Author Archive

‘yolcu , yol yoktur , yolu sen yaparsın..’ – ANTONIO MACHADO

‘yolcu , yol senin ayak izlerindir

yol , başka bir şey sanma

yolcu yol yoktur

yol yürüdükçe yol olur

yol olur yürüye yürüye

bakışlarını geriye çevirince de

dönüp bir daha basılmayacak

keçi yolu görülür

yolcu yol yoktur

yalnızca geminin köpükleri denizde..’

 

Antonio Machado (İspanya , 1875-1939)

 

DÜŞÜMDE GÖRDÜM Kİ.. 

düşümde gördüm ki alıp götürüyorsun beni

beyaz bir patika üzeri

yemyeşil kırlar ortasında

mavi tepelere

dingin bir sabah vakti..

 

hissettim ellerini ellerimde,

senin dost elini,

ve kız çocuğu sesin çaldı kulaklarımda

yeni bir çan gibi,

baharın şafağından

bakire bir çan gibi.

ordaydılar, sesin ve ellerin,

düşümde, nasıl da gerçektiler!…

sen yaşa, ey umut: kim der ki

toprak aldı sinesine seni..

Antonio Machado (İspanya , 1875-1939)

(Fotoğraflar : İSPANYA, 1936-1939)

‘bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı ki kızım..’ – BEHZAT Ç.

‘babamın öldüğü gün birine aşık olmuştum.. bazen öyle olur , her şey üst üste gelir.. polis olmasaydım katil olurdum çünkü sahici bir sarsıntı sahte bir dengeden iyidir.. binlerce ceset , binlerce katil ve bir evlilik gördüm.. seni intihar ettiğin gün tanıdım kızım , seninle o gün barıştım.. şimdi sadece geceleri yapayalnız ve yalınayak anlayabildiğim şeyler var.. şimdi benim de yalanlara inanmaya ihtiyacım var bütün çaresiz insanlar gibi , dağılan bir okul gibi.. acılarımız da birbirine benziyor artık  kızım , birbirine benzeyen parmaklar gibi ama her birinin eşsiz bir izi var.. bazen gözlerim  doluyor karanlıkta.. ama fısır fısır konuşmaya başlıyorsun yine kulağımın dibinde hiç susmuyorsun.. ağlamama asla müsaade etmiyorsun.. ‘her şey affedildi babacık’ diyorsun.. ‘hiç ayrılmayacağız’ diyorsun.. keşke hep yanında olsaydım diyorum öyle konuştuğunu duyunca.. ‘bu kış çok kar yağar , belki beraber kayboluruz’ diyorsun sen bana..  ama kar taneleri birbirine benzemez ki kızım.. cesetler de benzemez , ama bir cinayet başka bir cinayeti hatırlatır her zaman.. koşan atlar düşen atları hatırlatır.. yağmur yağar , durur , tekrar başlar.. YANLIŞ YOLDA YÜRÜMEK DOĞRU YOLDA BEKLEMEKTEN İYİDİR.. beşikten mezara kadar.. karanlıkta herkesle çarpışabilir insan.. yalan mı söylüyorum sana.. affet beni kızım , affet.. BİR SÜRÜ DOĞRU SÖYLEDİK AMA HİÇ BURNUMUZ KISALMADI Kİ KIZIM..’

BEHZAT Ç. (Star Tv – 11. Bölüm – Giriş..)

kadıköy’de natacha atlas’ı dinlemek..

kadıköy’de natacha atlas’ı dinlemek..

11 aralık günü karlı , buz gibi bir istanbul gününün son saatlerinde natacha’yı dinlemeye kalabalık bir grup halinde koştuk gittik..

baştan başlayalım.. öğlen vakitlerinde eskiden maçlara gidilmeden önce yapıldığı gibi erkenden dergahımızda toplanmaya başladık.. hafiften viskiyle ince kalın oynamaya başladık.. sonra ben ve bazı müritlerimiz biraya kaydı.. behzat ç. pirimiz  gibi bomontinin hastasıyız.. arkadaşlar koca jack şişesinin dibine doğru kayarken ben bomonti ve arkasından reis’in deyimiyle ‘oğlan birasıyla’ devam ettim.. reis de dört haftalık içki orucunu öyle bir bozdu ki hem koptum hem korktum.. reis viskiyle girdi , votkayla devam etti , birayla gecenin sonuna selam çaktı.. ama ilginçtir ki en ayığımız oydu gecenin sonunda.. kafamız nal gibi olmaya yakınken konsere gelemeyeceğim diyen ümo aradı , ‘ben de geliyorum bilet bulun la bana’ dedi.. olur dedik ama sonra tabi ki unuttuk.. bir süre sonra aklımıza geldiğinde internetten satışın bittiğini varsa girişten alınabileceğini öğrendik.. neyse saat on olduğunda ayaklandık bahariye’ye çıkmamızla sulu kar ve bayıltıcı bir soğukla sarsıldık.. opera salonunun önünde ümo’yu beklemeye başladık.. kendisi akademik bir toplantıdan gediğini söylüyordu ama bizi ingilizce , türkçe , fransızca selamlamasından anladık ki pek akademikmiş toplantı.. onun kafa da hafif naylondu.. sonra maça gider gibi kahkahalarla natacha’ya tezahüratlar yapa yapa altıyola gelip taksilere binip yola koyulduk..

konser gece yarısı gibi 23 30’da başlıyordu.. biz izdihama uğrayabiliriz diye kafamız bir ton dolu saat 22 30’da kapının önündeydik ama konser değil de taziye evi gibiydi salonun önü.. girdik 15-20 kişi salonun önünde bekliyordu… kafamız zaten güzel ‘hayırdır’ dedik..

neredeyse içerdeki kalabalık kadar bir grupla biz girdik içeri.. kimler yoktu ki reis , sarı (böyyük konser sponsorumuz) , gürselim ve eşi emel ,  alki ve eşi rahşan , ümo , yücelim ve bendeniz..

salon bizim gelişimizle ölü toprağını üstünden attı.. kafamız bir dünyaydı çünkü.. kahkahalarımız , bağıra çağıra konuşmalarımızla kıyameti kopardık.. daha önce onurlandırmadığımız salonun içini kontrol ettik hemen akabinde içki fiyatlarını kontrol ettik.. salon ferahtı ama o ferahlığı içki fiyatları yerle yeksan ediyordu.. el insaf dedik ama yine de kaydık içkilere devamla.. içki sponsorlarım reis , ümo , gürselim ve emeldi.. onlara sonsuz teşekkürlerimi buradan sunuyorum.. ama o biralar hiç lezzetli değildi bari düzgün bir bira koysalardı , mesela bomonti ya da ‘oğlan birası’.. reis bu ‘oğlan birası’ deyimi çok cinsiyetçi be yahu , behzat abimizle bu tabiri bir tartışalım hatırlat..

her neyse gecenin ilk sürprizini konser başlamadan sarı yaptı yine.. ortadan kayboldu bir anda.. sonra baktık ki sahnenin en önünde ağamız bize stant tutmak için garsonlarla pazarlığa başlamıştı.. yapma etme derken sekiz tane kaliteli votka şişesi fiyatına bir standı tuttu ve stant sponsorlarımız da (yani kurbanlarımız) alkiyle , yücelim oldu.. stant dünya paraydı , bir şişe votka , çerez ve enerji bilmem ne içeceği veriyorlardı.. hikaye.. yazık , günahtı o paraya ama sarı bu durmadı işte.. sonra sarı’nın neden o standı tuttuğunu anladık.. stratejik olarak en önemli noktadaymış kendisi için.. yabancı bir bayan grubunun tam dibiydi ve sigara içmeden durmayan sarımız konser boyunca hiç kımıldamadan stanttan ayrılmadı elinde bardağıyla gülücükler saçarak konserden çok o grupla ilgilendi.. saygı duyduk o müthiş markajlarına.. iki bin kişilik salonda bilmiyorum neden konser başlamadan önce ancak iki yüz elli kişi vardı bilet fiyatlarının çok ucuz olmasına rağmen.. belki havadan , yol koşullarındandı kim bilir ama bu fırsat kaçmazdı bence..

salonun tek stant sahibi ve tek hakimi bizim gruptu.. aman ne önemli şey , gülmekten yıkılıyorum burada.. resmen terör estiriyorduk salonda.. reis , sarı , ümo ve ben dördümüz bir arada , sonrada bize yücelim de ayak uydurdu ve salon konserden çok bizi izledi ve ses çıkaramadan boyun eğdiler.. sarı , garsonları öyle bir seviyordu ki bize yaklaştıklarında sanırsın salonun sahibiydi sarım..

sadede gelelim o büyük an geldi ve önce natacha atlas’ın konser ekibi sahneye çıktı ve hemen akabinde natacha atlas ablam sahneye çok güzel ortadoğu esintileri taşıyan bir kıyafetle çıktı ve çoktan onların katına eriştiği büyük arap sanatçıları gibi oturarak şarkı söylemek için yerini aldı.. şarkılara başlayana kadar alkış tufanı bizim grupta kesilmedi çılgınca tezahüratlarla birlikte.. natacha ablam döktürmeye başlayınca fark ettik ki seyirci sayısı gibi ses düzeni de çok kötüydü.. konser sırasında iki kez şarkıya ara verdi ve kendisi özür diledi ses düzeni için.. şarkılar kalbimizde beynimizde arka arkaya patlıyordu.. hele natacha atlas bir şarkı esnasında göbek dansına başlayınca kalbimiz duracak gibi oldu , yer ayaklarımızın altından kaydı.. bu arada ben , sarı ve reis’in dikkati bir yandan da bayan piyanist ‘kardeşimiz’ üzerindeydi.. tam bir karizmaydı.. adını sonra uzun araştırmalarımız sonucu öğrendik tabi.. hastası olduk onun da..

kafalar on numara olduğunda sarı belirlediği hedeflerine kilitlenmişti ; ben , reis ve ümo ise her türlü narayı atarak sevgimizi , saygımızı sunuyorduk natacha ablamıza şarkıların sonunda..

şarkılar , danslar birbirini izledi.. ve o soğuk istanbul gecesini sımsıcak bir yaz gününe çeviren natacha atlas rüyası sona erdi ama o kadar kötü bir ses düzeninde ağırlanmasına rağmen yoğun alkış üzerine tekrar sahne alarak bir şarkı daha armağan etti bize sağolsun , varolsun..

ve sonra rüya bitti ve biz buz gibi havaya attık kendimizi..

fakat sarı yine ortada yoktu.. gürselimle beraber gecenin son sürprizini yapmaya gitmişti.. beş dakika sonra gülme krizine girmiş bir şekilde sarı’yı çekiştire çekiştire getiriyordu gürselim.. fotoğraf çektirmeye kulise natacha atlas’ın yanına gitmişler sarı’yla.. ama sarı fotoğraflar çekildikten sonra tutmuş çocuk sever gibi sarılmış natacha’ya ve natacha atlas’ın kafasına vurup durmuş ve ‘yine gel la’ demiş.. natacha neye uğradığını şaşırmış tabi.. sarı biraz kendine gelince sarıyı çeke çeke taksi durağına gidip sırayla evlerimize doğru tevzi olduk.. ertesi gün sarı ayıldığında ilk yazdığı ‘la bu karı bir daha istanbul’a gelmezse bunun en büyük sebebi benim yaptığımdır’ oldu..

natacha atlas büyük sanatçı kim ne derse desin , sahnesi de çok iyi.. kendisine sonsuz teşekkürlerimizi , sevgi ve saygılarımızı buradan bir kez daha sunarken , aynı zamanda kendisinden bu kötü ağırlanma nedeniyle bizler özür diliyoruz aylakadamız ailesi olarak.. lütfen yine gel diyoruz ve şunu bil ki : söz veriyoruz bu sefer sarıyı konser boyunca ve ertesinde sen istanbul’dan ayrılana kadar elleri bağlı tutacağız..

du bakalım.. sarı jijimle , reisim neler yazacak konser hakkında merakla bekliyoruz..

yüreğine sağlık natacha atlas..

(not : piyanist midir nedir gelirken o kardeşimizi de getir unutma lütfen..) 

Crockett..

ERDAL EREN.. (25 Eylül 1964 – 13 Aralık 1980)

‘çocuktu.. tek suçu çocukların idam sehpalarında büyütüldüğü bir ülkede doğmaktı..’

Crockett.. (13 Aralık 2010)

Yüzün

güz sabahı buğusunda bir salkım üzüm mü avuçlarımdaki ne ?
ayışığı yansıyor yüzüne.
ben böyle bulutsu yüzü , ben böyle ışıksı yüzü
bir ONYEDİ yaşındakinde gördüm,
bir de şimdi düşümde..

 AZİZ NESİN

‘delikanlım !
iyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin
belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin
delikanlım !
senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
yıldızlar ve senin kafan
kainatın en güzel şeyidir.
delikanlım !
sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından gebereceksin
ya da bir darağacında can vereceksin.
iyi bak yıldızlara
onları göremezsin bir daha..’

NAZIM HİKMET

NATACHA ATLAS Kadıköy’de..

NATACHA ATLAS Kadıköy’de..

belçika doğumlu mısırlı yahudi asıllı bir baba , ingiliz bir anneden olma sevgili natacha atlas bugün istanbul’da..

o güzel varlığında ve muhteşem sesinde buluşturup sentezlediği tüm bu kimlik , coğrafyaların bize kazandırdığı nadide seslerden birisi natacha atlas.. daha bu ülkede esamesi bile okunmazken müzik kültürümün ve ufkumun gelişmesinde katkısı olan dört kişiden biri olan biricik kardeşim hiç bıkmadan usanmadan natacha atlas dinlerdi.. ilk dinlettiğinde bana hoşlanmamıştım pek , ben arap müziğinde geçmişe sıkı sıkıya bağlı bir muhafazakardım.. ama ‘komşi’nin büyük ısrarları benim duvarlarımı yıktı geçti.. beni de sağlam bir natacha atlas bağımlısı yaptı.. ümmü gülsüm (um kalthoum) , fairuz , farid el atrach , wadi safi , warda , samira tawfik , tony hanna , ziad rahbani gibi geleneksel arap müziğinden gelen seslerimin yanına ve kadın sesler arasında en sevdiklerimin arasına girdi natacha atlas.. zaten sonraki çalışmalarında natacha atlas , fairuz gibi arap müziğinin en büyük isimlerinin de eserlerini yorumladı albümlerinde ve kalbimin en derinlerine çıkmamak üzere yerleşti..

arapçanın yanı sıra fransızca , ispanyolca ve ingilizce’yi de çok iyi konuşan natacha atlas muhteşem sesiyle bu dillerin hepsinde eserler verdi..

peter gabriel , burhan öcal gibi büyük müzik adamlarıyla da çalışmaları bulunan natacha atlas değişik filmlerin soundtrack’lerinde de yer alarak o filmlerin ölümsüzleşmesine yol açtı.. mesela ilk akla gelenler kim ki-duk ustanın ‘bin-jip’ (boş ev) filmindeki şarkılarıdır.. çoğu insan natacha atlas’la bu film sayesinde tanıştı.. koreli bir yönetmenin filminde arapça ezgiler yer alıyordu.. ilk başta çok ters gelebilir bu ama filmde hiçbir terslik , karışıklık yaratmıyordu.. kim ki-duk usta fransa yıllarında tanışmış natacha atlas’ın sesiyle ve unutamamış.. müziklerine katkı verdiği bir film olarak filistinli büyük usta elia suleiman’ın ‘kutsal direniş’ filminde ki şarkılarıdır..

‘diaspora , halim , gedida , ayeshteni , ana hina’ gibi albümlerinin yanına natacha atlas , 2010 yılında ‘mounqaliba’ adlı son albümünü ekledi..

işte bu muhteşem ses (biraz geç bir duyuru olacak ama) bu gece fenerbahçe’de anadolu yakasının ilk music lounge’ı ‘matine216’da sevenleriyle buluşacak.. biletler tükenmiş midir bilmem ama bir araştırmaya değer.. içkiler hariç bilet ücreti de bence gayet uygun bu sesi dinlemek için.. 2000 kişilik kapasitesi , 7 metre yüksekliğinde tavanıyla ferah bir salon olan matine216’daki bu fırsatı kaçırmayın derim.. ‘hastasıyız’ natacha atlasın.. bizi alıp yatırsın ‘bahlam’daki ya da ‘taalet’ adlı şarkındaki sesinin ve melodilerin üzerine ve götürsün bu cehennemlerimizden uzaklara..

son olarak uyarayım kaçıracağınız ses öyle böyle bir ses değil : natacha atlas.. bana hep söylenen nadide ve ilginç bir cümle kalıbıyla bitireyim ‘iki bira az iç bu konsere mutlaka git..’

Crockett..

Bazen

 
 
Bazen
Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar,
Arkan dönüktür.
Ciğerine kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun,
Anlamazsın
Uçar gider, koşsan da tutamazsın…
 
William Shakespeare

‘HOŞ GELDİN BEBEK.. HOŞ GELDİN GÜNEŞİMİZ..’

‘uzun zamandır yazmıyorum , yazmak da istemiyorum.. sağ olsunlar sarıyla , reis idare etmeye çalışıyorlar aylakadamız’ı..

iş dışında hiçbir şeyde tutunamazken ve iş dışındaki hiçbir şeyde ‘yedek’ bile olamazken , hayalet bile olamayacak kadar yokken yazmak için hiçbir isteği olmuyor insanın.. günlerim 24 saat BEHZAT Ç. izlemek , okumak , seyahat etmek ve spor yapmakla geçiyor.. sporum da ilginç : alkol dolu poşetleri taşımak , onları içmek , içerken yaptığım en büyük egzersiz ise eğer bira içiyorsam bira kapaklarını bükmek (çok zor bir egzersiz bu , aman beyin fıtığı olanlar yapmasın doktorlarına danışmadan) , daha sonra da boş alkol şişelerini çöp kutusuna kadar taşıyıp onları ağzına kadar dolu çöpe fırlatmak.. hayatım tükettiğim alkolle birlikte şehrin lağım sularına akıp karışıyor.. BEHZAT Ç. ile yatıp kalkıyorum , onunla karşılıklı içiyorum sabahlara kadar.. benim kadar yok ve benim kadar öfkeli , benim kadar umutsuz ve tükenmiş..

işte bu kadar ‘güzel , neşeli ve  hareketli’ günler geçirirken bugün yazmak için dünyanın en güzel sebebi var artık : aylakadamız ailesinin en küçük ferdi GÜNEŞİMİZ doğdu.. en küçük AYLAK aramıza katıldı bugün..

içimdeki tüm öfkeyi haykırıcasına bağırarak , çığlık atarak doğdu GÜNEŞİM.. onu ilk camların arkasından çığlığını duyup gördüğümde gözlerim doldu , arkamı döndüm koridora çıktım , derin derin nefes aldım sonra tekrar döndüm yanına..

içim dolup taştı bugün , onun için çok şey yazacağım kafamı biraz daha toparlayınca..

bugün arayıp soran ve gelen tüm dostlara çok teşekkür ediyorum.. hastaneye kadar gelen halo dayı , abidin dayı , ciğerim ,  gürselim , ahmet baba ve ümo’ma da ayaklarına , yüreklerine sağlık diyorum..

annesine ve babasına GÜNEŞİMİZLE birlikte sağlık , mutluluk dolu nice yıllar diliyorum..

GÖZÜMÜZ AYDIN , HOŞ GELDİN BEBEK , HOŞ GELDİN GÜNEŞ..’ 

Crockett..

Minik Hayranımız

13 Gül – Las 13 Rosas

Politik sinemada ya da politik unsurlar barındıran yapımlarda bir ayrım olarak dikkatimi çekiyor; bir türü karakterlerini hayli “içeri”den seçiyor. Derdini tarihimizde, bilincimizde önceden kodlanmış ve her daim yüzümüzü çevirdiğimiz değerlerimiz üzerinden, gerek eleştirisini yaparak gerek destanlaştırarak anlatmaktalar. Bir diğer yaklaşım ise, sinemaya konu politik anları sıradan insanlar üzerinde sıradan olmayan etkilerini merkezleyerek tarif etmek.   

Las 13 Rosas bu açıdan net bir ayrımı tercih etmiyor. Tercih etmiyor çünkü başta söylemek lazım filmin izleyiciye slogan attırmak gibi bir iddiası yok. Öte yandan karakterlerin ortak paydası siyasetle bir biçimiyle ilgili olmaları. Dolayısıyla sokaktaki insandan öte mücadele eden, buna bağlı bedeller ödeyenlerin hikâyesini anlatmayı tercih ediyor. Sokaktaki sıradan “katolik” içinse ayrı bir pencere açtığını teslim etmek gerek.

Senaryo gerçek hayattan uyarlanmış. 1939 İspanyasında geçmekte. İç Savaşta yenilen ilerici güçlerin, Franco’nun başını çektiği Milliyetçi Cephe tarafından, bu kez de intikam ve “hizaya getirme” histerisiyle karşı karşıya kaldıkları dönemi ortaya koymaktadır.

Açıkçası kendi açımdan iki noktada boşluk doldurdu diyebilirim film. İlki; İspanya İç Savaşı’nı, sürecin kendisini gözümüzde ve bilincimizde canlandırma olanağımız olmuştur. Ancak yenilgi sonrasına pek de mercek tutmadığımızı fark ettim. Filmde işin bu tarafı bence hayli başarılı ortaya konuluyor. Bizim coğrafyamızın, esasında belirgin bir mücadelenin yürüdüğü her coğrafyanın tanık olduğu inanılmaz benzerlikleri görmek zor değil.

İkinci olarak İspanya İç Savaşını bu kere kadınların, genç kadınların hayatlarından canlandırma olanağı buluyoruz. Bu kere de onların gözlerinden, yiğitliklerinden, zaaflarından bakıyoruz büyük mücadeleye.

Zamanın mutlak etkisiyle pek çok ayrıntısını hatırlayamayacağım belki bu esaslı yapımın, burası belli. Ancak birkaç şey var ki, muhtemel bu filmle birlikte bilincimde hep canlanacak; çoğu yirmi yaşını görememiş bir düzineden fazla genç kadının coşkularının, dirençlerinin, çocuksu neşelerinin arzuyla kurguladığımız yeni dünyayı ve bu dünyadaki yeni insanı ne güzel de tarif ettiği ve ona nasıl da yakıştığı.

Bir diğeri malum; “Beni suçlu olduğum için öldürmeyecekler. Sadece ölmeye değer bir fikre sahip olduğum için öldürecekler…” alıntısı.

Mahkeme sahnesinde sanıklar avukatının yaptığı “muhteşem!” savunmayı da unutmamak lazım. 

Senaryo, Emilio Martínez Lázaro, Ignacio Martínez de Pisón ve Pedro Costa’ya ait.  Emilio Martínez Lázaro ayni zamanda filmin yönetmenliğini de yapıyor. Film 2008 yılında 13 dalda Goya’ya aday olmuş, 4 dalda kazanmış. Türkiye’de gösterime girmeyen, biraz bu yüzden çok da değerlendirilmemiş filmi bir biçimde edinip izlemek gerekiyor.

Bir yerinde Virtudes başlarına gelenlere bir anlam yüklemek adına; “…bizden sonra geleceklerin bizi hatırlaması gerek.” temennisinde bulunuyor… Kendi payıma söylemeliyim;  isimleri avucumda yazılıdır.  

Salud y viva la República!

SARI

“Tut Yüreğimden Ustam…”

 

Ustam!
Ne zaman o senin bildiğin zaman,
Ne sevda gördüğün masallardaki.
Eskiden,
Halı tezgahında dokunurdu aşklar,
Nakış nakış, körpe kız ellerinde.
Mendillere yazılırdı isimler,
Yüreklere kazılırdı gizlice.
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar, kavgalar iki kişilik.
Oysa şimdi;
Çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde.
Meşru sevdalardan,
Gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara,
Günahkar gecelerden.

Beni herkes sevdaya asi sanır,
Oysa aşk, beni nerde görse tanır,
Hasret tanır,
Zulüm tanır,
Ölüm tanır,
Yüzüm yüzümden utanır.

Yorgunum ustam;
Ne katıksız somun isterim senden,
Ne bir tas su,
Ne taş yastıkta bir gece uykusu.
Var gücünle asıl sükunetime,
Çığlığım kopsun,
Uzat ellerini güneşe dokun,
Uyandır uykusundan,
Tut yüreğimden ustam tut,
Tut beni, sür güne..Bir hain kurşunu gelip deşmesin.
Tut ki; kancık pusulara düşmesin.
Yüreğim sana emanet sıkı tut.
Bir öksüzün omuzlarında sükut.
Umudumun boynu bükük,
Düşüm kırık dökük,
Dilimde ay kesiği bir yara,
Gözbebeklerimde müebbet hüzün,
Aklım firarda.
Ustam!
Tut yüreğimden Ustam…

Şair : Serkan Uçar