Author Archive

‘bırakma elimi inadına bırakma – muhitinden geçiyoruz ayıplanmanın..’ – NİLAY ÖZER

Manolya.. 

-çengelköylü ilya çarligis’e

ve mıgırdiç margosyan’a-

kaçak yolcularısınız sanki hayatın
beklediğiniz hep yanlış durak
işler kesat bir agora indiğiniz
hangi kapıyı çalsanız üç günlük misafir karşılaması
oysa yerleşik sevdalara göredir insan
göğsünüzde kutsanmış bir ülke gibi duran
yüreğiniz kocaman bembeyaz bir manolya
limonlu çay kokusuyla serinletir anıları

miras kalmış acılar eşyaların yüzünde
yüzünüzde kıta kıta ayrılık
din din ayrımcılık perçinlenmiş öfkenizde
yine de bir vaftiz gibi hatırınızda kalan
şaraplı pazar günlerinin fısıltısı
kendi dilini konuş kendi dinini yaşa
ama hayat kocaman bembeyaz bir manolya
her dilde aynı kokar
ve kapatır kendini her dinin akşamında

hala yağmalanıyorsa yarınlarınız
susmak günah çıkaran bir inanç gibi
anlatmalı kendi öğretisini
değerini bulsun diye bu bin renkli mozaik
geleceği kurtarmalı geçmişi yargılayan
yüreğiniz kocaman bembeyaz bir manolya
düşmanca mı susar dostça mı bakarsınız
gözlerinizin rengine karışamam..
 

NİLAY ÖZER

(Zamana Dağılan Nar)

 

Zor Sokak..                      

-Nurer’e-

 

bir gülün tam ortasından geliyoruz 

izini sürerek aşkın beyin kabuğunda 

türlü taşlamalara direnen mısraların

bırakma elimi inadına bırakma 

muhitinden geçiyoruz ayıplanmanın

 

zor sokağın namusunu bekleyen 

horozları kılıbık üç beş silah en fazla 

tehditleri bile aç el ele yürümeye 

minareden sarkıtılan kayıp çocuk anonsu 

kulaklarımıza ibret küpesi diye

 

hayat bir kurt masalı yarın aynısı dünün 

zor sokak sahnesinde sevda pandomim 

gizli hayranlık mı suskun alkışlardaki 

ancak çiçekler camdan cama sever dostum 

duygular dölleyemez uçan ihtimalleri

 

bir gülün tam ortasından diğerine varırız 

zafer kazanmış damlaların gizlendiği  

arkamızda ışıklı çakıllar bırakarak  

sevişmeye hazırlarız düş ormanı geceyi 

yeraltı suları dehlizler ve sır

 

yazık ki uykudadır zor sokak sakinleri.. 

NİLAY ÖZER

(Zamana Dağılan Nar)

 

NİLAY ÖZER..

1976 yılında istanbul’da doğdu.. marmara üniversitesi biyololoji öğretmenliği bölümü’nü bitirdi.. iki yıl öğretmenlik yaptı.. 2002 yılında bilkent üniversitesi türk edebiyatı bölümü’nde yüksek lisansa başladı ve turgut uyar’ın ‘divan’ adlı yapıtı üzerine bir tez hazırladı.. aynı bölümde doktora çalışmalarını sürdürmektedir.. 1995 yılından bu yana çeşitli dergilerde şiir ve yazıları yayımlandı.. 1997’de kocaeli üniversitesi şiir okulu ödülünü aldı.. 1999’da yaşar nabi nayır gençlik ödülleri’nde dikkate değer bulundu.. aynı yıl ilk kitabı ‘zamana dağılan nar’ hera şiir kitaplığı tarafından basıldı.. 2004’te cemal süreya şiir ödülü’nü alan ‘ol!’ adlı dosyası yasakmeyve yayınları tarafından yayınlandı..

BEHZAT Ç. – Bir Ankara Polisiyesi..

‘uzun yıllardır pek televizyon seyretmem.. izleyebildiğim bir iki tane dizi vardır , altı üstü o.. zamanla bir tiksinme oluştu sanırım televizyon sektöründen.. hep aynı nakarat , hep aynı sesler , hep aynı yüzler ve hep aynı hikayeler , tartışmalar.. özellikle haber bültenleri , haber programları ve tartışma(ma) programları televizyondan uzaklaşmama sebep oldu.. hepsi bir çıkar çevresinin ve grubun borazanı..

diziler de ayrı bir felaket furyası.. bir ara mafya dizileri , sonra siyasi içerikli dizi furyası baş gösterdi , ardından aile içi ya da arkadaşlar arası saçma sapan ilişkiler yumağının anlatıldığı aşk meşk dizileri baş gösterdi.. kimin eli kimin neresinde belli değil.. bazı diziler daha da ilginçleşti , dizinin bölümleri boyunca arkadaşlar sırayla herkesle sevgili oluyor , permütasyon kombinasyonlar yetersiz kalınca , tükenince yeni oyuncular diziye ekleniyor ve ilişki ağı genişletiliyor.. hep sığ senaryolar , hep aynı hikayeler.. biraz yaratıcılık arıyorsun yok.. biraz gerçek hayattan bir şeyler arıyorsun yok.. geçim zorluğu , iki yakasını bir araya getiremeyen karakterler arıyorsun yok.. alın teriyle üç beş kuruş kazanmaya çalışan işçi , memur , köylü arıyorsun yok.. olanlar da defolu karakterler.. diziler de herkes hayatından memnun..

şimdi de polisiye diziler furyası başladı.. polisiye edebiyatı , filmleri oldum olası çok severim.. iyi kotarılan polisiye dizileri de kaçırmam.. yerli , yabancı fark etmez.. san francisco sokakları’nı , miami vice’ı , ‘zorlu ikili’ diye yayınlanan ‘dempsey and makepeace’ dizilerini izleyerek büyüyen bizim kuşağı ‘arka sokaklar’ gibi polisiyeler ve günümüz amerikan polisiye dizileri pek sarmaz.. ama mecbur kalınca yavan polisiyelere bile tav oluyoruz.. izliyoruz fakat ertesi gün aklında hiçbir şey yok diziyle ilgili..

neyse şükür ki tam kafamıza göre bir dizi iki haftadır ‘star tv’de başladı : ‘behzat ç. – bir ankara polisiyesi..’ her temas iz bırakır , son hafriyat ve erken kaybedenler gibi kitaplarından tanıdığımız yazar emrah serbes’in her temas iz bırakır ve son hafriyatta yarattığı karakter olan behzat ç. komiserin maceraları artık televizyonda.. ilk bölümü heyecanla bekledim , korkum romandaki karakterin yontularak evcil bir kuşa döndürülmesiydi.. ama ilk iki bölümde gördük ki dizi ekibi buna karşı iyi direnmiş.. behzat ç. olanca kuralsızlığı , umursamazlığıyla karşımızda işte..

behzat ç.’yi oynayan erdal beşikçioğlu dizinin her saniyesinde oyunculuğunu konuşturuyor.. erdal beşikçioğlu , behzat ç.’yi her yapımda yaptığı gibi oynamıyor adeta yaşıyor.. rol aldığı tüm yapımları hemen hemen izlediğim usta oyuncu , bence behzat ç. karakterindeki performansıyla en üste çıkarmış durumda oyunculuğunu..

dizinin eksik , hatalı yanları var ama şimdi bunları yazarak kimseyi üzüp , moral bozmak istemem.. senaryoda bazı aksamalar , hatalar olabiliyor.. umarım düzelir ve en aza iner bunlar.. dizinin oyuncu kadrosunda da kötü yönden sırıtan oyuncular , oyuncu adayları var.. ama buna rağmen ‘harun , hayalet , akbaba’ ve ege aydan’ın canlandırdığı ‘şevket’ karakterleri tam anlamıyla oturmuş ve bu karakterleri canlandıran oyuncular en üst seviyede oyunculuk sergiliyorlar.. hazal kaya’nın canlandırdığı ‘berna’ karakterinin diziye erken vedası ise üzücü ama sarsıcıydı.. suya sabuna dokunmayan dizilere tokat atarcasına ilk bölümde ‘berna’mızı gömdük kara toprağa.. gönül isterdi ki berna’yı hep görelim ama yüce kalemler konuşmuş ve berna’mız ilk bölümden sonsuzluğa uğurlanmış..

dizinin müzikleri de on numara , dizinin bu kadar çabuk beğenilmesinde ve tutmasında çok büyük katkısı var müziklerin.. dizinin müziklerini pilli bebek grubundan cem kısmet yapıyor..

dizinin güzel yanlarından birisi de zekice kurulmuş diyaloglar.. akılda kalmayan dizilere nispet yaparcasına öyle güzel diyaloglar kurulmuş ki , replikler günlerce kafanızda gülümsemenize yol açabiliyor..  ilk bölümde ki harun adlı polise üniversite öğrencilerinin ‘katil , faşist polis’ diye bağırması üzerine harun’un ‘ne faşisti lan , cinayet masası’ diye verdiği cevap sonra , behzat ç.’nin sorguladığı öğretim görevlisinin kendinse rüşvet teklif etmesi üzerine sakince ‘alırız hocam alırız , niye almayalım ki parayı , neticede ahlak masası değiliz öyle değil mi’ diyerek şüphelinin suratına okkalı bir tokat atması gerçekten hafızalardan silinmeyecek repliklerden bazılarıydı.. ilk bölümü sanırım dört kere , ikinci bölümü de üç kere izledim.. sıkılmadan , aynı heyecanla izledim hem de.. sanırım behzat ç. kadar çatlak birisi oluşum dizinin aynı bölümlerini arka arkaya bu kadar çok izlememin nedenlerinden en önde geleni.. uzun bir dizi olmasına rağmen iki bölümde de niye dizi bitiyor diye hep üzüldüm..

bir gün bir televizyon yapımını bu kadar anlatacağım hiç aklıma gelmezdi.. diziye emeği geçen herkese çok teşekkürler.. umarım çok uzun soluklu bir dizi olur ve biz hep merakla ve heyecanla bekleriz yeni bölümü..

pazar akşamları heyecanlı anlar yaşayıp güzel vakit geçirmek istiyorsanız ya ‘behzat ç.’ gibi vişne-vokta’nızı ya da biralarınızı hazırlayın ve televizyonunuzun karşısına geçin..’

Crockett..

Dizi Ekibi :

Oyuncular :

BEHZAT Ç. : ERDAL BEŞİKÇİOĞLU

HARUN : FATİH ARTMAN

HAYALET : İNANÇ KONUKÇU

AKBABA : BERKAN ŞAL

BERNA : HAZAL KAYA

BAHAR : AYÇA VARLIER

ŞEVKET : EGE AYDAN

SAVCI : CANAN ERGÜDER

 

Genel Yönetmen : SERDAR AKAR

Senaryo : EMRAH SERBES , ERCAN MEHMET ERDEM

Yönetmen ve Görüntü Yönetmeni : ZEKERİYA KURTULUŞ

Yönetmen : DOĞAN ÜMİT KARACA

Yapımcı : TARKAN KARLIDAĞ 

Dizide kim kimdir..

behzat ç. : behzat ç. cinayet masasında bir polis. akademiden 1985 yılında mezun olmuş.
sınıf arkadaşı mesleğinde en üst mevkiiye yükselirken o aldığı cezalardan dolayı hep aynı yerde kalmış. çünkü behzat ç. yazılı adalete karşı çıkıyor. kanun onun umurunda değil! onun için varsa yoksa vicdan. özel hayatında yaşadığı travmalar iş hayatını doğrudan etkiliyor.o yüzden belki de bu kadar tutarsız.hayatta hiç kimseye özellikle kadınlara güvenmiyor.tek güvendiği insan kızı berna…

harun : 30 yaşlarında, iri yarı ve kaba saba biridir. hayatta saf ama cinayet işlerinde çakaldır. korkutucu bir mizah anlayışı vardır. sekiz yıldır behzat ç. ile beraber çalışmaktadır. onun en yakın çalışma arkadaşıdır. amiriyle zaman zaman çatışmakla birlikte ona sonuna kadar güvenir. amiri bir çatıdan atlasa o da peşinden atlar. görev adamıdır ama ters tarafına denk geldi mi söz dinlemeyi pek sevmez, inisiyatifini sonuna dek kullanır. iyi koşar, iyi dövüşür. fiziki meselelerde ekibe katkısı en önemli özelliğidir. polis olmanın her türlü avantajını kullanır. maçlara beleş girer, yasak yere park eder, sağa sola diklenir. iyi bir şofördür ve motorlu taşıtlar uzmanıdır. spor gazeteleri okur, mizah dergilerine göz gezdirir. ankaragüçlüdür. iştahı yerindedir. her türlü abur cuburla beslenir. bilinebilecek her şeyi bildiğini düşünür. sinir bozucu bir özgüveni vardır. sinirli bir mizacı vardır, çabuk öfkelenir ama karamsar değildir. behzat ç.’nin karamsarlığına karşı bir kontrast oluşturur. melankolik değildir, dışa dönüktür, esprili olmaya çalışır. yaşama karşı tutumu, savaşçı ve saldırgandır.

hayalet : ekibin kulağı en delik adamıdır. her türlü çevre araştırması ve istihbarat işi ondan sorulur, aranan adamları şıp diye bulur. açık tenlidir, cılızdır, çöp adam gibidir. o kadar ince ve beyazdır ki hayalet zannedilir. lakabı buradan gelmektedir. “adı sami ya da sabri gibi bir şeydir”, ama kimse hatırlamaz. tavrı ve duruşu belli belirsizdir, keskin hareketler yapmaz, su gibidir. gözden hemen kaybolur, nereden geldiği belli olmaz. ayaklarının altında raylı sistem varmış gibi hareket eder. seridir, gözden hemen kaybolur. gözleri çok keskindir.

akbaba : 40 yaşlarındadır ama yüz senedir cinayet masasında çalışıyor gibidir. büronun demirbaşıdır, hayatı cinayet olmuştur. akademiden değil, çekirdekten yetiştiği için komiserlikte kalmıştır.  bütün yaralama ve cinayetlere ilk elden bakan cinayet büro elemanı odur. ölenlerin ve öleceklerin kokusunu aldığına yönelik bir rivayet vardır. bu yüzden ismi olan ismet unutulmuş lakabı akbaba baki kalmıştır. hastanede yaralıların başında bekleye bekleye kendi çapında bir tıp kültürü edinmiştir. yaralanma çeşitlerinin hepsini bilir, kimi zaman 112 gelene kadar ilkyardımda bulunur. tanımayan doktorlar, ‘meslekten misin’ diye sorar kendisine. kendi çapında bir halk hekimi olduğu da söylenebilir. iş arkadaşları dışında bir arkadaşı ya da bilinen bir özel hayatı yoktur. sadece vaktinde evli olduğu ve karısının başka birine kaçtığına yönelik bir takım rivayetler vardır.

şevket : 50 yaşlarındadır. behzat ç.’nin ağbisidir, bir alışveriş merkezinin müdürüdür.
oturaklı bir tipi vardır. çokbilmiştir, kendine güveni tamdır, dışadönüktür. işinin kurdudur, ‘gemisini yürüten kaptan’ anlayışıyla hareket eden pratik bir adamdır. senelerdir behzat ç.’yi arkasından toplamaya çalışır. o soruşturma geçirdikçe şevket araya adam sokmaktadır. yüksek mevkilerde hatırlı dostları vardır, bu açıdan boş bir adam değildir. behzat ç.’nin sürülmesini ve açığa alınmasını engeller sürekli. kızsa da bağırsa da, kendi açısından hep onun iyiliğini ister.

(alıntılar , fotoğraflar ve bulabileceğiniz başka ayrıntılar : www.startv.com.tr..) 

Grup Çipura – Aşşk

Önsözden;
Yaklaşık üç yıl önce, sevgili dostumuz Ayhan Orhuntaş’la başlayan albüm serüvenimiz nihayete ulaştı..Günahıyla sevabıyla içimize sinen bir albüm oldu. Bestelerdeki samimiyete albüm kayıtlarında da korumak için sadece canlı sazlar kullandık.

Çoğu yerde sazların hatalarını bile digital ortamda düzeltmedik. Kayıtlarda bize yardımcı olan Erkan Akpınar, Duygu Müzik’in sahibi Sinan Çelik, buzuki kayıtlarında parçalara ruhunu katan güzel insan Buziki Orhan’a, sevgili dostumuz Nahit Sucu’ya, fotoğraf çekimlerini yapan Pelin Kekeç’e ve Burcak Subutay’a teşekkürü borç biliriz..

Neden çipura? Nazım Hikmet “deniz olunmalı oğul” diyordu. Biz bir balıkla başlıyoruz. Hem Akdeniz’e hem de Ege’ye ait olan, bizim müziğimizin en iyi sembolleştiğine inandığımız bir balık. Biz Çipura’yı bir akvaryumda büyütüp denize bıraktık, ellerinize..

Kerem KEKEÇ : Çipura’nın gitaristi  ve solisti, aynı zamanda bestecisi. Heybeliada Hüseyin Rahmi Gürpınar Çok Programlı Lisesi’nde müzik öğretmeni.  Müzik için mühendisliği bile terk etti. Yaklaşık 15 yıldır müzikle profesyonelce uğraşmakta  ve kendini müzik yoluyla ifade etmeye çalışmaktadır. Bu 15 yıl boyunca bir çok grupla ve müzisyenle birlikte çalıştı. Yaklaşık 3 yıl önce Çipura’yı kurup artık kendi parçalarından oluşan ilk albümleri AŞŞK’ ı dinleyicilere ulaştırmayı başardılar.
İhsan Duygu KOÇOĞLU : Çipura’nın perküsyonisti. Müziğe merakı ilkokul çağlarında tükenmez kalemleri baget niyetine kullanarak vurduğu sehpalardaki beyaz dantelleri mahvetmesiyle başladı.  Ortaokul ve lise yıllarında perküsyona olan ilgisi giderek arttı. Kısa bir dönem Pera’da klasik gitar eğitimi aldı. Sonraları çeşitli ritm atölyelerine katıldı. İlk heyecanını 2002’de Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’ndaki Jazz festivalinde yaşadı.  Dönem dönem Kerem’e sahne ve konserlerde eşlik etti. Gurubun kurulmasıyla birlikte çeşitli barlarda bu birliktelik sürdü. Bu durum Çipura’nın profesyonel çalışmasında da devam etti.

Murat AKBULUT : Çipura’nın bas gitaristi. Çevre Koleji’nde müzik öğretmeni. Kerem’le üniversiteden sınıf arkadaşları. Lise son sınıfa kadar müzikle ilgisi derslerde yanında oturduğu çocukluk arkadaşıyla kafalarını sıranın gözüne sokup şarkı söylemekten ileri gitmemiştir Hatta ağabeylerinin çaldığı bağlama ve gitar gecelerinde bile tribün tezahüratı yaparak geceye ayrı bir renk katmıştır.

Alper KURUM :Çipura’nın nefesli sazlar üstadı ve vokalisti. Kerem ve Ertuğrul ile birlikte yaklaşık 8 yıldır beraber müzik yapıyorlar. Boş zamanlarında bir inşaat şirketinde inşaat mühendisliği yapıyor.

Ertuğrul Memed KOÇ : Çipura’nın bateristi. Grubun en genç ve yakışıklı elemanı. Su ürünleri mühendisi ve aynı zamanda dalgıç hocası.  Müzik onun için bir yaşam biçimi.

Albümdeki Parçalar :

 

01 Yalancı Dünya
02 Biçare
03 Elveda
04 Özledim Seni
05 Anamın Lafları
06 Ay Üç Çeyrek
07 Gülleri Döküyorum
08 Aşşk!
09 Acıları Kaldır
10 Dön Yüreğim
11 Kalbim
12 Yetmiyor

Belki 2005 yılında çıkmış olan bu albümü bilenleriniz vardır ama hala bilmeyeniniz varsa gidin kendinize bir güzellik yapın ve bu albümü satın alın . Emin olun beğeneceksiniz . Müzikle kalın ..

BLACKHAWK

 

‘kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm..’ – TURGUT UYAR

UZAK KADERLER İÇİN..

birgün, bir yağmurla garip garip

– çoluğu çocuğu terk edeceğim. –

bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım

alıp başımı gideceğim.

 

asır yirminci asırdır, amenna

bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım

neon lambaları büsbütün karartır gecemizi

uzaklar daha uzaklaşır

bir define çıkarır gibi kayalardan, ademden beri

sımsıcak sevgilere muhtacım.

 

bir gün alıp başımı gideceğim

-yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar…-

belimi bir ılık şal sarsın, mavi

hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız

rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin

görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.

 

kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm

her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde

diyarı gurbette kanlı bir aşk

bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde

en uzak beyazlar,

en yakın ikindilerde, duygulu

ve bir sahil meyhanesinde bir akşam

içip içip ağlasam…

 

nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?

herkesin derdinden pay isterken.

uzak kaderlerin suları çağlar simdi

yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.

 

birgün, bir parkta otururken, biliyorum

bir el yağmurla dokunacak omuzuma

bir çift göz, bir davet, bir kalp

çoluğu çocuğu terk edeceğim.

yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

 

bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak

toprak ve insan kokularıyla,

uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için

başımı alıp gideceğim..

TURGUT UYAR

‘YIKICI POLİTİKA , 21. Yüzyıl İçin Bir Manifesto..’- ANTONIO NEGRI

‘kapitalizmin olanaksız olduğu , bir şimşek çakmasıyla , kendi sınırlarında , başka bir deyişle yirminci yüzyılda büründüğü reformist kılıkla beraber ortaya çıkar.. nihayet bir tanıma ulaşıyoruz : ‘yirminci yüzyıl olanaksız kapitalizmdir..’ ‘reformizm neydi?’ , yanıt şudur : ‘avrupa , amerika , japonya , biz ve avustralya da dahil gezegenimizin şurasına burasına yayılmış olan birkaç on yıl..’ yirminci yüzyıl olanaksız reformizmdir , yan olanaklı tek kapitalist biçimin olanaksızlığıdır.. reformizm , ekim devrimi’ne ve bu ideolojinin sonuçlarından sorumlu olan ondokuzuncu yüzyıla karşı olanaklı tek yanıttı.. ancak reformizm olanaksız olduğu için , gerçekte ekim devrimi’ne karşı herhangi bir karşılık oluşturamadı.. yirminci yüzyıl sadece olanaksız bir düş ortaya koyduğu müddetçe var oldu.. dolayısıyla bu olanaksızlık yüzünden kapana kıstığı ve nefessiz kaldığı için , bu yüzyılın kendisi olanaksızdır.. yirminci yüzyıl reformizm var olduğu müddetçe var olur , o sadece bir yıldırım , (çok parlak olmasına rağmen) kısa bir şimşek çakması ya da gecenin karanlığındaki kısa süreli bir ışıktır..’

 

ANTONIO NEGRI

‘YIKICI POLİTİKA , 21. Yüzyıl İçin Bir Manifesto’

Çeviri : AKIN SARI

OTONOM Yayınları , Şubat 2006..

‘bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum.. belki kendi kendimden..’ – YUSUF ATILGAN

‘..ben çoğu geceler içiyorum , dedi.. şakağımdaki ağrıyı duymamak için iştah açmak için falan diyorum ama değil , biliyorum.. bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum.. belki kendi kendimden.. iki çeşit içen vardır.. biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer.. bir de şu çevrendekilere bak.. bunlar neden içiyorlar ? toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için.. çekinmeden bağırmak , yüksek sesle gülmek için.. dışarda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır.. sokakta hiç gülmemek için burada gülerler.. böylesi az içer.. ya ben ? içiyorum da kurtulabiliyor muyum ? belki yalnız baş ağrısından..

– ya içmediğin zamanlar ?

– o zaman ararım..

– hep arayacaksın sen. ya resim , ya kitap..

– tutamak sorunu.. insanın bir tutamağı olmalı..

– anlamadım..

– tutamak sorunu dedim.. dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde gider gibiyiz.. tutunacak bir şey olmadı mı insanlar yuvarlanır.. tramvaylardaki tutamaklar gibi.. uzanır tutunurlar.. kimi zenginliğine tutunur ; kimi müdürlüğüne ; kimi işine , sanatına.. çocuklarına tutunanlar vardır.. herkes kendi tutamağının en iyi , en yüksek olduğuna inanır.. gülünçlüğünü fark etmez.. kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım.. öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı.. herkesin, ‘veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur’ demesini isterdi.. daha gülünçleri de vardır.. ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü , sahteliğini , gülünçlüğünü göreli beri , gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum : gerçek sevgiyi! bir kadın.. birbirimize yeteceğimiz , benimle birlik düşünen, duyan , seven bir kadın!..’

‘AYLAK ADAM’ , YUSUF ATILGAN..

Yapı Kredi Yayınları , sayfa :152..

‘öte yakaya geçen köprü , sözdür.. sükut ise , iktidarın bizi küçültmek için verdiği acıdır..’ – SUBCOMANDANTE MARCOS

‘atalarımızın atalarının sözü ve sükutu kendini bilmeyi ve bir diğerinin kalbine dokunmayı sağlayan doğuştan bir yetenek olarak görmeleridir asıl mesele.. gerçek erkekler ve kadınlar , yürümeyi konuşarak ve dinleyerek öğrenirler.. söz , içimize kadar giren o yürüyüşe biçim verir.. öte yakaya geçen köprü , sözdür.. sükut ise , iktidarın bizi küçültmek için verdiği acıdır.. sustuğumuz zaman çok yalnızızdır.. konuşarak acıyı hafifletiriz.. konuşarak birbirimize arkadaşlık ederiz.. iktidar , sözü kendi sükut imparatorluğunu empoze etmek için kullanır.. biz ise , sözü kendimizi yenilemek için kullanırız.. iktidar sükutu suçlarını gizlemek için kullanır.. biz ise sükutu birbirimizi dinlemek , birbirimize dokunmak , birbirimizi tanımak için kullanırız..

işte silah budur , erkek kardeşler ve kız kardeşler.. biz deriz ki , söz kalır.. sözü söyleriz.. sözü haykırırız.. sözü yükseltiriz ve onunla halkımızın sükutunu bozarız.. sükutu öldürürüz sözü yaşayarak.. iktidarı yalanın söylediği ve fısıldadığı şeyle baş başa bırakalım.. özgürleştiren sözle sükutu bir araya getirelim.. (2001)’

SUBCOMANDANTE MARCOS..

  

‘küreselleşmenin asla hata yapmayacağı savı , inatçı gerçeklerle yüz yüze geliyor.. neoliberalizm kendi savaşını yürütürken , gezegenin her yanında protestocu gruplar , isyancı çekirdekler ortaya çıkıyor.. şişkin cüzdanlı finansçılar imparatorluğu , direniş hücrelerinin isyanıyla karşı karşıya.. evet , hücreler.. büyüklü , küçüklü , farklı renklerde , farklı biçimlerde.. tek ortak noktaları : ‘yeni dünya düzeni’ne ve insanlığa karşı dördüncü dünya savaşı’nın temsil ettiği suçlara karşı direnme arzusu..  (2002)’

 SUBCOMANDANTE MARCOS..

‘hayır’ demek , onaylamanın en tam ve etkin yolu olabilir.. paylaşılan bir muhalefeti ifade eden birleştirici bir ‘hayır’ , genellikle çoklu ‘evet’lerin iletimidir : bir itirazı paylaşan herkesin neyi istediğinin ifadesidir.. insanların neyi istemediği etrafında örgütlenmesi , onların farklı kabullerinin yoğunlaşmasına meydan vermeyerek bu türden çokluğu kabullenir.. buna karşılık , her zaman taraftara ihtiyaç duyan siyasetçiler ve partiler ‘hayır’ üzerinde odaklanmayı imkansız ya da etkisiz görürler.. sürekli olarak homojen ve soyut idealleri ve istekleri tanımlayan onaylayıcı öneriler beklentisindedirler..’

GUSTAVA ESTEVA , ‘Zapatistaların Ya Basta – Yeter ve iktiadarın ele geçirilmesine ‘Hayır’ politikalarına ilişkin yazısından..’ 

‘ZAPATİSTALAR , Yerelden Küresele Ulaşan İsyan’ , ALEX KHASNABISH..

Çeviri : NİLGÜN GÜNGÖR

ABİS Yayınları , Ağustos – 2010..

‘aynı çatı altındaki iki kişi gibi değil , ayrı yerlere sığınmış iki insan gibi..’ – JEAN-LUC GODARD

(Truffaut..)

‘ve truffaut.. anne-marie onun ölümün bir rastlantı olmadığını , ölümüyle bir dönemin bütünüyle kapandığını hatırlattı bana.. içimizden hiçbirimizin başaramadığı ya da başarmaya çalışmadığı bir şeyi başarmıştı o : saygı uyandırmayı !! ‘yeni dalga’ya onun kişiliğinde hala saygı duyuluyordu.. bize onun sayesinde saygı duyuyorlardı.. onu yitirdik , duyulan saygı da yok oldu..

truffaut ile birbirimizi biraz tanıyorduk , yaşarken birbirimizi izliyorduk , aynı çatı altındaki iki kişi gibi değil , ayrı yerlere sığınmış iki insan gibi.. vatanı terk etmek için , rusların sınırdan içeri girmesini beklemedik.. anne-marie’nin bana söylediği şuydu : ‘ama o , kendine özgü biçimde seni koruyordu , artık koruyamayacağına göre çok korkuyorsundur..’

ardından yazılan hiçbir yazıda bundan söz edilmedi.. söz edilmedi , çünkü bunu söylemek için biraz söyleşmek , konuşmak gerekir.. cahiers du cinéma , çok kabarık bir sayı hazırladı , ama bundan hiç kimse söz etmedi.. ben oturup bir yazı yazamazdım , çünkü insanlara bu konuları açmıyordum.. bugün yazabilirim ama artık çok geç , çünkü onun hemen ardından yayımlanması gerekirdi ; kişisel öyküleri gazete izlemez.. serge july ile bu konuda kapıştık : michaux’nun öldüğü gün ondan söz eden bir ilk sayfa hazırlaması yüzünden.. bunu bir gün önce yapabilirdi ya da bir gün sonra..’

 

JEAN-LUC GODARD

‘Godard Godard’ı Anlatıyor..’

Çeviri : AYKUT DERMAN

METİS Yayınları , Temmuz 2008..

(Godard..)

(Truffaut ve Godard bir panelde birlikte..)

‘AHMAKLIĞIN DEVRİK HALİ..’ – David Foenkinos

‘aşkım.. bu akşam conrad’la yemek yiyebilir miyim..’

dudaklarım iyi duymak için onunkilere fazla yakındı.. çoğunlukla öpüşmek için boyuna yönelen erkekler gözlerini kapatırlar ve bu , libidoyla ilgili bir acayipliktir , kulakları tıkanır.. dolayısıyla , ilk anda ‘elbette aşkım’ diye yanıtladım , ‘aşkım.. seni öpebilir miyim’ dediğini zannediyordum..

saatli bombalar en kötüleridir..

tam da rüyanın ortasında patlayıverir..

erkekler salaktır (yeri gelmişken belirteyim , hataların erkek cinsi kategorisine , iyi taraflarımın da sadece bana ait olduğunu kabul etmek daha kolay).. bu doğru , erkekler asla gün gibi ortada olanı görmezler.. şöyle düşündüm : ‘evet, neden olmasın aslolan kavuşmamız olduğuna göre , gerisi edebiyat , falan filan..’ ağzının yolunu aramaya devam ediyordum ama o ‘bu akşam’ lafı işkillenmeme sebep oldu.. bunda mantıksız bir şeyler vardı.. nasıl olurdu da , onca ay ayrı kaldıktan sonra teresa beni hararetle tekrar görmeyi arzuluyor ama barışma gecemizi conrad’la geçirmek isteyebiliyordu.. tamam ama dikkat.. kuşkulu düşüncemden kuşkunun ifadesine geçmem için biraz daha süre gerekti.. teresa’nın iyi niyetli olduğu gibi yanlış bir fikirle bir süre daha uğraştıktan sonra , bağırıverdim :

‘ne ?!..’

kuşkusuz yumuşak bir ‘ne’ ama her an isyan etme kapasitesine sahip bir yumuşaklık.. şiddetten önceki son aşama , bir dinlenme alanıdır.. biliyorum , bu kulağınıza klişeymiş gibi gelecek , insanın  aklı fırtınadan önceki meşhur sessizliğe kayıyor.. gelecekteki saldırganlığımda milyon tane erkeğe özgü içgüdüsel eğilim bulacaktım.. nihayet kendimi bu dünyada yalnız hissetmiyordum , ne de olsa kasaplık yapacaktım.. hiç kimseyi bulmadığım yer yalnızlıktır ; elbette.. barışmak için en azından yalnız olmak lazım..

kadınlar kötülüğe eğilimlidir.. hep insanı duygularından yakalarlar.. gerçekten , ben duygusal biriydim.. vücudu , ağzı, hayatıma geri dönmeye söz vermesi , bütün bilincimi silip süpürmüştü.. gözlerim açık , tokadın şokuyla , yine de hala bu güdük geri dönüşe inanmak istiyordum.. conrad’la bir gece için böyle bir duygusal üçkağıt düzenlemiş olamazdı.. ve işte bütün sinsiliklerin ne kadar da mümkün olduğunu anlamak için conrad’ı düşünmem yetiyordu.. onunla bir an geçirmek için annesini satmayacak olan var mıydı.. ama şimdi , teresa bütün sınırların ötesine geçmişti.. deli oluyordum.. zayıflığımdan , ona olan gizli aşkımdan faydalanmıştı.. conrad’ı benden çalması söz konusu olamazdı.. ya da cesedimi çiğnemesi gerekirdi.. ve halam öfkem post mortem  (ölüm sonrası) olasılıklara inanmama yol açıyordu.. duygularımla böyle oynayarak , hem ona olan aşkımı öldürmüş , hem de hikayemize ansızın sonsuz bir meşruluk bahşetmişti.. eğer özür o anla beslenirse , intikam asla doymaz..’

 ‘conrad ayağa kalktı , conrad odasına yöneldi.. onu bakışlarımla engellemek istedim ama insanın bakışlarıyla engelleyebilmesi için en azından iki bakışın katılması gerekiyordu.. ve onun bakışları , peşinen odaya giden teresa tarafından alıkoyulmuştu.. salakça açık yürekliliğimin yalnızlığında , büyüyen boşluğu seyrederken buldum kendimi.. öldürmeyen ama azar azar içini kemiren bir boşluk..’ 

‘conrad , kolay izleyici olarak , kelimenin doğru kullanılmasına dikkat ettiğimizden utanıp gösteri diye adlandıramayacağımız şeyi baştan sona alkışladı.. onun yeniden güldüğünü görmek beni ağlattı.. bu iki duygu arasında bir salıncak varmış gibi düşünmeye başladım , zıtlıktan doğan yakınlıktı bu.. salıncak uygun bir kelime aslında.. aşk sırayla göğe yükselen iki vücut arasındaki döngüdür..’

‘AHMAKLIĞIN DEVRİK HALİ’ , DAVID FOENKINOS..

Çeviri : ORKUN YELTEPE..

‘+1 KİTAP Yayınları’ , Ocak 2007..

Yeniden Doğuş..- FURUĞ FERRUHZAD

YENİDEN DOĞUŞ..

-İbrahim Golestan’a- 

tüm varlığım benim , karanlık bir ayettir

seni, kendinde tekrarlayarak

çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek.

 

ben bu ayette seni ah çektim, ah

ben bu ayette seni

ağaca ve suya ve ateşe aşıladım !

 

yaşam belki

uzun bir caddedir , her gün filesiyle bir kadının geçtiği ,

yaşam belki

bir urgandır , bir adamın daldan kendini astığı ,

yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur ,

yaşam belki , iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır ,

ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi ,

şapkasını kaldırarak ,

başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle ‘günaydın’ diyen.

 

yaşam belki de o tıkalı andır ,

benim bakışımın senin buğulu gözlerinde kendini paramparça yıktığı

ve bir duyumsama var bunda

benim ay ve karanlığın algısıyla birleştireceğim.

 

yalnızlık boyutlarındaki bir odada ,

aşk boyutlarındaki yüreğim ,

kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder ,

saksıda çiçeklerin güzelim yok oluşunu

ve senin bahçemize diktiğin fidanı

ve bir pencere boyutlarında öten

kanarya ötüşlerini.

 

ah..

budur benim payıma düşen ,

budur benim payıma düşen ,

benim payıma düşen ,

bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür ,

benim payıma düşen , terk edilmiş merdivenlerden inmektir

ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette ,

benim payıma düşen anılar bahçesinde hüzünlü gezintidir.

 

ve ‘ellerini

seviyorum’ diyen

sesin hüznünde ölmektir..

 

ellerimi bahçeye dikiyorum ,

yeşereceğim , biliyorum , biliyorum , biliyorum

ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda

yumurtlayacaklardır..

 

küpeler takacağım kulaklarıma

ikiz iki kızıl kirazdan

ve tırnaklarımı papatya çiçekyaprağıyla süsleyeceğim.

bir sokak var orada ,

aynı karışık saçları , ince boyunları ve sıska bacaklarıyla

küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar

bir gece

rüzgarın alıp götürdüğü.

 

bir sokak var benim yüreğimin

çocukluk mahallesinden çaldığı ,

zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu

ve bir oylumla gebe bırakmak zamanın kuru çizgisini

bilinçli bir imgenin oylumu

aynanın konukluğundan dönen.

 

ve böylecedir ,

birisi ölür

ve birisi yaşar.

hiçbir avcı ,

çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır.

 

ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum

okyanusta yaşayan

ve yüreğini tahta bir kavalda

usul usul çalan

küçük hüzünlü bir peri

geceleri bir öpücükle ölen

ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan..

 

FURUĞ FERRUHZAD ( 1935 – 1968)

Çeviri : HAŞİM HÜSREVŞAHİ

Yaralarım Aşktandır , TELOS Yayıncılık , Mart 2002..