Author Archive

‘İKİZ..’ – NİLGÜN MARMARA

İKİZ..

 

‘biz rengin değil

ara rengin peşindeyiz..’

 

getirin ikizimi ,

beşiklerimiz bir olsun açıklığın eşiğinde..

uyutun dingin yankısını saflığın

aynı kundakta..

 

küçüktür ellerimiz , seslerimiz bizim

ve güç’tür soluklarımızın pembeliğinden

dağılan bağış..

 

dolaysız acı ve sevinçle oyulmuş eskil beşik ,

dalgalanır bir uzun erimli ezgiyle ,

kötücül cinlere söz vermiş havayla

pençeleşirken..

 

hüzün ikizleri uyurlar ilksel sevgi boşluğunda ,

hayatları belirsiz bu kusursuz beşikte..

beyazlığıyla aydınlatın onları

titrek ışıklarıyla mumların ılıklığıyla..

 

NİLGÜN MARMARA.. Mayıs , 1981

 

Daktiloya Çekilmiş ŞİİRLER , NİLGÜN MARMARA.. Everest Yayınları , Şubat 2008..

KARMATE , Nayino..

‘sevenlerine müjde.. karmate fazla ara bırakmadan ‘nani’ albümünden sonra yeni bir albüme imza attı : ‘nayino..’

albüm raflarda yerini alalı bir kaç hafta oldu sanırım , haberini vermek ancak şimdiye kısmet oldu.. resul dindar’ın kendine has sesi ve tarzıyla karmate yine türküleri nakış gibi ince ince işlemiş yüreklerimizde birer sevgili gibi yerleri olsun diye.. resul dindar , ismail avcı , oktay üst , gökhan özkan , muhterem sur , yıldırım yalçınkaya’dan oluşan karmate grubunun ‘nayino’ albümüne grup dışından da yaklaşık 23 kişilik bir müzisyen , sanatçı grubu destek verip katkıda bulunmuş..

albüm de  toplam 17 şarkı , türkü var.. benim tutulduğum parçalar açılış parçası olan yağmur ve albüme adını veren ‘nayino’ parçası.. ha 17 parçadan ikisine mi tutuldun sadece ya diğerleri nasıl diye soracaksanız şunu diyeyim diğerleri de kaçkarlar kadar güzel ve hüzün dolu , karadeniz’in dalgaları gibi hırçın ve neşeli..

albümü gördüğümde asık suratım birden gülücüklerle doldu yerimde duramaz oldum.. reis’e hemen bir mesaj çaktım golü attım kendisine , müjdemi isterim dedim.. o da heyecanlandı hemen.. zaten kimse benle , reis’in anlamaz karadeniz müziklerine olan aşkımızın nedenini.. gerçekten ikimizin de karadenizle bir ilgisi yok kültürel bazda ya da memleket olarak.. ben güneyliyim , reis orta anadolu’dan ama ikimizde karadeniz türkülerinin , horonlarının hastasıyız hastası..

neyse fazla traşa gerek yok seçkin ve güzel müziklerin adresi ‘kalan müzikten’ çıkan bu albümü tükenmeden gidip alalım ve karmate’yle özgürlüğe , emeğe , paylaşıma , ortaklaşmaya , sevgiye , aşklara yelken açalım..’

 

Crockett..

 

KARMATE , Nayino.. 

1- Yağmur

2- Nayino

3- Kız Horonu

4- E Asiye

5- Hasta Oldum Derdune

6- Çhela

7- Sevdaluk

8- Yaylalar

9- Arabanun Egzosi

10 – Oy Çalamadum Gitti

11- Halanun Dereleri

12- Gandagana

13- Verteri

14- Dereler Akar Akar

15- Ela Gözli Sevduğum

16- Arja Bargış

17- Hopşera

 

Albüm Kapağından : 

‘karmate emeği ve paylaşımı simgeler.. emek ve paylaşım ise dostluğu , kardeşliği.. insan elinin değdiği her şey bozulurken günümüzde , bizler kültürel değerlerimizi korumak amacıyla çıktık yola.. karmate nedir , kimdir.. karmate biziz , karmate sizsiniz , karmate hepimiziz ve de hepimizin.. binlerce kişiden oluşuyor bu grup.. hepimiz bir şeyler yapıyoruz.. kimimiz türkü söylerken , kimimiz dinliyoruz.. kimimiz enstrumanıyla hayat verirken kimimiz alkışlayarak ve eşlik ederek tamamlıyor o büyülü ezgileri.. biz bir bütünüz.. sizler de bu bütünün en güzel parçaları.. buraya elinizde öğütülecek sevginizle , kardeşliğinizle , emeğinizle , dostluğunuzla , mutluluğunuzla , hüznünüzle , kültürünüzle , coşkunuzla geldiniz.. değirmeni biz kurduk , şimdi hep beraber çevirelim.. karmate’ye hoş geldiniz..’

 

KARMATE..

‘Kanun Önünde..’ – FRANZ KAFKA

KANUN ÖNÜNDE..

 

kanun önünde bir kapıcı durur.. taşradan gelen bir adam kapıcının önünde durur , içeriye girmek istediğini söyler.. kapıcı ise , şu anda onu içeri sokamayacağını bildirir.. adam durur , bir süre düşünür , daha sonra girip giremeyeceğini sorar bu kez.. kapıcı , ‘belki’ diye yanıtlar , ‘ama şimdi girmen mümkün değil..’ her zaman olduğu gibi kapı sonuna dek açık durmaktadır.. kapıcının bir an yana çekilmesini fırsat bilen adam, eğilerek içeriye bakmak ister.. kapıcı onun hareketini fark eder , gülerek , ‘eğer bu denli çok istiyorsan girmeyi , benim yasaklamama aldırma , içeri girmeyi dene’ der.. ‘fakat şunu da unutma : kapıcıların en zayıfıyım ama yine de epeyi güçlüyüm.. her salonun başında başka bir kapıcı durur , her biri öncekinden güçlüdür hem.. üçüncü kapıcıyı görünce benim bile ödüm patlar..’ taşralı adam böyle zorluklarla yüz yüze geleceğini öngörmemiştir.. kanun kapısının herkese , hem de günün her saatinde açık olması gerektiğine inanmaktadır.. ne var ki , kapıcıyı alıcı gözle inceler , giydiği kürk paltoyu , sivri iri burnunu , uzun fakat seyrek kara tatar sakalını görür , girmesine izin çıkıncaya kadar beklemenin daha akıllıca olacağına karar verir sonra.. kapıcı ona bir tabure verir , kapının tam yanına oturur.. günlerce , aylarca orada oturur adam.. sık sık içeriye girmesine izin vermesi için kapıcıya yakarır , usandırır onu.. kapıcı onu ufak sorgulamalardan geçirir , nereden geldiğini öğrenmek ister , daha pek çok şey sorar , ne var ki , bunların büyük adamların çevrelerine yanıtlarıyla ilgilenmeksizin yönelttikleri sorulardan farkı yoktur ; her sorgulamanın sonu , kapıcının izin isteğini bir kez daha geri çevirmesiyle gelir.. yolculuğuna çıkarken gerekli olabilir diye yanına aldığı ıvır zıvırın tümünü , ucuz pahalı bakmadan elinden çıkarır adam , niyeti kapıcıyı rüşvet vererek kandırmaktır.. kapıcı da kendisine sunulanları memnuniyetle kabul eder , beri yandan ‘başvurmadığım yöntem kaldı mı diye üzülmemen için sadece sonradan hayıflanmayasın diye alıyorum bunları’ der adama.. taşralı adam yıllar boyunca , neredeyse hiç ara vermeden kapıcıyı izler.. diğer kapıcıları unutmuştur artık , içeri girmesine tek engel olarak bu ilk kapıcıyı görmektedir.. onunla karşılaşmasını düzenleyen yazgısına beddualar okur ilk yıllarda , yaşlandıkça kendi kendine söylenme huyuna kapılır , gitgide çocuklaşır , en sonunda , yıllar boyu gözlediği kapıcının kürk yakasındaki pirelerden içeri girmek için yardım dilenmeye başlar.. gözlerindeki ışık söner ,çevresindeki ışığın mı azaldığını yoksa gözlerinin mi göremediğini ayrıt edemez olur.. yine de , karanlığın içinde bir parıltıyı ayırt etmeye başlar.. ömrünün sonundadır adam ,, kapının önünde geçirdiği yıllarda edindiği deneyimler toplanıp tek bir soru oluşturmuştur.. taş kesmiş bedeniyle doğrulamadığından el edip kapıcıyı çağırır.. taşralı adam yıllar içinde yaşlanıp küçüldüğünden eğilmek zorunda kalır kapıcı ; ‘neymiş öğrenmek istediğin’ diye sorar adama , ‘bitmek bilmedi isteklerin..’ adam ‘bildiğimce , bu kapıdan girebilmek için herkes çaba gösterir.. nasıl oldu da , bu kadar yıl , benden başka tek bir kişi içeri girmeye çalışmadı..’ taşralı adamın ölüm sağırlığıyla duymaz olan kulaklarına işittirebilmek için bağırır kapıcı : ‘neden senden başkası içeri girmek istesin , sadece senin içindi bu kapı.. gidip kapatmanın zamanı geldi artık..’ 

FRANZ KAFKA..

Bir Köy Hekimi , Franz Kafka , Çeviri : Gülcay Teniker.. , Altıkırkbeş Yayınları , Ekim 2003..

‘kendimden bile yoksunum artık..’ – CESARE PAVESE

‘öyle yorgunum ki ,

huzur bulamıyorum artık..

yaklaştığım her şey

yalnızca bir bulantı

ve daha uzağa kaçmam gerek..

ah , çekici kadınlar ,

tükenmiş çapkının ,

düş gören bir genç gibi ,

çılgınca sarılıp zevk almadığı artık..

baş döndürücü koşuş

artık yıldızları bile göremeyen ,

çok yorgun oldukları için..

nasıl elimden gelir artık ,

bütün bu ürpertiler ,

bu solgun çizgiler arasında , durdurmak hayatımı ,

kocaman ,  karanlık bir ürperme olan

tıpkı kör bir yıldırım gibi..

gözlerim de söndü..

siyahı gecenin

daha uzağa itiyor beni..

 

CESARE PAVESE (1 Haziran 1928)

yalnız , kendimden bile yoksunum artık..

 

çok şey sevdim,

en tutkulu aşkla

ama sonunda öğrendim ,

şimdi güçsüz düşünce bir yaşlı gibi :

aşk tatmak için yaratılmış

sevilen şeyleri..

 

kustum bütün ruhumu..

 

sarhoşken bile

biraz huzur bulamıyorum artık.. kan , yakan

bütün bedenimi , amansız ,

uğulduyor beynimde..

 

ve haykırıyor gibiyim ,

haykırıyor , haykırıyor ,

düşüyorum engin bir boşluğa

baş döndürücü bir hızla ,

rüzgarın uğultusu içinde ,

durup soluk almadan bir daha..

 

CESARE PAVESE (23 Haziran 1928) 

‘Şiirler’ , CESARE PAVESE , Çeviri : KEMAL ATAKAY , YKY , Nisan 2009..

Yeni Kitap : ‘ULRIKE MEIHNOF.. – Jutta Ditfurth’

köle-anne evladına yalvarıyor..

ulrike , sen aranıyor afişinde göründüğünden farklısın , bir kölenin çocuğusun – kendinde kölesin.. bu durumda seni ezenlere nasıl ateş edebilirsin.. artık köle olmak istemeyenlerin aklını çelmesine izin verme.. onları koruyamazsın.. ben senin köle kalmanı istiyorum – aynı benim gibi.. sen ve ben , efendilerin , kölelerin başkaldırısını daha başlamadan nasıl bastırdıklarını gördük.. çok sayıda köle öldü , ama biz hayatta kalabildik.. bugün efendilere kızanlar , bir kez daha kurtulmuş olmanın nasıl bir duygu olduğunu bilmiyorlar.. bunun tadını çıkar – çünkü keyfini çıkaracak bundan başka bir şeye sahip değiliz.. devrim büyük bir iş , bizler devrim için çok küçüğüz.. kölelerin ruhları oradan oraya savrulan kumlar gibidir , üzerine zafer inşa edilemez.. uykudan uyanıp özgürlük , özgürlüğü veren olmadı.. buna neden başkaları gibi razı olmadın.. bana bak.. ben direndim , efendiler bana vurdukları zaman bağırdım.. ama sen egemenleri öyle kızdırıyorsun ki , yeniden vurmak istiyorlar..  peki ama bunun için bile kötü muameleye maruz kalırsak , bundan sonra kim bağırmak isteyebilir.. sen uslu bir çocuksun.. sen iktidarın çitinin üzerinden kesinlikle atlamadın , başkaları atladı.. fakat onlar köpeklerini senin üzerine de saldılar.. ah çocuğum sen başka şeylere layıktın.. aslında önün çok açıktı.. mutlaka gardiyan olmayı başarırdın.. iktidarın ne kadar güçlü olduğunu görmüyor musun.. bütün köleler iktidara itaat ediyorlar.. isyan edip zafere ulaşanlar bile , köle olmaya devam edebilmek için , zaferlerini iktidarın ayakları altına serecekler.. köleler özgür olmak isteyenlerden nefret ederler.. özgür olanlar , isyanının ne kadar anlamsız olduğunu kavraman için sana yardım etmeyecekler.. cesaretin acımasız , çünkü kendi korkaklığımızı cesaretimizden nasıl gizleyebiliriz ki.. ebediyen köle kalmak yerine ölmeyi tercih etsen de , bizi huzursuz etmeye hiç hakkın yok.. biliyorum : sen hepimizin özgür olmasını istiyorsun : ama o zaman kendimizi daha iyi mi hissedeceğiz.. asya’da , afrika’da ve güney amerika’daki plantasyonlarda gardiyanlarını öldüren eziyet altındaki o toprak kölelerini tanrı affetsin.. biz ev kölelerininse , ellerinde kamçılarıyla o gardiyanları gönderen efendileri cehennemin dibine yollama hakkımız yok.. efendilerin evini düzen içinde tutmak bizim görevimiz.. çocuğum günaha girme.. iktidarın verdiği ceza ne kadar korkunç olursa olsun , tövbe et.. tanrının isteği bu.. üzerinde egemenlik kurmuş iktidarın uyruğu ol.. ulrike vazgeç.. tanrı , kendisini darmadağın etmek için uğraşan köleleri lanetler..’

ulrike meinhof

‘ULRIKE MEIHNOF..’ – JUTTA DITFURTH , Çeviri : SALİHA NAZLI KAYA , AGORA KİTAPLIĞI , Kasım 2010 , 464 Sayfa..

(agora kitaplığı’na bu değerli eser için çok teşekkür ederiz , yıllardır çok sayıda nadide eseri bizlere kazandırdılar.. özellikle sinema kitaplığından çok yararlandım.. ancak küçük bir gözden kaçma olayı olmuş sanırım kitabın yazarı ‘jutta ditfurth’un adı kitabın ön ve arka kapağında ‘jutta dilfurth’ olarak basılmış.. diğer basımlarda düzeltilecek bu unutkanlığı agora kitaplığı yöneticilerine buradan iletelim.. tekrar teşekkürler..

Crockett..)   

Günün Şarkısı : POLITIK KILLS – MANU CHAO..

Günün Şarkısı : POLITIK KILLS – MANU CHAO..

televizyonlardan , radyolardan , gazetelerden akan politika cıvıklıklarından bıkanlar için bugünün şarkısı manu chao’nun anlamlı ve tekerleme gibi olan ‘politik kills’ şarkısı olsun.. baş döndüren hızda değişen dünya ve ülkemiz politika gündemi cıvık olduğu kadar suya sabuna dokunmayan bir kapsamda ve hep aynı konular üzerinde dönüp dolaşıyor.. yıllardır hep aynı nakarat..

referandum hikayesi sürecinde niye aylakadamiz’da referandumla ilgili bir yazı olmadı diye tepkiler de geliyordu.. neden olmadı , neden renk verilmedi gibi tepkilerin yanında korkaklıkla da suçlandık.. güldük geçtik.. günümüz burjuva siyasetinin kompedanlarının kendi aralarındaki güçler dengesi savaşı için taraf gösterecek değildik..

zaten şu demokrasi ve oy kullanma meselesi kadar beni güldüren bir mekanizma yok.. bazıları işi o kadar ciddiye alıyor ki , mesela mesela mesela kim diyelim örneğin bay j.. beğenmediniz mi o zaman bay q olsun.. ha cinsiyetçilik mi oldu durun o zaman bayan x ve bay q olsun.. bunlar böyle seçim geceleri uyku uyuyamıyor.. yatakta bile , birbirilerine değil de tavana bakarak  kime ya da nasıl oy vereceğiz diye konuşup , planlar kuruyorlar , tartışıyorlar.. e tabi kolay değil ertesi gün ikisi ülkenin yönetimini ve gidişatını belirleyecekler..

uykusuz gecenin sabahında erkenden yataklardan kalkılıyor , traşlar olunuyor , saçlar toplanıyor , makyajlar yapılıyor , güzel kıyafetler giyiliyor , parfümler sıkılıyor , kimlikler ve seçmen kartları alınıyor , yola çıkılıyor..

ama ama ama , amanin o da ne.. şarrrr.. bereket yağıyor bardaktan boşanırcasına.. sanki yüce gök ‘ulen pazar pazar rahat mı rahatsız etti sizleri , ne işiniz var gidip oy kullanacaksınız , başka işiniz mi yok’ der gibi yağmuru boca ediyor üzerlerine.. bir yandan en ufak yağmurda bile göle dönen kaldırımlarda sürpriz kaldırım taşlarına basınca fışkıran suya ve yapanlara  küfrederek , bir yandan ıslanarak ve arabaların fışkırttığı sulardan kaçarak o yüce amaç uğruna sandıklara doğru yola devam ediliyor..  

yolda hala kafada dönüp dolaşıyor kime versek kime versek.. acaba doğru mu yapıyoruz.. yoksa öbürü mü daha iyi..  ve o anda kendisini o kadar güçlü hissediyorlar ki , oylarının değeriyle gurur duyuyorlar..

sırılsıklam vaziyette sandığa varan bayan x ve bay q bir de upuzun kuyruğu görünce dizlerinin bağı çözülüyor yorgunluktan , sinirden.. buğulanan gözlükler , ıslanan saçlarla , kapanmayan şemsiyelerle uğraşılıp vakit geçiriliyor.. sonra sıra yavaş yavaş kendilerine geldikçe heyecan ve gerilim artıyor.. ve sandığa doğru oy pusulası alınıp gidiliyor.. en güzeli de burası.. sandık başında da bir müddet düşünülüyor elde mühür.. şuna mı buna mı kime bassam mührü.. kolay değil ülkenin geleceği parmaklarının arasındaki mühürde.. dann diye vuracaksın mührü ve ertesi gün bambaşka bir ülkeye uyanacaksın.. aman bir kaç saniye daha düşün bayan x , bay q..

ama tabi o kadar da değil yahu , fazla düşünürsen de arkadan homurdanmalar artmaya başlar.. ‘hadi kardeşim ne yapıyorsun iki saattir , mührü mü yuttun yoksa..’ o anda birden heyecanla ve telaşla dann diye mühür vurulur.. ha bitti mi bitmez.. televizyonda gösterdikleri gibi mürekkep diğer taraflara sıçrayıp oy geçersiz olmasın diye pusula üf üf üflenir güzelcene , sonra kuruduğundan emin olunduktan sonra oy pusulası ters tarafa doğru katlanır ve zarfa özenle konulup cumbur lop sandığa atılır.. işte bu be , işte bu.. başardınız bayan x ve bay q.. bravo sizlere..

sonra çiftimiz çıkar evlerine doğru yol alırlar ve o heyecanlı bekleme süreci başlar.. seçim gecesi ve ertesi gün ise ayrı uzun hikayeler içerir.. kısacasını söyleyeyim : bayan x ve bay q’nun hayatında bir şey değişmez.. yine aynı kaldırımlardaki çamurlu su tuzakları , yine aynı kredi kartı sorunları , yine aynı çocukların okul giderleri , yine aynı sıkış tıkış belediye otobüsleri yine aynı geçim derdi , yine aynı trafik sorunları , yine aynı politik sorunlar dedikleri politika malzemeleri , yine aynı yine aynı yine aynı.. e değişen ne oldu.. p partisi gitti mesela pp partisi geldi ne değişti.. hiçbir şey.. o zaman kasmayın rahatta olun..  manu chao günümüz dünyasındaki politika zırvaları ve kandırmacaları için çok güzel yazmış ve söylemiş.. hep beraber dinleyelim nakarat kısmında en azından eşlik  edelim manu chao’nun ‘la radiolina’ albümündeki ‘politik kills’ şarkısına.. son olarak da ‘sarı’nın dipnotuna cevap vereyim : hoş geldin ‘sarı’ şekerim , hoş geldin..

 

Crockett..

  

POLITIK KILLS..

politik kills politik kills politik kills
politik kills politik kills politik kills
politik kills politik kills politik kills
politik need votes
politik needs your mind
politik needs human beings
politik need lies

thats what my friend is an evidence politik is violence
what my friend is a evidence politik is violence

politik kills politik kills politik kills
politik kills politik kills politik kills

politik use drugs
politik use bombs
politik need torpedoes
politik needs blood
thats what my friend is an evidence politik is violence
what my friend is a evidence politik is violence

politik need force poltik need cries
politik need ignorance politik need lies

politik kills politik kills
politik kills politik kills

politik need force politik need cries
politik need ignorance politik need lies

politik kills politik kills
politik kills politik kills..

MANU CHAO..

Sonbahar.. – Turabi Tomur

‘filmi izledikten sonra yazılmıştı…

sonbahar

bakışını bulandıran kaçkarların sisi mi

ha düştü ha düşecek havada asılı yağmur

bata çıka geldiğin çıkmazların önünde

gözlerinde beliren ve hiç gitmeyen bir damla gözyaşı

boğazında düğümlenen içli bir ezgi hep kulağındaki

umudun belli belirsiz bir kıvılcım çakıp

sonsuzda yitip gittiği, dipsiz uçurum

yağmur bağırıyor çinko çatının üzerinde, yağmur bağırıyor

sis kapamış bütün yolları, sis, bilinmezin büyülü ülkesi

yokluğa çağırıyor…

turabi tomur  , 11.01.2009..’

(turabi tomur kardeşimizin gönderdiği şiiri kendisine teşekkür ederek sizlerle paylaşıyoruz..)

“Sonbahar”da hüzün ;

Eğer filmi tarif etmek için tek bir kelime kullanmam gerekseydi, bu kelime “hüzün” olurdu.
Bu film kaybedilmiş ideal ve hayaller, kaybedilmiş aşklar, kaybedilmiş hayatlara ilişkin hüznün eşsiz bir tasviri.

Kendinizi bir anda; “ne yazık… ne yazık sosyalizm yürümedi…, ne yazık aşk yetersiz kaldı… ne yazık biz insanlar hayatımızda ne de çok yalnızlığa yürüyoruz (öyle ki etrafımız insanlarla çevrilmişken! – hatta en kötüsü de bu – etrafımız tamamen insanlarla çevrilmişken!)
Bu muhteşem bir film. Böylesi bir prodüksiyonda çay kahve servisi bile yapmış olsaydım hayatım boyunca gurur duyardım.Kırmızıyı, objektifin giderek griye dönüşmesini, kahramanın duygularını tasvirdeki doğal yansıtma yöntemini ( iskeledeki dev dalgaları örneğin… nasıl bir imge!… nasıl bir tasvir!), kadınla erkeğin gözlerindeki çalınmış parıltıyı, gözlerindeki sonbaharı/hüznü… asla unutamam. Senaryo, müzik, oyunculuk, yönetmen, görüntü…görüntü….görüntü… hepsi muhteşemdi.

 Bu güne kadar bu “hüzün” kelimesini duyduğumda aklıma Van Gogh’un aşağıdaki tablosu gelirdi. (Resim öğrenciyken odamın kapısında asılıydı. o zamanlar-ki sanıyorum halen de çokça öyledir- beni cezbeden şeydi hüzün.

 

“Sonbahar” da artık aynı duygunun güçlü bir temsilcisi. Film tıpkı iyi yazılmış bir şiir gibi dingince akıp gidiyor… tıpkı çölde susuz kalmış küçük prens ve prenseslerin buldukları su kaynağı gibi…

Maria K.

 

Dipnot yerine:

Bir özür…

Bir zamandır gerek Crocket gerek Blackhawk’ın yarı şaka yarı ciddi serzenişlerine muhatabım.

Şikayet konusu “aylakadamiz”a yeterli (vaad edilmiş) katkıyı koymadığımdır.

Haklıdırlar… Sayfayı var etmede gayret ve özverileri anlamlıdır.

Yukarıdaki alıntı ülke dışından naçizane benim çevirimle sayfaya taşınmış bir metindir.

Benim de katkım, şimdilik, sınırötesi aylakadamları bulup sayfamıza taşımak, belki bir derece evrensel  ses katmaya çalışmak olsun.

Bir teşekkür…

Saint-Exupery’nin Küçük Prens’inde,  tilkiyle konuşmasının bir yerinde tilki prense: “… git de güllere bak, seninkinin dünyada tek olduğunu anlayacaksın. Sonra da bana veda etmeye geldiğinde sana bir sır vereceğim…” der.

Ben sonbaharı izledikten sonra çokça bunu düşünmüşümdür. “Sonbahar” gerek derdi, gerek anlatım biçimi gerekse de bilcümle sinematografik nitelendirmeyle eşsiz bir başyapıttır. Ancak bir yerde “bizden”dir. Bizim –yakın- tarihimizde yaramıza basılmış tuzdur. Bunun “dışarıdan” tam olarak paylaşılması pek de mümkün olmamalıdır.

İzleyen kısımda Küçük Prens vedalaşmaya gider ve tilki; “… işte sırrım çok basit. En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.”

Belli ki yanılmışım… “bizden” başka görenler de varmış, olacakmış, olacaktır.

Derdimizi dinlediği, derdimizi dillendirdiği ve sesimize ses kattığı için teşekkürler Maria K.

Ευχαριστίες, άνοιξη ελληνικά

Sarı

 

‘MANASTIRLI HİLMİ BEYE BİRİNCİ MEKTUP..’ – EDİP CANSEVER..

MANASTIRLI HİLMİ BEYE BİRİNCİ MEKTUP..

işte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
işte şu begonya, işte yalnızlık
işte su damlacıkları, alnımda, kollarımda
işte yok oluşumdan doğan kent
hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız
ben dediğim koskocaman bir oyuk
koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
bir oyuk!
sofada, mutfakta, yatağımda
yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
yetişip öne geçiyorum sık sık. sözgelimi
bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim
iyi
bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu
salıyı gösteriyor.

 
salondaki büyük saati sattım
saatin ölçebileceği
herhangi bir zaman parçası yok
gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim
bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama
ne gereği var ki saatin
balkona çıkıyorum sürekli
yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece
bir semtin ilk rengini alıyorum
örneğin ümraniye’de bir çay bahçesindeyim
bazen
anılardan anılara bir yol
ve
anılardan anılara sallanan bahçe
hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
iyi.

yeniköy’de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
bu sabah bu sabah
oralı olmadı kimse —pazartesi miydi—
oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
nasıl?
güllerse güller içinde yani
ve balkon demirinde bir martı. dedim ki
deniz şuralarda bir yerde olmalı
çıt yok evin içinde
deniz şuralarda bir yerde olmalı
çıt yok
sanki dünyadaki bütün cay ocakları kapalı
ve göklerden tepelere inen bir sokak
ya da bir akarsuyum ben
denizse
şuralarda..
yok önemi bir iki gün kaldı —martı—
balkonda
deniz de öldü sonra, martı da
iyi iyi.

suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
günler —seni anımsadığım zaman—
birden kurtuluş’tan taksim’e giden bir tramvay görüntüsü
mavi bir elektrik çakımı tellerde
sanki kar yağıyor da sürekli, tepebaşı’ndayız
karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
besbelli gümüşsuyu’ndayız, rus lokantasındayız
—ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz—
şarap içmişiz, üşüyoruz
dışarda dünya silinmiş
ikimiz ikimiz ikimiz
böyle birkaç defa ikimiz
sonraki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
nasılsa
sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
üşümüyorum da
bende herkes var, diyen bir kızın titrek
sesleri dökülüyor kucağıma
dudaklarım kan mavisi bugün.


biz burada iyiyiz, biz burada çok iyiyiz
biz burada kırk yaşındayız hepimiz
dördümüz bir kişiyiz de ondan
içimizden biri uyuyor olsa, falan filan
onu bekliyoruz bir kişi olmak için
evet evet, yanılmıyorum ben
bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
doğrusu ya
yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
duvardaki vitray, begonya
begonya, vitray
kurtuluşla asmalı mescit birbirine geçiyor
bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım
karanfil kokuyorsa biraz
yeni koparılmış bir demet karanfilim ben
saçlarım soğuk ve uzun.


ne diyordum? yağmurlar, evet
üşümüyorum ürperiyorum sadece
biçimini zorlayan bir kedi gibi
dur biraz
kapı çalındı, hayır, telefon
telefon kapı telefon
ikisi birden mi yoksa
yoksa
ne telefon ne kapı
bir şimşek sesi hiç olmazsa
o da değil
ses filan duymadım ki ben
yuvarlandıkça büyüyen
bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki
iki sesi taşıyan bir ses
neden olmasın
biraz önceki gibi
üstümden biri kalkmıştı —yok canım—
öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi
yer değiştiren gezgin bir gölge
bahçedeki ceviz ağacından
içeri sürüklenen..

EDİP CANSEVER..

‘Sonrası Kalır  II , YKY , Nisan 2005..’

R.E.M – Drive

Tindersticks grubunun Jism şarkısından sonra keşfettim bu şarkıyı belkide ilk iki sırayı paylaşacak kadar güzel  .  Odanın loş ışığında yakılır  bir sigara dumanı karışır havaya belki bir kadeh şarap yada viski ve bu şarkı bilgisayarda sabaha kadar çalınır . Gözler kapatılır artık ne düşünürsünüz bilemiyorum . Müzik kutusundan R.E.M grubundan Drive şarkısını dinleyebilirsiniz . Bu şarkı benden tüm aylakadamiz ‘ cılara gelsin . Keyifli dinlemeler ….

 

Smack, crack, bushwhacked.
Tie another one to the racks, baby.Hey kids, rock and roll.
Nobody tells you where to go, baby.

What if i ride? What if you walk?
What if you rock around the clock?
Tick-tock. Tick-tock.
What if you did? What if you walk?
What if you tried to get off, baby?

Hey, kids, where are you?
Nobody tells you what to do, baby.

Hey kids, shake a leg.
Maybe you’re crazy in the head, baby.

Maybe you did. Maybe you walked.
Maybe you rocked around the clock.
Tick-tock. Tick-tock.
Maybe i ride. Maybe you walk.
Maybe i drive to get off, baby.

Hey kids, shake a leg.
Maybe you’re crazy in the head, baby.

Ollie, ollie.
Ollie ollie ollie.
Ollie ollie in come free, baby.

Hey, kids, where are you?
Nobody tells you what to do, baby.

Smack, crack. Shack-a-lack.
Tie another one to your back, baby.

Hey kids, rock and roll.
Nobody tells you where to go, baby.

Maybe you did. Maybe you walk.
Maybe you rock around the clock
Tick-tock. Tick-tock.
Maybe i ride. Maybe you walk.
Maybe i drive to get off, baby.

Hey kids, where are you?
Nobody tells you what to do, baby.

Hey kids, rock and roll.
Nobody tells you where to go, baby, baby, baby.

BLACKHAWK