Author Archive

Günün Türküsü : ADIYAMAN..

geçen hafta doktorlardan kaçamak içerken hep ‘adıyaman’ türküsünü dinledim..  bugün bilgisayar başında cebelleşirken de bir ara yine kulağım ona takıldı , başladım yine onu dinlemeye.. gelin bugünün türküsü ‘adıyaman’ olsun.. ama bulabilirseniz ‘grup tavır’dan dinleyin diyeceğim fakat ‘reis’ bir kıyak yaparsa müzik kutumuzdan da dinlersiniz kim bilir.. müzikle kalın..

Crockett..

ADIYAMAN.. 

düz tara yar düz tara
yar zülfün düz tara 
doksan dokuz yarem var
sen açtırdın yüz yara

oy aman aman aman
burası adıyaman 
alem düşman kesilir 
seni sevdiğim zaman 

düzdedir yar düzdedir
yar zülfün dizdedir 
nice güzeller sevdim 
hala gönlüm sendedir

 

oy aman aman aman
burası adıyaman 
alem düşman kesilir 
seni sevdiğim zaman..

(Anonim..)

TAŞ PARÇALARI..- XXIV , BİRHAN KESKİN

TAŞ PARÇALARI..

XXIV

bir masal

bir taş ağırlığında olabilir mi ?

olurmuş meğer.

 

birlikte bir masala inanmak istedim.

ben seninle , sadece bu.

sen beni tek

tek

tek bıraktın.

 

benim artık taş taşıyacak ,

taş kaldıracak , taş atacak

halim mi var !

BİRHAN KESKİN

Y’ol – BİRHAN KESKİN , METİS Yayınevi ,2006.

‘ZAPATİSTALAR , Yerelden Küresele Ulaşan İsyan..’ – ALEX KHASNABISH

‘birincisi , baş kahramanlık meselesine karşı uyanık olmak zorundayız  – bir başka deyişle- , insanlar kendilerini çok fazla öne çıkarmamalılar.. kendimiz için korktuğumuzdan böyle yapmıyoruz , bu isimsiz kalmakla ilgili bir şey , çünkü böylelikle bizi yozlaştıramazlar.. önderliğimizin kolektif olduğunu ve onlara itaat etmemiz gerektiğini biliyoruz.. ben burada olduğum için beni dinliyor olabilirsiniz , ama başka yerlerde de aynı şekilde maske takan başkaları konuşuyor.. bu maskeli, kişiye bugün burada marcos adı veriliyor ve yarın ona margariatas’ta pedro , ocosingo’da jose veya altamirano’da alfredo ya da nasıl çağrılıyorsa öyle diyecekler.. son olarak da , sözcü kolektif bir yürektir , grup lideri değil.. bunu anlamanızı istiyorum , eski tarzda bir grup lideri , o şekilde bir imaj değil..sahip olacağınız tek imaj , bunu yapanların maskeli olduğudur.. ve bir gün gelecek , insanlar onurlu olma zamanının geldiğini anlayıp maskelerini geçirerek şöyle diyecektir : peki o zaman , bunu ben de yapabilirim..’ (2002..)

 

SUBCOMANDANTE MARCOS..

  

‘beyazlar onu siyah olmakla suçluyorlar.. suçlu..

siyahlar onu beyaz olmakla suçluyorlar.. suçlu..

muteber insanlar onu yerli olmakla suçluyorlar.. suçlu..

hain yerliler onu melez olmakla suçluyorlar.. suçlu..

maçolar onu feminen olmakla suçluyorlar. suçlu..

feministler onu maço olmakla suçluyorlar.. suçlu..

komünistler onu anarşist olmakla suçluyorlar.. suçlu..

anarşistler onu ortodoks olmakla suçluyorlar.. suçlu..

anglolar onu chicano olmakla suçluyorlar.. suçlu..

yahudi düşmanları onu yahudi dostu olmakla suçluyorlar.. suçlu..

yahudiler onu arap dostu olmakla suçluyorlar.. suçlu..

avrupalılar onu asyatik olmakla suçluyorlar.. suçlu..

devlet görevlileri onu oportünist olmakla suçluyorlar.. suçlu..

reformistler onu aşırı uçta , radikal olmakla suçluyorlar.. suçlu..

radikaller onu reformist olmakla suçluyorlar.. suçlu..

‘tarihsel öncüler’ onu proletaryaya değil sivil topluma seslenmekle suçluyorlar.. suçlu..

sivil toplum onu huzurunu bozmakla suçluyor.. suçlu..

borsacılar onu kahvaltılarının canına okumakla suçluyorlar.. suçlu..

hükümet onu devlet dairelerindeki mide ilaçlarının tüketimini arttırmakla suçluyor.. suçlu..

ciddi adamlar onu soytarılıkla suçluyorlar.. suçlu..

yetişkinler onu çocuk gibi davranmakla suçluyorlar.. suçlu..

çocuklar onu yetişkin olmakla suçluyorlar.. suçlu..

dogmatik solcular onu eşcinsellerle lezbiyenleri mahkum etmemekle suçluyorlar.. suçlu..

teorisyenler onu pratikçi olmakla suçluyorlar..

pratikçiler onu teorisyen olmakla suçluyorlar.. suçlu..

herkes olup biten bütün kötülüklerden dolayı onu suçluyor.. suçlu..’ 

SUBCOMANDANTE MARCOS..

‘ZAPATİSTALAR , Yerelden Küresele Ulaşan İsyan..’ – ALEX KHASNABISH , Çeviri : NİLGÜN GÜNGÖR , ABİS Yayınevi , 2010 Ağustos , 240 sayfa..

ŞARKI.. – ALLEN GINSBERG

ŞARKI..

dünyanın ağırlığı
aşktır
yalnızlığın yükü altında

memnuniyetsizliğin
yükü altında

ağırlık
taşıdığımız ağırlık
aşktır

kim yadsıyabilir?
düşlerimizde
o bedene dokunur
düşüncemizde
yapılanır.

bir mucize
düş içinde
kaçışlardan
doğana kadar
insanlığın içine
kalbin dışından bakar
yaşamın yükü için
saflık içinde yanarak.
aşktır, o
ama taşırız bu ağırlığı
yorulsak bile
dinlenmeliyiz
onun kollarında
en sonunda
dinlenmeliyiz kollarında
aşkın

aşksız
rahat yok
düşsüz
uyku yok
aşkla
deli divane ol yada huzurlan
meleklerle senli benli gibi
yada makinalarla
son isteğin
acı olamaz
aşktır o
yadsınamaz
sürdürülemez
eğer yadsınırsa

yük çok ağırdır

verilmelidir
karşılıksız
düşünce gibi
verilir
herşeyin içindeki mükemmelliğin
aşırılığında

sıcak bedenler
birlikte parlar
karanlığın içinde
bir el hareket eder
etin merkezine doğru
bedenler titrer
mutluluk içinde
ve ruhun çıka gelir
neşeli gözlerinden bir bakışla

evet,evet
budur
istediğim
hep istediğim
her zaman istediğim
geriye dönmek
doğduğum yere
vücuduma.

ALLEN GINSBERG

Türkçesi : Erkut Tokman

yollarda..

‘uzak nedir ?
kendinin bile ücrasında yaşayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir ?’

 İSMET ÖZEL

yollarda..

‘öyle bir durgunluk var ki üzerimde ne düşünmek , ne konuşmak , ne de yazmak istiyorum.. artık nefes alışlarım bile belli değil sanki.. susmak ve sessizliğimin içinde öylece kalmak istiyorum.. günlerdir ‘reis’ niye yazmıyorsun çok boşladın aylakadamız’ı diye bana fırçayı kayıp duruyor ama bendeki bu isteksizliği nasıl anlatabilirim ona bilmiyorum.. nefes almak için nefes alıyorum , yemek yemiş olmak için yiyorum her şey mecburiyetten.. yazmak , hele aylakadamız’a yazmak mecburiyet olmadığı için , dünyanın en güzel olaylarından birisi olduğu için ve asla mecburiyet gibi bir şeyi  düşünemeyeceğimden  kıyamıyorum abuk sabuk şeyler yazmaya.. o yüzden siteyi takip ediyorum bu aralar.. sadece bu..

fakat ilginçtir ki aylakadamız’da yeni yazıların sıklığı azalmasına rağmen giriş sayısı sanki bize inat artıyor , öyle bir genişliğe ulaştı ki site her gün yorumladığımız da ‘reis’le birlikte ikimizde anlam veremiyoruz.. onlarca profesyonel yazarı olan sitelere giriş oranları , okur sayıları ‘ip’ bazında belliyken , okunan sayfa sayıları belliyken bizim sitedeki bu inanılmaz takipçi sayısı duygulandırıyor ikimizi de.. ikimizin de çocuğu yok fakat ‘reis’in deyimiyle bu site ‘hayatta sahip olacağımız yegane çocuk..’ elimizde büyüyor.. fakat işte günlerdir bu çocuğa kıyamadım , yazamadım , ekleyemedim bir şeyler.. yığınla ekleyeceğim konu var , umarım üzerimdeki bu durgunluk uçar gider yakında..

ilginç olan şeylerden birisi de günlerdir süren bu durgunluğuma rağmen o kadar hareketliydim ki fiziksel olarak tahmin edemezsiniz.. kalp spazmı , hastane olaylarından sonra yerimde durmadım , kaç kilometre yol yaptım direksiyon salladım ben de artık hesaplamıyorum.. yollar akıp gidiyor bir yerlere hep.. öyle güzel ki yol yapmak , yollarda bitip tükenmek.. yolculuk kadar güzel , sıkıcı olmayan bir şey var mı bilmiyorum.. hele yanınızda kafa dengi bir yol arkadaşı – yoldaş varsa püffffff.. dadından yinmez bre.. yanımda seyahat edenler o kadar şanslıdır ki çünkü hep oturup izlerler , konuşurlar ve asla yorulmazlar.. neden mi ben o arabadaysam benden başka kimse araba kullan-a-maz , böyle bir takıntım var işte.. çok seviyorum araba kullanmayı.. zaten sevgili arkadaşlarımdan biri bir ara demişti sen avukat değil şoförsün diye.. hala gülmekten kırılırım bu lafı hatırlayınca.. evet aslında avukat değil uzun yol şoförü olsaydım kıyak olurdu.. hele hele tır ya da kamyon şoförlüğü mükemmel olurdu.. ama ne yapalım nükleer enerji mühendisliği mi doktorluk mu radyo televizyonculuk mu derken işte çok alakalı bir meslek seçtik hukukçu olduk.. gülmeyin sakın ben de insanım , ne yapalım avukatlık hep idealimdi ama ben sabiyken nükleer enerji ve doktorluk da ilgimi çok çekerdi.. fakat radyo televizyondan ikinci sınıfta atıldıktan sonra hep idealim olan hukuk ağır bastı biz de yön değiştirdik.. ama hiç pişman olmadım.. kişiliğime en uygun meslek buymuş.. yoksa bu kadar özgür ve aylak nasıl olabilirdim..

yaptığım yolların birinde uzun zamandır görmediğim ve göremediğim ‘cenaze’ ile karşılaştım.. bana olan haklı sitemlerini yaşının küçüklüğüne rağmen öyle ince , öyle kırmadan söyledi ki tutup bir kez daha sarıldım kendisine.. özürlerimi ve nedenlerimi üstü kapalı olsa da kendisine anlattım.. sonra bir hafta kadar beraber takıldık , kendimi affettirmeye çalıştım biraz.. içerde amcası yüzünden kapalı kaldığı 8 aylık süreyi ona unutturmaya çalışıyordum ilk başlarda ama o anlattığı hikayelerle bizleri hep kahkahaya boğdu.. hele ‘ayna’ ile muhabbetlerini , ‘ayna’ ile kavgalarını , inatlaşmalarını anlattığında gözlerimden yaş geldi gülmekten.. sırf ‘ayna’ yüzünden 40 metrekarelik koğuşta ‘ayna’ ile karşılaşmamak ve muhatap olmamak için yedi ay boyunca gündüzleri uyuyup , geceleri tek başına koğuşta uyanık durduğu , duvarlarla kapılarla arkadaşlık edip konuştuğu günleri anlatınca içimde bir şeyler ezildi gitti.. ona babasıyla hukuki seyir konusunda tartıştığımız ve beni dinlemediği için anlaşamadığımızdan yardım edemediğimi anlatsam kaç yazardı ki..

‘cenaze’ bana anlattıkça anlattı fakat sorularıyla beni bazen öyle bunalttı öyle bunalttı ki o sordukça ben onun önüne alkolü dayıyordum.. ama susacağına öyle açılıyordu ki sorularıyla kafamı da açıyordu.. ‘halo’muz ‘dayı’nın ‘denizler bu kadar yağmur yağmasına rağmen neden taşmıyor’ , ‘faks makinesi binlerce kilometre uzaklığa amerika’ya misal nasıl yazının ya da resmin aynısını yollayabiliyor’ gibi   ilginç soruların benzerlerini bıkmadan usanmadan tekrar tekrar soruyordu.. ‘savcı mı büyüktür hakim mi.. , polis mi savcıyı savcı mı polisi hakim mi polisi tutuklar.. vali mi büyük savcı mı’ diye garip garip sordukça soruyordu.. bir ara rüyadayım bile sandım.. çünkü ‘cenaze’nin sorduğu sorular karabasan gibi iki saatte bir tekrarlanıp duruyordu.. ama sonunda bu sonu gelmeyen soruların hiçbir suçu olmadığı halde abuk subuk nedenlerle haksız tutukluluğun yarattığı travma nedeniyle ortaya çıktığını anladım ve bıraktım ‘cenaze’yi konuştukça konuşsun istediği kadar.. aslında ‘cenaze’ lakabının tam tersi kişilikte bir insan , lakabıyla uzaktan yakından ilgisi yok.. bu lakabı kendisine takan amcasına aslında bu lakap uyuyor.. bu konuda da uzlaştık kendisiyle büyük kahkahalar eşliğinde.. tutuklulukta yaşadığı komik olayları bir ara anlatırım..

‘cenaze’nin tek sustuğu anlar ‘yüce sezar’ ve başkan ‘bezelye’ ile amik ovası 52 derece ile yanarken batıayaz dağlarında 26 derecede çam ağaçlarının altında yaptığımız uzun sohbet ve yemek anlarıydı.. orada sustu çünkü ‘yüce sezar’ çocuğun bütün dimağını sohbetin başında söylediği sadece tek bir cümleyle yerle bir etti.. dakikalarca elinde çatal kalakaldı.. sonra dönüp bana ‘abi bu adamlar mı seni buluyor yoksa sen mi onları buluyorsun’ diye sordu.. ben de gözlerimde yaşlar gülümsedim sadece.. bir ara ‘yüce sezar’ın balzac cafe de yaptığı gafla bu son gafını anlatmaya çalışırım ne kadar anlatılabilirse.. ama ‘yüce sezar’ın kötü niyetinden değildir bunlar , ‘sınırsız özgürlük’ kavramından diye düşünüyoruz.. düşünün öyle bir adam ki elli küsür derecelik sıcaklıktan gelmişiz : 26 derece sıcaklık , bol oksijen , bol rüzgar , çam kokusu var ama ‘yüce sezar’ henüz yarım saat geçmeden ‘ben üşüdüm , hem burası çok sıkıcı artık gidelim’ diyen birisi işte.. ‘bezelye’ , belediye başkanlığı döneminin yoğunluğundan olsa gerek çam ağaçlarının altında , müthiş serinlikte yemekler gelene kadar biraz kestirmek istediği sırada ‘yüce sezar’ın bu lafını duyunca kafasını yattığı yerden kaldırıp ‘sakın kızmayın yüce sezar’a , bol oksijenden beyni ambele olup , stop etti yine , bırakın yola insin minibüsle cehenneme gitsin , muhatap olmayın’ dedi.. tabi biz güldük çünkü bulunduğumuz mıntıkadan dört saatte bir minibüs geçiyordu sanırım.. ‘yüce sezar’ da bizimle paşa paşa oturdu ama mızıkçılığını yapıp durdu..

bakmayın ‘cenaze’nin lafı bir yandan çok doğru nerden buluyorsun bu arkadaşları dediğinde.. örneğin ‘bezelye’.. belediye başkanı olduktan sonra ne arar ne sorar oldu ancak biz arayacağız soracağız.. aradığınızda da hep aynı nakarat kaç kere aradım seni ulaşamadım nerelerdesin be usta der.. ‘politikacı’ işte.. iki ay önce ‘ciğerim’le urfa dönüşü yolumuzdan gidişli gelişli 680 kilometre fazla yapıp yanına uğrayalım bir sürpriz yapalım dedik.. şehre girdiğimizde aradık kendisini nerede makamında mısın diye sorduk.. ‘hayır , il merkezinde bilmem ne parkındaki bilmem ne kahvesinde kağıt oynuyorum’ diyince dumura uğradık.. lan mesai saatinde işin ne parkta demeye fırsat vermeden ‘hava çok sıcak o yüzden’ dedi , ikimiz beraber kahkahayı attık.. meğer esas dumur konuşmanın ilerleyen bölümlerinde bizi bekliyormuşuz bilemezdim.. ‘tamam o zaman parkın ana kapısına gel bekliyorum’ diye konuşunca tarihe geçecek sözü söyledi : ‘şu el bitsin geliyorum usta’.. artık bu sözü işittikten sonra benim ne gibi veciz sözler sarf ettiğimi tahmin edebilirsiniz.. telefonu son veciz sözümden sonra suratına kapattım ‘bezelye’nin.. ‘ciğerim’e de ‘boşver bu sibop kapağını’ dedim ama ‘ciğerim’ çok ısrar edip ‘görelim , uzun zaman oldu’ diye söyleyince  ‘kendin ara laleyi’ dedim.. sonra ciğerim aradı ‘bezelye’ efendiyi ve ustası ‘ciğerim’in sesini duyunca emir telakki edip koşa koşa geldi ‘bezelye’.. ben mi.. ben arabadan dahi inmedim , elini sıkmadım , ‘ciğerim’le ayak üstü sohbet ettiler sonra onu geride bırakıp hızla kaçtım o şehirden.. ama iki ay sonra kendim aradım ve çamların altında bizlere güzel bir özür yemeği sundu.. yemeği geçelim tabi ki sohbetti önemli olan ve rüzgarın çam ağaçlarını okşarken çıkardığı o eşsiz ıslığı..

benim tayfam hep böyleler ama hepsini çok seviyorum bu ‘topitoplar’ın.. kıyak adamlar vazgeçemiyorum tüm uçarılılıklarına rağmen..

işte günler böyle geçiyor üzerimdeki durgunluğun aksine : hep yollarda , çok hareketli ve renkli.. nasıl bitecek , nasıl kurtulacağım bu durgunluktan bilmiyorum.. ha ‘reisim’ nasıl..’

Crockett..

dikkat askersiz bölge

Farklı olanı kendine benzetmek yahut görmezden gelinebilecek kadar marjinal ilan etmek iktidarcıkların, bizzat mevcudiyetleri için, sorgulanılamaz -sandıkları- yöntemleridir. Etrafında deniz olsun olmasın, adacıklardan vatan yaratmak, imal ettiği yavrucukların kayıtsız şartsız o mamul olmasını ve sadece kendisine ait olmasını istemek, iktidarın kurduğu hiyerarşide, hepimizi baştan bildik bir egemenlik kıskacına götürür.

Adacıklar hiçbir yere dönüşür; tarifini iktidarlardan, kurucularından, kurtarıcılarından alır, yabancılaşır, aynılaşır. Egemen, eşitsiz tahrip alanını böylece yaratır. Korku kokar, nefrete döner, neşe körelir, mana yiter, içten içe isyan eder. Yavrular kıskaçtadır ve özgürleşmek için çırpınır. Kanatları körpedir, yuvadan aşağı asla itilmez. Had safhada olan teşvik değil tehdit de olsa uçacağı anı kendi yaratır.

Faşizm kendini dayatır, en estetikleştirilmiş formlarda, şefkatliymişçesine, tam da gündelik yaşamda, sonsuzca.. Militarizm kokar her yer, çözümsüzlüktür tek muteber değer. Aksi dile gelmez, dile gelmedikçe düşlere girmez; umut kayıptır ve hiç kimse yalnızlaşır.

Coğrafyalar parsellenmiştir, hem de biz kimseciklere sorulmadan. Yüksek ve temsili iktidarlar arasına sıkışmış bir politika içinde yok olan insani, basit, tekil ve dolayısıyla kolektif yaşamlardır.

Süre giden çözümsüzlükse eğer, mevcut militer aparat sorgulanmalı ve askersiz bölgeler yaratılmalıdır. Sınır çoğalır ve yakınlaşır, daralır ve daraltır, sınıfsa uzaklaşır, gözden yiter; lakin sınırsızca oradadır ve bakmamızı bekler.

Doğru nota yok, notayı koymak, aramak, basmak yeter; silahsız bir dünya için şarkı söylemeye değer.


kayıt / recording: Bandista, Stüdyo Red / İSTANBUL editing: Bandista
miksaj / mixing:
Stüdyo Red / İSTANBUL mastering: Analog Dimension / Krakovany, PIEŠŤANY kapak / cover: Bandista ağustos / august 2010

… ya emperyalizmin zaferi, tıpkı kadim Roma’daki gibi tüm bir uygarlığın çöküşü, nüfussuzlaşma, perişanlık … büyük bir mezarlık. Yahut enternasyonal proletaryanın emperyalizm ve onun savaş yöntemleri karşısındaki şuurlu etkin mücadelesi demek olan sosyalizmin zaferi. Bu dünya tarihinin dilemması, tam bir ‘ya o ya o sorusu;’ ibrenin hangi yöne döneceği kararı sınıf-farkındalığındaki proletaryanın önünde duruyor. Uygarlığın geleceği ve insanlık, proletaryanın devrimci enstrümanlarını eline alıp bu terazi dengesini bozmasına bağlıdır. Bu savaşta emperyalizm kazandı. Onun kanlı soykırım kılıcı, ibreyi ızdırabın uçurumuna doğru gaddarca bükmüştür. Tüm sefaletin ve utancın yegâne telafisi proletaryanın kendi kaderinin hükmünü nasıl ele geçireceğini ve hâkim sınıflara uşaklık rolünden nasıl kurtulabileceğini kaybettiğimiz bu savaştan öğrenmemiz durumunda olabilir.

Fotoğraf çekmek , şarkılara eşlik etmek , işgallere karşı özgürlüğü haykırmak serbesttir  , gereklidir !

Daha fazlası ve albümü indirmek için lütfen ziyaret ediniz  : http://tayfabandista.org/blog/

BLACKHAWK

Tunay Bozyiğit – Seyduna & Şahrud 5

Yeni bir albümden bahsedeceğim sizlere gerçekten dinlemekten bıkmadığım iki gündür aralıksız dinlediğim bir albümden ; Seyduna & Şahrud Serisinin 5. Albümünü : Söz Ateştir , Her Ağız Taşıyamaz .

 

Yayın Tarihi : 30.07.2010
Türü : THM
Yapımcı : Güvercin
Süre : 1:17:35 Saat:dk:sn
Dili : Türkçe

Parça Listesi :

1- İlkay Akkaya – Dağ Var

2- Cevdet Bağca – Güle Bakan

3- Cevdet Bağca – Güvercin

4- Handan Aydın – Cana Katarım

5- Handan Aydın – Martılar

6- Oğuz Boran – Saklımda Yangınımsın

7- Özge Öz – Ömür Göçeğim

8- Burcu Yeşilbağ – Chebere

9- Kartuğ – Ceylan

10- Metin Yılmaz – Yakasız İstanbul

11- Metin Yılmaz – Avare

12- Metin Yılmaz – Ana

13- Metin Yılmaz – Şahrud

14- Tunay Bozyiğit –  Al Götür

15- Tunay Bozyiğit – Mor Yatan

16- Tunay Bozyiğit – Yüreğimde Yara Sesi

 

Bu kadar sanatçının emeği olan albümü lütfen internetten indirmeyiniz albümün orjinalini almanızı şiddetle tavsiye ediyorum .

BLACKHAWK

‘itaat sona ererse , efendilik de sonra erer..’ – MAX STIRNER

 

‘çok şeyden özgürleşebiliriz , ama her şeyden özgürleşemeyiz.. kölelik durumuna rağmen içerden özgür olabiliriz , ama yine bazı şeylerden , her şeyden değil ; bir köle efendinin kamçısından , otoriter mizacından ve benzerinden özgür olmaz.. ‘özgürlük yalnızca hayal dünyasında yaşar..’ oysa kendim olan ben bütün varlığım ve varoluşumdur , o bendir.. kurtulmuş olduğum şeyden özgürüm , iktidarım içinde olan şeyin ya da denetlediğim şeyin sahibiyim.. kendime nasıl sahip olacağımı bilirsem ve kendimi başkalarına emanet etmezsem ben her zaman ve her koşulda kendimim.. özgür olmak gerçekten amaçlayamayacağım bir şeydir , çünkü onu yapamam , onu yaratamam ; onu ancak isteyebilirim ve ona göz dikebilirim , çünkü o bir ideal , bir hayalet olarak kalır.. gerçekliğin zincirleri etimde durmaksızın derin yaralar açar.. ama kendim olan ben kalır..’ 

‘biz ikimiz , devlet ve ben , düşmanız.. ben egoist , bu insan toplumunun iyiliğini düşünmüyorum.. hiçbir şeyi ona feda etmiyorum.. ben yalnızca onu kullanıyorum : onu tam anlamıyla kullanabilmek için onu benim mülkiyetim benim yaratımım haline dönüştürmek zorundayım ; yani onu imha etmeli ve onun yerine egoistlerin birliği’ni kurmalıyım..’

‘devlet için hiç kimsenin kendi iradesine sahip olmaması şarttır ; biri kendi iradesine sahip olursa devlet onu dışlar , hapseder ya da sürer ; herkes kendi iradesine sahip olursa , devletten kurutulur.. devlet efendilik ve kölelik olmadan düşünülemez ; çünkü devlet içerdiklerinin hepsinin efendisi olmayı amaçlamalıdır ve bu iradeye ‘devletin iradesi’ denir.. benim içimdeki kendi iradem devletin katilidir ; bu nedenle devlet tarafından ‘özirade’ (inatçı) olarak damgalanır.. kendi iradem ile devlet ölümcül bir düşmanlığın taraflarıdır ; aralarında ‘ebedi barış’ olması mümkün değildir..’ 

‘ben hiçbir hak talep etmiyorum ; dolayısıyla hiçbir hakkı tanımam gerekmez.. kuvvetle alabileceğimi kuvvetle alırım ve kuvvetle alamadığım şeye hakkım yoktur ; her zaman baki kalan hakkımdan söz ederek hava atamam veya avunmam.. hak verilmiş ya da verilmemiş –bu beni ilgilendirmez ; ben güçlüysem kendimden alırım ve başka bir yetkilendirmeye ya da izne ihtiyacım yoktur..’

‘kendisine sahip olmak için başkalarındaki irade eksikliğine bel bağlayan , başkalarının yarattığı bir şeydir.. efendi kölenin yarattığı bir şeydir.. itaat sona ererse , efendilik de sonra erer..’ 

MAX STIRNER (1806 – 1856) , ‘Ego ve Biricik..’

(Max Stirner – Çizim : F. Engels..)

‘Anarşizm , Bir Düşünce Ve Hareketin Tarihi’ , GEORGE WOODCOCK , Çeviri : ALEV TÜRKER , KAOS Yayınları , Kasım 1996..

‘üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim..’ – Ulrike Meinhof

‘dünyayı , bu acımasız ayrımı izleyerek algılayan biri için , artık normal , masum , doğal olan hiçbir şey yoktur.. her küçük ayrıntı ‘yanlış hayat’a dayandırıldığından , kuşkuludur.. kişi , hoşuna giden , beğendiği şeyler konusunda , iki kat dikkatli olmak ve daha fazla kuşkulanmak zorundadır.. adorno , sakatlanmış yaşamdan yansımalar’ında şunları yazar : ‘artık zararsız olan hiçbir şey yoktur.. çiçeklerin üzerine düşen şiddet gölgesi görülmediği anda , bahar dalı bile yalana dönüşür ; ‘ne kadar hoş’ gibi masum bir ünlem bile mide bulandıracak kadar nahoş bir varoluşun mazereti olur.. artık güzellik ve avuntu yoktur – korkunç olanı gören , ona dayanabilen ve olumsuzluğun avuntusuz bilinci içinde yine de daha iyi bir dünya olasılığına bağlı kalan bakıştan başka..’

 

‘ulrike meinhof’un da bu melankoliyi iyi tanıdığına ilişkin işaretler var.. ulrike’nin , sık sık bir saniyeden diğerine şiddetli bir depresyonun içine düştüğünü anımsayan ruth waltz , bir defasında ulrike’nin eve geldiğini , mevsimlerden ilkbahar olduğu için güneşin odayı iyice aydınlattığını , masanın üzerinde içinde laleler olan bir vazo durduğunu , bu görüntü karşısında ‘çok melankolikleşen’ ulrike’nin şöyle dediğini anlatmıştır : ‘ne kadar güzel.. ne kadar aydınlık.. insan neden hep böyle yaşayamıyor..’ 

Alois Prinz..

 

‘beyninizin infilak edeceğini , (kafanızın parçalanacağını , patlayacağını) , omuriliğinizin beyninize sokulduğunu hissedersiniz..

ruhunuzu da dışarı itiyormuşsunuz hissine bir türlü engel olmazsınız..

hücreniz hareket ediyormuş gibi gelir size.. uyanırsınız , gözünüzü açtığınız gibi hareket etmeye başlayan hücre , öğleden sonra güneş girdiğinde aniden durur.. hareket hissinden bir türlü kurtulamazsınız..

herhangi bir sübapı olmayan çılgın bir saldırganlık.. en kötüsü bu.. sağ kalma şansınızın olmadığını bilmeniz..’ 

Ulrike Meinhof  (Mektupları , Tecrit Hücresinde Yaşadıklarından..)

 

‘ya sorunun bir parçasısın ya da çözümün.. ikisinin arası yok..’ 

Ulrike Meinhof

 

‘üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim..’ 

Ulrike Meinhof

 

‘Ulrike Meinhof – Üzgün Olmaktansa Öfkeli Olmayı Yeğlerim’ – ALOIS PRINZ , VERSUS Yayınları , Çeviri : SÜHEYLA KAYA , Kasım 2008..

‘bir.. iki.. üç.. daha fazla seattle..’

‘BATTLE IN SEATTLE’ , ‘İSYAN..’ – STUART TOWNSEND

 Sinopsis : 

‘battle in seattle’ , andre benjamin , woody harrelson , martin  henderson , ray liotta’nın başrollerde oynadığı politik aksiyon ve dramı bir arada barındıran bir film. büyük bir protestocu grup, 1999 yılı ‘dünya ticaret organizasyonunu’ protesto etmek için seattle’da toplanır.. yaşanacak kaos ve kargaşa toplantıları durdurmayı amaçlamaktadır.. protestocu aktivistler , abd hükümeti , organizasyon katılımcısı dünya ülkelerinin temsilcileri , vali , belediye başkanı , medya , polis ve askerler arasında geçen sürükleyici ve hareketli bir politik aksiyon filmi..’

 

Filmin Künyesi : 

Yönetmen ve Senaryo : Stuart Townsend

Görüntü Yönetmeni : Barry Ackroyd

Kurgu : Fernando Villena

Müzik : Robert Del Naja

Oyuncular : Andre Benjamin , Woody Harrelson , Martin  Henderson , Ray Liotta , Michelle Rodriguez , Channing Tatum , Charlize Theron..

Süre: 95 dakika

Yapım Yılı : 2007

Yapım : ABD , Almanya , Kanada..

‘açıkçası ilk aldığımda filmi biraz tereddüt etmiştim , amerikan ortak yapımı filmin seattle protestolarını nasıl anlatmış olabileceği konusunda bayağı endişeliydim.. gerçi amerikalı bağımsız sinemacılardan yumruk gibi sert ve anlamlı filmler de izlemiştik geçmişte.. ama yine de insan filmi alırken iki kere düşünüyor , hatta üç kere , hatta çok kere , hatta düşünceye dalıyor..

şakayı bir yana bırakırsak 1972 doğumlu genç aktör stuart townsend’in ilk yönetmenlik denemesi olan bu filmin senaryosunu da stuart townsend yazmış..

senaryo protestocu aktivistler ile hükümet güçleri arasındaki mücadele ekseninde giderken , filme iki taraftan da olmayan , olaylar sırasında günlük yaşamlarını sürdüren ama bir şekilde hükümet güçlerinin sebep olduğu vahşi şiddetin kurbanı olan vatandaşlar da dahil oluyor.. yönetmen ve senarist stuart townsend  tüm amerikan filmlerinde rastladığımız gibi (en son blackhawk’ın anlattığı pijamalı çocuk filmindeki gibi) aynı senaryo klişesini de kullanmış : kötünün kurbanı olan kötünün yakını.. neyse konuyu daha fazla anlatamayayım fakat şunu söylemek istiyorum beklediğimden çok daha iyi bir film çıktı.. bazı yerlerinde aksamalar, politik açıdan gevşemeler , konsensüs yaratma çabaları olsa da film belgesel görüntülerle desteklenerek olayların içinde hissini izleyici de uyandırıyor.. filmin ana konusu dışında arka planda anlatılan hikayeler de etkileyici..

filmdeki oyuncuların performansı da çoğunlukla üst seviyede.. kurgulanan karakterlerin çoğunluğu doğallığı yakalıyor..

bulursanız mutlaka kaçırmayın izleyin ve seattle’a , aktivistlere birer selam çakın..’

Crockett..