim , sana ve tüm sevdiklerime günün şarkısı olarak timur selçuk’tan ‘ispanyol meyhanesi’ni dinleyin diyorum..
Crockett..
‘yeter, yeter.. öleceksek ölelim..
haydi vur kendini şaraba , kedere ve aşka vur..
daha içelim hey.. daha içelim hey hey..
ispanyol meyhanesinde bir gece
seninle, seninle başbaşayız..
üstelik , sarhoşuz adamakıllı.. daha içelim, daha içelim..
ispanyol meyhanesinde olduğumuzu kimse bilmesin..’
Timur Selçuk..