Author Archive

KUŞLARI YEMEK.. – MARGARET ATWOOD

kuşları yemek..

 

kuşları yedik.. onları yedik.. gırtlağımızdan yukarı yükselip ağzımızdan patlayarak çıkmasını istedik ötüşlerinin , bunun için , onları yedik.. kuştüyleri filizlensin istedik etimizden.. onların kanatlarını istedik , onlar gibi uçmak , bulutların ve ağaçların üzerinden süzülmek istedik , bu yüzden  onları yedik.. mızraklar sapladık , sopalarla dövdük , ayaklarını yere yapıştırdık , tel kafeslere koyduk , kor kömürlere attık ve bunların hepsini sevgi için yaptık , çünkü biz onları sevdik.. biz onlarla bir olmak istedik.. biz tıpkı onlar gibi temiz , pürüzsüz ve güzel yumurtalar vermek istedik , eskiye dönüp genç ve kıvrak olduğumuz ve bütün sebep sonuç ilişkilerinde masum olduğumuz zamanlarda , onları yemek borumuza tıkadık , kuştüylerini ve her şeylerini , ama işe yaramıyordu , şarkı söyleyemiyorduk , onlar gibi içimizden gelerek , uçamıyorduk , duman ve demir olmadan , yumurtlayamıyorduk , bunun için küçük bir şansımız bile yoktu.. biz yerçekimine saplanmışız , biz toprağa bağlıyız.. bizim bileklerimiz kan içinde , biz kuşları yedik , biz kuşları çok uzun zaman önce yedik , biz kuşları hala hayır deme gücümüz varken yedik.. 

MARGARET ATWOOD , 2007 , The Tent.. Çeviri : MELİDA TÜZÜNOĞLU , SICAK NAL Edebiyat Dergisi , Sayı:2 (Mayıs –Haziran 2010 sayısı..)

‘sen bir budaladan başka nesin.. yaptığın , kendini kandırmaktan başka ne ki..’ – JOHANN WOLFGANG VON GOETHE..

’30 ağustos..

 

bahtsız.. sen bir budaladan başka nesin.. yaptığın , kendini kandırmaktan başka ne ki.. bu sonu gelmez delice tutku nereye varacak.. bütün dualarım lotte için ; imgelem gücüm onun görüntüsünden başka hiçbir şey yaratamaz oldu , beni çevreleyen bütün dünyayı yalınızca onunla ilişkisinde algılayabiliyorum ve böylece – ondan kopmak zorunda kalana dek – birkaç saatliğine mutluluğu tadıyorum.. ah wilhelm.. yüreğim beni niçin sıkıştırıyor.. lotte’nin yanında bulunduğum iki-üç saat boyunca görüntüsünü , davranışlarını , sözlerindeki tanrısal dışavurumu tadabildiğim zaman , bütün duyularım gitgide geriliyor , gözlerim kararıyor , kulaklarım işitmez oluyor ; yüreğim , sanki bir katilin eli gırtlağıma sarılmışçasına vahşi çırpınmalarla duyularımı rahatlamaya çalışsa da , bu çaba , içimdeki kargaşayı çoğaltmaktan başka hiçbir şeye yaramıyor wilhelm , çoğu kez dünyada olup olmadığımı bile bilemiyorum.. öyle olunca ya lotte , ellerine kapanmak ve gözyaşı dökerek sıkışan yüreğimi soluklandırmak gibi zavallı bir avuntuya izin veriyor ya da açıklara  , dışarılara kaçıp gitmek zorunda hissediyorum kendimi ve doğanın enginlerinde dolaşmaya çıkıyorum ; işte o zaman , dik bir dağa tırmanmak , sık bir ormana dalıp beni yara bere içinde bırakan çalılıklar ve derimi yırtan dikenlerin arasında kendime bir geçit açmak bana sevinç veriyor.. böyle biraz olsun kendime geliyorum.. biraz.. sonra da yorgunluk ve susuzluktan düşe kalıp dolunayın tepemde ışıdığı karanlık gecelerde yaralanmış ayaklarımı sonunda dinlendirmek için ıssız ormanın eğri büğrü bir ağacının altına oturduğumda bitkin bir huzur içinde alacakaranlıkta uyuyakalıyorum.. 

ah wilhelm.. bir manastır hücresinin yalnızlığı , keçi kılından yapılmış bir giysi , dikenli bir kemer : işte sana ruhumun özlemini çektiği deva.. adieu.. bu sefalete , mezardan başka bir son göremiyorum..’

 

GENÇ WERTHER’İN ACILARI , JOHANN WOLFGANG VON GOETHE..

Türkçesi : NİHAT ÜNLER , CAN Yayınları , Ağustos 2007..

TONY KHALIFE..

TONY KHALIFE..

 ‘I’m the sand with drifting ears
I carry the dance of eastern winds
fashioning melodies of peace
I’m the rose with broken tears..’

tony khalife

‘girişleri uzatmayı o kadar seviyorum ki yazarken.. esas anlatacağım konudan adeta fersah fersah ötelere uçuyorum.. uzun zaman oldu yazmayalı , bu hasretle bugün de biraz daha girizgahı uzun tutarım.. yandınız..

insan hayatında bazı dönüm noktaları olur.. bazı olaylar , bazı insanlar , bazı şeyler sizin hayatınızda belirgin değişikliklere yol açar.. benim hayatımda da çok olmuştur böyle dönüm noktaları , nefes aldıkça da olacaktır.. bunlara sayısız örnek verebilirim..

örneğin 1996’da hayatımda yaşadığım seri ve sonu gelmez olaylar hayatımı değiştirmekle kalmadı çok sarsıcı etkiler , derin izler bıraktı.. 365 günlük 1996 yılı hayatımın herhalde o zaman ki yaşım olan 22 yıla bedeldi.. 22 yılda yaşamadıklarımı bir sene de yaşamıştım.. güzel şeyler de olmuştu fakat çoğunlukla hayatımı yıkıp geçen olaylar o sene olmuştu.. itiraf ediyorum beynim o yıl hava almaya başlamıştı ilk kez ve bir daha da iflah olmadı.. neyse bu 1996 dan seri yazılar çıkarırım bir ara..

başka ne örnek vereyim diye düşünüyorum dönüm noktalarına aklıma hemen sen geliyorsun , ikizim.. yıktın geçtin..

en önemlilerinden birisi de 1990’ların sonuna doğru truffaut’yu keşfetmem.. arkasından godard’ı.. truffaut’ya kimi zaman tanrım , kimi zaman her şeyim diyorum , kızıyorlar.. truffaut ve godard’ı bir gün tüm insanlık tekrar keşfedecek , anlayacak ve sevecek tabi zeki müren’le birlikte..

ritsos ve edip cansever de öyle..

dostoyevski , yusuf atılgan , anna kavan ve celine.. bunlar da en önemli dönüm noktalarım oldu..

şolohov ile bukowski ve fante ise hayatımın temel taşları oldu belki de..

‘kardeşim’ ‘güneşim’ oldu , yetişemediğim , yetemediğim konularda o bana ışık tuttu.. ondan sonra ‘chris’ ve ‘mirza şeyhim’ ise ufkumu açan insanlar oldu.. ‘chris’ , hayatımın büyük bir kısmını işgal eden ‘sinemaya’ daha da fazla ilgi duymamı sağlayan ‘ken loach’u tanımama vesile oldu.. hayır işledi ‘chris’ farkında değil ama ben ‘chris’e çok vefasızlık yaptım , ihmal ettim kendisini.. ne telefonu ne adresi kaldı elimde.. bir gün cnntürk’te karşılaştım kendisiyle ama nerede olduğunu öğrenemedim.. umarım en kısa zamanda moda sahillerinde karşılaşırız bu yürüyen kütüphaneyle..

hayatımın şanslarından birisi de ‘reis’in hayatıma ‘kayması’ oldu.. bu çatlak ‘bebeği’ : ‘aylakadamız’ı birlikte yaptık..

sonra bir gün ‘meçhul’ ile karşılaştım.. gaye boralıoğlu.. onun için ne desem azdır..

işte böyle bir sürü başlık açabilir herkes , sayısız ama bunların bazıları size ve hayatınıza yön verir.. bir gün bu dönüm noktalarıyla ilgili de yazacağım , kaç yazı çıkar , kaç sayfa sürer bilemem ama ilginç şeyler çıkacak diye düşünüyorum..

benim demek istediğim olaylar dışında , insanlar dışında bazı sanat eserleri , kitaplar , kulağa çalınan bir ezgi de sizin hayatınıza yön verebilir..

benim en dağıttığım , yokuş aşağı gittiğim dönemlerde hep karşıma bir ‘tony’ çıktı.. tony cliff , ‘tony – georges khabbaz’ ve birisi de işte ‘tony khalife’..

başka bir müzisyen üzerinde çalışırken tesadüfen dank diye karşıma çıktı , kuruldu tony khalife.. ‘beni dinle , beni mutlaka dinle’ diyerek adeta beni hipnoz etti bakışlarıyla.. bir ön dinleme yapayım dedim.. nerede.. kapıldım gittim.. açtım bu arkadaşımızı dinlemeye başladım..

lübnanlı bu kardeşimizin müziğinde yerel ezgilerin yanında uzakdoğu tınıları da hemen fark ediliyordu.. ilk dinlediğimde kafam on milyondu , müzik girdi ve arkasından tony’nin sesi.. önce bir gülümseme yayıldı yüzüme.. sonra havalanmaya başladım.. kendimi yatırdım tony’nin sesine.. adeta bir iran halısına uzanmış gökyüzünde uçuyordum.. ne dert ne tasa kaldı.. esriklik , alkol uçtu gitti.. temiz hava , bol oksijen gibi ruhumda yayıldı tony’nin müziği.. onca umutsuzluğa boğulu kalbim bir an olsun sevinçle dolmuştu..

sonra biraz daha araştırdım tony khalife’yi.. epeyi bir doküman toplamıştım hakkında.. ama tony hakkında ne yazsam azdı.. ve kelimeleri yana yana koyamıyordum yazarken onun hakkında.. hep erteledim , erteledim.. bir türlü cesaret edemedim yazmaya..

yollarda geçerken son aylarım , uzun bir yolun ortasında her yorgun anımda yaptığım gibi yine tony’nin müziğine sarılmıştım geçen hafta.. o anda tony’i dinlerken ‘ya (g)jamil’ şarkısı gözlerimden boşalttı tüm özlemlerimi.. akan gözyaşlarım değildi.. ikizim , sana ve tüm sevdiklerime olan özlemimdi gözlerimden akanlar.. tony’e olan özlemimdi aynı zamanda.. haksızlık ettiğimi düşündüm tony’e..

karar verdim , çekip bir kenara yazacağım hemen dedim.. tony hakkında , ufacık bir şeyler olsa da , kötü bir şey olsa da yazmaya karar verdim..

gözünüz aydın burada giriş bitti.. yazının üçte ikisi böylece giriş oldu..  

tony khalife 1964 beyrut doğumlu.. lübnan iç savaşında çocuk yaşta eline gitar yerine silah tutuşturulmuş kendi deyimiyle.. yine hayatı kendi kelimeleriyle ‘müzisyen , şarkıcı , söz yazarı , besteci , yogi , öğretmen , çocuk-savaşçı ve sevgi ve barış elçisi’ olarak geçmiş bir insan..

iç savaş sırasında hep bir kaçış ararken müziğe doğru başaramamış bir türlü ve iç savaş sırasında defalarca yaralanan tony khalife daha sonra girdiği kolejde müzik eğitimine kavuşmuş.. savaştan arta kalan zamanlarda  biraz olsun müziğe vermiş kendisini , değişik gruplarla çalışmış bu zaman diliminde.. ilk grubu ‘the marvels’le birlikte birçok çalışmaya imza atan tony khalife 1981’de en iyi gitarist seçilmiş lübnan’da.. bir süre sonra solo çalışmalarına , kendi bestelerini yapmaya başlamış arkadaşımız..

1984 yılında 20 yaşlarındayken ve o zaman kadar toplam dört kere savaş sırasında yaralanmış olan tony khalife , los angeles’ta bulunan ‘guitar institute of technology’ enstitüsünde okuma fırsatını yakalamış ve 1984 yılında abd’ye gitmiş.. los angeles’a ulaştığında yanında iki gitarı , az miktarda ingilizcesi ve cebinde sadece okul parası varmış ustanın..

amerika’daki müzik yaşamı , hayatını tamamen değiştirmiş.. uzakdoğu felsefelerinden etkilenmiş , iyi bir yogi olmuş.. bu felsefeler ve barış umudu şarkılarına işlemiş.. şarkılarını arapça ve ingilizce seslendirmiş..

ustad zakir hussain’le de çalışan ve ondan ders alan tony khalife’nin ilk albümü alternatif jass fusion tarzında olan   pandhari’ olmuş.. daha sonraları diğerleri takip etmiş bu albümü : ‘fish out of sea’ , ‘the music shelter’ ve son albümü ‘transcendence (2007)..’

halen los angeles’ta yaşamaya devam eden tony üstadın şarkılarını bulun dinlemeye çalışın.. imkan buldukça aylakadamız müzik kutusunda yayınlıyoruz tony’nin şarkılarını.. ‘yashoda’ şarkısı hakkında çok mail aldım.. çok beğenildi bu şarkısı.. bence ‘ya gamil’ şarkısında söylediği ‘haffifli azabi’ (azabımı dindir) nakaratının işlemeyeceği bir kalp yeryüzünde yoktur..

gülüşünüze müzik eşlik etsin her zaman  , müziksiz kalmayın..

Crockett..

YASHODA..

‘your glory

is in beauty of your soul

you whom has gotten used

to the wounds

 

i cry to the light , to you i cry

to whom can i turn , to you i cry

i cry to the light , to you i cry

oh giver of glory

i shall give only compassion in return

 

yashoda , these dark days

be gone ,

may they never come again ,

i shall give only compassion in return

 

together

we’ve gathered by the source

gather us soul of our eyes

 

i cry to the light , to you i cry

to whom can i turn , to you i cry

i cry to the light , to you i cry

oh giver of glory

i shall give only compassion in return

 

yashoda , these dark days

be gone ,

may they never come again ,

i shall give only compassion in return

TONY KHALIFE

BEN BÖYLEYİM İŞTE..- JACQUES PRÉVERT

ŞARKI.. 

bugün günlerden ne

bugün günlerden her gün

sevgilim

bugün bütün bir hayat

güzelim

sevişiyor ve yaşıyoruz

yaşıyor ve sevişiyoruz

ama hayatın ne olduğunu bilmiyoruz

ve günün ne olduğunu bilmiyoruz

ve aşkın ne olduğunu bilmiyoruz..

 

JACQUES PRÉVERT

Türkçesi : ORHAN SUDA

BEN BÖYLEYİM İŞTE..

 

böyle yaratılmışım ben

katıla katıla gülerim

canım gülmek isteyince

severim beni seveni

aşık olduğum

değişik kişiyse her seferinde

kabahat bende mi

böyle yaratılmışım ben

başka ne gelir elden

 

hoşa gitmek için yaratılmışım ben

değiştiremem bunu

yüksek ökçelidir pabuçlarım

belim inceden ince

dipdiridir memelerim

harelidir gözlerim

hem size ne bundan

hoşuma gider benden hoşlanan

 

benim de başıma geldi

evet sevdim birini ben de

evet beni de sevdi biri

sevdik birbirimizi

birbirini seven

sevmesini bilen

sevdikçe sevmesini bilen çocuklar gibi..

sorgulamayı bırakın

hadi sevin beni

başka türlü olamam ki. 

JACQUES PRÉVERT

Türkçesi : ORHAN SUDA

Aşk Şiirleri , Jacques Prévert , Kırmızı Yayınları , Eylül 2006 , Yayıma Hazırlayan : Fahri Özdemir..

yine.. yine.. yine.. ve hep : ERNST BLOCH..

SADECE TIKLAMA..

 

henüz hiç (var) olmasaydık , hiç kimse için de (var) olmamış olacaktık.. ancak içinde bulunduğumuz yarımlık , dışarıdan kolayca rahatsız edilebilir.. o buna karşı durabilmek için yeterince az olmadığı gibi dahası , yine henüz yeterince derli toplu / birikimli de değildir.. ancak bizi rahatsız etmiş olan , içerisinde şimdiden ölümün dolaştığı şeydir , ve bu da bizi zaten olduğumuzdan daha da fazla dağıtır.. bizi uykudan ve hatta yoğun bir işten sıçratan tıklama ürkütmekle kalmaz , aynı zamanda iğne gibi batar ve felç eder.. bu rahatsızlık veren arızalarda şimdiden ölüme ait bir şeyler bile kendini şimdiden hissettirir ; yoğun iş de yeterince pekiştirip toparlamaz , tersine , daha da hassaslaştırır.. ve dışa yarılıp açılma da daima bize götürmez , pek hayra erdirmez.. burada zamansız bir şey de tat da verebilir , hafifçe ve büyük bir ihtimalle yanlış da olsa , lakin yine de oradadır ve duraklatır.. bu durumda dostlar kolaylıkla yabacıya dönüşebilir ; kuşkusuz , küçük rahatsız edici vuruş kesildiğinde , bizim kim olduğumuz ve onların bizim için kim oldukları da kendini gösterir.. o vakit insan , işini henüz tamamlamadığını , hatta kolay kolay da noktalayamayacağını hisseder.. her halükarda , kapıyı tıklatan , beklenen şey değildir her zaman.. 

ERNST BLOCH

İzler , Çeviri : Suzan Geridönmez ,  İletişim Yayınları , 2010..

‘TINDERSTICKS’.. 20-21 Eylül 2010 , Babylon / İstanbul..

TINDERSTICKS..

‘BABYLON’un 2010-2011 sezonu programının ilk bombası ingiliz rock grubu TINDERSTICKS..

20 ve 21 Eylül’de saat 22.30 da Babylon’da iki gece üst üste sahne alacak TINDERSTICKS’in biletleri hızla tükenmekte..

bir an önce biletlerinizi alırsanız ‘jism , dying slowly , falling down a mountain , are you trying to fall in love again , vertrauen’i canlı canlı bir sonbahar akşamında stuart staples’in o güzel sesinden dinleyebilirsiniz..

Bilet fiyatları : 11 ağustos – 5 eylül arası alırsanız : 60-TL , 6 eylül sonrası 75-TL.. yazarken gülüyorum çünkü 6 eylül’ü geçtiğimizi görüyorum ama yine de yazıyorum işte beyin hava alıyor yine ne yapacaksınız..

TINDERSTICKS’i sanırım ilk kez 1995 ya da 1996 da ‘mirza şeyhim’ dinletmişti.. her zaman yazıyorum müzik konusunda ufkumu açan birkaç kişiden birisi ‘mirza şeyhim’ ; sahtekarlığı , unutkanlığı , kendi söylediklerinin tam tersini en hızlı yapan birisi olması ayrıntı tabi.. burdan bir kez daha ‘sevgilerimi’ sunuyorum hazretlerine..

‘Stuart Staples’ kendine has tarzı olan bir arkadaşımız , hiç dinlemediyseniz bu sizin için büyük fırsat olacak.. aylakadamız’ın müdavimleri zaten JISM şarkısından ve bazı diğer şarkılarından tanıyorlardır kendisini..

JISM şarkısı da çok ilginç bir şarkı.. ilk kez bu şarkıyı dinleyen bir kişi daha beşinci altıncı saniyede şarkıya da , stuart’a da aşık olup , tapmaya başlıyor.. kendim kaç defa gözlerimle şahit oldum bu duruma.. bir grup bir şarkıyla bu kadar insanı esir edebilir mi şaştım ilk başlarda fakat demlenirken bana en çok eşlik eden grup olduğunu düşününce normal geliyor bu durum artık.. JISM’le içtiklerim sanırım bir tankeri bulur..

TINDERSTICKS’in bu konserlerini kaçırmayın derim.. bir kaç gün daha beklerseniz bilet kalmayacak havanızı alacaksınız zaten.. müzikle kalın..’

Crockett..

‘İngiltere’nin Notthingam şehrinde kurulan Tindersticks, rock altyapılarını soul ve caz öğelerle birleştirdikleri farklı tarzlarıyla tanınıyor. Bariton bir sese sahip olan grubun ünlü solisti Stuart A. Staples’ın önderliğinde çalışmalarına devam eden grup, canlı performanslarında ve aranjmanlarında piyano, glockenspiel, vibrafon, keman, trompet, klarnet, org ve fagot gibi alışılmışın dışında enstrümanlar kullanıyor. 1991 yılında Nottingham’da kurulan Tindersticks, ismini Yunanistan’da tesadüfen bir plajda buldukları kibrit kutusundan alıyor.. – BABYLON’

Ayrıntılı bilgi için : www.babylon.com.tr

UÇUŞ.. – Pablo Neruda

UÇUŞ..

 

siper edip elimi

yükseklerdeki uçuşu izliyorum :

gökyüzünün onuru , kuş

kat ediyor

saydamlığı , günü kirletmeden..

 

yol alıyor batıya , yükselerek

yavaştan çıplak maviye doğru :

bütün gökyüzü kulesi onun

ve dünya onun devinimiyle temizleniyor..

 

yabanıl kuş

kan arıyorsa da boşluğun gülünde ,

bir oku andırıyor ,

bir çiçeği uçup giden ,

kanatları ışıkta

havayla kaynaşıyor , saflıkla..

 

ey tüyler , yönelmiş giden

ne ağaçlara , ne çimenliğe , ne dövüşe

ne gaddar toprağa

ne de terli işliklere ,

ama fethetmeye

saydam meyveyi..

 

selamlıyorum gök dansını

martıların , yağmurkuşlarının

kardan kostümlerini giymiş ,

sürekli davet almış gibi

katılıyorum

onların hızına , dinginliğine

karın durmasına ve telaşına..

 

uçan ne varsa içimde , apaçık görünüyor

şu kanatların gezgin eşitliğinde..

 

ey , eşlik eden rüzgar

siyah akbabanın sisteki demir uçuşuna..

ıslık çalan rüzgar , kahramanı

ve onun ölümcül palasını yerinden eden :

bir zırh gibi korurusun

haşin uçuşun dokunuşunu

yinelersin gökyüzünde gözdağını onun

her şey yeniden mavi oluncaya dek..

 

bir okun uçuşu

her kırlangıcın görevi ,

bülbülün sonatıyla uçuşu

papağanın ve gösterişli giysisinin..

 

aynada uçuşan sinekkuşları ,

karıştırıyor kırmızı zümrütleri

ve sarsıyor keklik

çiyler arasında uçarak

yeşil ruhunu nanenin..

 

ben ki öğrendim uçmayı her uçuşuyla

o saf öğretmenlerin

ormanda , denizde , sarp geçitlerde ,

kumdaki sırtımda ,

rüyalarda ,

kaldım burada , bağlanmış

köklere ,

manyetik anaya , toprağa ,

aldatıp kendimi ve uçarak

yalnızca içimden ,

tek başıma , karanlıkta..

 

ölür bitki , gömülür yeniden ,

toprağa döner insanın ayakları ,

yalnızca kanatlar kaçar ölümden..

 

kristal bir küredir dünya ,

uçmazsa insan yitirir yolunu :

saydamlığı kavrayamaz..

 

bu yüzden açıklıyorum kuşatılmamış berraklığı ,

ben ki kuşlardan öğrendim

tutkulu umudu

kesinliği ve gerçeğin uçuşunu.. 

PABLO NERUDA

Türkçesi : ALOVA

‘KUŞLAR SANATI’ , CAN Yayınları , Temmuz 2010..

Seni Beklerim Öptüğün Yerde

Hayal Kırıklıkları ile dolu bir hayat hikayesi benimkisi …

En çok güvendiğin değil mi Seni yarı yolda bırakan ? Bazen öyle ümitler , hayaller beslersiniz bir bakmışsınız ki hepsi yalan olup gitmiş . Bir yerde okumuştum ” Geçmişi düşünürsen , acı çekersin ” diyordu . Ben aslında geçmişi pek düşünen bir insan değilim ama biraz alkol , biraz hüzün ister istemez geçmişi düşündürüyor . Ve acı sol yanımdan vurmaya başlıyor insanın kalbi ağrır mı işte benimkisi ağrıyor , acıyor , kanıyor . İçim sıkılıyor , daralıyorum , bunalıyorum ..

Aşağılık saatler devam ediyordu . Ve saniyeyin bu kibirli telaşını anlamakta zorlanıyordum .

Yaz aylarıydı , o kapıdan içeri girmişti , aslına bakarsanız ilk başta aklımdan bişey geçmemişti ne yalan söyleyim sonrasında oldu ne olduysa . Stajyer olarak girmişti benim çalıştığım fabrikaya aynı kişiye bağlı çalışıyorduk . Hatta müdürüme sormuştum kim bu kız adı ne falan diye ?

– Güldü . Git kendin sorsana dedi .
– Bende neyse sonra sorarım dedim .

Acelesi yoktu belkide vardı ama çekingen bir insan oldum , oldum olası çok hoşlandığım birisine bile gidip duygularımı açacak kadar cesaretli değildim . Günler çok hızlı geçiyordu bir gün oturuyor bilgisayarın başında çalışıyordum . Birgün diğer kız arkadaşı ile konu açılmıştı bana sorular soruyordu . Hiç aşık oldun mu falan diye biz daha o zamanlar toyuz tabii ki aşk nedir bilmiyoruz . Çekingenliğin hat safhada olduğu zamanlar . O üniversiteye gidiyordu ve haftanın 2 yada 3 günü ders durumuna göre geliyordu ve ben ise onun geleceği günleri iple çekiyordum bir gün bir sms geldi telefonuma kim bu diye meraklı meraklı kendime sorular soruyordum ve aramaya çekiniyordum ya o değilse o hayal kırıklığını kaldıramayacağımdan korkuyordum .

Sonra aradım tüm cesaretimi toplayıp .

– Alo , kiminle görüşüyorum .

– Ben bir hayranınızım .

– Dedim dalga geçecek başka birisini bulun lütfen .

Dedim ve telefonu kapattım . Ama oydu bu ses onun sesiydi ve tanımıştım ertesi gün kendisine soracaktım işe gittiğim de o gün kendisi gelmemişti bir gün daha beklemek zorundaydım . İçim kıpır kıpırdı . Mutluluğumu çok yakın arkadaşlarıma anlatıyordum sanki dünyanın en mutlu insanı bendim .

Günler ilerledikçe samimiyetimiz ilerlemişti ve artık söylemeliydim niyetimi çünkü zaman alehime işliyordu . Bir an önce tüm cesaretimi toplayıp kendisine mail attım epey uzun bişeyler yazmıştım . Ve vereceği cevabı bekliyordum 5 dk da bir mailbox’umu açıp gelecek cevabı bekliyordum kalbim sanki yerinden fırlayacak gibiydi ve beklediğim cevap gelmişti .

” Duyguların karşılıksız değil ” Diyordu mailin cevabında . O an sanki dünyanın en mutlu insanı bendim dünyalar benim olmuştu , yeniden doğmuştum sanki bu yalan dünyaya ve hayata bir kez daha inanıyordum hayat yaşamaya değerdi .

Onunla olduğum zamanlar sanki zaman çok hızlı akıyordu ve saatler yetmiyordu . Zaten çok kısıtlı görüşebiliyorduk ilk zamanlarda onunla buluşacağım zaman herşeyi iptal edip ona koşarak gidiyordum . Bir keresinde treni kaçırmıştı İzmit’ den geliyordu soğuk bir kış günüydü yağmur yağıyordu . Beni aramıştı gelmesi gerekiyordu Bostancı tren istasyonunda bekliyordum . Hava resmen buz gibiydi ama onu beklemek onu görmek için buna değerdi . Sonra bir telefon geldi ve ben treni kaçırdım bir sonraki tren bir saat sonra falan dedi , sen bekleme eve git hava da soğuk zaten dedi başka zaman görüşürüz dedi . Ben dururmuyum onu 5 dakika da olsa görmeliydim . Tren istasyonunda bekliyordum trenler geliyor geçiyordu ama onun treni henüz gelmemişti sonra bir telefon daha geldi yaklaştım birazdan geliyorum ama eve çok geç kaldım fazla kalamam demişti . Üzülmüştüm yaklaşık 3.5 saat bekledim ve sadece 10 dakika görüşebiliriz demişti .

Geldi trenden indi sarıldım , öptüm , kokladım . Ben çok geç kaldım dedi . Biraz yürüdük birer tane çay içtik biraz içim ısınmıştı o soğuk havada çay benim içimi ısıtamazdı o soğuk havada içimin ısınma sebebi O ‘ ydu . Ailem ile de tanışmıştı ben artık kararımı vermiştim hayatımı birleştireceğim insan bu diyordum .Çünkü onun yanında çok mutluydum ve onu çok seviyordum .

Bir gün bir telefon geldi onun en yakın arkadaşıydı .”  O öldü ” dedi .”Dedim nasıl olur ? “  kız ağlıyordu , olamaz diyordum . Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum . Sanki donmuş kalmıştım dünya başıma yıkılmıştı . Kalbim durmuştu sanki . . Annesi , Ablası , Eniştesi ve O . Piknik dönüşü bir trafik kazası geçirmişlerdi ve hayatlarını kaybetmişlerdi .

O ‘ nu kimsenin bulamayacağı en derin yere gömmüştüm .

BLACKHAWK

Charles Bukowski

Tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak…Evinin seni içine sığdıramayacak kad…ar dar olduğunu fark edeceksin… Sokağa fırlayacaksın…Sokaklar da dar gelecek…Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi… Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü…Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan …da kaybolacak kadar küçüleceksin.. Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan…”Önemli olan sağlık.”

“Yaşamak güzel.” “Boş ver, her şey unutulur.”Sen hiçbirini duymayacaksın… Göz yaşlarından etrafı göremez hale geleceksin… Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin…

Hep ondan bahsetmek isteyeceksin…”Ölüme çare bulundu” ya da “Yarın kıyamet kopacakmış” deselerbaşını kaldırıp Ne dedin?” diye sormayacaksın…Yalnız kalmak isteyeceksin…Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak… İkisi de yetmeyecek…

Geçmişi düşüneceksin…Neredeyse dakika dakika…Ama kötüleri atlayarak…Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin… Gittiğin yerlere gitmek… Bu sana hiç iyi gelmeyecek…Ama bile bile yapacaksın… Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın… Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin… Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin….Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin… Herkesi ona benzetip…Kimseyi onun yerine koyamayacaksın…Hiçbir şey oyalamayacak seni…İlaçlara sığınacaksın… Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan.Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren… Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek…

Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin…Uyumak zor, uyanmak kolay olacak… Sabahı iple çekeceksin…Bazen de “Hiç güneş doğmasa” diyeceksin…Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler… Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin…Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin.

Nafile…Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek…Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin… Her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin… Telefonun çalmasını bekleyeceksin… Aramayacağını bile bile…Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek…Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla… Yüreğin burkulacak…Canın yanacak…Bir daha sevmemeye yemin edeceksin… Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden…Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın…

Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret edeceksin… Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin…Onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek… Ama bir umut…Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu…Bu umut seni gitmekten alıkoyacak… Gel gitler içinde yaşayacaksın…Buna yaşamak denirse…

Razı mısın bütün bunlara…? Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye…? O halde aşık olabilirsin …

‘ümo’ , nazmi kırık ve ve ve binevşa berivan..

‘ümo’.. hayatıma girdiğin güne lanet olsun.. kahkahalarla bunu yazıyorum ve sana küfür ediyorum bir güzel , bilirsin gıyabında ettiğim küfürleri huzurunda da ederim ve büyük sevecenliğinle ‘yarabbi şükür diyerek’ aynı içten küfürleri sen de bana edersin.. ne diyeyim seni bana tanıştırana da sana da………… 

seni tanıştıran zırto zaten hayatımdan çıktı gitti , kurtulduk ama sen kaldın benim-bizim başımıza.. gerçi senden kurtulmak isteyen kim.. sensiz geçen günler boşa geçen anlamsız zaman dilimleriydi be ‘ümo’.. kasıklarım ağrıyor gülmekten bunları yazarken.. senin söyleyişinle ‘seni seviyorum canım benim’ , iyi ki varsın aman unutma bizi.. göbeğim de ağrıyor artık gülmekten..

bu ‘ümo’ hayatıma 1996’da girdi.. hayatıma girdikten bir ay sonra kendi kendini ince bir şekilde davet ettirip kendisiyle birlikte antakya’ya tatile gittik.. tatillerin hastası , kendini davet ettirmenin ustasıdır ‘ümo’..

neyse benden kaynaklanan mallıklardan dolayı bu ‘ümo’yla beş altı ay filan birbirimizi aforoz ettik.. şükür kafamı dinledim biraz.. çünkü günün hangi saati olursa olsun her yerde karşınıza aniden çıkabilir ‘ümo’.. o gün mucize oldu kendisiyle karşılaşamadınız ya da görmediniz mi , kurtuldunuz sanmayın utanmadan , sıkılmadan uyuduğunuzda rüyanıza misafir olur sizi yine yakalar.. o derece bizi sever sağolsun..

bu uzun kafa dinleme ayrılığından sonra dayanamadım koştum kendimi ‘ümo’nun kollarına attım.. affet beni janim dedim.. affetti büyük insan ‘ümo’.. affetti.. gülüyorum yine..

işte ‘ümo’ ile hasret giderir gidermez başladı bombardımana : ‘fransaya , almanyaya gittim , şuraya gittim buraya gittim..’ derken sohbette sıra geldi nazmi kırık’a , ondan bahsetmeye başladı.. ikimizin de çok sevdiği bir oyuncuydu.. ‘ümo’ bensiz geçen günlerinde vaktini nazmi’yle paris’te mi hamburgta mı ne birlikte sohbet ederek , gezerek geçirmiş.. ne yapsın ‘ümo’ dayanamamış bensizliğe atmış kendini gurbet ellere..

sonra nazmi’den bol bol bahsettik.. tabi en çok ‘ümo’ bahsetti.. fırsat vermez ki sizin konuşmanıza..

(nazmi kırık..)

nazmi kırık’ın oyunculuğunu ilk yeşim ustaoğlu’nun ‘güneşe yolculuk’ filminde görmüştüm.. hayran kalmıştım doğallığına.. sonra değişik filmlerde oynadı.. ben de nazmi’nin en çok yer ettiği , unutamadığım filmleri ‘güneşe yolculuk’ ile kazım öz’ün ‘fotoğraf’ ve yüksel yavuz’un ‘küçük özgürlük’ filmleriydi.. hele ‘fotoğraf’.. neyse başka bir gün ‘fotoğraf’ı ve kazım öz üstadı anlatırım..

kusursuz bir oyunculuk yeteneği var nazmi kırık’ın.. ama sonra mecburi yurtdışı yaşamı olmuş sanırım ve bu yüzden biraz uzak kaldık ustadan..

‘ümo’ sohbetimiz sırasında ‘dur sana nazmi’nin oynadığı kısa filmlerden birisini izleteyim’ diyerek geleceğin kesinlikle büyük yönetmenlerinden birisi olacağını düşündüğüm kürt yönetmen ‘binevşa berivan’ın senaryosunu yazıp , yönettiği 2009 yapımı  ‘phone story’ – ‘bir telefon hikayesi’ filmini açtı.. yaklaşık 16 dakikalık bir kısa film olan ‘phone story’de nazmi kırık’ın yanı sıra hevi dilara ve nicole valberg’de oynuyor..

bu 16 dakikalık film de nazmi’nin oyunculuğuna bir kez daha hayran kalırken esas ‘binevşa berivan’ın eşsiz filmine tutuldum kaldım.. arka arkaya kaç defa izledim bilmiyorum.. sıkıntı bastığı anda hemen açıp filmi ve nazmi’yi izliyorum ilaç niyetine.. hiç sıkılmıyorsunuz defalarca izleseniz de.. kısacık filmde dünyaları anlatmış sanki ‘binevşa berivan..’ 

(binevşa berivan..)

filmin konusu ise kısaca şudur : brüksel’de yaşayan kürt göçmen ‘memo’ (nazmi kırık) bir telefoncu dükkanı işletmektedir.. meraklı yapısı ve yalnızlığı onu müşterilerinin yaptığı telefon görüşmelerini dinlemeye yönlendirir.. özellikle de güzeller güzeli ‘leyla’nın (hevi dilara) telefonlarını..

(leyla : hevi dilara..)

o kadar yoğun bir film ki film bittikten sonra 16 dakika değilde 160 dakikalık uzun bir film izlemiş gibi dolu dolu oluyorsunuz.. tabi ciwan haco’nun eşsiz ‘yade’ şarkısının da etkisi var sanırım filmin etkileyiciliğinde.. filmin bu derece yoğun ve dolu dolu olmasına rağmen akıcılığı da üst düzeyde..

filmi izlerken ya da aklıma geldiğinde ‘binevşa berivan’ keşke bu filmin uzun versiyonunu nazmi kırık ve diğer oyuncularla birlikte bir daha çekse diyorum kendi kendime..

(nazmi kırık..)

film de beni en çok duygulandıran ve güldüren sahne şuydu : ‘memo’ , ‘leyla’ ile annesinin telefon görüşmesini gizlice dinlerken ‘leyla’nın oturum izni alabilmek için evlenmeyi düşündüğü adamlardan birisi için ‘zaten saddam hüseyin gibi iğrenç bir bıyığı’ vardı dediğini duyunca kendi palabıyıklarını acımadan keser.. ‘memo’nun byıklarını kestikten sonra ki hali , etrafın tepkisi , ‘leyla’nın bıyıksız halini fark etmesini isteyişi vs. vs. vs..

ben bulun bir yerden izleyin diyorum.. dolu dolu bir kısa film.. işte oyunculuk budur , işte senaryo budur , işte kurgu budur , işte yönetmenlik budur , işte sinema budur.. elinize , aklınıza , yüreğinize sağlık üstadlar..

gördüğünüz gibi hayatınızda ‘ümo’ varsa susmak bilmeyen çenesinin yanında güzel kalbi ve böyle güzel sürprizleri de var.. ‘ümo’ seni seviyorum canım benim.. beni kızdırma bir daha ‘küs-türt-tüüüüüüür-me’ beni.. şaka şaka cano.. 

Crockett..