Author Archive

HALO’NUN GÜNLÜĞÜ : NİŞAN MESELESİ

HALO’NUN GÜNLÜĞÜ : NİŞAN MESELESİ

şimdi efendim öncelikle hepinizi en güzel duygularla selamlıyorum. inanın bir yalanım varsa kör olayım şu yazacaklarımda. daha önce burada gıyabımda bazı yazılar yazılmış müdür tarafından. müdür kim diyecekseniz valla benim de kafam karıştı şimdi müdür burada başka bir isimle yazıyormuş. kraker mi nedir öyle bir şey işte o zatı manyak. hem müdür ismini ben koydum efendim. nasıl başka isim kullanır anlamıyorum. manyak canım işte manyak. efendim şimdi ben her zaman arkadaşlarımıza bu tür isimler koyarım. aflarına sığınıyorum ama mecburum efendim çünkü gerçek isimlerle insanları hatırlayamıyorum. nasıl hatırlayım efendim kızdırmayın beni lütfen. o kadar çok insanla muhatap oluyorum ki bu hayatta nasıl hatırlayayım… mümkün değil o elektronik beyinler bile hatırlayamaz , yok yok efendim mümkün değil.

neyse efendim işte müdür ve bazı arkadaşları bu site midir nedir anlamam bir şey kurmuşlar bilgisayarcı çocukla. ha yaman adamdır o bilgisayarcı çocuk. müdür gibi değildir , ne o müdür oturur bilgisayarın başına ancak güzel vücut çizer ekranda. ama bu bilgisayarcı çocuk herkesin yardımına koşar tanısın tanımasın. çok iyi çocuktur , yanlış anlaşılmasın yağ çekmek babında söylemiyorum inanın öyledir.

işte bu iki arkadaşımız dediler ki gel arada bir şeyler  yaz bu siteye sana istediğin kadar rakı , meze. ya sizin anlayacağınız sanal gazete midir dergi midir nedir. bu devirde her şey sanal olmaya başladı. allah bizi sanal rakıdan korusun , diğerlerine razıyım efendim. rakısız bir dünya düşünemiyorum. 15 yaşımdan beri içerim bu mereti. diğer içkilere benzemez efendim , viski miski bira mira hele o kuzeyin insanlarının içkisi votka mıdır nedir yalandır efendim kanmayın o içkilere. her neyse her şey sanal olsun da efendim rakı olmasın. özgürlük olmasın ama rakı olsun , bu kadar radikalim bu konuda. bu arada radikalliği de sevmem ama rakıda öyleyim ne yapayım ihtiyaçtan efendim.

konuya dönelim. yaz dediler ama ben ne yazayım , ne yazayım yahu buraya efendim. benim her günüm aynı. ev , iş , içki , ev , iş , içki. bu kadar. rutin aynı. ha bu rutinler içinde doğrudur ilginç olaylarla karşılaşıp , ilginç kişilerle muhatap oluyoruz. bela efendim bela bu insanlar. bu müdür hepsinden beladır.

neyse söz ağzımızdan çıktı artık yazacağız dedik yazacağız mecbur.

ilk yazım olarak bir nişan törenini anlatacağım sizlere. bu karşıdaki çocuk ‘taşabak’la yani ‘memo’nun ve değerli nişanlısı neslihan hanımefendi’nin nişan törenleri vardı küçüksu’da öğretmenevinde geçen cuma.

efendim saygıdeğer hanımefendi neslihan hanım bana baba yadigarıdır. merhum babası bana söz verdirmişti ona ömrümün sonuna kadar göz kulak olacağım diye. umarım sözüme layık olmuşumdur. ‘taşabak’ ise iyi çocuktur ama biraz sahtekardır efendim aynı müdür gibi. bu müdür mü onu yoldan çıkardı bilemem ama mümkündür psikopat bu müdür , manyak efendim. bu memo’da da sahtekarlık alametleri çok belirdi son zamanlarda. geçenlerde bu adama bir dosya emanet ettim , dedim ki sana yakın yer karar yazılmış mı arada bakırköy’e uğra haber ver dedim. yakın efendim adliye kendisine çok yakın. her arayışımda daha yazılmamış , henüz yazılmamış diyip durdu. bir gün tesadüf oraya gittim bir de ben bakayım gelmişken dedim. bir de ne göreyim memo efendinin yazılmadı dediği karar iki ay önce aralıkta yazılmış. şimdi efendim anlıyor musunuz ben neden çok içiyorum. etrafımı müdür , memo gibi sahtekarlar sarmış bu yüzden.

her neyse efendim konuya geri döneyim bu iki genç arkadaşımız yanımda tesadüf eseri tanıştılar , sonra bu tanışma güzel bir aşkın doğmasına yol açmış. iki arkadaşımız bu güzel beraberliği evliliğe taşımaya karar vermişler. evlilik ve aile kurumu hakkındaki görüşlerimi sonra arz edeceğim başka yazımda. evlilik kararından sonra aileler birbirleriyle tanışıyor ve önce söz kesme merasimi yapmaya karar veriyorlar. tabi burada kurban ben oldum yine efendim. iki aile benim de bulunmamı uygun görmüşler , ben de kalktım çocuklarımın annesini yanıma aldım söz kesme merasimine gittim. bu ne efendim söz , nişan , evlilik.. ne gereği var efendim. hepsini bir arada yapsalar bu insanlar ne güzel olur , olmaz mı efendim. sadece bu güzel olay için demiyorum , tüm evlilikler için. geçen sene oğlum bana aynı zulmü yaptı , yok efendim önce söz , nişan sonra evlilik. ömrümden ömür aldı efendim sevmiyorum bu tür merasimleri. oğlanı evlendirene kadar sigarayı dört pakete , rakıyı günde iki büyüğü geçecek duruma getirdik. maalesef öyle efendim mecburiyetten , ihtiyaçtan. o yüzden bu nişan evlilik filan törenlerine hem alışkınım hem değilim efendim. alışmak istemiyorum efendim.

işte cuma günü sabah ‘ciğerim’le , ‘müdür’ün yanlarına uğradım. abidinim de oradaydı. müdür dedi ki ‘abi beraber mi gideceğiz nişana yoksa yengeyle mi geleceksin.’ hoppala ne nişanı ula dedim. bir yandan da tehlike çanlarını duyup kafamda kaçmak için bir plan hazırlamaya başladım. ama öğrendim ki ‘memo efendi’nin nişanı var akşama. peki dedim o zaman şöyle yapalım müdür , sen bizim adımıza o nişana git bizi temsil et , sana görev veriyorum. bunu demez olaydım ciğerim ve müdür neredeyse beni bir lokmada yutacaklardı , o kadar sinirlendiler. ben de anlamadım niye sinirlendiler o kadar. yaşlı adamım yahu ben ,  işim var gücüm var , çok yoğunum , beldeye , panoramaya , eski şilana gitmem lazım efendim. çok işim var. ama anladım ki ben bu nişandan kaçamayacağım , gideceğim mecbur. o zaman dedim müdür eğer ciğerim ailesi ile gidecekse ben , sen , abidin beraber gidelim akşama. müdür tamam olur dedi. abidinim yan çizdi , keyfi yoktu , ben gelemeyeceğim dedi. o zaman müdür baş başa kaldık nişana gitmek için. randevulaştık akşam şu saatte şuradan gideceğiz diye. çocuklarımın annesiyle söz törenine beraber girmiştik memonun. ama maalesef nişan törenine beraber gidemeyecektik çünkü benim oğlanın çocuğu oldu geçen günlerde. ben de bu vesileyle dede oldum efendim. evet doğru dede oldum , herkesin başına böyle mutluluklar gelmesini dilerim efendim. torunumun adı mercan oldu. rahmetli annemin ismi olur mercan. ama benim uyanık oğlum sonradan öğrendim ki bu mercanın başına bir de tuana ismi koymuş beni kandırmış. şimdi merak ediyorum benim torunumun adı mercan mı tuana mı. tuana nedir efendim. alışkın değilim böyle isimlere , ona da iler ki süreçte bir isim uygun görürüm nasıl olsa ben. işte bu nedenle çocuklarımın annesi oğlumun evinde geline yardımcı olduğundan nişan törenine gelmedi. biz de bu eski bıyıklı yeni bıyıksız müdüre kaldık. müdür iyi çocuktur ama biraz psikopat manyaktır ve karışık adamdır. karanlık adam canım korkulur. bıyıklarını kestikten sonra biraz daha korkmaya başladım , asansöre binmeye , aynı ortamda yalnız kalmaya korkulur bu manyakla.

akşam için sözleştikten sonra ben hemen adliyeye gidiyorum diye kaçtım. direk hacı aliye gittim. efendim güzelce açtım bir 35lik rakıyı. tek başıma bir tabağa bir şişeye kadeh tokuşturarak , yan masalardaki insanlara ve garsonlara takılarak vakit geçirdim epeyi. sonra sağa sola borcum kalmadan hesabı ödeyerek başka bir mekanıma panoramaya geçtim. gene in cin top oynuyordu. sivaslı çocuğu çağırdım gel lan buraya sivaslı dedim sivaslı koştu. yemek ne var dedim. saymaya başladı tamam tamam dedim , anladım yine beni soyacak. hırsız canım hırsız. bana bir yirmilik rakı getir bir de beyaz peynir. az söyledim çünkü gece uzun efendim şimdi nişan törenindeki yemekte de içeceğiz rakımızı değil mi efendim. oraya gitmeden dağılmayalım maksat. ben yirmiliğin yarısına daha gelmeden kapıda abidinimle , müdür belirdi. çok sevindim , sandım müdür abidinimi bizimle gelmeye ikna etmiş. meğer öyle değilmiş öylesine uğramış abidinim. müdür , benim rakımı bitirmemi bekledi. beklerken müdürün telefonu çaldı. müdür normalde hiç açmaz telefonlarını. sevmez telefonla konuşmayı. karanlık adam işte diyorum kimse inanmıyor , karanlık bir adam. müdürü gürselim aramış meğersem. hop onları da çağır dedim çabuk gelsinler çabuk. demeye kalmadan gürselim , yüksekovalı çocuk yani ümo mu ömo mu omo mu ne o , alkan mı hakan mı alki mi o , bir de arkadaşlarımızın arkadaşı bir arkadaşımız of kaç kişi etti bunlar be dört dört. neyse görüyorsunuz isimleri bunlar nasıl isimler : alki alki nedir la. dedim o zaman iki taksi yaparız ama gerek kalmadı öğrendim ki sadece alkanla , gürselim bize eşlik edecekmiş , yüksekovalı gelmeyecekmiş. o da sahtekar hem de nasıl sahtekar müdür gibi aynı. e hadi o zaman kalkalım dedim , kalktık hemen ben panoramanın önünde taksi çevirmek istedim müdür aman abi biraz yürüyelim rıhtımdan binelim dedi ne rıhtımı lan dedim bu soğukta bu alkolle rıhtıma kadar yürünür mü. hemen el ettim bir taksi çevirdim. moruğun teki durdu hemen araca çöktük dört kişi. ben öne oturdum taksiciye çek oğlum dedim. taksici mal , mal işte öküz gibi bana baktı , nereye çekecekmiş. çek işte oğlum bilmiyor musun yolu dedim. müdür söyle dedim gideceğimiz yeri. müdür bana biraz kızgındı o sırada , sert bir şekilde söyledi gideceğimiz yeri. müdür normalde bu tür yerlere kendisi götürür bizi arabasıyla ama müdür bu gece içeceği için arabasını almamıştı.

müdür tek bu konuda prensip sahibi bir adamdır. diğer her konuda sahtekar , kıçı başı oynar. ha ama sağlam adamdır. ne anlamadınız mı anlamayın ya işte hem sahtekar , hem kıçı başı oynar hem de çok sağlam delikanlı kabadayı bir adamdır. müdür benim taksiye erken bindirmeme o kadar kızmış ki gideceğimiz yeri söyledikten sonra hiç sesi çıkmadı. sustu hep. ama müdürümün haklı olduğu ortaya çıktı çünkü mal taksici müdürden daha sahtekar çıktı tuttu bizi en uzun yoldan götürdü trafikten kaçacağım diyerek.. 25 liralık yola bendeniz utanarak söylüyorum 55 lira ödedim. nasıl bu yanlışa düştüm bilmiyorum. ama müdür de mal , niye kandırılmamıza ses çıkarmıyorsun be adam. gerçi arkada oturan gürselim de alkanım da ses çıkarmadılar bu sahtekar taksiciye , ki onlar da biliyorlar yolları. bir de sahtekar taksici trafikten kaçacağım diye bizi kamyon ve otobüslerin en yoğun olduğu saatte ikinci köprü yoluna soktu. kaldık trafikte iyi mi. neyse bu bahsi burada kesiyorum biz yirmi dakikalık yolu bir buçuk saate ancak geçtik efendim. ve o mal taksici bizi bir de uzakta indirmez mi , anladım ki müdürün gazabına uğruyorum , günahına girdik müdürün. gecenin ayazında yaklaşık beş yüz metre yürüttü o sahtekar taksici. zaten belliydi taksiye bindiğimizde moruk hükümet kanadını destekler konuşmalar yaparken yolun ortasında muhalefet partili olmuş bizi indirmeden az öncede azılı solcu olmuştu. sahtekarın önde gideni işte. ah ah ben nasıl uyanamadım bu hırsıza.

böyle maceralı bir yolculuktan sonra merasimin yapılacağı tesise geldik. oldukça güzel boğaz manzaralı bir mekan. salon yeni yeni dolmaya başlamış. benim gözüm hemen masalara ilişti. meze ve salata tabakları yerlerini almış ama aman allahım içki namına bir şey görünmüyor. yandık diyerek müdürü çektim omzundan la müdür içki yok. müdür vardır abi dedi , salon dolsun servis başlar. aman müdür yanımdan ayrılma dedim. müdür yeni yeni beni affetmeye başlamıştı. neyse efendim hanımefendinin ağabeylerinden birisi bizi masamıza götürürken baktım müdür ‘abi ciğerim ve ailesi burada , buraya oturalım’ dedi. önce o masaya oturduk , ciğerim ve ailesiyle merhabalaşıp , hal hatır sorarken kızın abisi ısrar etmeye başladı illa sizi şu masaya alalım diye. baş köşeye almaya çalışıyordu beni büyükleri olarak. sonra çözdüm oturtmak istedikleri masa kız ve erkek tarafının ailelerinin ortasındaki masaydı yani biz de ailedendik sağolsunlar çok düşünceliler. ama ilk oturttukları masanın yanında salon tipi klima olduğundan çok sıcaktı.. müdüre dedim burada oturulmaz. kalktık bir yan masaya geçtik. o masanın hemen başına kuruldum , sandalyeyi çektim başına koydum masanın. öyle daracık sıkışık yerlerde ruhum daralır , oturamam. müdürle mezelere daldık hemen , bu arada arkadaşlarımız da gelmeye devam ediyordu. önce ‘altın çocukla’ , arkadaşı geldi. kim bu dedim , arkadaşımız dedi. ben de müdüre eğilip kızımız hakkında bilgi aldım. müdür karanlık adamdır , hep şüphe ederim istihbaratçı filan olabilir mi diye. sonra lazla , ahmet baba geldi. masamız yavaş yavaş dolarken baktım ciğerim diğer masadan sitem dolu bakışlar atıyor. o sırada rakılar geldi efendim. işte bu müdürle hemen bardakları doldurduk rakı şişesini tekelimize alarak. ilk dubleleri müdürle fondip yaptık. yaman içiyoruz gerçekten. sonra ikinci dubleler de kısa bir vakitte diplenmişti ki salona sayın taşabak beyefendi ve sayın neslihan hanımefendiler teşrif ettiler anons eşliğinde. aman allahım kıyamet koptu sandım , o ne gürültü efendim. ne gerek var bu gürültüye efendim anladık geldiler tamam. sonra kızımızın saygıdeğer abisi bir konuşma yapmaya başladı. müdür de o sırada pis pis  sırıtarak bana bakıyordu , anladım başıma gelecekleri. ne olur , ne olur , hayır hayır ismimin anons edilmesini duymak istemiyorum tanrım derken ismim sanki kuklalarımda yankılandı ve bir alkış tufanı koptu. müdüre göre çok değişik bir tepki vermişim ismimi duyduğumda. yalandır efendim , müdürün dedikleri külliyen yalan. zaten bir şeyden anlamaz bu müdür sadece sahtekar ve psikopattır. müdürün de desteği ve salonun coşkun teveccühüyle önümü ilikleyip sahneye doğru ilerledim gülümseyerek. alkış bitmiyordu , yeter efendim diye bağırmak geldi. elime bir mikrofon tutuşturdular. Sarhoşum , hem de nasıl öğlen 12 den beri 8 saattir içiyorum nasıl sarhoş olmam efendim. aldım mikrofonu bir konuşma yaptım sonra yine alkış tufanı. müdür ve diğer arkadaşlar diyor ki çok güzel bir konuşma olmuş ve hiç dilim karışmamış , teklememişim. sadece bu konuda müdüre inanmak istiyorum. sonra mikrofonu bıraktım ve müstakbel çifte esaret yüzüklerini büyük bir zevkle ve memnuniyetle taktım. sonra taşabak beyefendinin saygıdeğer babası yüzükleri kesti ve yine alkışlar koptu… ben o hengamede kaçtım müdürün yanına sığındım. dedim ula müdür gel şimdi yer değiştirelim ciğerimin masaya kaçıp izimizi kaybettirelim. sonra bir daha anons filan ederler yok artık bir daha yapamam bir konuşma sakın sakın. neyse efendim ciğerimle eşinin , ablasıyla , eniştesi mustafa beylerin masasına oturduk müdürle. hemen rakımız geldi , müdür ve ciğerimle rakı kadehlerini dans ettirdik havada. kalabalık arttıkça artıyordu gürültüyle beraber. o sırada masaya ahmet baba da teşrif etti. o da bira içmeyi uygun gördü. neşe ve mutluluk içinde oynayıp , dans edenleri izlerken , tanımadığım bir sürü insan da bana gelip selam verip öpüyordu. töbe tanıyorsam birisini bile. ben de mal gibi dönüp ciğerimle , müdüre soruyordum bu kim diye. sonra elime rakı kadehimi alıp masaları gezmeye başladım. baktım damat ve gelin adayı masalarında istirahat ediyorlar çektim bir sandalye yanlarına oturdum büyük bir keyifle. böyle mutlu olduklarını görünce benim neşem daha da arttı efendim. rakı biraz daha güzel gelmeye başladı. müdürle ciğerimin yanına döndüğümde manyak müdür rakıyı bırakmış , bira deviriyor. manyak işte üç duble içtikten sonra tutmuş biraya başlamış. ben sayamadım yine üç , dört bira içmiş o kadar rakının üstüne. neyse efendim yemek servisi başladı ardından , nişan pastası kesildi ve pastamızı da yedik. yavaş yavaş müdüre eğilip gitmek için baskı yapmaya başladım.  müdür meğer organizasyon yapmış , ahmet baba arabayla gelmiş ve bizi ahmet baba bırakacakmış. bu müdür manyak işte kendi alkollü araba  kullanmıyor ama alkol alan adamın arabası biniyor. sapık bu herif , psikopat. müdür beş dakika sonra dayı hadi kalkıyoruz dedi. dur be oğlum dedim daha bir büyük rakının yarısı var. ohoo dedi dayı bu rakı yarım saatte bitmez. o zaman dedim ben de böyle yaparım , müdürle ahmet babanın gözleri önünde koskoca 70 lik rakı şişesini pantolonumu sıyırıp çorabıma soktum. ister inanın ister inanmayın umurumda değil müdürle ahmet baba şahittir. ben o geceden sonra çocuklarımın annesi hanımefendiye çok teşekkür ettim. çünkü bana çok sağlam çoraplar alıyormuş. rakıyı soktum çoraba ve ayağa kalktım önce yeni nişanlıları tekrar tebrik edip , ömür boyu mutluklar diledikten sonra diğer insanlara yöneldik. herkesle tek tek vedalaşmak kolay değildi ben de bazılarının elini sıkıp bazılarını savuşturup bazılarını öptükten sonra kaçmaya çalışırken baktım bizi salonun kapısına doğru uğurlamaya geliyorlar. lan de gidin diye kovuyorum ama onlar ‘aman halo yaman halo’ diyip peşimizden  geliyorlar. baktım rakı şişesi eğildi pantolonun önüne doğru. sanki ayak kemiğim kırılmış gibi bir çıkıntı ileriye doğru görünmeye başladı , pantolonu neredeyse yırtacak. en sonunda gövdemi çevirmeden müdür ben ve ahmet babayı takip edin kalabalığa de gidin artık yeter ya diye bağırınca onlar gülümseyerek uzaklaştılar yanımızdan.

biz arkasından ahmet babanın arkadaşının arabasına doğru yöneldik hızla. beni ön koltuğa uygun gördüler ve hemen çek çek uzaklaşalım buradan dedim ahmet babaya. ahmet kardeşimiz çok güzel bir kardeşimiz ama bir tespitte bulunmak istiyorum izninizle ahmet baba içince daha da güzel oluyor ve kahkahaları arka arkaya koyuyor. ne güzel gülüyor. ona hep içmesini tavsiye ediyorum. neyse efendim biz arabada güle oynaya ilerlerken baktım bindiğimiz araba çok geniş , çok ferah valla çok güzel bir araba diyince ahmet’le , müdür aynı anda kahkahayı kopardılar. inanın beni evime bıraktıklarında bile hala gülüyorlardı. sağ olsunlar kapıya kadar geldiler ve onlara evimi gösterdim , anlattım. o kadar ısrar etmeme rağmen içeri gelmediler. o sırada bizim oğlanın pitbull cinsi iti havlayıp hırlamaya başlayınca , müdür tutturdu dayı izin ver kafasına sıkayım şu itin sen de kurtul diye. yapar bu müdür yapar psikopat , manyak müdür. zor tuttum müdürü sıkmasın diye , sonra baktım ahmet baba yerlere yıkılıyor gülmekten de hadi defolun gidin dedim.

neyse efendim bunlar ikisi arabaya bindi ama bir türlü gitmiyorlar. içeriden kahkaha sesleri geliyor arabanın. ben de bırakıp içeri giremiyorum eve çünkü bu manyak müdür tutar o it oğlu itin kafasına sıkar sonra benim çocukların annesi kafamın etini yer , hayatımdan bezdirir beni. tam arabaya doğru yürüyecektim müdür ön sağ kapıyı açıp kahkahalar atarak ‘halo , ahmet arabanın anahtarını deliğe sokamadı bir türlü gülmekten’ dedi. baktım ikisi içeride yıkılıyorlar. kızdım , küfür ettim onlara , de hadi gidin mahalleyi ayağa kaldıracaksınız. bir süre sonra motor çalıştı ve bunlar defoldu gitti , ben de eve doğru yürümeye başladım ki kapıda bacağımda bir şeylerin oynadığını hissetim , aman tanrım bu ne bacağım mı kırılmış derken birden rakı aklıma geldi , gülümsedim. güzel bir gecenin sonunda eve rakı ganimetiyle döndüm.

bugünlük ilk yazı olarak bu kadar uzunluk sanırım yeter. yazmayan diğer gençlere de kapak olsun bu yazı , özellikle de altın çocuk ve yüksekovalı sahtekara.

memoyla , neslihan kardeşlerime ömür boyu mutluluklar dilerim. aylak adamızın saygıdeğer takipçilerine de en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

HALO

(yazıdaki isimlerin açıklamaları : bilgisayarcı çocuk : reis , altın çocuk : sarı, müdür: crockett , yüksekovalı : ümo)

RİYÂKARLAR CENNETİ.. – SIRRI SÜREYYA ÖNDER

RİYÂKARLAR CENNETİ.. – SIRRI SÜREYYA ÖNDER

Meşhur fıkradır. İki kadın oturmuş, evlatlarının ahvalini konuşmaktadırlar. Kadın, gelininden bahsederken başlamış yakınmaya. “Ah o cadıyı hiç sorma! Allah’ın bıçağına gelir inşallah!” demiş. “Onu bize Allah bir hışım, bir bela olarak gönderdi! Bir gün olsun elini sıcaktan soğuğa değdirdiğini görmedim. Ama suç benim sümsük oğlumda, adeta önünde pervane!” diyerek devam etmiş sızlanmasına.
Sıra kızını anlatmaya geldiğinde “Allah damadımdan razı olsun” diye söze başlamış. “Kızımın elini bir gün sıcaktan soğuğa değdirmedi. ‘Hanım sen otur, ben önünde pervane olurum’ diyor da başka bir şey demiyor!” diyerek bitirmiş.
Sağcısından solcusuna, devletlisinden kuluna, iktidarından muhalefetine ‘tutarlı olmak’ bu topraklara men edilmiş sanki.
Muhteşem sefaletimiz
Muhteşem Yüzyıl dizisi üzerine tartışmaları izledim, bir yazıda fikrimi de belirttim. Sinema ve dizi sektöründe çalışmış ve halen çalışan birisi olarak, bu alan üzerine yazı yazmak hep bana sıkıntılı geldi. Övgü ya da yergi fark etmez, diğer meslektaşlarımla haksız olmayan bir zemin üzerinden yürümüş olur diye düşündüm. Çünkü benim yazdığım bir gazete var, onların yok…
Meral Okay, benim ilk projemi gerçekleştirmemde en önemli pay sahiplerinden birisidir. Kendisiyle başka dizi projelerinde de birlikte çalışma şansım oldu.
Bu bir güzelleme yazısı değildir! Meral’le dövüşmelerimiz, gülüşmelerimizden bir hayli fazladır. Bu diziyi de ideolojik olarak istediğimiz kadar tartışabiliriz. Sorun orada değil, sorun bu sektörde Meral Okay’ın, yönetmen Durul ve Yağmur Taylan biraderlerin, yapımcı Timur Savcı’nın ve oyuncular başta olmak üzere tüm ekibin yalnız bırakılmalarıdır.

Ne için?
İktidarın ve egemenlerin gazabına uğramamak için!
Polis kordonunda çekilen dizi!
“Şanlı ceddimiz sütten çıkmış ak kaşıktı” diyenler kapsama alanımın dışındalar.
Onlar halen Süleymaniye Külliyesi’nin yanındaki Hürrem’in mezarına adak adayıp, çaput bağlamaya devam edebilirler. Nasıl olsa mala davara bir zararı yok.
Ülkemizdeki ‘bidat’ rezaletlerinin ne ilkidir ne de sonuncusu olacaktır.
Böyle düşünmeyen, böyle düşünmediğini gösteren üretimler yaptığı ya da yapacağı iddiasında olanlaradır sözüm.
Meral Okay, polis korumasında evine gidip geliyor.
Bu ülkenin en başarılı, çalışkan ve dürüst iki yönetmeni, sete başlamadan önce alınan güvenlik önlemlerini kontrol etmek zorunda kalıyorlar.
Bu proje için 1 yıldan beri bekleyen, başka proje kabul etmeyen oyuncular, işsiz kalma ve can güvenliği endişesiyle çalışmak durumundalar.
Set emekçileri bir yandan işlerini yaparken diğer yandan “taş nereden gelecek?” dikkatiyle evlerine bir parça ekmek götürme derdindeler.
Dünyanın neresinde olursa olsun, adına en zaliminden ‘linç ve sansür’ denecek bir durum karşısında siz ne yapıyorsunuz?
Ben söyleyeyim: Oluşturulan küçük iktidar adacıklarında kendi selametleriyle meşguller.
Ellere var bize yok mu?
Cafer Penahi, İran yönetimi tarafından imha edilmekte! Bir sanatçının iş göremez duruma getirilmesi imhası demektir. Penahi için evrensel bir dayanışma duygusuyla seferber olmak bir boyun borcudur. Ülkemiz sinemacıları da seferber oldular.
İyi güzel de Meral Okay ve arkadaşlarının durumunun öz ve biçim olarak Penahi’den ne farkı var diye sorarlarsa, yüzümüz kızarmadan verecek bir cevap biliyor musunuz?
Tutarlılık meselesinde hepimiz sakatlanmış durumdayız.
Che Guevera söz konusu olduğunda coşup taşan bir yürek, çoğu zaman Kaypakkaya, Deniz, Mahir ve binlerce adsız yiğit söz konusu olduğunda parazit yapmaya başlar.
Tahrir Meydanına methiye düzmek kolaydır ama Diyarbekir için düt demeye dudak ister.
Paris banliyöleri ya da Selanik sokakları hak arayanlarla çınladığında aşka gelenler, ‘Torba Yasa’yla emekçilerin çuvallanmasına kayıtsız kalmaktan hiç sıkılmazlar.
Başka coğrafyalarda olduğu zaman özgürlük mücadelesi olan bize geldiğinde terörist faaliyet oluverir.
Tutarlılık bahsindeki halimiz, fıkradaki kadından çok da farklı değildir.
Sınıf bilinci zorunluluğu
Bu mesleğe başladığımdan beri gözetmeye çalıştığım bir ilke var.
DİSK’e bağlı Sine-Sen üyesiyim ve sendikadan başka hiçbir örgütlenmeye sıcak bakmadım.
Sınıfsal bir manifesto içermeyen örgütlenmelerin, derde deva olacağına inanmam.
Sine-Sen başta olmak üzere bütün emek örgütleri bu saçmalığa kayıtsız kalmayacaklarını en etkili biçimde göstermek durumundadır.
Hele bir yol bu tepkiyi gösterelim, dizinin içeriğini her platformda ve günlerce tartışabiliriz. Üstelik sadece böyle olması durumunda tartışabiliriz.
Kendi günlük kaygılarıyla tepkilerini cılız ve mahcup tutanlar, yarın tepki vermeye bile vakit bulamayabilirler çünkü…

SIRRI SÜREYYA ÖNDER

(RADİKAL Gazetesi , 04.02.2011)

MÜZİK KUTUSU HAKKINDA AÇIKLAMA..

(Fotoğraf : Blackhawk..)

MÜZİK KUTUSU HAKKINDA AÇIKLAMA.. 

aylakadamız yayın hayatına başlayalı böyle zulüm görmedi.. günlerdir kendimi yazmamak için zor tutuyorum.. en son dün koptum.. yazmak istedim bir şeyler ama dün imkanım olmadı yoğunluktan.. 

sitemizin altında herkesin okuyabileceği şekilde ‘tüm hakları yalnızlığımıza aittir’ yazar siteyle ilgili..

siteyi kurarken iki şeyi çok konuştuk reisle , tartıştık.. reklam ve siteden yapılabilecek alıntılar..

reklam konusunda en başta da şimdi de hayır dedik ve diyoruz.. sitemizde sonsuza kadar reklam görülmeyecek , reklam unsuruna rastlanmayacak.. şu anda reklam almadığımız için enayi , keriz gibi nitelemeler hiç eksik olmuyor ama almayacağız kardeşim.. aylık ip bazında otuz kırk binleri bulan girişlere rağmen ve tüm cazip tekliflere rağmen reklam almayacağız.. kültür sanat edebiyat konserlerle ilgili haberlerimiz , duyurularımız hiçbir zaman reklam değildir , gönlümüzden geçen tanıtımlardır..

neyse esas konuya dönelim.. daha işin acemisiyken oturup konuştuğumuzda bazı büyük geçinen siteler gibi kopyalamayı önleme imkanlarımızı kullanabileceğimiz halde hayır dedim.. dileyen her şeyi kopyalayabilir dedim.. ve öyle yaptık.. isteyen istediğini alıp , ister kaynak gösterip ister kaynak göstermeden yayınlayabiliyor sitemizden..

biz yapılan her işlemi , kopyalamayı , bizden alınanların nerelerde yayınlandığını değil sadece site ismi , blog ismi olarak , ta ip numaralarına kadar , şehir bazında görebiliyoruz..

konu yazılanların alınması filan değil onu da aşan bir kopyalama.. adamın teki bir haftadır tüm müzik kutumuzu içindeki 200 ü geçen şarkıyla beraber almış kendi bloguna eklemiş.. bir de sinirimden çıldırtacak şekilde müzik kutusunun üstüne hislerinle dokun yazmış.. ya arkadaş sana ne diyeyim.. biz abartısız binlerce albümü dinleyelim , vakit harcayalım , kendi duygularımızı , kendi beğenilerimizle bir arşiv yapıp sürekli değiştirip ekleyerek bir müzik kutusu hazırlayalım (kimisi radyo bile zannediyor) sen kalk hiç isim bile belirtmeden kendi bloguna ekle müzik kutumuzu.. ayıp be kardeşim ayıp.. oldu olacak al bir isim hakkı bir yerlerden , bizim siteyi olduğu gibi kopyala yayın yap kardeşim.. üstüne de çekinmeden hislerinle dokun yaz.. yuh olsun..

sana başka şey söylemiyorum.. ve sadece şunu yazıyorum son olarak  sana iki gün süre o müzik kutusunu kaldırman için..

aylakadamız’ın tüm takipçilerinden de böyle bir yazı için özür diliyorum.. mecbur kaldım yazmak için..

gülüşünüzle ve aylakadamız’la kalın , taklitlerinden sakının demeyeceğim taklitlerine de bakın ve aradaki farkı siz değerlendirin..   

Crockett..

(Fotoğraf : Crockett , ‘Yalanım’)

Mavi Göç

Karadeniz Ezgilerini Yürekten Haykıranlar …

Vokal : Faik Pala
Tulum : Muhammet Arnavutoğlu
Kemençe : Semih Aytaç
Bas Gitar : Jiyan Dabakoğlu
Klasik ve Elektro Gitar : Gökhan Çakmak
Yan Flüt ve Saksafon : Fırat Şahverdi
Perküsyon : Cabbar Cabbar
Davul : Okay Ayter
  
Plak Şirketi : Güvercin Müzik
 
 
Bu güzel albümü bana tavsiye eden sevgili kardeşim Yüco ‘ ya en derin sevgilerimle … Albümden “Moçkar” adlı parçayı müzik kutusunda dinleyebilirsiniz . Ayrıca bu albümü ; D&R , Mephisto , Ada Müzik , Seyhan Müzik , ve internet üzerinden Esenshop’tan satın alabilirsiniz .
 
 

‘yalnızlığımı taşa astım, gölgesinde çalışıyorum yalnızlığım. benim ikiz kardeşim. sol yanım, huysuz sevgilim, en bencilim, en yaratıcım, en beğenmezim..’ – MEHMET AKSOY

‘heykelimi kendi kentlerine isteyenler , bilmeyerek de olsa mücadelemin önünü tıkıyorlar..

heykelime talip olanlar bu tavırlarıyla , sanata sahip çıkayım derken heykelin yıkılmasına ya da taşınmasına yardımcı olmuş duruma düşüyorlar.. yıkılacak , taşınacak söylentilerinin ayyuka çıktığı şimdilerde , taş yerinde ağır diye düşünüp heykelime yeni bir adres bulmayı bıraksınlar , mücadeleme destek versinler..

özgür düşünceye tahammülleri olmayanlar , kafalarındaki putları yıkamayanlar , heykelimi yıkmaya çalışmaktan vazgeçmeli..

bütün çelişki de buradan kaynaklanıyor.. sanatın , heykelin bir dil olduğunu kabul etmek istemiyorlar.. beğeni göreceli bir kavramdır.. ben bir şey yaptım beğenmeyebilirler , ancak hakaret edemezler..’

MEHMET AKSOY..

Alıntı : CUMHURİYET Gazetesinden OĞUZ YILDIZ’ın ‘Taş yerinde Ağırdır!’ başlıklı haberinden.. 28 Ocak 2011..

BASIN AÇIKLAMASI..

başbakan farıcıma ucube dedi. halbuki müsaade etselerdi, kanadını, tüyünü düzüp keklik olacaktı. başbakan onun keklik olacağını göremedi onu okuyamadı. aslında haklı sanat düz mantıkla, politik mantıkla anlaşılacak idrak edilecek ve giderek dilde ifadesini bulacak bir şey değil. (farıç : keklik yavrusu)

heykel sanatı form diliyle konuşur. bu dili öğrenmek, alfabesini, kodlarını çözmek bir kültür ve görgü işidir. bir uğraşı ve eğitimi gerektirir. politik arenanın çirkinliği her şeyin politik rant sağlayan bir meta olarak algılanması ve maalesef sanatında acımasızca ve kaba bir şekilde bu arenaya çekilmek istenmesi türkiye sanatı ve sanat kültürü adına bir kayıp bir düşmanlıktır. başbakanımız vicdanını göğsünde taşımıyor, iktidar koltuğunun arkasında saklamış görünmüyor. görünen ve gösterdiği yalnızca güç… yarın ahirette kalbi ağırlaşmış olarak terazinin kefesine konacak. biliyorsunuz terazinin öteki tefesinde bir tüy var, kalbin tüyden hafif olması gerekiyor, o tüy belki de benim kekliğin tüyü olur. kalbinizi, vicdanınızı ağırlaştırmayın sayın başbakanım.. bakın bir sürü bakanlarınız var danışmanlarınız var kültür bakanınız var bu heykel hakkında sizi bilgilendirsinler. kulaktan dolma gerçek olmayan enformasyonlarla konuşmamış olursunuz. sarıkamış’ta , kars’ta , çanakkale’de ölen tüm şehitlerimizin barış arzularını ruhlarını göğe yükseltiyor bu anıt , savaşları mahkum ediyor.

insan olma yolunda ilerleme kaydetmek istiyorsak barış içinde yan yana yaşamak hayatı daha derinden anlamlı hoşgörü içinde birbirimizi kucaklamak gerekir duygusunu veriyor… böyle bir içerikteki heykele başbakanın karşı olacağını düşünemiyorum.

heykel ortadan ikiye bölünmüş bir insanın bölünen parçaların karşı karşıya konularak kendi kendine düşman edilmesini simgeliyor. aralarındaki boşluk bir duvar gibi onları ayırıyor. boşlukta uzanan el insanlığa uzanıyormuş gibi tutulmayı bekliyor. bu el şuanda heykel yapımı durdurulduğu için yerde yerine takılmayı bekliyor. yapılması bitmeyen engellenen bir parçada insani vicdanı sembolize eden göz ve ondan savaşların acısıyla akan gözyaşı… heykelin şuanda yarısının kabası bitmiş durumda, bu dört senelik bir emeğe mal oldu. bu heykel yıkılır mı??

yıkılırsa ne olur. fizik olarak yıkılması çok zor.öyle kepçeyle, dozerle yıkılacak bir şey değil. normal betondan üç misli daha dayanıklı akışkan beton içinde çelik borular ve güçlü bir demir konstrüksiyon var. 1500 ton ağırlığında uçurumun kenarında bazalt kütlelerin üzerinde duruyor. altında bir tavya var. ancak c4 yada dinamitle patlatılabilir.bu da türkiye’de ve dünyada büyük tepkilere sebep olur. talibanın buda heykellerinin yıkımı eyleminden farksız olur. bu davranış iki yüzlü bir dış politika demektir. inandırıcılığımız kalmaz. bir yandan dışarıda barış çabaları gösterirken arabuluculuklar yaparken öte yandan barış öneren bi heykeli yıkamazsınız. ayrıca yurtta ve dünyada sanatsever kamuoyu her yerde karşılarına dikilir.

siz en iyisi beni bırakında heykeli tamamlayayım. bana sahip çıkın heykele sahip çıkın, barışa sahip çıkın… benim kafamı meşgul etmeyin, bana elleşmeyin, bırakında heykelimi yapayım. sizde kendi işinizi yapın. işsizlik sorununu halledin kars’taki besicilik işini halledin, hayvancılık işini halledin, okul sorununu halledin, çiftçinin ürününü dalında çürütmeyin aracıların tefecilerin eline bırakmayın. kanalizasyon problemlerini çözün. doğaya sahip çıkın, doğayı parsel parsel satmayın. daha söylenilecek çok şey var ama…

MEHMET AKSOY.. (www.mehmetaksoy.com)

‘BENİM ADIM RACHEL CORRIE..’

‘Biz başka çocuklar için endişe duyan çocuklarız..’ – RACHEL CORRIE

‘BENİM ADIM RACHEL CORRIE..’

23 yaşındayken 16 mart 2003 tarihinde israil buldozerleri tarafından filistinli  bir ailenin evinin yıkılmaması için buldozerin önüne kocaman yüreğini koyan ama insanlıktan nasibini almamış canavarlar tarafından buldozerle ezilerek katledilen barış elçisi , insan hakları eylemcisi , amerikan vatandaşı  RACHEL CORRIE’nin kendi kaleminden yazdıklarından oyunlaştırılan ve hayatından kesitler sunan oyun artık türkiye tiyatro sahnelerinde.. oyunun galası geçen günlerde yapıldı.. bizce mutlaka izlenmesi gereken kaçrılmayacak bir oyun..

RACHEL CORRIE aylakadamız’ın her zaman en büyük ilham kaynaklarından , yol göstericilerinden birisi oldu yola çıktığımızdan beri  ve olmaya da devam edecek.. ona karşı boynumuz bükük ve ona çok şeyler borçluyuz.. en azından insan olduğumuzu ve insan haklarının insanların gözleri önünde normal bir olaymış gibi yok sayılmasına , yok edilmesine sessiz kaldığımız için utanmamız gerektiğini bizlere hatırlattı..

hiçbir şey yapamıyorsak , sesimizi de çıkarmaktan korkuyorsak hala en azından bu oyunu izleyelim.. bu oyunu izleyerek ondan af dileyelim..

a-z kültür sanat ajansının yapımını üstlendiği ve hem türkçe’ye çevirip hem de oynayan setenay yener ile diğer tüm emek verenlere çok teşekkür ediyoruz..

‘BENİM ADIM RACHEL CORRIE’ oyunu tek perdelik bir oyun.. RACHEL CORRIE’nin kendi yazdıklarından oyunlaştırılmış bir oyun.. uyarlamayı yapanlar alan rickman ve katharine viner..

oyun programını , oyunla ilgili istanbul dışı turne programını , RACHEL CORRIE’nin yazdıklarını , katledilmesiyle ilgili açılan davayla ilgili gelişmeleri ve ailesinin onunla ilgili yazdıklarını da   www.benimadimrachelcorrie.com adresinden takip edip bilgi alabilirsiniz.. oyunu kaçırmayın , mutlaka izleyip destek olalım..

 Crockett..

 

BENİM ADIM RACHEL CORRIE..

 

Yazan : Rachel Corrie

Uyarlayan : Alan Rickman & Katharine Viner

Oynayan ve Çeviren : Setenay Yener

Yöneten : Turgay Kantürk

Dekor-Kostüm-Işık Tasarım : Cem Yılmazer

Müzik : Tolga Çebi

Yardımcı Yönetmen : Emrah Eren

Reji Asistanı : Gökhan Bozkurt

Yapım : AZ KÜLTÜR SANAT AJANSI

Yapımcılar : Adnan Kılıç , Fatih Bolcan , Mehmet Yalçın.

Görsel Tasarım : Serkan Arslan

Prodüksiyon Asistanı : Merve Adıyaman

Basın Danışmanı : Kübra Doğru

Dekor Realizasyon : Zeki İlyas Kızılışık

Aksesuar Realizasyon : Aslı Ersüzer

Oyun Fotoğrafları : Muhsin Akgün

Şarkı Sözü : Turgay Kantürk

Afiş ve Broşür Tasarım : Savaş Çekiç

Efekt Kumanda :  Hakan Çetiner

Işık Kumanda : Kerem Duralar

Sesleriyle katkıda bulunanlar :
Zeyno Eracar
Beyti Engin
Gürsu Gür
Turgay Kantürk
Emrah Eren
Gökhan Bozkurt

 

Oyunla ilgili daha ayrıntılı bilgi için :

www.benimadimrachelcorrie.com
Turunçlu Sokak Mesa Plaza No: 25/4 Merter İstanbul
Tel: +90 212 677 20 80 pbx
Faks: +90 212 677 20 88
info@adanzyereklam.com
info@benimadimrachelcorrie.com

 

‘çoğumuz hatta aslında hiçbirimiz, bu kadar duyarlılığa ve cesarete sahip olmadık. içimizde hissettiğimiz acının peşinden gitmedik. durduk. sonuçlarına katlanamazdık çünkü. televizyondan seyretmesi daha kolaydı. gazetelerden okumak da öyle. oturduğumuz yerden bir şeyler karaladık en fazla. öfkelendik, kaleme/klavyeye davrandık… ha, şu anda ben de farklı bir şey mi yapıyorum? hayır… bu durumda seyircilerden biri miyim? evet… insan olmak, en çok böyle durumlarda acı geliyor işte. onurdan çok zulme yakın olup bu olanlara alıştığımız zaman… umursamamaya, gazetede görünce sayfa çevirip televizyonda denk gelince kanal değiştirmeye başladığımız an… orda ölenler biz olmadığımız için mi bu kadar rahatız? yoksa kanıksadığımız için mi? ölen her herde ölüyor, giden hiçbir yerde geri gelmiyor oysa…’ – RACHEL CORRIE

‘neredeydik , neredeyiz , nereye..’

‘babam ve annem okuma yazma bilmiyordu.. benim üniversite okumam için çok çalıştılar.. 15 yaşında hayata başladım.. 5 kardeştik.. 15 yaşında aileme bakan bir kişiydim.. ortaokulda mahalle arasında oynarken , büyüklerin baskısıyla kaleye geçtim.. 24 yıl kaleciliği sevmeyerek yaptım..

ben o zaman fakir bir ailenin çocuğu olarak , denizde yüzüyordum , kumsalda geziyordum , özgürdüm , organik meyve yiyordum.. bugün ekonomik durumu iyi olan bir baba olarak çocuğumu yüzmeye götüremiyorum , organik meyve yediremiyorum..

ben hiç kaleci eldiveni giymedim.. zonguldak maden işçilerinin eldivenleriyle toprak sahada antrenman yapıyordum. eskiden fakirler oynuyordu , zenginler seyrediyordu.. yani açlar oynarken , toklar seyrediyordu.. şimdi ise toklar ve zenginler oynuyor , fakirler seyrediyor..

sadece sonuçsal kaygı ve ekonomik beklenti var.. o zaman olmaz.. eskiden yokluktan çıkarırken , şimdi eskisi gibi başarılı sporcular çıkaramıyoruz..’

ŞENOL GÜNEŞ

Türkiye Spor Yazarları Derneği’nde yaptığı konuşmadan..

(Daha fazlası ve başka yazılar için : Express , sayı 116 , Ocak 2011..)

SARIIIIIIIIII.. KIRMIZI..

SARIIIIIIIIII.. KIRMIZI..

‘günler geçiyor.. aylar , yıllar geçiyor.. şairin dediği gibi ‘yırtarak geçiyor kalbimizden hayatı da törpüleyen zaman..’

sessizce oturuyorum günlerdir.. çevremi , dünyayı izliyorum.. nereye doğru bir gidiş demiyorum zaten cehennemin tam ortasında yol alıyoruz..

başlamadan ‘aylakadamız’ın yeni sunucuya taşınması için günlerce emek harcayan ‘reis’e teşekkürlerimi sunuyorum.. sitenin fikir babası ve yaratıcısı kendisiydi , yaşaması için de elinden gelen her şeyi sonuna kadar yapıyor ‘reis’..

günlük oynanan tiyatrolar üzerine bir şeyler yazmak istiyorum kaç zamandır.. yazıyorum siliyorum.. tıpkı senin gibi ‘yalanım..’ hani yazardın da sonra birden tuşlara basıp silerdin ya , vazgeçtim yazmaktan derdin ya ona benziyor işte..

ama benimkisi öfkemden dolayı vazgeçişler.. yazıyorum yazıyorum sonra siliyorum.. kocaman kocaman yağmak istiyorum.. işte o an ne yapılmak istendiğinin farkına varıyorum ve susup duruyorum.. küçücük dünyalarımıza hapsedilmiş biz insanları artık son noktaya getirip toplu şekilde çıldırtmak ya da toplu şekilde teslim almak istiyorlar..

böyle öfkeli anlarımda kendime daha fazla zarar vermemek için kendi dünyamın derinliklerine doğru inerim , kitaplardan filmlerden oluşan küçücük yaşam alanıma çekilirim işte.. ya kitap ya müzik ya dergi ya filmlere dalarım..

gerçi bu gidişle yakında oralara da el atacaklar.. anayasadan ve milletten aldıkları yetkiyle bizim için ‘zararlı’ dergi , kitap , müzik ve filmleri de ya yasaklayacaklar ya da yaş sınırı getirecekler.. çıldırmamak ve gülmekten kırılmamak elde değil..

koskoca adamlar çıkmış ‘biz gençlerimizi , insanlarımızı düşünüyoruz ve onları koruyoruz’ diyorlar.. 

yalan bu cümlelerin her yerinden fışkırıyor.. siz kimsiniz kardeşim , insanları koruyoruz diyorsunuz.. insanların anası babası mısınız , insan terbiyecisi misiniz.. özgürlük , özgürlük dediğiniz hikayeler bunlar mı.. yaşam alanlarını gasp etmek mi..

insanlar 18 yaşında size ya da başkasına oy verebiliyor , anayasa değişikliği için evet ya da hayır oyu verebiliyor bunda mahsur yok.. askere 20 sinde gidebiliyor.. silah ruhsatı almak isterse alabiliyor , sonra o silahla istediğini ya da kendisini vurup katil olabiliyor.. bunda da mahsur yok.. ehliyet alıp olası trafik canavarı ya da mağduru olabiliyor.. şirket kurabiliyor.. istediği dine inanıp ,  her türlü dini vecibelerini yerine getirebiliyor.. internete girebiliyor.. siyasi partilere üye olabiliyor.. sigara içip kanser olabiliyor.. hormonlu ya da genetiğiyle oynanmış katkılı yiyecekler yiyip kanser olabiliyor.. evlenebiliyor ve 18inde evlenince 3 sene içinde emir üzerine 3 çocuk yapabiliyor ve bu çocukları büyütmeye onları yetiştirmeye başlayabiliyor vs vs.. bunlar yapabildiklerinin sadece bazıları..

ama ne yapamıyor artık içki içemiyor , bir bira alamıyor.. niye burada yüce devlet mekanizması giriyor devreye ve ‘aman cicim diyor sana , sağlığına , ruh sağlığına zararlı olabilir , accük daha bekle 24’üne kadar.. sonra iç..’

ya komedi işte komedi.. her türlü abuk subuk ölümün yaşandığı ülkemizde sağlığımız bir alkolden korunuyor.. ha bu arada sigara mı , isteyen alabiliyor sigara , sonuna kadar serbest.. ona yasak yok.. çünkü sigaradan korumaya gerek yok gençleri de insanları da.. koydular gösterme yasakları ; toplu yerlerde , kapalı yerlerde içilemiyor filan diye.. hikaye herkes her yerde içiyor.. yazın sonuna doğru bir iş için gittiğimiz urfa’nın çok güzel ve yeni adliye binasında memurları ya da vatandaşları ellerinde yanan sigarayla ya da altınlı gümüşlü tabakalarından urfa tütünüyle sigara sararken koridorlarda gördüğümüzde arkadaşımla gülmekten kopmuştuk.. sonra bir mübaşire sorduğumuzda ‘burada yasak yok ve uygulanması imkansız’ demişti..

sonra bir gün sorulunca ‘ee biz ne yaptık ki , aksırıncaya tıksırıncaya kadar zaten içiyorlar’ diyor.. bu haberi de internetten tam biz mekanda topluca aksırıp tıksırıncaya kadar içerken okudum.. haber yeni düşmüştü ajanslara.. sesli olarak okuyunca kendileri okumaya başladılar tüm arkadaşlar yanıma yanaşıp çünkü kafa buluyorum zannettiler.. okuduklarında gözleri faltaşı gibi açıldı.. hemen esip gürleyip yağanlar oldu , susup içinden daha beter yağanlar oldu.. kardeşim etki tepki meselesi işte.. sempatik olmayı bileceksiniz.. madem bir şey yapıyorsunuz insanları incitmemeye çalışın.. özgürlük özgürlük diyorsunuz sonra ne farkınız kalıyor böyle yapınca eleştirdiğiniz kesimlerden.. hikaye..

şimdi trilyonluk yalılarında ya da residance mıdır nedir oralarda oturup sıcak şaraplarını içerken bu haberleri yorumlayan ve devamlı size tam gaz destek veren liberal geçinen ama kendilerine liberal olan liberaller ve sarı solcuları merak ediyorum.. tek başlarına kaldıklarında yani kendi içlerine konuşup düşündüklerinde ne düşünüyorlar , ne diyorlar çok merak ediyorum.. çünkü onlarda yürek yoktur çıkıp kamuoyunun önünde bu durumu eleştirsinler..

her neyse bu meseleye fazla takılmayayım diyeceğim ama geçenlerde zap yaparken tesadüfte olsa çıldırma noktasına geldiğim anlardan birisi oldu.. mürekkep yalamış , okumuş , eserler vermiş birisi olarak bildiğimiz pek sayın murat bardakçı hazretleri canlı yayında fatih altaylı ile  yaptıkları programda şöyle buyurdu ‘alkol meselesi zapturapt altına alınmalı..’ evet evet aynen böyle dedi.. birçoklarınızın severek okuduğu ya da dinlediği murat bardakçı böyle dedi.. pek demokrat fatih altaylı bile bu söz üzerine durumu toplamaya çalıştı , sözü geri alması için yada düzeltmesi için manevralar yaptı ve onu da sonunda sinirlendirdi bu laf.. bilmiyorum , bilmek ve anlamak da istemiyorum murat bardakçı’nın derdini bu lafı söyledikten sonra..

gelelim aksırıp tıksırma meselesine.. kardeşim yaşam tarzı , giyim kuşam , özgürlük falan diyorsunuz bari samimi olun.. 8 senedir iktidarda olan partisiniz , şimdi mi aklınıza geldi anayasadan aldığınız yetkiyle insanları gençleri korumak.. 8 senedir neredeydiniz.. 8 senedir siroz olan , karaciğer yetmezliği yaşayanlar veya içki nedenli diğer hastalıklara yakalananlar ne olacak.. şimdi onlar yada yakınları kalkıp size dava açmasınlar yahu.. aman bu konuda da bir düzenleme yapılsın tez vakit lütfen.. yeminlen sizi düşünüyorum.. maazallah tazminatların altından kalkamazsınız sonra benden söylemesi..

ayrıca neden 24 yaş.. ben bir de buna çok taktım.. neden 25 yada 23 değil.. 24 yaşına kadar ne oluyor kardeşim.. ha diyorsunuz ki 24’e kadar içirmezsek sonra hiç içmez mi.. böyle mi diyorsunuz.. böyle bir bilimsel çalışma mı yayınlanmış , bilimsel bir makale var mı kardeşim.. varsa biz de okuyalım da.. 24 e kadar içmeyen insan 24 ünden sonra daha beter içer be agalar.. hem öyle aile terbiyesi , insan eğitimi filan boş işler bunlar.. biz iki kardeşiz , babamız 65ine merdiven dayamış , hayatı boyunca hiç içki içmemiş olduğunu söyler ve söylerler.. bununla da gurur duyar.. ha biz iki kardeş ne durumda mıyız aksırıncaya tıksırıncaya kadar içeriz.. üstelik benim kardeşim koyu bir alkol karşıtı olmasına rağmen kendiliğinden 20 sinden sonra içmeye başladı.. ne teşvik eden ne de yasak koyan vardı ona.. ha biz iki kardeş kötü insanlar mıyız kesinlikle değiliz.. insanlığa , topluma her şekilde faydamız oluyordur biraz eminim..

her neyse agalar hükümetsiniz dilediğinizi yaparsınız.. kimse bir şey diyemez.. çünkü o sizin takdirinizdir.. seçimle gelip iktidar olmuşsunuz kimsenin müdahale şansı yok bu konuda.. yarın başka parti gelir başka türlü ülkeyi yönetir.. bu böyle gelir gider..  kimse ilelebet oturamıyor malum o koltuklarda.. 37 yaşımdayım kimler geldi geçti gördük bu ülkede.. bir daha gitmez diyenler unutuldu gittiler.. o yüzden kimse sizin iktidardayken yaptığınız icraatlara eleştiri getirmek , tartışmak dışında bir şey diyemez.. ama o icraatlar arasına insanların yaşam alanlarına yönelik müdahaleler (saçma sapan , hukuka dayanmayan , bilimsel gerçeklerle örtüşmeyen nedenlerle) girerse o icraatlara karşı sesler yükselmeye başlar..

hani şimdi tarih pek moda ya ve şimdi dizilere de müdahale ediliyor ya.. o yüzden tarihten örnek vereyim diyeceğim ama pek bir bilinen şey olacak.. dördüncü murat mı kimdi bilmiyorum , bana zorla okutulan tarihte öğretilmişti.. bu padişah asmış kesmiş ama engelleyememiş içki , sigara içenleri.. aynı hızla devam etmiş içenler ve çoğalmışlar toplumda.. ee ne oldu dördüncü muradı neyle hatırlıyoruz şimdi tarihte.. içki , sigara yasakçısı vs..

işin uygulama kısmına gelince bu yasaklar içki kullanımını azaltmaz agalar beyler.. tersine arttırır.. hele 20 cclik içkilerin satışının yasaklanması tam komedi.. şimdi adam 20 cclik rakı alıp içiyordu.. yetiyor bu diyordu.. 20 cclik rakısı bitince içki de bitiyordu yani adam istese içemiyordu.. ee şimdi ne olacak adam ya da kadın evine giderken 35 lik ya da 70lik alacak ya da daha ekonomik diye litrelik rakı alıp götürecek.. işte mesele burada başlayacak adam ya da kadın 20 lik içerken şimdi masada kuzu gibi 35 lik yada 70 lik duruyor olacak gözünün önünde ve ver bir duble daha , ver bir tek daha filan derken alkol tüketim oranı günde 20 likten 70liğe litreliğe kadar varıp ‘aksırıp tıksırıncaya’ kadar içmiş olacaklar.. ha bunun tek çözümü var komple yasaklayacaksınız.. ama o zamanda ne olur biliyor musunuz o pek mükemmel dediğiniz ama icra dosya sayılarının ecevit hükümeti döneminin kat be kat üstüne çıktığı günümüzde sahte geçici önlemlerle ayakta duran ekonominiz çöker komple.. bu ülkede en yüksek vergileri alkol , sigara ve benzinden alıyorsunuz malumunuzdur.. hadi komple yasaklayın görelim sizleri.. o zaman benzini herhalde 20 lira yaparsınız toparlayabilmek için.. içki içenlere en azından bu vergiler yüzünden biraz saygı lütfen , saygı..

bu içki muhabbeti çok uzadı ve ben başka meselelere giremedim daha.. devamlı aksırıp tıksırarak içtiğimden içimdekileri biraz kusmak istedim sadece.. yoksa şükür 24 ü çoktan geçmişim , öyle galalara ya da kokteyllere filan da gittiğim yok.. işim olmaz.. yani kısacası bu yasağınız bana değmiyor , şimdilik.. ama yine de rahatsız ediyor insanı işte.. umarım bu konuda daha fazla rahatsız etmezsiniz insanları..

alkol meselesini ancak bitirdik.. oysa daha heykel ve büyük galatasaray meselesi vardı.. hele galatasaray vakası yok mu ah ah durup dururken tekrar cimbom aşkımı körükledi.. kendimi bildim bileli galatasaraylıyım.. sarı kırmızı renklere küçükken vurulmuştuk.. lise yıllarımda hiçbir maçını kaçırmazdım.. ta ki kar altında oynanan werder bremen avrupa kupası maçına kadar.. o maç öncesi ve sonrasında sekiz saat boyunca tipi yağan sulu kardan ıslanıp çok fena hasta olmuştum , ses tellerim geri dönüşü olmayacak şekilde zarar görmüştü.. bir ay boyunca konuşmam yasaklanmıştı çünkü ses tellerimi tamamen kaybetme riski vardı.. iyileştim ama o maçtan sonra gelen bu hastalıkla tribünlerden jübilemizi aile zoruyla yapmıştık..

sonraları da top meselesinden soğumuştum politik nedenlerle.. iç ve dış politikada futbol sonuna kadar kullanılmaya başlanmıştı egemenler tarafından.. bu soğumaya rağmen galatasaraylılık kalbimizde yaşıyor , damarlarımızda kan kırmızı akıyordu.. neyse işte geçenlerde cimboma yeni stadyum yapmışlar , onun açılış töreni sırasında bazı ıslıklı filan protestolar olmuş.. sonra da çeşitli çevrelerden malum açıklamalar arka arkaya geldi..

kafama en çok takılan sanki sadaka veriliyormuş gibi galatasaraya stadın verilmesiydi.. yıllar boyunca bu ülkenin asla kimse tarafından yapılamayacak reklamını yapmış olan galatasaraya bir lütufmuş , bir sadakaymış gibi stat veriliyordu.. galatasarayın hiçbir katkısı yokmuş falan filan.. 70 milyonluk ülkede en azından 30 milyon galatasaraylı var , bu stadın inşaatı da işte o galatasaraylıların ve diğer vatandaşların vergileriyle yapılıyor.. cebinizden yapmıyorsunuz o statları.. galatasaray’ın üst hakkı olan ali sami yen stadını ihaleyle verdiniz işte başkalarına.. o yeter zaten on stat yapmaya.. benim tavsiyem milletin içkisiyle filan oynayın ama galatasaraylılarla uğraşmayın bence.. nerden baksan 30 milyon galatasaraylıdan en az 15 milyon oy kullanan vardır.. bu oylardan kaybetmek istemezsiniz değil mi.. bu konuda birkaç laf da sayın başkan adnan polat’a.. başkan yakışmadı size.. galatasaraylılık bu değildir.. galatasaray tarihine biraz baksın.. öyle kameraya bakıp stada sokmayacağız ıslık çalanları demek galatasaraylılık ruhuyla bağdaşmaz.. yakışmadı sayın başkan..

neymiş ıslıklama olmuş.. ne yapmaları gerekiyordu , insanların damarına basan konuşmalar nedeniyle tepki vermesi gerekiyorsa..

benim sizlere önerilerim var çünkü bu tür ıslıklamalar filan devamlı olmaya başladı.. daha öncede bir milli basket maçında da olmuştu.. önerilerim şöyle : bu tür vakalar olunca derhal stadın ya da salonun kapıları kapatılsın , tüm stat veya salon gözaltına alınsın.. eğer kulüpler düzeyinde bir maçsa ev sahibi takım derhal küme düşürülsün , yönetimleri tutuklansın.. tarihte statlarla da ilgili acı anılar var.. gerek latin amerika gerekse irlanda da statlarda acı olaylar yaşanmıştı.. işte bu olaylardan hareketle örnekler alınarak statlarda bu tür olaylar olunca açık hava hapishanesine çevrilsin statlar ve içindekiler gözaltına alınıp salıverilmeden derhal yargılanıp o stadyumlarda ömür boyu hapse mahkum edilsinler..

 diğer bir önerim statlara maç izlemeye gidenlere olası ıslıklı protestoları önlemek için stada girerlerken zorla hepimizin çocukken yediği leblebi tozu yedirilsin ve sıvı namına stadyuma hiçbir şey sokulmasın.. böylece ıslıklı protestolar önlenmiş olur.. malum leblebi tozu yiyen sıvı bir şey almadan zor ıslık çalar.. hem bu ıslıklama önlenirse karşı takım da ıslıklanmaz , böylece takımlar arasında kardeşlik ve barış sağlanır..

yine stadyumlara müsabakaları izlemeye gelenlerden sabıka kaydı istensin ve geniş gbt taramaları da yapılsın..

ayrıca aksırıp tıksırıp içerek stadyumlara gelen ve protestocu olma olasılıkları yüksek insanları önlemek için turnikelerde  alkol kontrolü yapılsın , geçemeyenler içeriye alınmasın..

sonra mı süt liman baba ortalık oh ne güzel.. gir maçını izle gör bak var mı ıslıklayan.. ha bu projeler tutmadı mı o zaman yine kökten çözüm seyircisiz oynatın maçları herkes evinden izlesin yahu.. hem böylece sadaka olarak verilecek stadyum yapmaya da gerek kalmaz.. oldu da bitti maşallah..

(mehmet aksoy – insanlık anıtı..)

son olarak da accük heykel meselesine gireyim.. ya agalar beyler yapmayın bakın seçim zamanına geliyoruz.. yeterince antipatik hareketler yapıyor her kesimden herkes.. bir de siz  taşlara kafayı takmayın.. tüm illere gidiyoruz , her ille ilgili illa ki bir şey söyleyeyim mantığıyla hareket etmeyin.. ne gereği vardı işte heykel meselesinin.. daha yakın zamanda allonoi meselesi olmuştu.. ondan ders alınmadı şimdi kars’ta eski kendi belediye başkanınızın ön ayak olup ve kendi kültür bakanınızın onay verdiği insanlık anıtı heykeli meselesi hortladı.. benim şahsen sevmediğim bir şarkıcı allonoi’nin baraj suları altında kalacak olmasına tepki verdi , adamı nefes aldığına pişman ettiler.. bakanın teki kalkıp o şarkı söylemeye , müziğine baksın , anlamadığı işlerle uğraşmasın dedi.. güler misin ağlar mısın.. yahu adam kendi çapında bir sanatçı hem de dünyaca ünlü.. adamı sev sevme , adam tarihi bir yer katledilmesin diye fikrini söylüyor.. vay vay , vay babam vay.. adamı bin pişman ettiler.. herkes susacak bu ülkede , bir kendileri konuşacak.. biz şakşakçılık yapacağız.. tıpkı kendi milletvekilleri gibi.. başkanları kürsüden karayolları haritası gösteriyor , hurra alkış tufanı.. ‘durun yahu’ diyor , ‘bu esas harita değil , niye hemen alkışlıyorsunuz..’ alkışlayacak tabi , adam alışmış şakşaka.. ezbere alkış hurra.. bence bu tip parti toplantılarında a partisi olsun b partisi olsun tüm partiler için önde amigolar gibi ya da televizyon programlarında alkış işareti veren görevliler gibi bir şakşak görevlisi istihdam edilsin.. böylece olası alkış kazalarının önüne geçilmiş olur..

(mehmet aksoy – 1 mayıs 1977 heykeli..)

neyse meseleden yine kaydık başka yerlere , biz heykele dönelim.. işte malum ‘ucube’ kelimesi söylendi orada.. ya heykeli sen yaptırtmışsın , anıtlar kurulu , kültür bakanlığı onay vermiş.. heykelin kaba inşaatı bitmiş.. sonra politik ayrılıklar oluşmuş ve heykel yarım kalmış.. simgesel olarak ve fikir olarak çok güzel bir girişim.. tamamlanınca daha da güzel olacak eminim.. hemşerim mehmet aksoy’u fazla tanımam.. eserlerini denk geldikçe gördüm.. özel bir ilgim olmadı.. bu olaydan sonra iyi bir daldım mehmet aksoy’un eserlerine.. bunda ‘sarı’nın katkısı var biraz.. gerçekten mükemmel eserleri var ustanın.. hayran kalmamak elde değil.. insanlık anıtı heykeliyle ilgili konuşmalarını da dinledim ve gerçekten ona yapılan bu haksızlığa çok üzüldüm..

(mehmet aksoy – anlamak..)

heykele daha önce izin veren anıtlar kurulunun bu kez yıkılması gerekir diye karar vermesi daha da korkunç bir olay..

hele bir partinin il başkanının konuşması vardı ki ağlamak istedim.. bu beyefendiye göre efendim heykelin bir parçası türk’ü simgeliyormuş , diğeri de ermeni’yi.. türk kısmı mahçup bir şekilde elini ermeni’ye sanki özür dileyerek uzatıyormuş , bu da bizim ülkemizi küçük düşürüyormuş.. muş muş muş muş muş muş muş muş muş muş.. ne dersiniz bu çözümlemeye.. kimse kimseye değil artık heykeller bile el uzatamayacak birbirlerine bu ülkede.. o bile yasak.. taş kesilsen ne yazar , yassah kardeşim işte..

(mehmet aksoy – kayıp anaları..)

bu saydığım acayiplikler kafka’nın romanlarında , cronenberg’in filmlerinde bile rastlamadığım derecede acayiplikler.. gerçi mehmet aksoy’un başına yıllar önce de ‘tükürürüm böyle heykellerin’ içine olayı gelmişti.. kendisi alışkın biraz bu ülkede bir sanatçı olarak aşağılanıp , horlanmaya..

ne acı olaylar bu çağda değil mi.. ben hep susmak istiyorum bu durumlarda üzüntümden.. susup içime içime ağlamak istiyorum.. hele bu heykel meselesinden sonra devamlı gözlerimin önüne talibanların afganistan da binlerce yıllık buda heykellerini dinamitle havaya uçurması geliyor.. insanlığın hafızasına kazındı o görüntüler.. şimdi mehmet aksoy diyor ki dinamit koymadan zor yıkılır o heykeller.. ne olur ‘ucube mucube’ filan diyin ama aynı görüntüleri yaşatmayın bu ülkeye..

(mehmet aksoy – nelson mandela..)

daha yazılacak onlarca konu var , çok doluyum ama oturup artık biraz mola verip aksırıp tıksırıncaya kadar içerek ucubeleşmek istiyorum müsaadenizle..

gülüşünüzle , sanatla ve heykelle kalın aylaklar..’

Crockett..

Teşekkürlerimizle

27 Nisan 2009 ‘ da başlamış olduğumuz bu serüvene siz değerli takipçilerimizin  desteği ve ilgisinden dolayı sitemizin bulunduğu sunucu yetmemeye başladı ve bugün aylakadamiz.com artık yeni sunucusuna taşınmış bulunuyor .

Siteyi kurarken önce kimse girmez takip etmez diye düşünüyordum ama bugün geldiğimiz noktayı inanın bende kestiremiyorum . İnanılmaz bir hit sayısı ve takipçi kitlesine ulaştı aylakadamiz.com sayenizde .

Burada bu siteyi her zaman beni destekleyen biricik ağabeyim , sevgili dostum güzel insan Crockett ‘ e huzurlanırzda teşekkürü bir borç bilirim . O’nun bu desteği olmasaydı bu site olmazdı .

Biz var oldukça , siz var oldukça aylakadamiz.com sonsuza kadar yaşayacaktır . Yakında aramıza katılmasını beklediğim sevgili kardeşim “Yüco” da burada yazılarıyla ve paylaşımlarıyla aramızda olacak . Kendisine şimdiden aramıza , ailemize hoş geldin diyorum  .

Normalde bu kadar uzun yazamam aslına bakarsanız ama bugün bir ayrı mutluyum , çok değişik duygular içindeyim . İlk defa bu hayata bir gol attım . Aylakadamiz.com bugün geldiği bu durumda en güzel şeyleri hak ediyor .

İyi ki varsınız sevgili dostlar .

BLACKHAWK

 

 

 

ZEHİR-ZIKKIM.. – AYDIN BOYSAN

ZEHİR-ZIKKIM..

‘zıkkımlanmak’ diye bir deyim kullanmak , alışkanlıklarımız arasındadır.. anlamını bilir bilmez kullanırız.. niyet ‘zıkkımlananı’ batırmaktır.. niyetin bu olduğunu bilene , bu bilgi yeter , batırır durur.. ya ne demektir bu zıkkımlanmak.. ne demek istenir..

açıklayalım : zıkkım sözü , o güzelim dayanaklı çiçek ‘zakkum’dan kaynaklanır.. en çok saygı ve sevgi duyduğum bir çiçek türüdür.. nazlı çiçeklerden değildir , cömert çiçek açar.. önemli başarısı , az su ile yaşamını sürdürebilmesidir.. ülkemizde de çok bilinen ve sevilen bir türdür..

(dostum fethi naci de , ben de çiçek olarak zakkumu severiz.. her ne kadar yenince zehirler ise de çiçeği yiyen insanlara acımak gerekmediğini düşünürüz..)

zakkumu , yalnız insanlarımız değil , hayvanlarımız da iyi tanır.. örneğin hiçbir eşek zakkum yemez , çünkü zakkumun zehirli olduğunu bilir.. her eşek anasından , zakkumun zehirli olduğu bilgisiyle doğar.. yeni doğmuş sıpa açlıktan kıvransa bile zakkum yemez.. bu özellik eşeklerde hayranlık veren bir doğuştan bilgi türüdür..

zakkum , müslümanlığın doğduğu ülkelerin de bitkisidir.. tıpkı hurma gibi.. bizim ülkemizin eşekleri de hurmayı yemesini bilir de zakkum yemezler..

hayvanlar zararlı yiyecek ve içeceği , insanlardan çok daha doğru ayırt ederler..

softalarımız da hayvanların bu özelliğini iyi bilir.. örneğin hayvanların bu özelliğini öteki insanlara öğretirler de..

bir softa , köy kahvesinde sorar :

‘besin ürünleri doğal olmalıdır.. üretilmiş ürün kullanılmamalıdır.. hiçbir hayvan , örneğin hiçbir eşek , doğal olmayan malzemeyi midesine almaz.. bir eşeğin önüne bir kapta su bir kapta rakı koysan , elbette yalnız suyu içer.. neden..’

kahvenin öbür köşesinde oturan bektaşi açıklar :

‘eşekliğinden..’

içmekte , yalnız zevklenme amacı olduğunu sanmak , yanlış düşünce.. neden mi içilir.. soru zor da , cevabı daha zor.. şairimiz turgut uyar’ın şiiri de sorularla bitiyor : ‘böyle , bu sazlı bahçe neresi / nasıl da içiyorum ölürcesine / sahnede bir bezgin kadın / bir gariplik vermiş sesine / o niçin şarkı söylüyor şimdi / ben neye ağlıyorum..’

anlamazlar ki..

 

AYDIN BOYSAN..

Uzun Yaşamanın Sırrı , Aydın Boysan , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , Ekim 2008..