‘YENİ YILDAN TOM WAITS GECESİNE..’
‘n…ma..
bugün çok özledim seni..
belki gelir
seni güldürürüm diye düşündüm..
ya da sen gülerken
beni mutlu kılmak için güldüğünü..
ÜMO..’
‘yeni yıl yazılarını , yıl dönümleri yazılarını yazmayı sevmem daha doğrusu beceremem.. uzun süre bekledim diğer ‘agalar’ belki yazar bir iki yazı diye ama yazmadılar.. şaşardım zaten bir iki yazı patlatsalardı.. yazı yazmak artık bir külfet gibi görülüyor herkes için.. zor geliyor insanlara iki satır bir şeyler karalamak.. benim içinse içmek kadar güzel bir şey yazmak.. tabi fırsat bulursam.. özellikle ‘reis’ bilir yazarken ne kadar zorluklar yaşadığımı.. hangi ortam ve şartlarda nasıl kaçamak yazı yazmaya çalıştığımı çok iyi bilir.. bazıları öyle küçümsüyor ki yazmak , üretmek , paylaşmak gibi konuları.. ‘başka işiniz mi yok sizin’ diyorlar.. oysa bunu diyenler boş muhabbetlerin , meşgalelerin önde giden müdavimleri.. sadece acı acı gülümsüyorum onlara.. facebook sayfalarında bir şeyler beğenmenin peşinde koşanların , sabahlara kadar msn kovalayanların , tweeter mı her ne ise o dalgada kim ne yapıyor diye merak edenlerin ya da yine o dalgada ahkam kesip propaganda yapan ucuz siyasetçilerin peşinde koşanların , saatlerce bilmem kim gol atmış kaç gol atmış diye bahis sitelerinin başından ayrılmayanların gıcık olduğu bir tipim ben.. yazmak , paylaşmak , üretmek cesaret işi.. eleştirmek kolay.. dalga geçmek kolay.. ama yazmak isteyen herkese diyorum fütursuz ve korkusuz olun , buyurun size ortam.. biraz ‘ümo’ gibi olun.. ‘ümo’nun dün itiraf ettiği gibi dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçısı ‘zeko’ gibi cesur ve delikanlı olun.. ay gene delikanlı diyerek cinsiyetçi bir cümle kalıbı kurmuş oldum.. tühh ne etsek de bu cümleyi evirip çevirsek ‘ümo’.. neyse burada bu bahsi keselim yeni yıl yazımıza girelim , iş başa düştü yine..
sekiz gün önce bir yılı daha tarihe gömdük.. her geçen sene biraz daha yaşanmaz , cehennemleşen bir dünyaya doğru adım adım gittiğimiz bir gerçek.. bu gidişatın da değişeceği pek görünmüyor..
doğru umutsuz yaşanmıyor.. hem umut , ‘ümo’nun diğer adı.. biz aylakadamız ailesi olarak umutsuzluğun üzerine kahkahalarımızla saldırıyoruz.. kahkahalarımızla gülerken gözlerimizden hüznümüzün , neşemizin yaşları akıyor umutsuzluk illetinin üzerine yok etmek için..
gülen insanları hep sevmişimdir , çevrem hep fütursuzca gülen , kahkaha atan insanlarla dolu.. mesela ‘sokak kedisi’ kardeşimiz vardır.. yaşadığı onca olaya , zulme karşı sizi dinlerken ya da kendisi konuşurken yüzünden hiç eksilmeyen tebessümünün ortam neresi olursa olsun birden kulakları sağır edici bir kahkaha patlamasına dönüşmesi an meselesidir..
yine ‘ümo’ , en ciddi ortamda bile o sahte ve saçma ‘ciddiliği’ yerle bir eder bir anda kahkahalarıyla.. reis , gürsel , komşi , sarı , yücel de gülme ve kahkaha konusunda sınır tanımaz.. ama ben her zaman ‘sokak kedisini’ tek geçerim bu konuda..
bizim tek gücümüz kalemimiz ve kahkahalarımız.. yeni yılda da güzel şeylerin , en azından güzel bir şeylerin kırıntılarının olmasını , yaşanmasını hepimiz için diliyorum ve istiyorum.. en azından daha fazla güldüğümüz bir yıl olsun..
benim açımdan aynı monotonlukta ve anlamsızlıkta geçti 2010 yılı.. hayatımın en büyük ‘yalanı’nın artçı sarsıntıları kalbimi kanata kanata parçalamaya devam etti , çoğunlukla onunla cebelleştim , yıkılmamaya çalıştım.. ‘yalan’ım uzun süren işkencesinden sonra lütfetti , çağırdı.. gittim demeyelim mal gibi koştum hemen yaşadığı o uzaktaki karalar içindeki deniz kıyısındaki şehre.. kendisiyle oturdum iki defa.. iki görüşmemizde de sustum.. sadece onu izleyip , duymak istedim.. hep gözlerinin içine baktım , orada ‘yalan’ı gördüm.. dudaklarından dökülen her ses demetinde ‘yalan’ı duydum.. ona bakarken hep düşündüm , düşündüm : bana kesilen bir ceza mıydı yoksa uzaklardan kıkır kıkır gülünen bir oyun muydu hala çözemedim , bilemiyorum.. bilmek de istemiyorum artı.. hayatımın en büyük hayal kırıklığı oldu.. anladım ki ‘yalan’ için sadece bir teselli aracıydım hayatının bir dönemi için.. işi bitti ve sifonu çekti , ben şehrin lağımına karışıp giderken kendisi yeni alemlere aktı acımasızca.. ne yapalım hiç delikanlı olamadık , kollarımızı ufuklar kadar açıp yıldızlara bakıp altımızdan tabure çektiremedik ancak üstümüze sifon çektiler hep.. bu da benim niteliksizliğimin , hiçliğimin bir delili işte..
neyse o da ‘boş karaktermiş’ anladım.. bana ‘yalan’dan geriye lanet olası yaşanmışlıklar , anılar kaldı.. bir gün bu ‘yalan’ı yazmaya başlayacağım burada ibreti alem olsun diye.. her şeyiyle yazacağım.. bana yazdıklarıyla , söyledikleriyle başlayacağım sonra ince , kalın yağacağım kendisine buradan.. ‘yalan’la ilgili bahsi burada şimdilik ‘kalın’ bir şekilde kapatmak istiyorum ingeborg bachmandan bir alıntı yaparak : ‘faşizm , atılan ilk bombalarla başlamaz , her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. faşizm , insanlar arasındaki ilişkilerde başlar , iki insan arasındaki ilişkide başlar..’
deniz kenarındaki o kara şehirde yaşayan ‘yalan’ım : inan senden daha acımasız bir faşist görmemiştim hayatımda..
işte bu acılar , kıvranmalar içinde geçen sene daha önceki senelerin bir kopyası şeklinde geldi geçti derken yılın son ayı ‘güneş’imize kavuştuk.. soğuk kış günlerinde gençliğimdeki gibi yaka bağır açık dolaşabiliyorum artık onun sayesinde.. hayatımdaki tüm savaşımların bozguna uğrayanı olarak buz gibi anlamsızlığımın içinde cebelleşirken onun çığlıklarıyla biraz olsun güç buldum silkindim.. yalansız bir dünyada mutlu bir yaşam diliyorum güneşime..
geçen yılın diğer bir güzelliği de aylakadamız’ın daha da büyümesi ve güçlenmesiydi.. adım adım , sakin sakin ilerlediğimiz yolda artık fren tutmuyor aylakadamız.. koptu gidiyor.. ona layık olmaya ve onu devamlı güncellemeye çalışıyoruz büyüyen ailemizle.. ‘sarı’ aramıza katıldı – biraz sahteden olsa da – .. sevindik ‘sarı’ya ama ‘sarı’nın nefesi kesildi hemen.. diz çöktük , yalvardık yazması için ama artık biz de tükendik.. ‘güneş’ bile ondan çok üretim , paylaşım yapıyor..
‘sarı’dan sonra biz başkalarını beklerken güzel bir sürprizle ‘yücel’ kardeşimiz de yüreğini koydu ve eminim o hepimizden daha çok üretim , paylaşım sunacak burada..
arkasından aylardır süren uğraşımdan sonra ‘komşi’ yani ‘fran(sı)z kafka’yı da aylakadamız neferi yaptım.. güzel bir giriş yaptı , arkasını bekliyoruz tabi ‘güneş’ izin verirse..
yakında bomba bir sürprizim daha geliyor : ‘ümo..’ bu transfere en çok ‘reis’ sevinecektir.. benim ümom kim ne derse desin içiyle dışıyla bir olan bir yiğit.. durulmayan bir asi nehir.. sadece ikimizin başından geçenleri buraya yazsa fırsat bulamayız bu sayfalarda yer bulmaya.. sabırsızlıkla bekliyoruz ümoyu..
geçen yılın biraz olsun beni gülümseten kazanımlarımdan birisi de izmir’den ‘aslı’ kardeşim oldu.. uzaklardan sesiyle umut oldu , güç verdi bize.. ufkumuzu da açtı paylaşımlarıyla.. kendisine ne kadar teşekkür etsem azdır buradan.. eyvallah..
başka başka neler anlatayım 2010’la ilgili düşünüyorum da hep aynı şeyler işte.. 2010’da ‘dolu poşet , boş poşet’ ya da ‘dolu şişeler , boş şişeler’ arasında geçti gitti , kurtulduk.. ‘halo dayıyla’ güzel güzel içtik hep.. o 73 ben 37 yaşımdayım.. rakamları tersine çevirmek daha doğru çünkü benden daha genç olan o.. halo dayıyla maceralarımızı uzun zamandır yazmıyorum.. bir düzenleme yapıp ‘haloyla maceralar’ ya da başka bir ad altında yazmaya başlayacağım haftalık yazılar olarak.. halonun vakti yok yazmaya , en azından onun ağzından aktarıp buraya ben yazacağım onun maceralarını , incilerini..
işte böyle geçti 2010 derken 2011’den de sekiz günü hızla yedik.. dün 2011’in ilk büyük buluşmasını biraz fireyle de olsa yaptık (fireler : komşi , yücel , sarı , alki) ‘ümo’nun sponsorluğunu yaptığı ‘tom waits gecesinde.. benim haberim yoktu ‘ümo’ herkese haber salmış ‘mekanda’ ‘tom waits gecesi’ var kaçırmayın diye..
gelin çay içelim diye çekirdek kadroyu çağırdığımda öğrendim dünün ‘tom waits gecesi’ olduğunu.. iyi dedik artık bazı gecelerimizin en azından ismi de olur , daha anlamlı içeriz dedik.. biz çay içemeye başladığımızda ‘ümo’ bira vakti geldiğinden içmeye başladı.. sonra tabi ‘ümo’nun göbeğime ve suratımın bilumum yerlerine öpücük saldırılarında aldığım bira kokularına dayanamayarak ben de hızlı şekilde birayla giriş yaptım ‘tom waits gecesine..’ işin en komik yanı ‘tom waits gecesi’ müzeyyen senar’ın agora meyhanesi ile başlamıştı ve müzeyyenle devam edip zekoyla (ümonun söyleyişiyle) sürmekteydi.. mekandaki alkol rakı hariç tükenince ümo ve gürsel alkol takviyesi yapmaya gittiler.. yeterli viski ve bira stoğu yaparak geldiklerinde yanlarında tanımadığım bir çocuk elinde valizle gelmişti.. kim bu la demeden gürsel ahmet babanın yeğeni dedi.. isviçreden biraz önce gelmiş.. ahmet baba o kadar yoğun çalışıyor ki bu soğukta yeğeni kadıköyün tekinsiz sokaklarında unutmuş.. neyse bizim reisle , ümo hemen sıcacık kollarını isviçreli vural’a açtılar , bağırlarına bastılar.. vural’ı bizim komşi ameliyat edecekmiş o yüzden ta isviçrelerden kalkıp gelmiş ancak komşiyle olan bir iletişim problemi ve teknik tıbbi problemler nedeniyle ameliyat ertelenmiş.. biz bu ifadeyi iki üstadımız halo ve abidin dayı ve üstadların yamakları olarak gürsel , ümo , ben , reis aldıktan sonra vuralımızla hemen kaynaştık ve tom waits gecesine onu da zorla kattık ahmet baba gelene kadar..
vural ‘tanrım nereye düştüm’ diyen bakışlarla bizim muhabbetimizi seyrederken gürsel abisi kalın bir viski bardağı dayadı burnuna ‘hade iç bakalım’ diyerek..
bunun akabinde benim şeytanlığım tuttu ‘yahu ümo bu kadar cimrilik olmaz kardeşim , niye çikolata filan getirmedin viski için..’ dedim ve fitili ateşledim.. en az yarım saat ümoyu taarruza aldık çikolata için ama benim asıl amacım ta alplerin doruğundan , çikolata diyarından iki valizle gelen ve muhtemelen lezzetli çikolatalar ile dolu valizlerdeki çikolata ve olası viski zulasını patlatmaktı.. ama vural biraz türkçeye yabancı kaldığı için ve bizleri tam olarak anlayamadığı için sanırım o zulaları deşifre etmedi.. ümo da lanet olsun diyip kalktı tekrar bakkala gitti.. elinde bir torba dolusu çikolatayla geri döndü , alın gözünüz doysun diyerek kafamıza attı.. reis gelen çikolataları meyve ve çerez tabaklarının yanına başka bir tabağa kırmaya çalışırken ortadan kaybolan isviçreli vural elinde bir paket bademli çikolata paketiyle görününce ortamda bir an ölüm sessizliği oldu.. herkes birbirine baktı sadece ortamda ‘zeko’nun yürek yakan sesi yankılanıyordu.. ve o sessizlik birden ‘ümo’nun dehşet bağırtısıyla yok oldu.. ‘ulan iki saat burada demedik laf bırakmadılar bana çikolata yüzünden , kalktım mal gibi aşağıya gittim çikolata aldım bu fakirlere ama senden ses çıkmadı.. ta ki ben geldikten sonra çikolata çıkarıp yiyin diyorsun , bana kastın mı var vural , niyetin ne la oğlum senin’ diyince herkesten kahkaha tufanı koptu.. vural ‘abi ben anlamadım’ dese de ümo sevgi dolu bakışlarla ona kafasını uzun süre salladı.. neyse baktım vural viskiyi yuvarlayamıyor bir türlü dedim ki ‘soda ister misin viskine’ , ‘yok’ dedi istemem.. ama her viski bardağı ağzına giderken yüzü şekilden şekle gidiyor dayanamadım aldım zorla bardağı , içine biraz soda koyarak seyrelttim viskisini.. baktım yağ gibi akmaya başladı isviçreli vural’ımın boğazından viski.. vural’ın yüzü biraz öncenin gerginliğine rağmen gülümsemeye başladı tekrar alkol kana yayılınca.. ama hala ümo’ya çekinerek bakıyordu.. oysa ümo o sırada muhteşem ‘tom waits gecesinde’ çalan zeko ve diğer sanat müziği parçalarıyla halay çekiyor , dans ediyor , zafer işareti yapıyordu reis’le beraber.. ve o sırada haykırarak gecenin itirafını yaptı ümo : ‘bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük sanatçısıdır zeko her şeyiyle..’ biz bu itirafla çalkalanırken isviçreli vural’ın gözlerinde halen tedirgin bakışlar fark ediliyordu yine ‘ne biçim bir ortam burası , dayım nerelerde kaldı’ dercesine..
biraz sonra biz boyut değiştirmeye başladığımız esnada ‘zeko’dan , ‘cirrus’un eşsiz müziğine geçerken isviçreli vural’ın yüzündeki endişe daha da arttı.. cirrus’un muhteşem solisti ‘naval ben kraiem’in eşsiz sesiyle ümo , ben , reis bulutlara tırmanmaya başladık ümo’nun kendi elleriyle inşa ettiği merdivenle.. ümo dans konusunda da bir numara.. reisin gözleri yaşardı , kasıkları patladı ümonun eşsiz figürlerine gülmekten.. dansı kesen ümodan basel diyarından gelen vural’a o sırada yeni taaaruz başladı.. ‘sigaran var mı la vural’ dedi.. vural çikolatadan bozulan sicilini düzeltebilmek için hemen ‘var abi’ diyerek ön odadaki valizlerine koştu.. oradan yirmilik bir sigara boxunu kapıp gelirken yolda gürsel yakalamış vuralı , içinden sadece bir paket getir demiş yoksa o boxtan geriye bir şey kalmaz.. bunun üzerine elinde bir paket sigarayla gelen vural bu sefer ümonun daha şiddetli bir tepkisiyle karşılaştı.. ‘bu ne la kafa mı buluyorsun bizimle , bu mu isviçre’den getirdiğin sigara , bu kadar mı lan’ diye fırçayı kayınca vural koşup hemen bir paket sigara daha getirdi.. sonra ümo ve reis onu çapraz sorguya aldı.. ağır ceza davalarının uzmanı ümo soru üzerine soruyla vuralı darmadağın etti.. ‘vural olum çantanda ne var.. kaç paket sigara var.. ahmet babaya ne getirdin.. yeğenlerine , kuzenlerine çikolata getirmedin mi.. viski yok mu la’ diye ölümcül sorularla vural’ı intihar aşamasına getirdi.. vural eminim o anda içinden ahmet dayısına yağıyordu ‘nerde kaldın dayı’ diyerek.. ama işte o çapraz sorgu tam nemalanmaya dönüşecekken ahmet baba geldi arabayla yeğenini kurtarıp kaçırdı.. vural’la vedalaşırken ümo esas bombayı patlattı : ‘oğlum vural biraz anlayışsızsın , ama hoş çocuksun.. sende de bizdeki gibi bir eşcinsellik seziyorum , çekinme rahat ol biz de öyleyiz , sevdim seni.. lan oğlum sen bize takıl tatil süresince , ahmet dayını boş ver’ diyince vural’ın kafa resmen açıldı , yüzü kızardı , bir gülümseme yayıldı yüzüne.. içinden ‘belki de başıma birazdan neler gelecekti burada , dayım tam zamanında geldi’ diyordu.. tabi ümo’nun bu takılmasına bizler yerlere yıkılarak tepki verdik.. acımasız , homofobik bir dünyada bulunabilecek ayrımcılık düşmanı , en geniş ve rahat insanlar bizim ortamdaki aylaklar.. insanların nerede yaşarlarsa yaşasınlar sahip oldukları bu homofobiyi hiç anlamıyoruz , anlamayacağız da..
baselli vural bir daha mekana adım atar mı bilmem fakat gerçekten hoş çocuk.. sıcakkanlı , yüzü gülen birisi , ortamı biraz çekinerek de olsa hemen tolare etti.. ona da aylakların arasına hoş geldin diyoruz ve ilk gecesinde yaşadıkları için geçmiş olsun diyoruz..
vuralı yolladıktan sonra biz soap kills ve cirrus’la uçmaya devam ettik.. arada mola verip vuralı konuşup , kahkahaları koyuveriyorduk.. sonra ilerleyen saatlerde gelen hüseyin’den öğrendik ki ahmet baba çok kızmış sigara boxunun patlatılmasına , meğer bir arkadaşına sipariş getirmiş özel olarak.. sıkma canını ahmet baba yabancılar içmedi.. ha bu arada bahsi açılmışken ben sigara içmem , tütün mamulleriyle aram hiç yoktur.. ben , ciğerim , komşi , ahmet baba ve abidin dayı hariç herkes sigara içiyor maalesef.. ama bizim mekanda sigarayı yazın cehennem gibi sıcak , kışın sibirya gibi soğuk olan içinde klima motoru bulunan kapalı balkonda yani zehir odasında içmek isteyen içer.. umarım sigarasız bir dünyanın olduğu günleri de görürüz.. nedense hiç toleransım ve hoşgörüm yok sigara konusunda.. küçüklüğümde babamın sigaralarını sobaya attığım için yediğim dayaklardandır belki bu tepkim bilmiyorum..
‘tom waits gecemiz’ şen şakrak devam edip bir süre sonra nihayetlendi.. herkes mekandan ayrıldı ben yine tek başıma kalakaldım sessizliğin içinde yalnızlığımla beraber.. herkesin gidecek bir yeri var , benim yok işte.. ‘gidecek bir yeri olmamak’ üzerinde çok yazılacak bir konu.. yazarız bir ara bununla ilgili de..
ha gecenin en önemli olayı ‘tom waits gecesi olmasına rağmen bir tane bile tom waits şarkısı çalmamasıydı… bu da gecenin sonunda güldüğümüz ayrı bir husustu.. halo dayının deyimiyle ‘bu konu bizi de düşündürtmektedir..’
içimde kalmasın halo dayının bu cümlesinin geçtiği olayı da hemen anlatayım sizlere yeni yılın ilk halo dayı macerası olarak..
halo dayı bir arkadaşının suç makinesi olan genç yaştaki oğlunun yaklaşık bir düzine suçtan aynı dava içinde yargılandığı dosyasının ilk duruşmasında sıra kendine gelince kalkıp uzun bir savunma tiradına girişiyor : ‘müvekkilim şöyledir , böyledir ; ailesi şöyledir , böyledir ; bu suçları işlemesi hayatın olağan akışına aykırıdır ; iyi aile çocuğudur , sabıkasızdır , sabit ikametgah sahibidir’ falan filan diyerek yaklaşık bir saat süren uzun bir savunma yapıp çocuğun tahliyesini istedikten sonra mahkeme hakimi gülümseyerek ‘iyi de avukat bey çalıntı oto da ve girilen evde müvekkilinizin sayısız parmak izi tespit edilmiş , bu konu da ne diyorsunuz peki’ diyince halo dayı da gülümseyip , kıkırdayarak ve ne diyeceğini bilemeyerek ‘yani yani’lerini tekrarlayıp düşünmek için süre kazanarak ‘evet efendim bu husus bizi de düşündürtmektedir’ diyince salondaki herkesi bir gülme krizi tutuyor.. dayı duruşmadan çıkıp gelip bize bu olayı anlatınca artık bu cümle kalıbı bizim dilimize de kazandırılmış oldu işte..
neyse bayağı uzun bir yeni yıl yazısı oldu , umarım 2011 hepimizi biraz olsun gülümsetir diyorum ama bu dileğim de ‘bir hayli beni düşündürtüyor’ bu karabasan dünyanın içinde..
Crockett..
(halo dayının duruşmalarda taktığı kravatlardan birisi : kurbağalı kravat.. şaka ya da espiri değil yüzde yüz gerçek..)