Hasta Parçacıklar-II… (Morbid Segmentations- II)
“ Ayrışma ”
Uçsuz bucaksız sürülmüş arazide uygun bir yer arıyordum o gün. Amacımı gerçekleştirebilmek için aslında her yer uygundu. Belki de gölge bir yer bulmak daha iyi olur düşüncesiyle aranıyordum. Ama her şey doğal olmalıydı. Güneş de çarpmalıydı yüzüme ve tüm bedenime. Benden tüm yeni yaşamları yeşertecek her şey sağlanmalıydı.
Az sonra sıcağın etkisiyle arayıştan vazgeçerek bulunduğum yere oturdum. Bir süre etrafı gözledim. Tepemdeki güneşin yaydığı kavurucu sıcağa rağmen doğa susmuyor , toprağın nabız atışları gibi yükselen böcek ve kuş sesleri ortalığı kaplıyordu. Yüzüme doğru hafiften esen rüzgar sıcak havayı biraz olsun katlanılabilir hale getiriyordu. Altımdaki sürülmüş toprak kurumuş ve çatlamıştı . Üzerimdeki her şeyi çıkarıp uzanmak zor olacaktı bu yüzden. Ama toprak çivi gibi batsa da vazgeçmemeliydim. Belki de uzanacağım yeri biraz düzeltmek iyi olurdu. Ne de olsa toprağın bu sürülmüş şekli doğal değildi. Doğrularak altımdaki yüzeyi altımdaki yüzeyi uzanılabilir hale getirdikten sonra üzerimdekileri çıkardım. Sırtüstü uzandım. Sandığımın aksine toprak son derece yumuşaktı. Kollarımı iki yana açtım. Sanki az önce duyduğum tüm sesler kaybolmuştu. Yalnızca kendi soluğumu duyuyordum. İlk kez bu kadar temizdi sanki ciğerlerimden çıkan ses. Ama neden susmuştu her şey . Kuşlar , böcekler bile susmuştu . Oysa ki ben onları bekliyordum. Beni ayrıştıracak olan tüm canlıları . Ama hiç biri konuşmuyordu.
Öte yandan birileri tarafından izlendiğim hissine kapıldım. Uzandığım yerde kafamı sağa sola çevirip baktığımda ortalıkta kimseler yoktu. Zaten bu mevsimde insanların buraya gelmesi için bir neden de göremiyordum. Ancak mutlaka izleniyor olmalıydım.
Rüzgar da kesilmişti. Duyduğum sadece kendi soluğumdu.
Az sonra alnımın sağında bir hareketlenme duydum. Bir leş böceği yaklaştı yanıma . Bir süre beni izledi ve sonra bacaklarından öndeki ikisini burnumun üstünde gezdirdi. Ancak herhalde beğenmemiş olacak ki geldiği yönde geri döndü. Neden saldırmamıştı . Beni izleyen doğa bir şeyleri bekliyordu sanırım. Soluğumu dinliyorlardı ve belki de kalp atışlarımı. Canlılığımın tek belirleyicisi olan bu sesler kesilmedikçe belki de başıma toplanmayacaklardı.
Bir süre soluğumu tuttum. Ancak bu kez kalp atışlarım inletiyorlardı adeta ortalığı – normalde hiçbir zaman duymadığım kalp atışlarım… Kalp atışlarımı durdurmanın bir yolu olmalıydı. Soluğumu tutmaya devam ediyordum. Ama nedense zorlanmıyordum tutarken ve hiçbir hava açlığı da hissetmiyordum. Acaba her zamankinden farklımıydı durum? Belki de doğa artık o havaya ihtiyaç duymayacağımı söylüyordu. Gerçekten de soluğum durmuştu. Vücudumda nefes almaya yönelik hiçbir çaba yoktu.
Acaba kalbim de durabilir miydi kendi çabamla. Bir an kalbime yoğunlaştım. İnanılmaz bir şekilde kalp atışlarım da yavaşladı ve sonunda durdu. Aynı anda bilincim de kapanmış olmalıydı. Ama her şeyi görüyor ve hissediyordum. Sanki beynimle çalışan bilincin dışında bir bilincim daha vardı ve o şahit oluyordu devinime.
Kalbim ve soluğum durduğunda etrafımdaki doğanın sesi tekrar belirdi kulağımda. Yavaş yavaş artmaya başladı sesin şiddeti . Sanki her yandan usulca kuşatılıyordum. Rüzgar tekrar başladı esmeye ve şiddetlendi . Öyle ki bir toz bulutu kapladı üzerimi . Havada etrafımda daireler çizen kargalar belirdi öterek . Böceklerin cızırtıları şiddetini artırmaya devam etti.
Az önce burnumu beğenmemiş olan leş böceği tekrar belirdi burnumun dibinde . Bu kez gayet hızlı hareket ediyordu. Burnumun üzerine çıktı . Ama nedense bekliyordu. Az sonra cızırtılar ve kuş cıvıltıları yanımda belirdi. Toprağın içinden çıkan küçük solucanlar etrafımı çevrelediler. Kargalar dairelerini daha bir alçaktan çizmeye başladılar. Biraz sonra etrafımdaki sayısız canlıdan oluşan ordu tamamlanmış ve bir emir almışçasına sustular. Yalnızca kargalar alçalan daireler çizerek inmeye devam ettiler. Herkes bir şeyi bekliyordu sanki. Bense hiçbir şey hissetmiyordum. Burnumdaki böcek arkasına döndü ve müzisyenlerinin hazır olup olmadıklarına bakan bir orkestra şefi edasıyla etrafını gözledi. Sonra tekrar döndü . Daha önce görmediğim iki sivri dişi belirdi – üzerlerinde yapışkan bir sıvı vardı. Birden burnumun derisine geçirdi bu dişleri ve bir parça et koparıp yuttu. Sanki emir verilmişçesine orkestranın diğer elemanları bir anda saldırdılar bedenime. Kargalar üzerime kondular ve en büyük lokmaları onlar yutmaya başladılar. Solucanlar kanımı emiyorlardı. Oysa ki ben onların etobur olduklarını hiç bilmezdim. Belki de tüm canlılar , ayrıştırılacak bir şey olduğun da kimliklerini yitiriyorlardı diye düşündüm.
Kısa sürede iç organlarım da ortaya çıkmıştı. Solucanlar ve sonradan olaya dahil olan karıncalar en kanlı organıma , karaciğerime akın ettiler. Kargalar onlarla yarışmadaydı adeta ve bağırsaklarımı delik deşik ederken neredeyse hiç soluk almıyorlardı.Bir kısım böcekler kollarıma ve bacaklarıma saldırdılar. Kısa zamanda birer kemik yığını haline gelmişti buralar. Belki her şey çok daha uzun sürelerde gerçekleşiyordu da benim için zaman kavramı ortadan kalkmıştı. Ayrıca bazı organlarımın parçalanışına şahit olmadığım halde onlardan da geriye kırıntılar kalmıştı.
Bir süre sonra burnumu kemiren böcek , olduğu yerde doğruldu. Ön bacaklarıyla kana bulanmış suratını temizledi ve olduğu yerde beklemeye başladı. Tüm diğer canlılar da aynı anda durdular. Böcekle beraber geri çekildiler ve gözden kayboldular. Kargalar yükselen daireler çizerek gökyüzünde kayboldular.
Ama her şey bitmemişti sanırım. Görünmeyen bir şeyler artıkları ortadan kaldırmaya devam ediyorlardı . Söz gelimi beynimden geriye kalan kırıntılar birer birer erimeye , sıvılaşmaya başladı ve sonra bu sıvı da kurudu. Anlaşılan sıra en çalışkan ayrıştırıcılara gelmişti. Onların da etkisiyle yaşayanların rahatsız olacağı leş kokusu yükseldi.
Rüzgar şiddetlendi bir süre sonra , gökyüzü bulutlarla kaplandı. Yağmurun başlamasıyla kısa zamanda sadece kemiklerim kalmıştı ortada. Giderek , balçıklaşan toprağa gömülüyordum. Ama aslında gömülmem için bir neden de yoktu. Belki de toprak ana beni ebedi yatağıma davet ediyordu. Sonra bir sarsıntı hissettim. İlk kez bir şeyler hissediyordum diye düşünecekken karşımda hemşirenin güzel yüzünü görerek uyandım. Hemşire “Nasıl , iyi uyuyabildiniz mi bu gece ?” ,dedi. “Evet, yaptığınız ilaç ağrılarımı azalttı ve oldukça rahatladım.” , dedim. O an vücudumda beynimi yavaş yavaş kemiren illetin varlığı aklıma geldi. Her ne kadar beni santim santim kemirse de artık eskisi kadar umutsuz değildim ölmek düşüncesinden . Belki de uzun süredir hayattan kopmuş oluşum ve doğanın oynadığı oyunun bana son derece ilgi çekici gelmesi bu umutsuzluğumu biraz olsun hafifletmişti. Kendimi doğal devinime bırakmam gerektiğini düşündüm. Hemşire , “biraz sonra bugünkü ilk ağrı kesici dozunu yapmaya gelirim” ,dedi. “ Hayır , artık ağrı kesici almak istemiyorum!” , dedim .Hemşire “ sana da iyilik yaramıyor” der gibi baktı yüzüme. “Ama ağrılarınız için ilaç almalısınız.” diye ısrar etti. Dayanabileceğimi söyleyerek teşekkür ettim. İhtiyaç duyarsam zile basmamın yeterli olacağını söyleyerek iri vücudundan beklenmeyecek çeviklikle ilaç tepsisini alıp birden ortadan kayboldu. Hemşire çıktığında kendimi daha rahat hissettim. Ölümün tedirginliği uykuda kaybolmuştu. Belki geçici bir ilaç etkisi olsa da bunu zaman gösterecekti ve ben ölüm kapımı çalmadan tüm bunları yazmalıydım Yazmak zorunda hissedişim de üretme ihtiyacımdan kaynaklanıyordu. Üretmemek ve bu hayata bir şeyler bırakmadan gitme düşüncesi ise tedirginliklerimi tekrar su yüzüne çıkarabilirdi. Hayatın sıradanlığı benim umuduma baskın çıkabilirdi o zaman. Ancak bu yazı için son satırların kalemden süzüldüğü şu anlarda ağrılarım tekrar artmaya başladı ve hayat yeniden sıradanlaştı birden. Sanırım sıradanlıktan kaçış için başucumdaki zilin açacağı kapıdan geçmem gerekecek…
‘FRAN(SI)Z’ (Sonrasını sildim çünkü ne haddime K. Olmak)
Bilinmeyen Tarih ( 1997-2000 arası bir yazı. Parçacıklar kendi aralarında düzenlidir… )
Tüm noktalarım , virgüllerim , soru işaretlerim , heyecan ünlemlerim , paragraf başlarım ve cümle sonlarım özgündür , gerçekte yokturlar ve kural tanımazlar…