Author Archive

VEDA ŞARKISI.. – CHE GUEVARA

VEDA ŞARKISI..

1. 

kayalıkta çakılı yelkenli 

sana bırakıyorum veda şarkımı. 

2. 

benim uzaklardaki ölümümün kanında tohumlanışı da 

kayalar devranının altında değişken köklerle. 

yalnızlık! geçmişe özlem çiçeği canlı duvarların. 

yalnızlık, yeryüzünde adanmış faniliğim. 

3. 

taşımak istemiştim heybemde 

yüreğinin gelip geçici tadını, 

ama kaldı havaya çizilmiş kesin eğrilerle, 

yadsıma oldu umudumun yiğitliğine. 

giderim hatıradan daha uzun yıllar boyu

kapalı yalnızlığıyla gezginin,

fakat havaya çizilmiş kesin eğri sanki bana döndü

ve bir işaret koydu pusula kaderime.

sonu geldiğinde bütün gündelik işlerin

yol yapacağım bir geleceğim olmasa,

gelmiş olacağım bakışında canlanmaya

kaderimin sırıtan parçası olarak.

gideceğim hatıradan daha uzun yollar boyunca

zincir halkaları gibi eklenen elvedalarla zamanın akışında.

4.

dimdik hatıra sonunda düşmüş yola,

usanmış beni bir geçmişi olmadan izlemekten,

unutulmuş yol kıyısındaki bir ağaçta.

uzaklara gideceğim, hatıra

parçalanarak ölünceye yolun taşlarında,

ve devam edeceğim, içimde

hep o gezginin acısı, yüzümde gülümseyiş.

bu dönenen bakış ve güç

büyülü bir matador mendilinde.

alıkoydu kaygı duymaktan tüm çıkarlara,

hep yitiren bir çizgi oldu benim eğrim.

ve bakmak istemedim seni görürüm diye

beni isteksizce davet etmeni

mutluluğumun pembe boyalı torerosu

deniz seslenir bana sevecen elleriyle.

çayırım -bir kıta-

dümdüz yayılır, tatlı ve silinmezdir

alacakaranlıkta bir çan gibi.

5.

bir sicil memuresi karşısında kurumlu bir doktor gibidir

kara bir mikroskobu gösteren bilim.

sanat… sanat diye arzı endam eden şey

bir leica’nın kısır mekaniğidir.

acılar ve kaygılarla dolu bir yerli (ve tabii özlemleriyle

olup ta şimdi yiten için

ve onun dönüşünde arzu gönlünde),

coca, alkol ve açlığın aptalca gülümsemesiyle.

üç kuruşa satılan cinsellik

-amerika’da pek ucuz-

boş çarşafların umursanmaz hatırası.

guetamala bıraktın beni

bağrımda derin bir yarayla

ve de acılarını bana emzirme

ya da emme fırsatıyla,

kahreden bir hıçkırığın belirsiz duygusunda bulan kadını.

kederleri teker teker birleştiren bir bağ var yine de:

uyanan insanın haykırışıdır o da.

6.

işte bugün böyle titrek ellerle

belirsiz bir kayıta koyuyorum prizmamı.

ağacın olgunluğunu tüketmeden

kasalanmış meyvanın garip tadıyla.

çağırışını fark edemiyorum bazen

yaşlı, garip kanatlanmış kulemden,

fakat bazı günler var ki cinselliğin uyanışını hissediyor

ve bir öpücük dilenmeye dişiye gidiyorum

ve böylece beni arkadaş diye çağırmayanın

ruhunu hiçbir zaman öpemeyeceğimi anlıyorum…

biliyorum ki tertemiz değerlerin kokusu

bereketli kanatlarla dolduracak beynimi,

biliyorum ki hayata geçmesi mümkün olmayan

fikirleri barındırmak gibi zevkleri bırakacağım.

biliyorum ki ölümüne çarpışma günü

halk çocukları benimle omuz omuza verecek,

halkın savaştığı amacın kesin zaferini

göremezsem eğer

fikri en yüksek geleceğe götürmek için

mücadele verdiğimdendir,

eski kabuğun tüylerini yolarken

doğan umudun kesinliğiyle biliyorum bunları..

CHE GUEVARA

‘ŞİİRLER’ ,   CHE GUEVARA , Çeviri : ADNAN ÖZER – VİLMA KUYUMCUYAN , YILMAZ YAYINLARI , 1989..

‘düşünce özgürlüğü kavramını bu açıdan ele alırsak , dememiz gerekir ki , bu özgürlük bize dışarıdan verilmez , ÇÜNKÜ..’ – MELİH CEVDET ANDAY

‘düşünce özgürlüğü..’

‘demek ki insanoğlunun içgüdüden düşünmeye atlaması ve düşünce yaratması için , çok ilkel de olsa , toplumu kurması gerekir.. buna ‘bir arada çalışmak’ da diyebiliriz.. insanoğlu bir arada çalışarak ve bir arada çalıştığı için düşünmeye başlamıştır.. ona ‘düşünen hayvan’ denmesi bundandır.. zamanla ‘dil’i doğuracak olan da kuşkusuz bu yetidir.. burada önemli olan , düşünme ve düşünce için en az iki kişinin var olması koşuludur.. başka bir deyişle , düşünce bir kişiden başka bir kişiye aktarılabilen bir im demektir.. insanoğlu bu aktarma işini en yetkin olarak ‘dil’ ile başarmıştır.. ‘dili yaratmasının nedeni’ budur demiyorum , çünkü dil , ne denli ilkel olursa olsun , insanda düşünme yetisini biçimlendiren başlıca güçtür.. ‘peki insanlar konuşmaya başlamadan önce’ sorusunu bir bilgin ‘ ne denli geriye gidersek gidelim ,dili bulacağız’ biçimde yanıtlamaktadır.. öyle ise dil ile düşünce arasında benzerlik değil , özdeşlik vardır ve dil , düşüncemizin başkalarına aktarılması demektir.. bu kadar açık..

düşünce özgürlüğü kavramını bu açıdan ele alırsak , dememiz gerekir ki , bu özgürlük bize dışarıdan verilmez , çünkü verilemez ;  o düşünmenin (ve elbette dilin) doğasında vardır.. imdi ‘düşün düşünebildiğin kadar , bunların söylenebilecek olanları ile söylenemeyecek olanlarını ayır’ demek , geçekte düşünmenin özniteliğini yok saymak anlamındadır.. çünkü düşünme bir anlatım biçimidir , buna yasak konamaz.. yasak konması , insanoğlunu ‘arpacı kumrusuna’ ya da ‘ispinoza’ benzetmek anlamına gelir.. oysa arpacı kumrusu ile ispinoz düşünmez , düşünemez.. biz düşünüyorsak , başkalarına aktarabildiğimiz ölçüde düşünüyoruzdur , konularak , yazarak.. ‘fikir suçları’ diye bir şey yaratanlar , demek düşünmeyenler , düşünemeyenlerdir..’

MELİH CEVDET ANDAY , ‘Düşünce , Düşünme’ , Bayram Gazetesi , 28.08.1985..

‘esin..’

‘düşler olsun , anılar olsun ya da anı ile düş karışığı bu tür olaylar bir ozanın , genellikle bir sanatçının çalışmasında ne zaman , nasıl kendini gösteriverir , bilinmez.. belki bizim ‘esin’ dediğimiz budur , dışarıdan , yukarıdan değil de , kendimizden , içimizden seslenir , görünür bize.. peygamberlere gelen vahiy de öylemidir dersiniz.. anlığın algılama doğasında ani bir değişiklik.. buna doğanın bir gizini eklemekte de yarar var sanırım.. doğa bir gün bize her zamankinden başka türlü görünebilir ve  bizim aklımızı allak bullak eder.. neden olmasın.. yoksa şiir ve genel olarak sanat biz de başka bir doğa izlenimini nasıl uyandırabilirdi.. rüyalarımıza , düşlerimize boş verip geçmeyelim , onlar da bu bildiğimiz doğanın karmaşıklığı içinde oluşmuyor mu..’

MELİH CEVDET ANDAY , ‘Gelip Gidiyor muyuz’ Cumhuriyet  , 12.04.1991..

‘şöyle diyordu valery : ‘şiirin ilk dizesi tanrıdandır , ondan sonrası matematiktir..’ burada ‘tanrı’ sözünü ‘esin’ olarak yorumlayabiliriz ; demek ozan sezgilerinin çevreninde esini yakaladıktan sonra , yöntemini matematiğe dayamaktadır.. belirtmeden geçmeyeyim , esinin ancak araştırıcıya geldiği gerçeği , bilim adamı için de ozan için de doğru çıkmaktadır.. james d. watson , dna yapısı üzerinde onca kafa yormasaydı , iki sarmalın esini onun yanına uğramayacaktı..’

MELİH CEVDET ANDAY , ‘Müzik ile Fizik’ , Cumhuriyet , 25.12.1987..

‘Hayaller ve Sokaklar’ , MEHMET GÜRELİ

‘kaldırımda dalgın dalgın yürüyordu. ellerini birbirine kavuşturmuş bir çiçekçi kadınla göz göze geldi.. kadının gözlerindeki parıltıdan etkilendi birden ; biraz tedirgin hissetti kendini , bakışlarında tazelenen canlılığa şaşırdı , adımları hızlandı.. yolun sonunda , geriye dönüp bir daha bakmak istedi kadına , cesaret edemedi..

‘öyle bir şey yazarsın ki,’ dedi , ‘başlı başına müthiş gelir sana , tekrar tekrar okursun.. bırakıp gidersin sonra cümleyi ; akşam döndüğünde ne bulacağından emin , sevinçle koşarsın masana.. bir daha okursun , sonra bir daha okursun , hikayenden apayrı , kendi başına çaresiz kelimelere çarpar , şaşarsın.. onu yalnız bırakmaya kıyamazsın , ama o gitmek istiyordur.. bütünün anlamı bozulmamıştır , bir zedelenmeden söz edilebilir belki..’

artık bir şeylerin kaybolduğundan söz etmeyecek kadar olgunlaşmış birine benziyordu , ama yanılabilir insan.. tramvay , tünel’e doğru ilerliyor.. kucağındaki çantasına sımsıkı sarılmış , gözlerini etrafta gezdiriyor , sonra bir soru soracakmış gibi bana bakıyordu.. çok temiz giyimliydi ; bordo kravatı dikkati çekiyordu.. sanki hiç planlamadan öylesine bırakmış kendini hayata.. ödünç bir kazakla , sıcak bir sobanın yanında düşüncelere alışmış , onlarsız kendini yok sayan bir masada nyman’ın bir aryasını dinliyor izlenimini uyandırmıştı bende.. sibel’e söylediğimde , ‘nyman dinlediğini nerden çıkardın’ gibi bir şey söylemişti sanırım.. pencereden dışarıyı seyrediyordu , öylece takılmış kalmıştı.. çiçekçi kadına bakıyordu , tramvay adamı köşeye kadar izlemişti.. sonra her şey geride kaldı , silindi…………………..’

‘Hayaller ve Sokaklar’ , MEHMET GÜRELİ , SEL Yayıncılık , Temmuz 2010..

müzisyen , ressam , yönetmen , yazar ve oyuncu on parmağında on yetenek demeyeceğim çünkü iki eldeki parmak yetmez belki eser verdiği sanat dallarını saymaya.. hemen hemen her sanat dalında unutulmaz güzel eserlere imza atmış olan mehmet güreli’nin öykülerinden oluşan yeni kitabı ‘hayaller ve sokaklar’ sel yayıncılıktan bu ay başında çıktı.. şarkıları hep dilimizde olan mehmet güreli ustanın öyküleri de dolu dolu , akıcı ve hayatın içinden , edebiyattan , sanattan , sokaklardan pencereler açıyor bize.. ilk baskısı tükenmeden koşun hemen alın..

sel yayıncılık müthiş bir atılım yaptı iki sene içinde.. yayınladığı onlarca kitaba her ay hız kesmeden yenilerini ekliyor.. onlara da buradan biz okurlara bu eserleri ulaştırarak okuma imkanı sağladıkları için teşekkürlerimizi iletiyoruz..

Crockett..

‘ben şair değilim.. olsa olsa , bir parça , iş işten geçti ama ‘etikçi’ olmak isterdim..’ – ECE AYHAN

‘ŞİİR VE İKTİDAR..’

‘tarihte , her peygamber ‘iktidar’a geçinceye dek , şairleri över , övmüştür ; ama doruğa çıkınca , çıkılınca şairlere veryansın edilir , edilmiştir hep.. devrimci bir iktidarın olup olmayacağı tartışılır çok , yeryüzünde.. ‘iktidar’ kavramı zaten devrim kavramıyla çelişir denir özde.. nedense bu iki kavramın da anlamlarının değiştirilmesi düşünülmüyor.. düşünmüyorlar.. derisi yüzülerek öldürülen şairler.. eklemleri kırılarak kazanda kaynatılan şairler.. boğdurulan şairler.. giyotinle boyunları kesilen şairler.. götünden kurşuna dizdirilen şairler.. ne yapalım , hem şair , hem düşünce , hem zaman , sürgünde olacaktır.. atından inmeden sevişmeye alışmalısın.. bir yazıda freud’un bir sözünü de anmıştım : ‘mülkiyete ilişkin kötülükler , mülkiyet kalkınca kalkacaktır , ama öteki kötülükler kalacaktır..’ yazı yayınlanınca , o haftalık gazeteye baktım , freud’un bu tümcesi çıkarılmış , bununla da yetinilmemiş , yazının dörtte üçü de..’

‘ŞAİR OLMAK..’

‘ben şair değilim.. olsa olsa , bir parça , iş işten geçti ama ‘etikçi’ olmak isterdim.. ahlak diye çevirmek yanlış.. hiç alakası yok.. etik , türkiye’de özellikle yarı belden aşağı olarak anlaşılıyor.. şimdiye kadar başımın derde girmeyişi şundan ileri geldi : ben parçalı söylerim.. şöyle bir hikaye duydum.. kenan evren’e postadan büyük bir yağlıboya resim geliyor.. bir orospu.. allah allah kim göndermiş olabilir diyor.. bir hafta sonra aynı biçimde kocaman bir tablo daha geliyor.. bir çocuk resmi.. bir hafta , on gün sonra aynı adamın yaptığı bir tablo daha.. bir yangın resmi.. yanındaki adamlara soruyor : bunun anlamı nedir.. söyleyemeyiz efendim falan diyorlar.. yahu söyleyin , diye sıkıştırınca , ‘……. çocuğu yaktın bizi’ diyorlar..’

‘Öküz’lemeler’ , ECE AYHAN , Sel Yayıncılık Geceyarısı Kitapları , Mart 2004..

‘iyi olanı okumak için kötü olanı hiçbir zaman okumamayı insan kendisine düstur edinmeli.. ÇÜNKÜ..’ – ARTHUR SCHOPENHAUER

‘insanlar bütün zamanların en iyisi olanı okumak yerine hep en yeninin peşine düştüklerinden yazarlar kendi dönemlerinde şöyle veya böyle egemen olan fikirlerin dar alanına sıkışıp kalırlar : ve bu yüzden dönem kendi bataklığı içinde biteviye çırpınıp durur..

dolayısıyla okumak söz konusu olduğunda geri durabilmek (nerde duracağını bilmek) çok önemli bir şeydir.. geri durulacak yeri kestirmedeki maharetin esası , zaman zaman neredeyse salgın halinde yaygın olarak okunan herhangi bir kitabı , sırf bu yüzden okumaktan ısrarla uzak durmaktır denebilir , sözgelimi sebepsiz gürültü şamata koparan , hatta yayın hayatına çıktıklarının ilk ve son yılında birkaç baskıya ulaşabilen , sonra da unutulup giden siyasi veya dini risaleler , romanlar , şiirler ve benzeri böyledir.. ama şunu hatırdan çıkarmayın , ahmaklar için yazanlar her zaman karşılarında geniş bir dinleyici kitlesi bulurlar ; okuma zamanınızı sınırlamaya dikkat edin ve okumak için ayırdığınız zamanı da münhasıran bütün zamanların ve ülkelerin büyük kafalarının eserlerine tahsis edin , onlar insanlığın geri kalanını yukarıdan seyrederler , şöhretleri onları zaten bu hüviyetiyle tanıtır.. okunması halinde sadece bunlar gerçekten bir şeyler öğretir ve insanı eğitir..

hiçbir zaman kötü kitaplar çok az ya da iyi kitaplar çok fazla okunmaz : kötü kitaplar zihin için zehir mesabesindedir , aklı harap ederler..

iyi olanı okumak için kötü olanı hiçbir zaman okumamayı insan kendisine düstur edinmeli : çünkü hayat kısa ve hem zaman hem dinçlik insan için sınırlı..’

‘Okumak , Yazmak Ve Yaşamak Üzerine..’ , ARTHUR SCHOPENHAUER , SAY Yayıncılık , Çeviri : AHMET AYDOĞAN , 2007..

‘eğer hayal kuruyorsa , umudu vardır ve bu bile bir direniş biçimidir..’ – ELIA SULEIMAN

‘bu iktidarın , gücün kendi küstahlığından dolayı asla anlayamadığı bir durum.. özgürlüğün tüm biçimlerini tutuklayamayacağını anlayamıyorlar.. örneğin kendi kafamızda var ettiğimiz özgürlüğün.. direniş yöntemleri sonsuz çeşitte aynı zamanda.. hücredeki bir mahkumu asla ele geçiremezsiniz , rüyalarının ne olduğunu bilmeniz imkansızdır.. eğer hayal kuruyorsa , umudu vardır ve bu bile bir direniş biçimidir.. iktidar yapıları çok küstahtır ve aynı zamanda anlayamadıkları kültürel yapılar , şiir tarafından destabilize hale getirilirler.. bu filistinliler’in başardığı bir yöntemdir.. başlangıçta israil çok yoğun bir sansür uygulamaya çalıştı.. örneğin 70’lerde mahmud derviş’in kitabıyla yakalanırsanız hapse atılırdınız.. israil , filistinliler’i kendi varlığından , köklerinden koparmaya çalıştı.. bugün bile devam ediyor , birbirimizle ilişkimizi koparmaya çalışıyorlar.. çünkü filistinliler’in birbirleriyle kurduğu ilişkiler , filmler , festivaller bazen onları bombalardan daha çok korkutuyor.. benim filmlerimin orada ve dünyanın dört bir yanında gösterilmesi son kertede onların iktidar yapısına karşı bir tehdit olarak görülüyor.. bu aynı zaman bizim de hayatta kalmamızı sağlıyor , her şeyi kontrol etme çabalarına  rağmen.. onlar baskıyı arttırdıkça biz de mücadelemizi arttırıyoruz.. onlar için en kolayı gelip ‘sen teröristsin’ demek.. fakat bana nasıl terörist diyecekler , filmimde bir tankı patlattığım için mi..’ 

ELIA SULEIMAN

(Tüm röportaj için : Yeni Film Dergisi , Sayı 20 , Haziran / Eylül-2010..)

MASA DA MASAYMIŞ HA.. – EDİP CANSEVER

MASA DA MASAYMIŞ HA.. 

Adam yaşama sevinci içinde 

Masaya anahtarlarını koydu 

Bakır kaseye çiçekleri koydu 

Sütünü yumurtasını koydu 

Pencereden gelen ışığı koydu 

Bisiklet sesini çıkrık sesini 

Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu 

Adam masaya 

Aklında olup bitenleri koydu 

Ne yapmak istiyordu hayatta  

İşte onu koydu 

Kimi seviyordu kimi sevmiyordu 

Adam masaya onları da koydu 

Üç kere üç dokuz ederdi 

Adam koydu masaya dokuzu 

Pencere yanındaydı gökyüzü yanında 

Uzandı masaya sonsuzu koydu 

Bir bira içmek istiyordu kaç gündür 

Masaya biranın dökülüşünü koydu 

Uykusunu koydu uyanıklığını koydu 

Tokluğunu açlığını koydu. 

Masa da masaymış ha 

Bana mısın demedi bu kadar yüke 

Bir iki sallandı durdu 

Adam ha babam koyuyordu.

EDİP CANSEVER

‘olur mu gülseren teyze.. ha salih abi ha ben’

‘olur mu gülseren teyze.. ha salih abi ha ben..’

bir aydan fazla oldu sanırım senden haber almayalı..

en son haziranın yirmi dördünde görmüştüm seni..

yani tam bir yıl aradan sonra.. ve sonra o günden beri seni göremedim.. sen kayıplara karıştın yine..

nereden nasıl ulaşabilirdim sana bilmiyorum ‘ikizim’.. kayboldun gittin.. bilmiyorum belki de bir yıl aradan sonra benimle görüşmek istemen benim acılarımı derinleştirmek içindi.. olabilir mi böyle bir şey.. oysa bir yıl aradan sonra gölün kenarında seninle birlikteydik yine.. sanki bir gün önce görüşmüştük seninle.. hiçbir şey olmamış gibi konuşman ve davranman.. bir yıl boyunca çektiklerimden şüphe duydum sana bakarken , seni dinlerken.. yoksa yaşamamış mıydım ben o günleri..

hiçbir şey diyemedim , neden diye soramadım bir kere bile sana o gün.. havadan sudan konuştuk çünkü gelirken arkadaşını da getirmiştin.. sana bakıp gülümsedim , konuşmanı dinledim..

seni , sesini ne kadar özlemişim senin..

sonra zaman aktı geçti gitti ve sen de gittin.. gidiş o gidiş..

sonra ne mi oldu.. seni aradım , mesaj attım , mail attım , her yerden aradım.. ama sen sır olmuştun..

ben de sensizlik cehenneminin içinde daha az acı çekmek için sırdaşım , teskin edicim alkolüme daha da gömüldüm..

sonuç mu :

bana bir kalp borçlusun ikizim..

geçen çarşamba oturduğum yerde bir kalp spazmı geçirdim..

sanki geleceğini biliyorlarmış gibi arkadaşlar yanımda oturuyor , havadan sudan konuşuyorduk..

sonra güzel bir ağrı hem göğsüme hem koluma girdi.. bütün vücuduma göğsümden yayılan bir sıcaklık da eşlik etmeye başladı.. kendimi sıktım , durdum , belli etmedim..

sonra yer altımdan kaymaya başlayınca ve ağrı şiddetlenince arkadaşlara durumu belli ettim.. ve apar topar hastaneye..

kalp hastalıkları hastanesi olmasına rağmen acilinde bekleyen doktor kardeşlerim ikinci kez beni orada ‘kalpten götüreceklerdi’.. başımda dört arkadaşım gülüp sıranın bana gelmesini bekliyorduk.. nöbetçi doktor teşrif edip önce kafa buldu benimle.. ama ilk ekg’yi eline aldıktan sonra yüzünü buruşturunca ben sakat bir durum olduğunu anladım , acı gerçekle yüzleşmem gerektiğinden ‘ne var’ dedim.. buz gibi boğuk bir sesle ‘kalp krizi olabilir’ diyince yamuldum.. oysa ben daha çok içecektim.. ‘bir yanlışlık olmasın’ dedim.. izleyeceğiz diye yine soğuk bir şekilde cevapladı.. daha önce de başıma aynı şekilde bir olay geldiğinden hemen salmadım kendimi..

alete bağladılar beni izlemeye başladılar.. sonra tekrar bir ekg bu sefer doktorun yüzü daha da buruştu.. ne var diyince anjiyoya alabiliriz , kalp krizi olma riski yüksek dedi.. benim bu sefer gardım düştü.. ya yapma etme doktor dedim.. arkadaşlarımdan birinin eve gidip eski ekglerimi ve testlerimi getirmesini istedim.. arkadaş koştu , dosyamla birlikte annem babam da geldi.. üzüldüm onları böyle korkuttuğum için..

sonra doktor eski tetkiklerime bakınca yüzü gülümsedi o an.. eski ekglerinizle uyumlu bugünküler.. sizin kalp atışlarınız size özgü dedi.. gülümsedim tabi o kalbin içinde ‘ikizim’ var dedim kendi kendime.. sonra doktor kalp krizi olmayabilir , kan , eko vs testler yapacağız akşama kadar buradasınız ama yatırabiliriz de duruma göre’ dedi.. ben yatmaya razıyım o hastanede yeter ki kalp krizi demeyin bana.. neyse kanlar alındı , eko yapıldı.. ve beklemeye başladık.. eko temiz çıkmıştı ama kan testleri bekleniyordu.. insan hasta olunca doktora dönüşebiliyor bir anda.. her şeyi kapıyordu beklerken ve bir anda doktor olabiliyordun..

testlerden troponin testi esas olandı.. iki kere altı saat arayla yapıyorlar.. temiz çıkarsa yırttın gibi oluyor.. neyse beklemek en kötüsü ama mecbursun bir kere.. beklerken hastane bir anda ana baba günü oldu sağ olsunlar önce ‘halo dayı’ , sonra diğer arkadaşlar akın etti.. haber vermek istemediğim , kendi derdi başından aşkın binlerce kilometre ötedeki canım kardeşim aradı.. bana moral verdi her zaman ki gibi.. ‘turrup gibisin abi , merak etme bir şeyin yoktur’ dedi.. gülümsedim.. marcos gibi olurdum ben de o zaman turp gibiysem.. sevindim.. marcosun dediği gibi : içi beyaz , dışı kırmızı.. bütün ihtimallere açık bir insan..’ 

tutsan tutsan bir yere kadar dayanıyorsun , en son bir yerde insan duygulanıyor boşalıyor gözyaşları.. kardeşimle konuştuktan sonra gözlerim doldu ve beklemeye başladım..

‘halo dayı’ da gelince kadro tam oldu.. ben hem kendime hem de etrafımdaki aileme , arkadaşlarıma ve ‘halo dayıma’ moral vermeye çalıştım..

espri olarak ‘hazır gelmişken halo senden de kan alsınlar bir check uptan geçiver’ diye söyleyince halo hemen kendini hastane bahçesine atıyordu.. sigara içip sonra tekrar geliyor , bacaklarıma ayaklarıma omuzlarıma masaj yaparak beni teskin etmeye çalışıyordu dayı ve ben her seferinde ‘halo’ya  ‘hayırdır , niyeti bozdun mu dayı.. hasta hasta bizi götüreceksin yani..’ diyince ‘halo dayı’ anne ve babama dönerek ‘sapık bu’ ya diyip yine hastane bahçesine kaçtı defalarca..

neyse beklemelerimiz sonunda iki troponin testinden de ‘kalbimizin akıyla’ geçince yırttık dedim.. ama saniye geçmeden doktor ‘olmaz beyim , yarın sabah efor testine teşrif edeceksin’ diyince ayaklarım titredi.. çünkü defalarca kötü hikayeler dinlemiştim efor testiyle ilgili.. hele altı sene önce özel bir hastanede efor testi öncesi bana imzalatılan ‘ölümüm halinde sorumlu hastane değildir..’ beyanını da hatırlayınca uykusuz bir gece geçirdim yine.. bu hastanede prosedür de başkaydı.. daha önceki efor testinde olmadığı halde bu yaşıma kadar itinayla uzayan göğüs kıllarımı kesmem gerektiği söylenince hayırdır hazırlık mı yapıyorlar acaba diye düşündüm.. doktora ‘biz anadolu erkeğiyiz doktor , kılları mılları ne ayağa keseceğiz.. sakalımı bıyığı mı da keseyim mi bari’ dedim.. ‘ona gerek yok , elektrotların iyi yapışması için senin gibi postlulardan bunu yapmalarını istiyoruz..’ karşı espirisini yiyince gülümsedim sadece..

sonra gece boyunca sıfır uyku , o televizyon kanalından bu kanala.. sonra açtım bornova bornova’yı izledim.. ‘olur mu gülseren teyze , ha salih abi ha ben’ diyalogunu izledim defalarca geriye alıp alıp.. 

ve sonra sabah oldu.. kaktım , hazırdım ama o koşu bandında ne koşacak halim ne de moralim vardı..

gariban annemle gittik hastaneye , kağıt işlerini bitirdikten sonra annemi dışarıda bırakarak efor odasına aldılar.. beklerken bir kaç kez kapıyı açıp anneme baktım.. o da merak içindeydi.. onu da hastane kapılarında süründürmek moralimi daha da bozuyordu.. son kez görüyorum belki diyip , hep kapıyı açıp ona bakıyordum.. bir ara ciğerim aradı beklerken ona hakkını helal et dedim.. artık gözyaşlarım aktı akacaktı..

sonra vakit geldi üzerime garip bir file geçirdiler bandın üzerine çıktım , bilmem kaç tane elektrotu bağladılar sağa sola.. bayan doktor vardı yanımda.. evraklarıma bakınca yüzünü buruşturdu ve ‘özür dilerim , sizi en sağdaki banda alalım çünkü evraklarınızda -bilmem neden- (burayı ben hatırlamıyorum) bahsediyor , bu alet biraz parazitli , murat beyin aletine alalım sizi , yaşınız genç , vebal almak istemem’ diyince benim tansiyon uçtu gitti tepelere fırladı , elim ayağım boşaldı , ne demek vebal almak , ne demek yaşım genç.. kafam bulandı , başım dönmeye başladı.. neyse murat bey’in ‘aletine’ doğru aldılar beni.. ‘darağacına ya da giyotine çıkan mahkumlar gibi çıktım bandın üzerine tekrar.. koşmaya başladık yavaş yavaş.. uzatmayayım.. testi zar zor dilim dışarıda fakat başarıyla tamamladım.. raporum buradan da yırttığımı söylüyordu.. sonra aldık raporu doktor doktor dolandık.. hepsi bir ‘b.k yok , domuz gibisin , duygusal ya da sinirsel nedenlerle gelişen bir kalp spazmı’ dediler.. neye kafayı taktıysan düşünme onu falan filan dediler..

en son olarak da babamın yirmi yıldır doktoru olan bir kardiyologa gittik.. ‘kötü alışkanlık var mı’ diye sordu.. tabi annem oğluna laf kondurur mu.. sanki beni doktora verecekmiş gibi ‘yok’ dedi.. ben de dedim ‘ne yanlış yönlendiriyorsun doktor beyi , günlük ortalama on – on beş arası bira ya da iki büyük rakım var doktor bey’ diyince önce beni buz gibi bir sesle tebrik etti.. sonra ekledi ‘bir süre kullanmasan ve kendine dikkat etsen iyi olur’ dedi.. teşekkür ettim.. ‘bir süre’ lafı bana ödüldü çünkü.. hem ‘bir süre’ derken süre konusunda net bir zaman bildirilmediğinden bu süre bir gün de olabilir bir haftada olabilir diye bir yorum geliştirdim kafamda mutlu oldum.. bana bir ilaç verdi ‘bir süre kullan ama istersen’ dedi.. ilaç kalp ritimlerini , tansiyonu düzenliyordu.. olur olur dedim.. yemin etmişim altı senedir hiçbir ilacı kullanmamaya.. yalan bu ilaç işi.. kullanmadım kullanmayacağım da..

hastanede beni yalnız bırakmayan aileme , canım kardeşime , arkadaşlarıma , ‘halo dayı’ma ne kadar teşekkür etsem azdır.. onlara o gün yaşattığım stresten dolayı da çok özür dilerim.. sağ olsunlar , var olsunlar hastanenin bahçesini , koridorlarını , acil servisi doldurup beni bir an olsun yalnız bırakmadılar..  

hastane ortamından birkaç anekdot anlatayım.. geberirken bile aklım hınzırlıktaydı.. ilk olarak hastanedeki acil kısmında bana müdahale eden doktorun yine ilk sorusu şuydu : ‘yaş , sigara var mı..’ ama bu soruyu sorarken bana doğru eğilen doktorun önlüğünün cebinde (reklama girmesin baş harfini söyleyeyim) ‘w……’ sigara paketi bana doğru sırıtıyordu.. gülümseyip , ‘sigara yok , kullanmadım ve kullanmıyorum ama siz de kullanmasanız ya da paketi en azından hastaların gözüne sokmasanız daha inandırıcı olur bu sorunuz’ diyince doktor beyle aramızda soğuk bir rüzgar esti..

hastanede doktorlar kalp krizi değil , spazm olabilir diyince yıllar önceye gittim fakültede kendini şair sanan bir arkadaşımız vardı , kendini doğuştan şair sayan ama şiirlerinden hiç kimsenin bir şey anlamadığı bir arkadaşımız.. onun devamlı bize okuduğu ama her okuyuşunda bizi kahkahalara boğan fakat kendisinin okurken o sırada duygulanıp doruğa çıktığı ve gözlerinden yaş geldiği ‘spazm.. yaklaşıyor orgazm’ dizesi aklıma geldi.. kahkaha atacaktım fakat ağlanacak halime gülmemek için sadece içimden kahkaha attım dışımdan gülümsedim..

bir de hastane bahçesinde iki gün boyunca hasta önlükleriyle sağda solda saklanıp gizlice sigara içmeye çalışan hastaları görünce aklıma elia suleiman’ın ‘intervention divine’ filmindeki hastane sahneleri aklıma geldi.. orada da hastalar , hemşireler , hasta bakıcılar ve doktorlarla birlikte bahçede bile değil hastanenin içinde kardiyolojiye benzer bir klinik koridorunda volta atıp sigara içiyorlardı.. ben de daha gerçek bir versiyonunu izledim bu sahnenin.. insan nasıl bir yaratık , yaşamın kıyısındayken bile alışkanlıklarından vazgeçemiyor zararını bile bile.. 

neyse sonrası mı ‘ikizim’..

sonrası şu oldu efor testinden vesaire doktor ziyaretlerinden beş dakika sonra ben birkaç parça eşyamı aldığım gibi arabaya atladım ve yollara koyuldum yine peşinden.. nereye gideceğimi bile bilmiyordum.. herkes geçmiş olsun , ne oldu test sonuçları diye sorup arıyordu beni ve ben herkese yolda olduğumu , araç kullandığımı , şehir dışında olduğumu söylüyordum ve insanlar şaşkınlıktan sessizliğe boğuluyorlardı.. bir gün önce ölecek olan ben değildim sanki..laf yetiştirmemek için telefonları da açmadım bir süre sonra..

‘ikizim’ nerede olabilirsin dedim.. seni bulamasam bile ‘ikizim’ olabileceğin yerlerin yakınlarında olmak istiyordum en azından.. manisa , izmir , denizli , aydın.. dolandım durdum.. sana ulaşamadım telefonlarından yine.. ama belki aynı yıldızlara baktım seninle , belki de aynı havayı soludum.. belki de defalarca yanından geçtim..

uzatmayayım hastanedeyken doktorların temel sorusu şuydu ‘niye bu kadar üzgünsün’.. her soruşlarında gülümsüyordum.. niye gülümsediğimi sadece sen anlayabilirsin ‘ikizim’..

ha sen şimdi inanamazsın bana her zaman ki gibi.. ama hastanenin tüm kayıtları açık ‘ikizim’.. hoş , sen neyime inandın ki..

bütün yaşadıklarım ve bu son kalp spazmı sana ulaşamamamın , senden haber alamamamın sonucu ama sen her şeye değersin  ‘ikizim’..

ama artık bana ikizim bir kalp borcun var..

şimdi nerde miyim.. binlerce kilometre yaptım sana doğru belki de senden uzağa.. şimdi senden belki uzakta belki yakınlarındayım ama gerçek şu kendimden çok uzaktayım ve belki de sonundayım her şeyin ‘ikizim’..

bu sayıklamayı burada bitirirken ikizim , sana ve tüm sevdiklerime günün şarkısı olarak timur selçuk’tan ‘ispanyol meyhanesi’ni dinleyin diyorum..  

 

Crockett..

‘yeter, yeter.. öleceksek ölelim..
haydi vur kendini şaraba , kedere ve aşka vur..
daha içelim hey.. daha içelim hey hey..

ispanyol meyhanesinde bir gece
seninle, seninle başbaşayız..
üstelik , sarhoşuz adamakıllı.. daha içelim, daha içelim..
ispanyol meyhanesinde olduğumuzu kimse bilmesin..’

Timur Selçuk..

Çizgili Pijamalı Çocuk – The Boy in the Striped Pyjamas

Bu filmi geçenlerde internette bişeyler ararken tesadüfen görmüştüm hemen Saygıdeğer büyüğüm kadim dostum Crockett ‘ e sordum bu film sende varmı diye kendisinin dev film arşivini bildiğimden ilk ona sorarım . Bu film kendisinde vardı hemen aldım filmi kendisinden ve izlemeye koyuldum çok duygulandım çok üzüldüm .

Bruno 8 yaşında bir çocuktur. Tüm çocuklar gibi arkadaş düşkünü ve oyun oynama canlısıdır . Bruno ‘ nun babası askerdir . Bir gün görevi gereği başka bir yere tayini çıkar ve bruno arkadaşlarından ayrılmak zorunda kalır ve bunu istemeyerek de olsa yapmak zorundadır . Yeni taşındıkları yerde ise bruno’nun hiç arkadaşı yoktur . Shmuel dışında …

Bruno evlerinin biraz uzağında bir çiftlik olduğunu görür lakin bu bir çiftlik değil bir yahudi kampıdır . Ve burada herkes çizgili pijamalıdır . Kendisi gibi 8 yaşında olan Shmuel ile arkadaş olur . Evden gizlice kaçıp ona yemek götürür . Bir gün Shmuel ‘ in babasını bulamadığını söyler Bruno ‘ ya ve Bruno da ona yardım etmek ister .

Bir gün Bruno tekrar evden kaçar ve tel örgülerin altını kazarak diğer tarafa geçer ve Shmuel ona kendi giydiği pijamadan getirir . Birlikte Shmuel ‘ in babasını aramak için Yahudi kampına girer . İki arkadaşın filmin sonunda yaşadıklarıysa İrlandalı yazar John Boyne’nun Nazi komutanı babaya verdiği çok acı bir ders niteliğinde. Yürek burkan, hayır hayır ne olur böyle bitmesin diye içinizden belki de yalvardığınız ve en nihayetinde gözünüzden birkaç damla yaşın akmasına engel olamadığınız bir hazin son.

BLACKHAWK

8.10 VAPURU.. – CEMAL SÜREYA

8.10 VAPURU

sesinde ne var biliyor musun
bir bahçenin ortası var
mavi ipek kış çiçeği
sigara içmek için
üst kata çıkıyorsun

sesinde ne var biliyor musun
uykusuz türkçe var
işinden memnun değilsin
bu kenti sevmiyorsun
bir adam gazetesini katlar

sesinde ne var biliyor musun
eski öpüşler var
banyonun buzlu camı
birkaç gün görünmedin
okul şarkıları var

sesinde ne var biliyor musun
ev dağınıklığı var
ikide bir elini başına götürüp
rüzgarda dağılan yalnızlığını
düzeltiyorsun.

sesinde ne var biliyor musun
söyleyemediğin sözcükler var
küçücük şeyler belki
ama günün bu saatinde
anıt gibi dururlar

sesinde ne var biliyor musun
söyleyemediğin sözcükler var..

CEMAL SÜREYA